Esas No: 2021/276
Karar No: 2021/5212
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/276 Esas 2021/5212 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : SAKARYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil- el atmanın önlenmesi davası sonunda ilk derece mahkemesince, asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kabulüne dair verilen kararın asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... tarafından istinafı üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü
-KARAR-
Asıl dava, tapu iptali ve tescil; birleştirilen dava, el atmanın önlenmesi isteklerine ilişkindir.
Asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ..., paraya ihtiyacı olduğu için davalı ...’dan 2005 yılı Nisan ayında parça parça olmak üzere toplamda 10.000 TL borç aldığını, aylık belli bir faiz ödemesi koşuluyla istediği tarihte borcunu ödemek üzere anlaştıklarını, 2005 yılında hastanede yattığı sırada davalı ...’ın evin tapusunu istediğini, bilahare davalı ...’ın evine gelerek “zor durumda olduğunu, tekstil fabrikasının durma noktasına geldiğini, evin tapusunu verirse kredi kullanabileceğini, daha sonra tekrar taşınmazı iade edeceğini, borcunu da sileceğini” söylediğini, silahını da göstererek bu işin olmasını istediğini, ancak kabul etmediğini, daha sonra oğluyla kendisini evine götürdüğünü, eşini de şahit göstererek bir şey olursa taşınmazı iade alabileceği konusunda kendisini ikna ettiğini, bu hususta 19.12.2005 tarihli sözleşme yaptıklarını ve davalının ayrıca 100.000 TL bedelli senet verdiğini, bunun üzerine maliki olduğu dava konusu 62 ada 33 parsel sayılı taşınmazı, kredi alabilmesi için 19.12.2005 tarihinde davalı ...’ya satış yoluyla devrettiğini, ancak kısa bir süre sonra taşınmazın diğer davalı ...’ya devredildiğini, davalı ...’nın tahliye için ihtarname gönderdiğini, hile ile taşınmazın elinden alındığını, ikinci el davalı ...’nın da iyiniyetli olmadığını, davalıların birlikte hareket ettiklerini ileri sürerek dava konusu 62 ada 33 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Asıl davada davalı ..., iddiaların asılsız olduğunu, emlakçılık yaptığını, davacı ile 5-6 yıldır tanıştıklarını, davacının eşinin rahatsızlığı nedeniyle kendisinden birçok kez borç para aldığını, davacının borçları ödeyemeyince, evinin satılmasını ya da kendisinin satın almasını istediğini, davacıya verdiği borç dışında ayrıca 50.000 TL nakit para ödeyerek taşınmazı satın aldığını, davacıya herhangi bir yazılı belge ya da senet vermediğini, böyle bir senet ya da belge var ise imzanın kendisine ait olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Asıl davada davalı-birleştirilen davada davacı ..., çekişmeli taşınmazı satış yoluyla edindiğini, tapu kaydına güvenen iyiniyetli 3. kişi olduğunu, resmi senette yazılı satış bedelini ödediğini belirterek asıl davanın reddini savunmuş; birleştirilen davada ise el atmanın önlenmesi talebinde bulunmuştur.
İlk derece mahkemesince, hile iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine; mülkiyet hakkına üstünlük tanınmak suretiyle birleştirilen el atmanın önlenmesi davasının kabulüne dair verilen kararın asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ... tarafından istinafı üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, asıl davada inançlı işlem ve hile iddiasının usulünce ispatlanamadığı, bu durumda asıl davada davacının çekişmeli taşınmazı kullanımının haklı bir nedene de dayanmadığı gözetildiğinde asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kabulüne karar verilmiş olmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ...’un istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 62 ada 33 parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı ... adına kayıtlı iken, 19.12.2005 tarihinde 11.000,00 TL bedelle davalı ...’ya, adı geçen davalının da 23.12.2005 tarihinde 11.000,00 TL bedelle diğer davalı ...’ya satış yoluyla temlik ettiği; davacının delil olarak dayandığı 19.12.2005 tarihli belgede davalı ...’nın, dava konusu taşınmazı kredi işlemlerinde kullanmak ve en geç bir yıl içinde iade etmek koşuluyla üzerine aldığının yazılı olduğu, yine davacı tarafından 30.06.2006 vade tarihli 100.000,00 TL bedelli, alacaklısı davacı ..., borçlusu davalı ... olan senedin delil olarak sunulduğu; anılan belge ve senetteki imzaların davalı ... tarafından inkarı üzerine mahkemece Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden aldırılan rapora göre, sözkonusu belge ve senetteki imzaların davalı ...’nın eli ürünü olmadığının saptandığı; davacı tarafça sunulan Bartın Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/474 Esas sayılı kararına göre, dava konusu taşınmazın tefecilik eylemi sonucu davalı ...’ya devredildiğinin tespiti üzerine davalı ...’nın tefecilik suçundan mahkumiyetine karar verildiği ve kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; asıl davada, inançlı işlemin varlığı usulünce ispatlanamadığı gözetildiğinde inançlı işlem iddiasına dayalı davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur.
Hile (aldatma) iddiasına gelince;
Bilindiği üzere, hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma sözkonusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Bunun yanısıra; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Bilindiği üzere, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK"nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Öte yandan; 14/02/1951 gün ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç kısmında belirtildiği üzere, “vakıa ve karinelerden, olayda kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacağı belirlenmiş olan kimsenin kötüniyetinin, diğer tarafa ispat ettirilmesine artık sebep ve vecih kalmayacağına ve dava hakkının doğumunu sağlayan veya bertaraf eden iyiniyetin ve kötüniyetin bu durumda mahkemece re"sen nazara alınabileceğine” karar verilmiştir.
Somut olaya gelince; 19.12.2005 ve 23.12.2005 satış tarihleri ile eldeki davanın açılış tarihi olan 03.03.2006 tarihi nazara alındığında hile iddiası bakımından davanın hak düşürücü süre içerisinde açıldığı; her ne kadar 19.12.2005 tarihli belge ile senetteki imzaların davalı ...’a ait olmadığı Adli Tıp Kurumu raporuyla saptanmış ise de, tanık beyanlarında sözkonusu belge ve senedin, taşınmazın devrini temin amacıyla davalı ... tarafından davacıya verildiğinin ifade edildiği, Bartın Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/474 Esas sayılı ceza dosyasında verilen karara göre de, çekişmeli taşınmazın tefecilik eylemi nedeniyle davalı ...’a devredildiğinin saptandığı, kredi temini için davalı ...’a devredildiği tanıklarca da ifade edilen çekişmeli taşınmazın 4 gün sonra diğer davalı ...’ya devredilmesi olguları hep birlikte değerlendirildiğinde temlikin hile ile gerçekleştiğinin kabulü gerektiği açıktır. Kayıt maliki olan ikinci el davalı ...’nın da, ilk temlikten 4 gün sonra taşınmazı devraldığı ve satış bedelinin resmi senette yazılı bedel olduğunu beyan ettiği, resmi senette yazılı bedelin 11.000,00 TL, keşfen saptanan değerin ise 169.152,00 TL olması karşısında 14.02.1951 tarih 17/1 sayılı İBK gereğince kötüniyetinin davacı tarafça ispatına gerek bulunmadığı gözetildiğinde davalı ...’nın durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olup, TMK’nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağında herhangi bir tereddüt de bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, asıl davada tapu iptal tescil isteğinin kabulüne, birleştirilen davanın da bu gerekçeyle reddine karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Asıl davada davacı-birleştirilen davada davalı ...’un değinilen yönden yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi uyarınca Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 Sayılı HMK’nin 371/a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bartın 2. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.10.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.