Esas No: 2011/9-499
Karar No: 2012/271
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/9-499 Esas 2012/271 Karar Sayılı İlamı
- BİLİNÇLİ TAKSİR
- KUSUR
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 22
"İçtihat Metni"
Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık Eren ’in 5237 sayılı TCY’nın 85/1, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Kırşehir 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.04.2007 gün ve 442-101 sayılı hükmün o yer Cumhuriyet savcısı, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.02.2011 gün ve 3809-577 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 22.11.2011 gün ve 362862 sayı ile;
“İncelenen dosya kapsamından, sanığın; sevk ve idaresindeki araçla, yerleşim merkezinde dikkatsiz ve tedbirsiz bir şekilde, yasal hız sınırının üzerinde seyrederken yolun sağından karşı tarafa geçmek isteyen çocuğa çarparak ölümüne neden olduğu anlaşılmıştır.
Yerel mahkemece, sanığın kusurunun bilinçli taksire dayalı olduğu kabul edilmiş ve bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine hükmedilmiştir.
Sanık savunmalarında, şehir merkezine doğru aracıyla çift yönlü yolda, 70-80 km hızla seyrederken, karşı şeritten iki aracın gelmekte olduğunu, birinin diğerini sollamak için işaret verdiğini, kendisinin sellektör yakması üzerine sollamaktan vazgeçtiğini, bu sırada 40 metre ileride yol kenarında ölen çocuğu gördüğünü, çocuğun yola çok yakın olmaması nedeniyle yola çıkmayacağını düşünerek seyrine devam ettiğini, çocuğun aniden yola çıkması nedeniyle fren tedbirine başvurduğunu, ancak çarpmayı önleyemediğini savunmuştur. Dosyadaki diğer deliller itibariyle, sanığın savunmasının oluşa uygun olduğu anlaşılmıştır.
Olay yeri inceleme ve tesbit tutanaklarında; olay yerindeki fren izine göre, sağ tekerin 48, sol tekerin 60 metre iz bıraktığı, yolun 7 metre genişliğinde olduğu belirtilmiştir.
Otopsi raporunda, ölenin, trafik kazası sonucu travma nedeniyle gelişen beyin kanaması sonucu öldüğü tespit edilmiştir.
Kusur durumunun tespitine yönelik alınan Adli Tıp Kurumu raporunda, sanık sürücü Eren "in sevk ve idaresindeki otomobil ile seyrederken, savunmasından ve asfalt kaplamasındaki fren izlerinden anlaşıldığı üzere meskûn mahal hız sınırları üzerinde seyretmiş olduğu, yayaları 40 metre mesafeden görmesine rağmen, hızını azaltmadığı, yola kontrolsüzce giren 5 yaşlarındaki İlayda"yı gördüğünde tatbik ettiği frenin hızından dolayı etkisiz kaldığı ve yaya çocuğa aracıyla çarpması sonucunda meydana gelen olayda, dikkatsizliği, tedbirsizliği ve kurallara aykırı hareketiyle 2. derecede kusurlu olduğu; yaya çocuğun ise, taşıt trafiğini ve gelen araçların hız ve mesafesini dikkate almadan kontrolsüzce yola girmesi, ilk geçiş hakkını sanık sürücünün sevk ve idaresindeki otomobile bırakmamış ve can güvenliğini tehlikeye atmış olması nedeniyle, davranış faktörlerinin sonuç üzerinde birinci derecede etken olduğu belirtilmiştir.
Dosyadaki deliller ve kusura ilişkin bilirkişi raporları itibariyle, olayın oluş şekline ve sanığın asli kusurlu olduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, olayda, sanığın kusurunun bilinçli taksir boyutuna ulaşıp ulaşmadığı hususunun aydınlatılması, bu bağlamda suçun manevi unsurunun ne şekilde gerçekleştiğinin tespiti, sanığın hukuki durumunun doğru tayin ve takdir edilmesi açısından önem arzetmektedir.
Sanığın kusurunun bilinçli taksir boyutuna ulaşıp ulaşmadığını açıklığa kavuşturabilmek için, öncelikle ‘taksir’ ve ‘bilinçli taksir’ kavramlarının tanımı ve koşulları açısından irdelemek gerekmektedir.
5237 sayılı TCK"nun 22/2. maddesinde taksir; ‘dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesinin öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir’ şeklinde tanımlanmıştır.
