Esas No: 2012/1–76
Karar No: 2012/258
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1–76 Esas 2012/258 Karar Sayılı İlamı
- TASARLAYARAK TAHRİK ALTINDA KASTEN ÖLDÜRME
- HAKSIZ TAHRİK
- TÖRE SAİKİ
- 6136 SAYILI YASAYA AYKIRILIK SUÇU
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 53
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 62
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 52
- ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA KANUN (6136) Madde 13
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 2
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 29
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 82
"İçtihat Metni"
Sanık Mehmet Sait, 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan anılan Yasanın 13/1, TCY’nın 62, 52/2 ve 53/1. maddeleri uyarınca on ay hapis ve 500 lira adli para, tasarlayarak kasten öldürme suçundan da TCY’nın 82/1–a, 29, 62, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, Batman Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.12.2009 gün ve 201–333 sayılı tasarlayarak kasten öldürme suçu yönünden resen temyize tabi olan hükmün, Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafileri tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 19.04.2011 gün ve 6544– 2400 sayı ile;
“1- 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmün onanmasına,
2- Öldürme suçu yönünden;
Oluş ve dosya içeriğine göre, sanığın kardeşinin oğlu olan Hayrettin ile dinsel törenle evlendirilen yeğeni Bahar’ın, rızasıyla öldürülen Mizbağ ile birlikte kaçarak bir gece beraber kaldıkları ve sonrasında Bahar’ın amcası sanık Mehmet Sait’in yanına döndüğü, aile içinde Bahar’ın öldürülmesinin görüşülüp, bir sonuca bağlanamadığı, öldürüleni tanımayan sanık Mehmet Sait’in, kendi kızı Zehra ile telefonla konuşturup buluşmalarını sağladığı, buluşma sırasında öldürülenin resmini çektirip resimden kendisini tanıdığı, değişik günlerde oturduğu Kurtalan İlçesinden Batman’a gelip takip ederek olay günüde tabancayla ateş etmek suretiyle namusunu temizlediğini söyleyerek öldürdüğü olayda;
a- Öldürülenin, sanığa yönelik hukuk zemininde korunmayan, haksız eylem oluşturan bir söz veya davranışı bulunmadığı halde, ülkesel ve yöresel kültürlerden söz edilerek yazılı gerekçeyle sanık hakkında tahrik hükümlerinin uygulanması,
b- Sanığın tasarlayarak gerçekleştirdiği öldürme eylemini töre, ailesinin ve kendisinin şeref ve namusunu kurtarmak saikiyle işlediğinin anlaşılması karşısında, TCK’nun 82/1–k maddesinde tanımlanan töre saikiyle öldürme suçunun yalnız kadınların öldürülmesi haline ilişkin olmadığı, erkek kişilerinde öldürülmesi durumunda anılan suçun oluşacağı anlaşıldığı halde, bu gerekçeyle töre, namus ve şerefi kurtarma saikiyle öldürme suçunun oluşmayacağı belirtilerek suçun vasıflandırılmasında yanılgıya düşülmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Batman Ağır Ceza Mahkemesi ise 23.06.2011 gün ve 222–236 sayı ile;
“Sanık ve tanık beyanları ile dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, sanıklardan Nihat’ın kızı Bahar ile maktulün değişik zamanlarda telefonla ve yüz yüze görüştükleri ve 04.03.2009 günü kaçarak bir gece beraber kaldıkları, ertesi gün maktulün, ailesine telefon ederek Bahar’ı Beşiri İlçesinde bir yerde bıraktığını söylediği ve ona bir şey yaparlarsa dağa çıkacağını belirttiği, maktulün tarif ettiği yerden alındığı ve bir süre amcası Mehmet Sait’in evinde kaldığı, olaydan sonra Bahar’ın öldürülmesi konusunda aile içinde bazı konuşmalar yapıldığı, sanık Mehmet Sait’in buna karşı çıktığı ve bu nedenle öldürülmediği, Bahar’ın soruşturma aşamasında verdiği duyuma dayalı ifadeleri ve birlikte yaşadığı yaşı küçük sanık Hayrettin’in beyanına göre maktulün öldürülmesinin tartışıldığı, ancak tartışmayı tam olarak kimlerin yaptığının belirlenemediği ve teşebbüs aşamasına da gelmediği, Mehmet Sait’in, Bahar’dan maktulün telefonunu alarak maktulü aradığı, maktulün cevap vermediği, daha sonra maktulün sanığı aradığı, sanığın isteği üzerine kızı Zehra’nın cevap verdiği, maktulün Zehra’ya iltifat mahiyetinde bazı sözler söylediği, Zehra’nın daha sonra da maktul ile birkaç kez telefonla görüştüğü ve bir kafede buluştukları, bu sırada Fahrettin’in maktulün fotoğrafını çektiği, buluşma yerine Zehra, Fahrettin ve Mehmet Sait’in birlikte geldikleri, Fahrettin’in fotoğrafı Bahar’a gösterdiği, Bahar’ın fotoğraftaki kişinin beraber kaçtığı ve Ahmet olarak bildiği kişi olduğunu söylemesi üzerine Mehmet Sait’in birkaç kez maktulü takip ettiği, olay günü Mehmet ve Necat ile birlikte Batman’a geldiği, diğerlerinden ayrıldıktan sonra kendi beyanına göre tesadüfen maktul ile karşılaştığı ve maktulün kendisine hakaret etmesi üzerine maktulü üzerinde bulundurduğu tabanca ile vurarak öldürdüğü, Mehmet Sait’in, olay günü maktul ile tesadüfen karşılaştığını ve konuşmak istediğini, maktulün kendisine hakaret ettiğini, bu nedenle sinirlenerek maktulü öldürdüğünü belirtmişse de, sanığın kızı ile maktulün buluşmasını sağladığı ve fotoğrafını çektirdiği, olay günü maktulle tesadüfen karşılaşmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, sanığın maktulü öldürmeyi planladığı, eylemin tasarlayarak öldürme olarak vasıflandırılmasının gerektiği kanaatine varılmıştır.
