Esas No: 2017/10479
Karar No: 2020/3035
Karar Tarihi: 17.09.2020
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2017/10479 Esas 2020/3035 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde ve yargılama sırasındaki diğer beyanlarında özetle; ... ili, ... ilçesi, ...mahallesi, 28151 ada, 52 parselde kain taşınmazın müvekkilince zilyetlik devir sözleşmesiyle satın alındığını, müvekkilinin adına kayıtlı olup ve halen de zilyetliğinde ve kullanımında bulunduğunu, daha sonra taşınmazın bulunduğu yerde kadastro tespiti yapıldığını, tespite itiraz üzerine Antalya Kadastro Mahkemesinin 14/07/1992 tarih ve 1991/94 E. - 1992/1548 K. sayılı ilamı ile taşınmazın müvekkili adına tespit edildiğini, hükmün kesinleşmesi ile taşınmazın tescilinin müvekkili adına yapılarak tapu belgesi tanzim edildiğini, uzun yıllardan bu yana müvekkilinin tapu siciline güvenerek üzerindeki ev ile birlikte taşınmazı kullandığını, Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/03/1996 tarih ve 1995/652 E. - 1996/160 K. sayılı ilamı ile dava konusu taşınmazın tapusunun iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmiş ise de esasen tapu iptali ve tescil davasında verilen kararın müvekkiline tebliğ edilmediğini, bu kararın kesinleştirilmesinin şekli anlamda olduğunu, yurt dışında yaşayan müvekkilinin 2014 yılının Ağustos ayında bir takım işlemler için Antalya Tapu Müdürlüğüne gitmesi üzerine adına kayıtlı taşınmazının Hazine adına tescil edildiğini öğrendiğini, TMK"nın 1007. maddesi düzenlemesinde yer alan "tapu siciline güven ilkesi" gereği sahip olduğu taşınmazın elinden alınarak zararına neden olunduğunu beyan ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, taşınmazın tam değeri tespit olunduğunda ileride artırılmak üzere 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca şimdilik 20.000,00-TL. kısmi tazminat alacağının işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; Hazine tarafından ... aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/03/1996 tarih, 1995/652 E. - 1996/160 K. sayılı ilamı ile dava konusu taşınmazın tapusunun iptaliyle Hazine adına tesciline karar verildiği, verilen kararın kesinleşmesi üzerine Hazine adına tescil edildiği, bu durumda tapu sicilinin tutulmasında bir usulsüzlükten veya bir kusurdan söz edilemeyeceği gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava; tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini isteğine ilişkindir.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun “Sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007. maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücû eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmünü içermektedir.
Burada Devlete yüklenen sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Maddede yer alan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır, zira sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da
ödemekle yükümlüdür. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamdadır. Bundan başka; tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, kadastro kayıtlarından kaynaklanan hatalardan da TMK"nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Zira, kesinleşen kadastro işlemi sonrasında, bu işlem esas alınarak tapu sicili oluşturulmaktadır. Bu itibarla, tapu sicili kavramı geniş anlamda kadastro işlemlerini de kapsamaktadır.
Her ne kadar mahkemece davanın reddine karar verilmişse de, yapılan inceleme hüküm kurmak için yetersizdir. Şöyle ki:
Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. 4721sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu iptal ve tescil istekli davaların kesinleştiği tarih itibariyle mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapusu iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararı oluşacaktır. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği; arazi ise gelir metodu yöntemi ile, arsa ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece yukarıda belirtilen araştırmanın yapılmasının öncesinde zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı yönünden öncelikli olarak bir değerlendirme yapılması gereklidir. TMK"nın 1007. maddesinde düzenlenen tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan dolayı açılacak davalar için kanunda özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir. Ancak, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” şeklindeki kanuni düzenlemenin bir gereği olarak uygulama ve öğretide kanunen özel bir zamanaşımı süresi öngörülmeyen alacak veya tazminat davaları 10 yıllık genel zamanaşımına tâbi tutulmuştur. Bu nedenle, eldeki davada tapu sicilinin tutulmasından doğduğu iddia edilen zararın tazmini istendiğine ve bu alacakla ilgili kanunda aksine bir hüküm bulunmadığına göre, bu zarar alacağının da 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesinde öngörülen 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tâbi olduğunun kabulü gerekir. 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 146. maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresi alacağın muaccel (istenebilir) hale geldiği gün işlemeye başlar ve 10 yıl sonra aynı gün dolar. Somut olayda davacının mülkiyet hakkını mahkeme kararıyla kaybettiği 13.09.2001 kesinleşme tarihi itibariyle zararın doğduğu ve bu tarihte tazminat alacağının muaccel (istenebilir) hale geldiği, öte yandan davalı Hazine vekiline dava dilekçesinin 12.01.2015 tarihinde tebliğ edilmesinden sonra Hazine vekilince 26.01.2015 tarihinde (esasa cevap süresi içinde) açıkça zamanaşımı def"inde bulunulduğu anlaşılmakla; bu kapsamda on yıllık genel zamanaşımı süresinin eldeki davanın açıldığı tarih itibariyle dolup dolmadığının hesaplanması ve zamanaşımı yönünden bir karar verilmesi gerekirken dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın eksik ve yetersiz inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK"nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine 17/09/2020 günü oy birliği ile karar verildi.