Suçun manevi unsurlarından biri olan taksir, istisnai bir kusurluluk şekli olup, failin taksirli bir eylemden ötürü cezalandırılabilmesi için mutlaka yasada o eylemin taksirle işlenmesi halinde yaptırım uygulanacağına dair açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. Taksirli suçlarda, eylemin iradi olması ve neticenin de öngörülebilir olması gerekmektedir. Ancak, neticenin öngürülebilir olması mutlak surette gerekmekte ise de, failin neticeyi öngörmesi şartı yoktur. Fail, öngörülebilir bir neticeyi dikkatsiz ve tedbirsiz davranışı nedeniyle öngörmediği halde de taksirli suçtan sorumlu tutulur.
Failin öngörülebilir neticeyi öngördüğü hallerde ise kusurunun bilinçli taksire dayalı olduğu kabul edilmektedir. Ancak her iki halde de bu öngörülen neticenin istenmemesi gerekir. Neticenin bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, neticenin gerçekleşme olasılığının öngörülmesi ve gerçekleşmesine kayıtsız kalınması halinde ise olası kasttan söz edilir.
Buna göre taksirli sorumluluktan söz edilebilmesi için, suçun taksirle işlenebilen suçlardan olduğuna dair yasal bir düzenleme bulunması, eylemin iradi olması, sonucun istenmemesi ancak öngörülebilir olması, eylem ile sonuç arasında illiyet bağının bulunması koşullarının olayda birlikte gerçekleşmesi zorunludur.
Failin iradi bir eylemi gerçekleştirirken, öngörülmesi mümkün olan sonucu öngörmesi, ancak istememesine rağmen bu sonucun gerçekleşmemesi yönünde gerekli özeni göstermeden iradi eylemini sürdürmesi halinde, kusurunun bilinçli taksire dayalı olduğunu kabul etmek gerekir.
Sonucun öngörülebilirliğini belirleyen ölçütler ise, failin sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, mesleki tecrübesi, taksire konu olan eyleme ilişkin tecrübeleri, varsayılan tecrübe düzeyi, yeterli düzeyde yasal uyarılar, uymak zorunda olduğu kurallar ve kişisel özellikleri gibi hususlardır. Sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup, sonucun bütün ayrıntılarıyla fail tarafından öngörülmesine gerek bulunmamaktadır.
5237 sayılı TCK’nun 22/3. maddesinde tanımlanan bilinçli taksir, temel cezanın artırım nedenlerinden biri olarak düzenlenmiştir. Kanunun anılan maddesinde bilinçli taksir; ‘kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır’ şeklinde tanımlanmıştır. Öngörülebilir neticeyi öngören failin kusuru ile öngörmeyen failin kusurunun aynı olmadığı kuşkusuzdur. Dolayısıyla bu iki kusurluluk halinin aynı ceza rejimine tabi tutulmamış olması, ceza adaleti açısından isabetli bir yasal düzenlemedir. Ancak, bilinçli taksiri geniş yorumlamak, cezanın bireyselleştirilmesi kapsamında alt sınır ve üst sınır arasında uygun bir ceza tayin etmek yerine koşulları oluşmayan durumlarda bile bu müesseseyi sanığın daha fazla ceza almasının bir aracı olarak kullanmak, yasanın amacı ile bağdaşan bir durum değildir. Hangi eylemlerin objektif özen yükümlülüğüne aykırı olarak fail tarafından öngörülmesi gerektiğini tesbitte oldukça hassas davranılması gerekmektedir. Aksi takdirde, bir çok değişik olay üzerinden geliştirilen çeşitli içtihatlarla, zamanla tüm taksir hallerinin bilinçli taksir kapsamına sokulması sonucuna gidilir ki, bu da, yasanın tanımına ve amacına aykırı hukuki değerlendirme ve sonuçların doğmasına, bu suretle ceza adaletinde eşgüdümün zedelenmesine neden olur. Bu nedenle, her somut olayda, objektif özen yükümlülüğü açısından öngörme ölçütlerinin iyi saptanması gerekir.