Maktulün iki karısı olduğu, öldürülmeden önce de dört ayrı kadınla ilişkisi bulunduğu, Mehmet Sait’in yeğenini evinden alarak bir gece yanında tuttuğunun ve sonra da bıraktığı, bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde toplum açısından gayrı ahlaki bir hayat tarzına sahip olduğu, aynı şekilde sanığın kızını da ayartmaya çalıştığı, sanık açısından değerlendirme yapıldığında yeğeni olan evli bir kadının kaçırılmasının şeref ve haysiyetini etkileyebilecek bir durum olduğu, sadece bölge şartları değil ülke şartları dikkate alındığında bu hususun tahrik olarak değerlendirilmesi gerekmiş ve sanık hakkında tahrik hükümleri uygulanmıştır. Birinci Ceza Dairesince ‘öldürülenin sanığa yönelik hukuk zemininde korunmayan ve haksız eylem oluşturan bir söz ve davranışının bulunmadığı halde ülkesel ve yöresel kültürden söz edilerek tahrik hükümlerinin uygulanması’ denmek suretiyle bu husus bozmaya konu yapılmış ise de, bir ülkede yaşayanların o ülkenin ve bulundukları yörenin örf ve adetlerinden bağımsız olamayacakları, şahsiyetlerinin şekillenmesinde ülkenin ve yörenin şartlarının etkili olacağı, ülkenin neresinde olursa olsun bir insanın yeğeni olan evli bir kadının kaçırılması, bir gün sonra bırakılması, sonrasında ailesinin tehdit edilmesinin tahrik olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmiş, bu kabul doğrultusunda yukarıda belirtildiği şekilde tahrik hükümleri uygulanmıştır.
Mahkememizce, sanığın maktulün kendisine hakaret ve küfür ettiği yönündeki beyanı, başka bir delil ile desteklenmediğinden tahrik olarak kabul edilmemiş, sanık hakkında töre saikiyle öldürme durumunun söz konusu olmadığı, sanığın ancak yeğenini öldürmesi halinde bu maddenin uygulanabileceği değerlendirilmiştir. Kaldı ki sanık, yeğeninin öldürülmesini engellemek için gayret göstermiş ve bu amacına da ulaşmıştır. Töre saikiyle hareket ettiğinin kabulü halinde maktul ile birlikte yeğenini de öldürmesini beklemek gerekirdi. Sanık töre saikiyle hareket etmekten ziyade töreye karşı çıkmış ve yeğeninin öldürülmesini engellemiştir. Bu nedenle sanığın tasarlayarak tahrik altında öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir” gerekçesi ile önceki hükmünde direnmiştir.
Resen temyize tabi olan bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma istemli 28.12.2011 gün ve 343579 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda duruşmalı inceleme yapılabileceğine ilişkin herhangi bir yasal düzenleme bulunmadığından, 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 318. maddesi uyarınca, sanık müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin reddine karar verilerek, inceleme dosya üzerinden ve sanık hakkında tasarlayarak öldürme suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanık Mehmet Sait’in tasarlayarak öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın öldürme eylemini töre saiki ile gerçekleştirip gerçekleştirmediği ve sanık yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanması koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Mizbağ isimli şahsın olay günü akşam saatlerinde kahvehaneden çıktığı sırada sokak ortasında ateşli silahla vurularak öldürüldüğü, olaydan sonra şüpheli veya şüphelilerin belirlenerek yakalanabilmeleri için maktulün kullandığı kendi adına kayıtlı olmayan iki adet cep telefonunun incelendiği, mahkeme kararı ile yapılan iletişimin tespiti ve her iki telefona gelen ve giden aramalar, cevapsız çağrılar ve mesajlarla telefon rehberine kayıtlı numaraların kullanıcılarının kimliklerinin tespitine yönelik çalışmalar ve ölüm olayından sonra maktulün evinde bulunarak kolluk görevlilerine teslim edilen Bahar ’a ait kimlik kartından yola çıkılarak sanıklara ulaşıldığı ve yapılan eşzamanlı operasyonlar neticesinde, Fahrettin ve Mehmet Sait’in Muğla İli Marmaris İlçesinde, Hayrettin, Cüneyt, Nihat, Hasan, Zehra , Necat ve Nasih’in ise Siirt İli Kurtalan İlçesinde yakalandığı, adı geçenlerin üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda olayı aydınlatacak bir kanıta rastlanılmadığı,
Ölü muayene ve otopsi tutanağına göre; “Sağ obsibital bölgeden giren yakın mesafeden atılan ateşli silah çekirdeğinin; boyun arka tarafından geçerek sol omuz ortasında kaldığı, birinci derece ölüme neden olmadığı, kafatası tepe noktasından giren ve alt çene sol tarafından çıkarılan mermi çekirdeğinin ise, kafatası kemiğini ve beyni parçalayarak birinci dereceden ölüme neden olduğu,”
