Esas No: 2012/11–526
Karar No: 2012/260
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/11–526 Esas 2012/260 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Tebliğname: 2008/257990
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANTALYA 8. Asliye Ceza
Günü : 21.03.2008
Sayısı : 808–278
.
Sanık E.Ç..’ın dolandırıcılık suçundan beraatına ilişkin, Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.01.2004 gün ve 91–30 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 12.03.2007 gün ve 8599–1616 sayı ile;
“Mahkemeye gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacağına ilişkin kuralın istisnalarından biri olarak öngörülen 1412 sayılı CMUK’nın 223/son ve 5271 sayılı CMK’nın 193/2. maddesinin, beraat kararı yönünden dosya kapsamına göre ilk bakışta eylemin suç oluşturmayacağının anlaşılması hali ile sınırlı olarak uygulama yerinin mevcut olduğu, sanığın sorgusu yapılmadan mevcut kanıtlar tartışılarak delil takdiri suretiyle beraat kararı verilmesinin mümkün bulunmadığı gözetilmeden, sorgusu yapılmayan sanığın delil takdirine girilmek suretiyle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesi ise 21.03.2008 gün ve 808–278 sayı ile;
“Sanık hakkında borcu nedeniyle alacaklı lehine düzenlediği bono senedine olmayan bir adres yazarak icra takibinden kurtulmayı amaçladığı yönündeki katılan vekilinin yaptığı şikâyet üzerine dolandırıcılık suçundan mahkememize kamu davası açılmıştır.
Ancak Cumhuriyet savcısı şikâyetçi vekilinin ileri sürdüğü iddialarla ilgili inceleme ve araştırma yapmamış, örneğin dava konusu senedi ve tebliğ mazbatasını getirterek üzerinde yazılı adresin mevcut olup olmadığı ve senede istinaden yapılan icra takibi ile ilgili ödeme emrine ilişkin tebligatın yapılıp yapılmadığı ve adresin bulunup bulunmadığını araştırmamış, sadece sanığın adresinin tespiti için kolluğa yazı yazmış; bu yazıda, belirtilen adresin mevcut olmadığı ibaresi yer almaksızın ‘şahsın adresini terk ederek gittiği’ belirtilmiştir.
Mahkememizce getirtilip incelenen icra dosyasında belirtilen adres ile dava konusu senet üzerindeki adresin aynı olduğu, icra dosyasında tebligatın aynı adreste bulunan sanığın eşine tebliğ edildiği tespit edilmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, borçlunun senedinde bildirdiği adres hayali değildir. Aynı adreste oturan eşine de ödeme emri usule uygun şekilde tebliğ edildiğine göre, sanığın üzerine atılı suçun maddi ve manevi öğeleri oluşmamıştır. Bu nedenle kovuşturma sırasında sorgusu yapılamayan sanık hakkında beraat kararı verilmiştir.
Ceza yargılamasında mahkemeye gelmemiş sanık hakkında duruşma yapılamayacak, bu şekilde mevcut kanıtlar tartışılarak karar verilemeyecek; ancak ‘dosya kapsamına göre ilk bakışta eylemin suç oluşturmayacağının anlaşılması’ halinde sanığın sorgusu yapılmadan karar verilebilecektir.
Somut olayda sanığın senedine olmayan bir adresi yazdığı gerekçesiyle dolandırıcılık suçundan kamu davası açılmıştır. Mahkememizce basit bir araştırma ile asılsız olduğu iddia edilen senede yazılan adresin aslında var olduğu ve hatta usulüne uygun şekilde bu adresteki borçlu sanığın eşine tebligat yapıldığı belirlendiğinden ve dolandırıcılık suçunun bu maddi olay dayanak ve yasal unsuru olarak kabul edildiğinden kanıt toplayıp bunların tartışılması söz konusu olmadığından sanığın sorgusundan vazgeçilebilecektir” şeklindeki gerekçeyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 09.08.2010 gün ve 257990 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 11. Ceza Dairesine, anılan Dairece de Yargıtay 15. Ceza Dairesine, 15. Ceza Dairesince de 15.02.2012 gün ve 20614-8046 sayı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Dolandırıcılık suçundan sanığın beraatına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağı ve buna bağlı olarak sorgusu yapılmayan sanık hakkında CYY’nın 193/2. maddesi uyarınca beraat kararı verilip verilemeyeceğinin belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCY’nın 102. maddesinde, yasalarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin dördüncü fıkrasında da, beş seneden fazla olmamak üzere hapis ya da para cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin beş sene olacağı hüküm altına alınmıştır.
Kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve zamanaşımı süresi, ilgili suça ilişkin olarak yasada belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Aynı Yasanın 104/2. maddesinde de zamanaşımını kesen nedenler;
a) Sanık hakkında yakalama, tutuklama ve ihzar müzekkereleri düzenlenmesi,
b) Sanığın adli makamlar huzurunda sorguya çekilmesi,
c) İddianame düzenlenmesi,
d) Mahkûmiyet kararı verilmesi,
Şeklinde sayılmıştır.
Ceza Genel Kurulunun 23.01.2007 gün ve 254–5 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme veya temyiz mercii resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Dolandırıcılık suçunun yaptırımı 765 sayılı TCY’nın 503. maddesinin 1. fıkrasında; “bir yıldan üç yıla kadar hapis ve sağladığı haksız menfaatin bir misli kadar ağır para cezası” olarak düzenlenmiş olup, anılan Yasanın 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı beş sene, aynı Yasanın 104. maddesinin ikinci fıkrası maddesi göz önünde bulundurulduğunda kesintili zamanaşımı ise yedi sene altı aydır. Daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma olasılığı bulunmayan ve 14.01.2003 tarihinde gerçekleştirildiği iddia olunan eylemle ilgili olarak yerel mahkemece sorgusu yapılmayan sanığın beraatına karar verilmiş bulunması ve zamanaşımını kesen son işlemin 30.10.2003 tarihli iddianame olması karşısında, iddianame tarihi ile Ceza Genel Kurulunca incelemenin yapıldığı 03.07.2012 tarihi arasında, dosya Ceza Genel Kuruluna gelmeden önce 30.10.2008 günü 5 yıllık asli dava zamanaşımının dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak kamu davasının, 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı Yasanın 223. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi V. D..; “5271 sayılı CMK 223/9. hükmünün uygulanması ve özellikle ‘derhâl’ kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
Birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK 223/9’da yer alan ‘derhâl’ kavramını, ‘delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek,’ ‘işin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması’ ya da ‘kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleri’ ile sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; zamanaşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir.
Doktrin tarafından büyük ölçüde benimsenen diğer görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyor ise işbu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zamanaşımından düşürülmesi gerekir.
Aşağıda açıklayacağımız gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nun yazılı bir gerekçesi yoktur. ‘Derhâl’ kelimesi ‘çabucak’ (tdk.gov.tr) anlamına gelmekte olup madde metninde; ‘davanın esasına girmeden,’ ‘delil takdiri gerektirmeyen durumlar’ ya da ‘fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması’ ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesinin uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir.
Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı ve kolluk amiri (örneğin; 5271 sayılı CMK 119 hükmü uyarınca aramada), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı CMK"nun 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde ‘herkes’ tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir) bile, ‘delil takdiri’ yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin CMK 223/9. bağlamında delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.
Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise o takdirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.
Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Kanaatimizce, ‘derhâl’ kavramı dar (yukarıda belirtilen hallerle sınırlı) yorumlanmak yerine; İHAS 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38. maddelerinde vurgulanan ‘Masumiyet Karinesi’ ve ‘Adil Yargılanma Hakkı’ ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan ‘Lekelenmeme Hakkı’ dikkate alınmak suretiyle, ‘yargılamanın geldiği aşama itibariyle’ diğer bir ifadeyle ‘ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan’ olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır.