Somut olayda; sanığın, sevk ve idaresindeki araçla, yasal hız sınırının üzerinde sayılabilecek düzeyde bir hızla seyrederek hıza ilişkin trafik kuralını ihlal ettiği eyleminden ötürü, dikkatsiz ve özensiz sayılan bu davranışı nedeniyle kusurlu olduğu yönünde kuşku bulunmamakta ise de, seyrettiği yolun durumu, hız düzeyi, aniden yola fırlayan yayanın olaya etken davranışı gibi faktörler dikkate alındığında, sanığın istemediği neticeyi öngördüğünden ya da objektif özen yükümlülüğü kapsamında öngörmesi gerektiğinden söz edilemeyeceği açıktır. Somut olaya bu yönden bakıldığında, sanığın kusurunun bilinçli taksire dayalı olduğunu kabule yasal olanak bulunmamaktadır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin “taksirle mi” yoksa “bilinçli taksirle mi” işlendiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
08.10.2006 günü saat 17.45 sıralarında sanığın sevk ve idaresindeki … plakalı araç ile Kırşehir Kervansaray Mahallesi istikametinden şehir merkezi yönüne doğru seyrettiği sırada yolun sağından karşı tarafa geçmek isteyen 2001 doğumlu İlayda ’ya çarpması sonucu ölümüne sebebiyet verdiği,
08.10.2006 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağında; “Olay yerinin M. Tepesi Ç. Evleri G Blok önünde olduğu, blokla 7 m. uzaklıkta caddenin başladığı ve caddede bir adet 61 m., karşı tarafında ise 48 m. fren izi mevcut olup iki fren arası izi 1,40 cm. ebadında olduğu, ilk fren izi başlangıcıyla çocuğa çarptığı iddia edilen yeri uzaklığı 22 m. olduğu, aracın olay yerinde olmadığı cadde genişliğinin 7 metre olduğu Ç. Evleri önünden cadde başlangıcından ilk fren izi mesafe uzaklığı istikameti olduğu olay yerinde kırmızı lekeye rastlanılmadığı”,
08.10.2006 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporunda; “Olayın K. Mahallesi istikametinden şehir merkezi istikametine giden … plakalı otonun İlayda isimli 5 yaşındaki kız çocuğuna çarpması sonucunda meydana geldiği anlaşıldı. Olay yeri; K. Mahallesi B.Sitesi 9. Blok önünde olduğu, Otoya ait fren izine göre 9. blok önünde bulunan bahçe duvarının tam başlangıç yerinden (Ö. Sitelerine ayrılan stabilize zeminli yolun ayrıldığı yerden) sitenin üçüncü giriş kapısının önüne kadar olan yerde olayın geçtiği anlaşıldı. Sağ tekerin 48 metre sol tekerin 60 metre fren izi olarak ölçüldü. Yolun 7 m. genişliğinde, fren izinin başlangıç yerinde asfalt kıyısına 370 cm. fren izinin bitiş yerinde asfalt kıyısına 40 cm. mesafede, asfalt zemin ile bahçe duvarı arası 820 cm. mesafede olarak ölçüldü, asfalt zemin üzerindeki sağ ve sol oto lastiği fren izlerinin içten genişliğinin 133 cm. dıştan genişliğinin 160 cm. olduğu”,
Keşif sonrası düzenlenen 17.11.2006 bilirkişi raporunda; “2001 Doğumlu İlayda olay mahallinde B. Sitesi 9. Blok önünde oynamakta iken, hal ve hareketlerinin müdrik olamayışının etkisiyle, olay mahallinde kendi can güvenliğini tehlikeye atacak tarzda yola girerek mevcut şartlardaki olaya sebebiyet verdiği,
Sürücü Eren sevk ve idaresindeki otomobili ile olay mahalli çift yönlü yolda, yerleşim yerinde seyri sırasında müteyakkız seyretmemiş, yerleşim yeri içinde otomobillerin hız sınırının 50-55 km/s olduğu hız tespit diyagramını kullanarak (Fren Mesafesi-Sürtünme Katsayısı-Meyil) hesaplamalarım neticesi otomobilin hızının yerleşim yerinde 95-100 km/s hızla seyrettiği, olay mahalline geldiğinde gidiş istikametine göre, yolun sağ tarafındaki boş alanda (Yol Kenarında) küçük kızın 2-3 metre kadar içerde oynadığını gördüğünü beyan etmiş olmasına rağmen, çocuğun her an yola çıkabileceğini düşünerek hızını azaltması gerekirken hızını azaltmayarak zamanında önlem almadığı, olaya mani olmak bakımından yola giren yayaya zamanında ikazda bulunmadığı, olayda dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığı, bu davranış faktörlerinin sonuç üzerinde etkili olduğu” tespitlerine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumunun 08.01.2007 tarihli raporunda; “Sanık sürücü Eren sevk ve idaresindeki otomobil ile seyrederken ifadesinden ve kaplamadaki fren izlerinden anlaşılmakla meskun mahal hız sınırları üzerinde seyretmiş (KTK.nun 51, 52.b) (KTK.nun 47.d), yayaları 40 m. kadar mesafeden görmesine rağmen hızını azaltmamış, yola kontrolsüzce giren 5 yaşlarındaki İlayda"yı gördüğünde tatbik ettiği frende hızından dolayı etkisiz kalıp aracıyla çarpmasıyla meydana gelen olayda, dikkatsizliği, tedbirsizliği ve nizamlara aykırı hareketiyle ikinci derecede kusurludur.