Tanık Bahar’ın soruşturma aşamasında; “Mizbağ’ı Ahmet olarak tanırım. Üç ay kadar önce telefonuma cevapsız çağrılar gelmeye başladı. Bu hattımla görümcem Müjde ile akrabam Abdulkadir görüşmekte idiler. Abdulkadir aradığında telefonu görümceme vererek konuşmalarını sağlardım. Gelen çağrılar sonucunda bu şahısla tanışmış oldum. Eşim, görümcemin telefon görüşmelerinden haberdar oldu ve bu hattı kırdı. Eşimden habersiz amcamın oğluna ricada bulunarak bana bir telefon almasını istedim. Bu hattıma da çağrı geldi ve çağrıyı cevapladığımda daha önce görüştüğüm kişinin aradığını gördüm. Eşimle aramda soğukluk olduğu için konuşma teklifini kabul ettim. Hemen her gün görüşüyor ve mesajlaşıyorduk. Okumam olmadığı için mesajları çocuklara okutuyordum. Ben de birkaç hazır mesaj bulup gönderdim. Telefon görüşmelerimizde bana yakın olduğunu ve beni görmek istediğini söylüyordu. Ancak evli olduğum için bu teklifi kabul etmiyordum. Ahmet, ‘olsun, ben de evliyim, seni görmek, seninle olmak ve seni mutlu etmek istiyorum’ diyordu. Bir keresinde evimizin orada bulunduğunu söyleyerek balkona çıkmamı istedi. Balkona çıktım ve kendisini ilk kez görmüş oldum. Bunun haricinde üç dört kez daha beni arayarak evin önüne veya balkona çıkmamı istediğinde veya evimizin önünden geçerken ya da benzinlikte beklerken gördüm. Bir gün telefonda seni yakından görmek istiyorum dedi. Ben yine reddettim. Bunun üzerine, ‘seni göreceğim, iki üç kişi bulur evinize gelirim, ailene seninle görüştüğümü söylerim, beni zorlama sen zararlı çıkarsın’ diye söyleyince korktuğum için buluşmayı kabul ettim. Saat bir gibi çağrı attı. Evimizin yakınındaki benzinliğe gittim. Aracı ile beni bekliyordu. Evden çıkarken nüfus cüzdanımı almıştım. Araca bindim ve oradan uzaklaştık. Gece olduğu için nereye gittiğimizi bilmiyordum. Uzun süre dolaştık. Bir ara mola verdik ve aracın içinde uyuduk. Nüfus cüzdanımı istedi. Ne yapacağını sorduğumda düğün için gerekli dedi. Ertesi gün öğlene kadar dolaştık. Beşiri civarındaki piknik alanında durduk. Altınlarımı istedi ve bozdurup geri geleceğini söyledi. Altın zincirimi, bir çift küpemi ve iki adet yüzüğümü verdim. Zaten evden çıkmadan önce telefonda altının, paran varsa yanına al öyle gel demişti. Beni bırakarak altınları bozdurmak üzere ayrıldı. Bir saat sonra kendisini telefonla aradım, telefonu meşgule aldı. Tekrar arayınca telefonu kapattı. Beklemeye devam ettiğim sırada amcalarım geldiler. Ne aradığımı sorduklarında, bir şahsın beni kaçırdığını ve altınlarımı alarak gittiğini söyledim. Eve gittiğimizde telefonumu aldılar ve telefonda kayıtlı fotoğrafımı gördüler. Ahmet buluştuğumuzda bu telefonu bana hediye ettiği için almış ve telefonla resmimi çekmiştim. Amcalarım benim kaçırılmadığımı, kendim kaçtığımı anladılar. Ailedeki kızlardan, erkeklerin toplandıklarını ve benim ölmem konusunda karar verdiklerini öğrendim. Amcam Mehmet Sait bir hafta sonra beni evine götürdü. Burada amcama olanları anlattım. Kızlardan, amcamın öldürülmem kararına karşı çıktığını, bu yüzden kardeşleri ile ters düştüğünü, babamın ve diğer amcalarımın beni öldüreceklerini söylediklerini öğrendim. Babam beni eve almıyor ve benimle konuşmuyordu. Amcam dedemle konuşarak babamı ikna etmeye çalışıyordu. Amcamın yanında bir ay kaldıktan sonra beni babamın evine götürdüler. Annem; Mehmet, Mehmet Sait, Şükrü ve Fahrettin’in, Zehra’yı da alarak bana kötülük yaptığını düşündükleri şahsı bulmak amacıyla Batman’a gittiklerini, Ahmet’e ulaşmak için Zehra’ya telefon açtırdıklarını, Zehra ile Ahmet’in buluştuklarını, amcalarımın uzaktan takip ederek Ahmet’in fotoğrafını çektiklerini söyledi. Amcam fotoğrafı bana gösterdi. Amcalarım Ahmet’i takip ederek nereye gittiğini ve nerelere takıldığını öğrenmişler. Mehmet Sait; ‘biraz zaman geçsin, olay unutulsun, nereye giderse gitsin onu bulup öldürürüz, şimdi olursa olay ortaya çıkar’ diyordu. Amcam bunları bana anlatıyordu. Aile meclisinde bu şahsı benim ya da yaşı küçük olduğu için eşimin öldürmesi konuşuluyordu. Ailedeki kadınlar, bu işi benim yapmamı söylüyorlardı. Babamın evine geldikten sonra aile içerisinde sürekli olarak erkekler bir araya gelmeye ve toplanmaya devam ettiler. Bir ay önce Mehmet Sait ve oğlu Marmaris’e gidince toplantı yapmayı bıraktılar. Bundan sonra da olayla ilgili kimse konuşmadı. Amcam Mehmet, bu konuda kim konuşursa onun için kötü olur, bu konudan bahsedilmeyecek diyordu. Yaklaşık bir aydır olayla ilgili kimse konuşmuyordu. İki gündür babam benimle tekrar konuşmaya başladı” şeklinde anlatımda bulunduğu,
Bahar’ın koruma altına alınması gerektiğinden, beyanı alındıktan sonra Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne teslim edildiği, kovuşturma aşamasında da arandığı, ancak kendisine ulaşılamadığı ve tebligata ya da talimata elverişli açık adresinin tespit edilemediği, bu nedenle yeniden dinlenilmesinden vazgeçildiği,