5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesi hükmünün uygulanabilmesi için beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yani, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır.
Derhâl yani yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa artık koşulları olsa bile, ‘durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı’ kararı verilemez.
Aynı şekilde 5271 sayılı CMK"nun 193. maddesinin 2. fıkrasının (1412 sayılı CMUK 193/2) uygulanması ile ilgili olarak doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
Yargıtay 11. Ceza Dairesinin bozma kararında ifadesini bulan birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK’nun 193. maddesinin 2. fıkrası (1412 sayılı CMUK’nın 223/son) ancak; ‘eylemin ilk bakışta suç oluşturmayacağı’nın anlaşılması hâli ile sınırlı olarak uygulanabilir.
Yine doktrin tarafından ezici bir çoğunlukla kabul edilen diğer görüşe göre ise; 5271 sayılı CMK’nun 193. maddesinin 2. fıkrasında mevcut olmayan koşulların ihdas edilmesi suretiyle, maddenin uygulama alanı daraltılamaz. İHAS 6 ve Anayasanın 36. maddelerinde vurgulanan ‘Adil Yargılanma Hakkı’ ile ceza muhakemesine egemen ilkeler ışığında, anılan maddenin dar yorumlanması ve uygulanması doğru değildir. Eğer mahkeme, sanık hakkında toplanan delillere mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varırsa sanığın sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.
Somut olayda sanık aleyhine, 14.01.2003 tarihinde bir borcundan dolayı şikâyetçiye (katılana) verdiği senede bilerek ve isteyerek alacaklıyı yanıltmak ve bu suretle borcunu ödemekten kurtulmak amacıyla hayali yani olmayan adresi yazmak ve göstermek suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle 765 sayılı TCK 503. maddesinden cezalandırılması iddiasıyla kamu davası açılmış ise de; mahkemesince getirtilip incelenen Antalya 7. İcra Müdürlüğünün icra takip dosyası içeriğine göre, senette belirtilen adrese ödeme emrine ilişkin tebligat çıkartıldığı, bu adreste sanık ile aynı adreste bulunan eşine tebligat yapıldığı anlaşıldığından ilk derece mahkemesince 09.01.2004 tarihinde suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın savunması alınmadan beraat kararı verilmiş olup, işbu karar katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 11. Ceza Dairesince bu karar 1412 sayılı CMUK 223/son (5271 sayılı CMK 193/2) hükmüne aykırı olarak, sanığın sorgusu yapılmadan beraat kararı verilemeyeceği gerekçesiyle bozulmuş, 21.03.2008 günü önceki hükümde direnilmiş ve bu direnme hükmü de; katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
29.01.2012 günlü tebliğnameden anlaşılacağı üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle davanın düşürülmesi gerektiği, görüşündedir.
Suç tavsifi tartışmalı olmakla birlikte dava konusu edilen fiil, sanığın ‘bir borcundan dolayı şikâyetçiye (katılana) verdiği senede bilerek ve isteyerek alacaklıyı yanıltmak ve bu suretle borcunu ödemekten kurtulmak amacıyla hayali yani olmayan adresi yazması ve göstermesi suretiyle’ katılanı dolandırmasıdır.
Sanığın sorgusu yapılmamış ve gelinen aşamada (müzakere tarihi itibariyle) dava zamanaşımı süresi dolmuş ise de; ‘hayali’ olanın, sanığın borcu nedeniyle şikâyetçiye (katılana) verdiği senet üzerine yazdığı adres olmadığı, Antalya 7. İcra Müdürlüğü"nün ilgili icra dosyası ve içindeki belgelerle kanıtlanmıştır. Sanığın savunmasının alınması bu gerçeği değiştirmeyecektir. Somut olayda, usul ve yasaya uygun olan beraate ilişkin direnme hükmü onanmalıdır” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 21.03.2008 gün ve 808–278 sayılı direnme hükmünün dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle BOZULMASINA,
Yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesine göre karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CYY’nın 223. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.