5 yaşlarındaki İlayda taşıt trafiğini gelen araçların hız ve mesafesini dikkate almadan kontrolsüzce yola girmiş (KTK.nun 68.b.3), (KTY.nin 138.b.3) ilk geçiş hakkını sanık sürücü Eren sevk ve idaresindeki otomobile bırakmamış,can güvenliğini tehlikeye atmış,bu hal ve hareketlerinin olaya müdrik olmayışının da etkisiyle davranış faktörlerinin sonuç üzerine birinci derecede müessir olduğu kanaatine varılmıştır” tespitlerine yer verilerek, olayda sanığın ikinci derecede kusurlu, ölenin ise sonuç üzerine birinci derecede kusurlu olduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan Arif savcılıkta; “Ölen İlayda benim öz kızım olur, olay günü olan 08.10.2006 günü saat 18.00 sıralarında, evimin balkonundaydım, bu sırada evimin önünde oynamakta olan 6 yaşındaki kızım İlayda bana seslenerek, yolun karşısındaki arkadaşlarının yanına oyun oynamak için gidip gidemeyeceğini sordu, bende kendisine aşağı taraftan bir araba geldiğini ve gitmemesini söyledim, bu sırada kızım evimizin avlusunda bulunuyordu, aradan çok kısa bir süre sonra yukarı taraftan gelen bir aracın kızıma yolda çarptığını gördüm, araç çok hızlıydı, çarptıktan sonra kızım İlayda 100 metre kadar savruldu, ben olayın şoku ile herhangi bir şey yapamadım, yardıma koşan komşularım tarafından hastaneye kaldırılırken vefat etmiş, ben kızıma yola çıkmaması için uyardığım esnada sadece aşağı tarafa bakmıştım, yukarıya bakmadığım için gelen aracı göremedim, zaten yukarıya bakar bakmaz ani bir fren sesi ile kızıma çarptığı anı gördüm, ben kızımın annesi ile boşandık, ölen küçük kızımın İlayda"nın velayeti bendeydi, kızımın bu şekilde ölümüne sebep olan araç şoförü şüphelisi hakkında davacı ve şikayetçiyim” demiş, keşifte de benzer beyanda bulunmuştur.
Olay sırasında sanığın kullandığı araçta sanıkla beraber bulunan tanık Enver kollukta; “08.10.2006 günü saat 17.45 sıralarında akrabam olan Eren isimli kişinin kullanmış olduğu … plaka sayılı Toyata marka aracımızla Mehtap Tepesinden Şehir merkezine doğru rampa aşağı iniyorduk, kendim aracın sağ ön kısmı olan yolcu tarafında oturuyordum, tam olarak Cemaş lojmanlarının bulunduğu yere geldiğimizde yolun aşağı kısmından iki araç geliyordu, bu araçlardan biri diğerini sollamak istedi, Eren bu araçları sollama yapmaması için uyarı olarak selektör yaptı, araç bunun üzerine sollama yapmadı tekrar yoluna devam etti, bu esnada yolun sağ kısmında 5 yaşlarında bir kız çocuğu vardı, bu çocuk 15- 20 metre kadar vardı ki kız çocuğu yola birden fırladı, biz ani bir fren yaptık, kız çocuğu yolun orta kısmında hareket etmeyerek durdu, şoför Eren frene bastı ama mesafe çok kısaydı, yapacak bir şey yoktu çocuğa çarpmak zorunda kaldık, daha sonra araçtan aşağıya inerek çocuğu kucaklayarak kendi aracımızla devlet hastanesi aciline getirdik, burada ilk tedavilerini yaptırdık daha sonra çocuğun öldüğünü öğrendik”, mahkemede; “şehir içinde seyir halinde iken karşı yönden gelen araçlardan arkada bulunan araç önündeki aracı sollamak istedi. Eren Aslan selektör yaparak araç şoförünü ikaz etti. Sollama yapılmadı. Bu sırada gidiş yönüne doğru yolun sağ kısmında yolun hemen yanında bir kız çocuğu durmakta idi. Kız çocuğunu gördüğümde içinde bulunduğum araç ile çocuk arasında yaklaşık 30 metre mesafe vardı. Çocuk aniden kontrolsüz olarak yola fırladı. Bu sırada çocuk ile araç arasında 10-15 metre mesafe vardı. Sanık korna çalarak frene bastı buna rağmen aracın ön kısmı ile çocuğa çarptı. Çocuk aracın kendisine çarpması sonucu fırlayarak yere düştü. Araç çarpmadan sonra yaklaşık 50 metre ilerde durdu. Ben ve Eren araçtan indik. Çocuğu alarak devlet hastanesine götürdük. Eren yaklaşık 60-70 km. hızla seyir ediyordu. Havada yağış yoktu. Görüş mesafesi normaldi” demiştir.