Uyuşmazlığa konu olmayan sanıklardan Hayrettin’nin Cumhuriyet savcılığında müdafii huzurunda; “Bahar ile bir buçuk yıl önce gayri resmi olarak evlendim. Bahar’ın babası aynı zamanda amcam olur. İki yıl kadar önce yanında çobanlık yaptığım şahsın oğlunun, eşimin kullandığı cep telefonu aracılığı ile kız kardeşimle görüştüğünü öğrendim ve eşimin kullandığı sim kartı kırdım. Eşimin yeni bir hat aldığından haberim yoktu. Ocak ayı içerisinde bir gün rahatsız olduğum için evde idim. Gece eşimin evde olmadığını fark ettik. Anneme, babama ve kardeşlerime sordum. Aramaya başladık, ancak bulamadık. Öldürülen kişi, saat onbir gibi eşimin babasını arayıp; ‘kızınız dağa gidecek, ona dokunursanız daha beteri var’ diyerek eşimin bulunduğu yeri tarif etmiş. Hüseyin ve Ahmet, Bahar’ı Ahmet’in evine getirdiler. Orada iki gün kaldıktan sonra da Mehmet Sait’in evine götürdüler. Bahar, Ahmet isimli kişinin telefonla arayarak; ‘kendisi ile gelmezse beni, babamı ve onun babasını öldüreceğini, altınlarını getirmesi gerektiğini’ söylediğini anlatmış. Bahar korktuğu için bu kişinin dediğini yapmış. Ahmet altınları alıp, ‘evlenme işlemlerini yaptıralım, ev tutalım, birlikte yaşayalım’ demiş, ancak geri dönmemiş. Bahar bunları anlattıktan sonra benim katılmadığım aile toplantısı olmuş ve her ikisinin de öldürülmesi gerektiği konuşulmuş, ancak yalnızca bu kişinin öldürülmesine karar verilmiş. Eşimin kaçırılmasından onbeş gün sonra Mehmet, Fahrettin, Nasih ve Cüneyt geldiler. Amcam Mehmet bana bir silah verdi. ‘Bahar’ın kocası sensin, namusumuzu temizlemek sana düşer’ dedi. Ben de tabi ki bana düşer dedim. Bana verdikleri tabanca ile yere doğru altı el ateş ettim. Amcam Mehmet silahı aldı ve ‘bu işi sen yapamazsan biz yaparız’ dedi. Ben bu işi yapabilirim dedim. Silahla ateş etmemden iki hafta sonra Mehmet Sait, Mehmet, Necat, Fahri, Fahrettin ve Zehra, Ahmet’i araştırmak üzere Batman’a geldiler. Zehra, Mehmet Sait’in telefonu ile bu şahsı arayarak üniversitede okuduğunu, tanışmak istediğini söylemiş ve buluşmuşlar. Mehmet Sait, Mehmet, Necat, Fahri ve Fahrettin onları takip etmişler ve fotoğrafını çekerek eşime göstermişler. Bahar fotoğraftaki kişinin kendisini kandıran, altınlarını alan ve bize kötülük yapacağını söyleyen kişi olduğunu söyledi. Bu olaydan sonra Mehmet Sait, Mehmet ve Necat Batman’a geldiler. Ahmet kahveden çıkmış, telefonla konuşuyormuş, aracına binmek için yürürken Mehmet yanına varmış ve tabanca ile ateş etmiş. Mehmet Sait ve Necat araçta beklemişler. Olaydan sonra silahı köpründen suya atmışlar. Bu olayı Mehmet, Mehmet Sait ve Necat babama, babam da bana söyledi. Ailede olayın kapandığı söylendi. Ondan sonra olayla ilgili konuşma yapılmadı. Eşim olaydan sonra baba evine gönderildi. Bu süre boyunca kendisi ile hiç görüşmedim”,
Sorguda ve duruşmada ise; “Bahar amcamın kızı olur. Yaklaşık iki yıl önce ikimizin de rızası ile gayrı resmi olarak evlendik. Kaçırıldığı gece evde televizyon seyrediyordu. Sabah evde olmadığını fark ederek durumu anne ve babama söyledim. Akrabalarımızdan birine gitmiş olabileceğini düşündüm. Akşam geldiğimde evde idi. Kendisine bir şey sormadım. Anne ve babama nerede olduğunu sorduğumda kaçırıldığını ve altınlarının alındığını söylediler. Polis bizi alıncaya kadar birlikte oturduk. Bahar’ın evden nasıl ayrıldığını, nereye gittiğini, eşimi kaçıran şahsın nasıl öldürüldüğünü bilmiyorum. Bahar’ı kaçıran şahsın öldürülmesi konusunda aile içinde bir konuşma yapılmadı. Hiç kimse bana silahla talim yaptırmadı. Cumhuriyet savcılığındaki ifademi kabul etmiyorum. Polisler o şekilde ifade vermezsem beni öldüreceklerini söylediler. Ben de öyle ifade verdim, o ifadelerim doğru değildir”,
Sanık Mehmet Sait’in kollukta müdafii huzurunda; “Mart ayının ikisi ya da üçüydü. İşlerim nedeniyle geç vakitte eve geldim ve yattım. Sabah yeğenim geldi ve gece bir sorun olduğunu söyledi. Yanlarına gittiğimde aile fertleri toplanmıştı. Nihat Ağabeyimin kızının kaybolduğunu söylediler. Yeğenimi aramaya başladım. Ağabeyim bir şahsın aradığını ve ‘kızın piknik alanındadır, dağa çıkacak, kıza bir şey yaparsan daha beteri olacak’ dediğini söyledi. Geldiğimde yeğenimi araştırmak üzere gitmişlerdi. Yeğenimi alıp kayın biraderimin evine götürdüler. Yeğenim kendinde değildi ve sürekli kusuyordu. Ne olduğunu sorduğumda; ‘bana bir şey verdiler, telefonumu, kimliğimi ve altınlarımı aldılar’ dedi. Aile içerisinde, bölgenin gelenek ve görenekleri nedeniyle yeğenimin onurumuzu zedelediği ve bizi küçük düşürdüğü, dolayısıyla ölmesi gerektiği konuşuluyordu. Aile büyükleri benim karışmamamı söyledilerse de yeğenimin öldürülmesine karşı çıktım ve böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını söyledim. Bu yüzden aile fertleri ile küstük. Yeğenim kayınbiraderimin evinde üç dört gün kaldıktan sonra kendisini evime götürdüm. Yeğenimin kaynanası sürekli yanına gelip gidiyordu. Yeğenim evimde kaldığında olanları anlattı. Ahmet isimli şahsın cep telefonunu arayarak konuşmak istediğini, kendisinin de karşılık verdiğini, şahsın sürekli aramaya başladığını ve kaçırıldığı gün, ‘benimle geleceksin, gelmezsen iki üç kişiyle kapınıza gelirim, silahım var, kapınıza dayanır, babana ve ailene benimle görüştüğünü anlatırım’ diyerek tehdit ettiğini, daha sonra araması üzerine dışarı çıktığında kendisini bir araca bindirerek götürdüğünü ve ıssız bir yerde kendisine tecavüz ettiğini, altın takılarını ve nüfus cüzdanını aldıktan sonra bıraktığını anlattı ve şahsın aramış olduğu telefon numarasını verdi. Numarayı aradım, ancak cevap vermedi. Ertesi gün aynı numara beni aradı. Benimle konuşmayacağını düşünerek telefonu kızıma verdim ve bir gün önce yanlışlıkla aradığını söylemesini istedim. Zehra yanlışlıkla aradığını söyledi. Ancak şahıs, telefonu kapatmamasını kızımın sesinin hoşuna gittiğini söyledi. Bu şahıs bir hafta kızımı aradı, kızım da cevap verdi. ‘Batman’da giyim mağazam, arabam, evlerim var, seninle evlenmek istiyorum’ gibi şeyler söylüyordu. Kızım benim bilgim dâhilinde cevap veriyordu. Şahsın kim olduğunu, bize niçin böyle bir kötülük yaptığını ve bizimle bir husumeti olup olmadığını öğrenmek için abimin oğlu ve kızımla birlikte Batman’a geldim. Fahrettin’e bu olaylardan hiç bahsetmedim. Bir şahıs kızımı rahatsız ediyor, kızımla buluşacak, haberi olmadan bunları takip et ve fotoğrafını çek bakalım kimmiş dedim. Kızım bu şahsa kafede buluşmak üzere randevu verdi. Fahrettin de aynı kafeye gitti. Bir süre sonra kızım ve yeğenim yanıma geldiler. Yeğenim şahsı gösterdi, ben de bu şahsı takip ettim. Sokağın bitiminde sağlık ocağının yanında beyaz renkli bir araca bindi. Aracımla şahsı takip ettim. Yol kenarında bulunan bir kahvenin orada durdu. Beşyüz metre ilerideki kavşaktan döndüm, ancak gelene kadar aracını kaybettim. Gece akrabamın evinde kaldık. Ertesi gün kızım ile yeğenimi ilçeye gönderdim ve bu şahsın aracını aramaya başladım. Ancak o gün aracına rastlamadım. Ertesi gün tekrar geldim ve tesadüfen belediye binasının yanında şahsın aracını gördüm. Aracımı sokağın sonuna park ettim. Bir süre sonra bu şahıs yanında iki kişi ile aracının yanına geldi ve daha sonra kahvehaneye girdiler. Ben de aynı yere girdim ve çay içtikten sonra dışarı çıkarak beklemeye başladım. Evimden gelirken silahımı yanıma almıştım. Polis otoları bulunduğum yerde dolaşıyordu. Yakalanırım endişesi ile aracımı belediyenin karşısındaki otoparka bıraktım. Bu şahsın bulunduğu yere geldiğimde aracının olmadığını gördüm. Gece otelde kaldım. Ertesi gün tekrar şahsı aradım. Tüpraş’a giden yolda aracını görerek takip ettim. Gittiği yer kalabalık olduğu için başkalarına zarar veririm endişesi ile şahsı vurma planını erteledim. Daha sonra üç dört kez şahsı aynı yerlerde gördüm ve her seferinde aynı yerlerde aramaya başladım. Bu civarda arıyor, takıldığını tespit ettiğim kahvehaneye girip oturuyordum. Olay sabahı hazırlanırken kardeşlerim Mehmet ve Necat nereye gittiğimi sordular. Marmaris’e çalışmaya gideceğim için aracımın bakımını yaptırmak üzere Batman’a gideceğimi söyledim. Onlar da rahatsız olan amcamı ziyaret etmek için gelmek istediler. İpragaz güzergâhından geçtim, ancak şahsı göremedim. Kardeşlerimi indirdim ve sanayiye geçerek aracın bakımını yaptırdım. İşim bittikten sonra şahsı bulabilirim ümidiyle daha önce gördüğüm yere gittim. Şahsın aracının park halinde olduğunu gördüm ve aracımı bir alt sokağa park ettim. Kahveye baktığımda üç kişi ile birlikte oturduğunu gördüm. Aracımın yerinin uygun olmadığını düşünerek aracı arka sokağa aldım. Dolaştığım esnada şahsın telefonla konuşarak kahveden çıktığını gördüm. Hızla yanına yaklaşarak daha önceden ağzına mermi sürdüğüm silahımı çıkardım. ‘namus öyle değil böyle temizlenir’ diyerek bir el göğsüne ateş ettim. Yere düşünce kafasına doğru beş el daha ateş ettim. Silahımda bir mermi kalmıştı. Peşimden gelirlerse havaya ateş ederim diyerek onu atmadım. Aracıma bindim ve kardeşlerimi almaya gittim. Tabancayı Mehmet ’e vererek saklamasını istedim. Nedenini sorduğunda yeğenimi kaçıran şahsı vurduğumu söyledim. Olaydan eşimin bile haberi yoktur. Son olarak şunu söylemek isterim; insanlar vatanı, bayrağı ve namusu için yaşarlar, namusumuza leke sürüldüğü ve bölgenin gelenek ve ananeleri bunu getirdiği ve böyle gerektiği için bu olayı yaptım. Yeğenim Bahar’ın bu şahıs tarafından kaçırılmasından sonra çevremizde insanlar bize selam vermeyi ve bizlerle görüşmeyi bıraktı. Aile içerisinde benim sözüm geçtiği ve hatırım sayıldığından bu işi yapmam gerektiğini kendime görev saydım. Olayı tek başıma planladım ve tek başıma gerçekleştirdim,”
Cumhuriyet savcılığında, kolluktaki ifadelerinin doğru olduğunu belirttikten sonra; “Yeğenimin kaçırılmasından sonra insan içine çıkamayacağımız ve insanların yüzüne bakamayacağımızdan yeğenimi kaçıran şahısla ilgili konuşuldu, ancak yeğenimin öldürülmesi konusunda çoğunluk hem fikir idi. Ben yeğenimin öldürülmesine ısrarla karşı çıktım. Olayı açığa çıkarmazsak kimsenin yüzüne bakamayacağımız, çarşıya pazara çıkamayacağımız, tanınmış bir aile olmamız nedeniyle bu leke ile yaşayamayacağımız konusunda hem fikirdik. Ancak Hayrettin’e silah denemesi yaptırdıklarından haberim yoktu. Bu şahsı araştırmaya başladıktan sonra yeğenimin verdiği telefonu aradım, ancak telefon kapalı idi. Bir gün sonra aynı numaradan arandım. Benimle konuşmayacağını düşünerek telefonumu kızıma vererek konuşmasını istedim. Kızım kendisini başka bir isimle tanıttı. Bundan sonra kızımla birçok kez telefon görüşmesi yaptılar ve kızımın istemesi üzerine buluşmaya karar verdiler. Fahrettin’i de alarak buluşma yerine gittik, ancak bu ilk gelişte buluşma olmadı. Bu gelişimizden bir kaç gün sonra ikinci kez yine birlikte geldik. Bu