Sanık ise kolluk, savcılık ve sorgu beyanıyla uyumlu olacak şekilde mahkemede; “Suçlamayı kabul etmem. Olay günü saat 17.45 sıralarında sevk ve idaremdeki … plakalı araç ile araç içinde Enver olduğu halde M. Tepesi mevkiinden çarşı mevkiine yaklaşık 70-80 km. hızla seyir halinde iken karşı yönden gelen araçlardan arkadaki araç önündeki aracı sollamak istedi, selektör yaptım. Araç sollamaktan vazgeçti. Gidiş yönüme göre 40 metre ilerde yolun sağında yolun 2-3 metre kadar içinde oynayan 5-6 yaşlarındaki çocuğu gördüm. Çocuk ile aramda yaklaşık 20 metre kaldığı sırada çocuk aniden yola fırladı. Kornaya ve frene bastım. Çocuk yolda fren sesini duyunca panikledi. Yolun ortasında kaldı. Aracımın ön tarafı ile çocuğa çarptım. Çocuk yaklaşık 8-10 metre ileri düştü. Aracımı durdurdum. Araç durduktan sonra çocuğu aracıma alarak hastaneye götürdüm. Havada yağış yoktu. Görüş mesafesi normaldi. Yolda ışıklandırma yoktu” şeklinde savunma yapmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, taksir ve bilinçli taksir kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, yasada açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka yasada açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCY’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmez. 5237 sayılı TCY’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilir.
5237 sayılı TCY’da taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tabi tutulmuş, Yasanın 22/3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kırşehir İl merkezinde çift yönlü olarak kullanılan ve yasal hız sınırının 50 km. olduğu eğimli caddede aracıyla aşağıya doğru 95-100 km. hızla seyreden, bu sırada kendi beyanına göre karşıdan gelen bir aracın hatalı sollamaya kalkışması üzerine onu selektör yaparak uyaran ancak hızını azaltmayan, 2001 doğumlu olup olay tarihinde 5 yaşındaki ölen İlayda’yı evinin önünde yolun kenarında oynar vaziyette iken (yine kendi beyanına göre) 40 m. mesafeden gören, buna rağmen hızını azaltmadan yoluna devam eden, evli ve 3 çocuğu bulunan sanık, yolun kenarında oynayan çocuğun yola çıkabileceğini ve çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmüş, ancak şoförlük yeteneklerine, şansına ve çocuğun yola çıkmayabileceği olasılığına güvenmek suretiyle sonucun gerçekleşme¬yeceği yönünde yanlış bir kanı ile hareket etmiştir. Buna karşılık, istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, bu bağlamda şehir içindeki evlerinin önünde yol kenarında oynayan ölenin yola çıkabileceğini öngörmesine karşın hızını azaltmamıştır. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabul edilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Bunun yanında, suçun “basit taksirle mi”, yoksa “bilinçli taksirle mi” işlendiğinin belirlenmesi açısından, olayda ölenin de kusurlu olup olmamasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Zira kusurun var olup olmadığının veya derecesinin tespiti, hakim tarafından manevi unsur saptandıktan sonra, temel cezanın belirlenmesi aşamasında yapılması gereken bir işlemdir.
Bu itibarla, yerel mahkeme hükmü ile Özel Daire onama kararı isabetli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul üyesi ise; “itirazın kabulü gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.