kez kızım ile buluştular. Ahmet’i ilk kez o zaman gördüm. Fahrettin’e, bu şahıs kızıma musallat oluyor, fotoğrafını çek demiştim. Fahrettin de buluşma sırasında cep telefonu ile bu şahsın fotoğrafını çekti. Akşam Batman’da amcamda kaldık. Ertesi gün kızım ve yeğenimi geri gönderdim. Ben bu şahsın nerelere takıldığını tespit etmek için kaldım. Bir gün önce şahsın geldiği arabayı da tespit etmiştim. Batman’da iken bu arabayı aramaya başlamıştım. Araca rastlamama rağmen gözden kaybettim ve geri döndüm. Bir iki gün sonra tek başıma geldim ve aramaya devam ettim. Bu şahsın aracını belediyenin yanındaki çay bahçesinin yanında park edilmiş halde gördüm. Ben de aracımı çay bahçesinin arka kısmına park ettim ve bekledim. Bu şahsın çay bahçesinin karşısındaki kahvehanede iki kişi ile kâğıt oynadıklarını gördüm. Niyetim bu şahsı tek başına denk getirmekti. Başkalarına zarar vermek istemiyordum. Polis otoları da gelip geçiyordu. Diğer şahıslar ayrılmadıkları için o gün planladığım işi gerçekleştiremedim. Ertesi gün tek başıma geldim. Şahsın takıldığı, gelip gittiği yerlere baktım, ancak bulamadım. Batman’a bu şekilde bir iki defa daha geldim, ancak şahsı bulamadım. Daha sonraki bir gelişimde aracı kıraathanenin önünde gördüm. Bu şahıs kıraathaneden ayrıldı. Kurtalan’a doğru gidecek diye düşünerek ikiyüz metre sonraki benzin istasyonunda durdum, ancak il merkezine dönüş yaptı. Takip etmeme rağmen bu şahsı yine kaybettim. Daha sonra yine geldim, ancak aracını görmeme rağmen kendisini tek başına yakalayamadım ve geri döndüm. Nisanın ikinci günü aracımı tamir ettireceğimi söyleyerek Mehmet ve Necat ile Batman’a geldim. Onlar amcama gideceklerdi. Bu nedenle onları hastanenin yakınındaki kavşakta bıraktım ve tek başıma kahvehanenin oraya gittim. Bu şahsın aracını kıraathanenin önünde gördüm. Aracımı bir alt sokağa bıraktım, ancak daha sonra aracın yerini değiştirdim. Şahıs kahveden çıktı, ben de yanına gittim ve tabancamın ağzına mermi sürdüm. Kendisi telefonla görüşürken ‘namus öyle değil böyle temizlenir’ dedim. Bunu Bahar kaçırıldığında, babasına telefon açıp ‘namusunuz nerede’ dediği için söyledim. Ondan sonra bir el göğsüne doğru ateş ettim. Yere yıkılınca beş el daha ateş ettim. Tabancamda yedi tane mermi vardı. Mermilerden birini arkamdan gelen olursa korkutmak için havaya sıkmak kastı ile namluda bıraktım. Daha sonra aracıma bindim ve uzaklaştım. Yeğenim Hayrettin’in ifadesini kabul etmiyorum, yalan konuşuyor, neden yalan konuştuğunu bilmiyorum. Olaydan dolayı pişmanım”,
Sorguda da önceki ifadelerini tekrarla; “Mizbağ isimli kişi yeğenimi kaçırarak ırzına geçmiş ve altınlarını gasp etmiş, daha sonra ağabeyimi arayıp; kızının dağa kaçacağını, namusumuzun nerede olduğunu söylemişti. Olay namus meselesi olduğundan yeğenim bizde kalmıştı. Yeğenimi rahatsız eden bir numara vardı. O numaradan aradım, ancak benimle konuşmaz diye telefonu kızıma verdim. Kızımla telefonla görüştüler. Yeğenime kızımın başına birinin musallat olduğunu söyledim ve resmini çektirdim, ancak bir şey demedim. Yerini tespit ettim ve uygun fırsat bekledim. Beş altı el ateş ettim, ancak kaçının isabet ettiğini bilmiyorum. Kurtalan’a giderek silahı kardeşime teslim ettim. Olayda başka kimse yoktu, olayı yaptığımdan dolayı pişmanım”,
Duruşmada da; “Olaydan sonra ailemizde öldürülmeye yönelik karar alınmamıştır. Böyle bir karar alınsaydı şu anda hayatta olmazdı. Bahar’a kendisini kimin kaçırdığını sorduğumda; adını Ahmet olarak bildiği şahsın kendisini telefonla rahatsız ettiğini, kaçırıldığı gün de gelmezse babasına bu konuşmaları söylemekle tehdit ettiğini ve kendisini kaçırdığını söyledi. Bahar’ı telefonla arayan şahsı aynı numaradan aradım ancak telefon devamlı kapalı idi. İki üç gün sonra bu şahıs aradı. Bu şahısla konuşmak istemediğim için telefonu kızıma verdim ve yanlış numara olduğunu söylemesini istedim. Kızım yanlış numara olduğunu söyleyerek telefonu kapattı. Aradan bir hafta geçtikten sonra kızımın telefonla konuştuğunu gördüm. Kiminle konuştuğunu sorduğumda benim aradığım şahsın devamlı aradığını söyledi. Zehra’nın nişanlı olması nedeniyle dikkatli olması gerektiğini düşünerek başkalarıyla konuşup konuşmadığı konusunda sıkıştırdım. Zehra, yeğenimi götüren şahısla konuştuğunu söyledi. İlk anda şahsın böyle bir şey yapabileceğini düşünmedim, fakat emin olmak için kızımdan bu şahsa buluşmak istediğini söylemesini istedim. Kızım, Fahrettin’in kardeşi ile nişanlı idi. Birlikte Batman’a geldik. Buluştuklarında Fahrettin cep telefonu ile şahısın fotoğrafını çekti. Fotoğrafı Bahar’a gösterdim. Bahar kendisini kaçıran şahsın bu olduğunu, cep telefonu ve ziynet eşyalarını gasp ettiğini ve kendisine tecavüz ettiğini söyledi. Fahrettin ve Zehra, buluşmasını istediğim şahsın yeğenimi kaçıran şahıs olduğunu bilmiyorlardı. Sadece kendisini rahatsız eden şahsı tanımak istediğimi biliyordu. Zehra’nın yanından ayrıldıktan sonra şahıs, beyaz renkli bir araca bindi. O şekilde aracını öğrendim, ancak şahsı öldürme gibi bir duygu içimde gelişmedi. Böyle bir duygu olsaydı kızımla buluştuğu gün öldürürdüm. Birkaç gün sonra aracımı tamir ettirmek için şehre gidecektim. Abim ve kardeşim de ameliyat olan amcamı ziyaret ekmek için benimle geldiler. Abim ve kardeşimi bıraktıktan sonra sanayiye gittim ve akşama kadar sanayide kaldım. Amcamlara gitmek üzere şehir merkezine döndüm, ancak gitmeden önce kahvehanede oturarak biraz dinlendim. O sırada şahsın aracı da kahvehanenin yanındaki kahvenin önüne geldi. Şahıs aracından indi ve telefonla konuşmaya başladı. Yanına giderek; ‘Bahar yetmedi mi, neden kızıma musallat oluyorsun, şerefsiz’ dedim. Bana küfür etti ve ‘şerefsiz sensin, kızlarınıza sahip çıkın’ dedi. Bu sözlerden sonra birbirimize doğru gittik. Aramızda bir metre kadar mesafe kalınca elini beline götürdü. Silah çekeceğini düşünerek ruhsatsız tabancamı çektim. Bu tabancayı hayvancılık yaptığım için hayvanların başında bulunduğum sırada lazım olur düşüncesiyle on yıldır taşıyorum. Silahla göğsüne bir el ateş ettim. Yere düştükten sonra da elini beline doğru götürdüğünü gördüğüm için kafasına veya göğsüne doğru dört beş el ateş ettim. Kardeşlerimi arayarak yola çıkmalarını istedim ve onları da alarak ilçeye döndüm. Bir gün sonra silahı kardeşime vererek dereye atmasını söyledim. Nedenini sorduğunda bir gün önce birini öldürdüğümü söyledim. Marmaris’te yakalanarak getirildiğimde akrabalarım ve çocuklarım tutuklu bulunuyorlardı. Bu nedenle emniyette ne şekilde yazılmışsa ifadeyi o şekilde imzaladım. Amacım akrabalarım ve çocuklarımın biran önce çıkmalarını sağlamaktı. Cumhuriyet savcılığında ‘emniyetteki ifadeni kabul ediyor musun’ dediler. Ben de suçu ben işledim, cezasını başkaları çekiyor diye düşündüğüm ve emniyetteki ifademin doğru olduğunu söyledim. Öldürmeyi daha önce planlamış olsaydım ilk gördüğümde öldürürdüm. Karşılaşma sonrasında kızımın ve yeğenimin devamlı ağlamaları gözümün önüne geldiği için ani bir karar sonucunda maktulü vurdum. Her şeye rağmen bu eylemi işlediğim için pişmanım”,
Şeklinde savunmada bulundukları,
Haklarındaki beraat kararları kesinleşen sanıkların da “üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmedikleri, aile meclisinde öldürülme yönünde bir karar alınmadığı, esasında aile meclisi diye bir şeyin bulunmadığı” şeklinde anlatımda bulundukları,
Anlaşılmaktadır.
Töre saikiyle öldürme suçu, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 82. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendinde kasten öldürme suçunun nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı TCY’nda yer almayan ve 5237 sayılı Yasa ile somut bir norm olarak hukukumuza giren töre saikinin tanımı yasalarımızda yapılmamış, bu kavramdan ne anlaşılması gerektiği, toplumsal yapıdaki dinamizm de göz önüne alınarak uygulama ve öğretiye bırakılmıştır.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde saik; “sebep, güdü, götüren, sevk eden, faili suç işlemeye sevk eden his ve menfaat”, töre; “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, gelenek ve göreneklerin, ortak alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet ya da bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap”, namus; “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, doğruluk, dürüstlük”, töre cinayeti ise; “bazı bölgelerde geleneksel anlayışa uymama sebebiyle genellikle genç kız veya kadınların ailesinin kararıyla yine aile bireylerinden birisi tarafından öldürülmesi, namus cinayeti” şeklinde tanımlanmıştır.
Namus kavramının; “toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık” şeklinde açıklanması karşısında, tanımların benzerliği göz önüne alındığında töre kavramının, namus kavramını da içeren bir üst kavram olduğu anlaşılmaktadır.
Bu tanımlardan, töre ve namusun birbirlerine kısmen benzer ve yakın olmakla birlikte birbirlerinden ayırt edilmesi gereken farklı kavramlar olduğu görülmektedir.
Töre belli koşullarda namusu da içine alan bir üst kavram ise de, öncelikle namus ve töre cinayetlerinin aynı kapsamda olmadığı belirtilmelidir. Ait olunan toplulukta geçerli olan ve herkes tarafından kabul edilen töre gereğince namus cinayeti işlenmesi olanaklı olup, bu halde kasten öldürme fiilinin töre saikiyle işlendiği kabul edilebilir. Bununla birlikte toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme eyleminin töre saikiyle işlenmediği ve bu tür eylemlerin kişilerin kendi namus anlayışının bir sonucu olarak ve töre ile yakından uzaktan ilgisi olmayacak şekilde gerçekleştirildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.
Töre saikiyle hareket ederek kasten öldürme suçunu işleyen fail, kendisine yüklenen görev bilinciyle hareket etmekte ve hukuk düzenince uygun görülmeyerek cezalandırılan bu davranışı nedeniyle ait olduğu toplulukta saygınlık ve itibar kazanmakta, hoş görülmekte ve korunmaktadır. Oysa töre saikinden bağımsız olarak kendi namus anlayışının sonucu olarak kasten öldürme fiilini gerçekleştiren fail açısından aynı durum söz konusu olmamaktadır.
Nitekim öğretide de töre saikiyle işlenen namus cinayetlerine ilişkin olarak; “Töresel olmayan ama yaygın rastlanan bazı haller konusunda bir açıklık getirmemiş olmakla birlikte; Kanun, feodal toplumun, feodal toplum kalıntısı toplumların töresel bir davranışı olan namus kurtarmak saikiyle insan öldürmeyi suçu ağırlatan neden sayması övülecek, yerinde bir davranış olmuştur. Töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın artırılabilmesi için, bizce, öldürme fiili, namus kurtarmak adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olmalıdır” (Prof. Dr. Zeki Hafıoğulları – Doç. Dr. Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, s. 54), “Töre saikiyle öldürme aynı zamanda ‘namus kurtarma’ düşüncesine dayandığı ve kadına yönelik işlendiğinden bu fiiller namus cinayeti olarak adlandırılmaktadır. Kanımızca buradaki töre saikinin namus saikini de içine alacak şekilde anlaşılması gerekir. Böyle olunca sadece bir törenin gereği olarak değil, böyle bir töre olmasa da namusunu kurtarma saikinin varlığı hükmün uygulanması için yeterli olacaktır” (Doç. Dr. Veli Özer Özbek, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, c. 2, s. 243), “Namus cinayetleriyle kastedilen medeni durumlarından bağımsız olarak kadınların aile namusunu ve şerefini kurtarmak adına, geniş anlamda ve çekirdek aileyle sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmeleridir” (Dr. Ece Göztepe, Namus Cinayetlerinin Hukuki Boyutu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 59, s. 29, 2005) şeklinde açıklamalar yapılmaktadır.
TCY’nın “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz, suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” hükmü getirilmiş, madde gerekçesinde de; “Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir gereği daha yerine getirilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir. Örneğin yeni Fransız Ceza Kanununda bu husus ‘ceza kanunları dar yorumlanır’ biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yoruma da başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek istenmektedir” denilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın hazırlık çalışmaları sırasında ileri sürülen görüşler, öğretideki düşünceler ile yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun bilinçli olarak “töre saiki” kavramına yer verdiği ve “namus saiki” kavramını kullanmadığı, töre saiki ile işlenen namus cinayetlerinin de bu kapsamda mütalaa edilmesini arzu ettiği, buna karşın toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme fiilini töre saikiyle kasten öldürme içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir iradesinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Yasa koyucunun öngörmediği bir şekilde namus saiki ile töre saiki kavramlarının özdeşleştirilmesi, anılan yasa maddesinin kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlanması anlamına gelir ki buna 5237 sayılı TCY’nın 2/3. maddesi uyarınca yasal olanak bulunmamaktadır.
Bu aşamada haksız tahrik ve tasarlayarak öldürme kavramları ile haksız tahrik, töre saikiyle öldürme ve tasarlama arasındaki ilişki üzerinde de durulması gerekmektedir.
TCY’nın 29. maddesinde ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler arasında düzenlenen haksız tahrik, failin haksız bir fiilin yarattığı hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek bir suç işlemesini ifade eder ki, bu durumda fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında yarattığı karışıklığın sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil olmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasında, 765 sayılı Yasada yer alan ağır tahrik–hafif tahrik ayırımına son verilmiş, tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi yapılıp, sanığın iradesine olan etkisi göz önünde bulundurularak, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
TCY’nın 29. maddesinin gerekçesinde de; “Hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle ‘töre veya namus cinayeti’ olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir. Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı baba veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir” denilmektedir.
Haksız tahrik; “haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemek” olduğuna göre, örneğin cinsel saldırı gibi bir suçun mağduru olan kişiye karşı bu mağduriyeti dolayısıyla suç işlenmesinde haksız tahrikin koşulları bulunmayacaktır. Gerçekten de töre veya kan gütme saikiyle işlenen eylemlerde fail haksız bir fiilden duyduğu öfke ve şiddetli elemin etkisi altında değil, bu konudaki töreden kaynaklanan bilinç ve saikle hareket etmektedir. Dolayısıyla haksız tahrikin koşullarının bulunduğu olaylarda töre saiki ile öldürmekten söz edilmesine olanak bulunmamaktadır.
Tasarlayarak öldürme de 5237 sayılı TCY’nın 82/1. maddesinin (a) bendinde kasten öldürme suçunun nitelikli halleri arasında düzenlenmiştir.
Gerek madde metninde, gerekse gerekçesinde “tasarlama” kavramının tanımına yer verilmemiş, bu konunun açıklığa kavuşturulması, öğreti ve yargısal kararlara bırakılmıştır. Öğretide tasarlamayı açıklama bakımından soğukkanlılık ve planlama teorisi olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Soğukkanlılık teorisine göre, tasarlayarak öldüren şahısta bir soğukkanlılık gözlenmektedir. Bu kişinin başkasını öldürürken hiç heyecan duymamış olması, ondaki ruhsal kötülüğü göstermektedir. Ayrıca fail, öldürme kararını önceden almış olmasına, araya zaman girmiş olmasına karşın, soğukkanlılığını korumuş ve bu karardan vazgeçmemiştir. Planlama teorisine göre ise, tasarlama ile işlenen öldürme suçlarında, suç; önceden kararlaştırılmış, hazırlanmış ve planlanmıştır. Bu hazırlık; pusu kurmak, mağduru ya da maktulü bulmak, hile ile öldüreceği yere getirmek şeklinde olabilecektir. Burada fail, önceden aldığı suç işleme kararını gerçekleştirmek için suçta kullanacağı araçları seçip, temin etmekte ve bu suçu nasıl işleyeceği konusunda plan yapmaktadır.
765 sayılı TCY’nın yürürlükte olduğu dönemde, Ceza Genel Kurulunun 09.07.2002 gün ve 138–301 ile 03.12.2002 gün ve 247–414 sayılı kararlarıyla, “failin bir kimseye karşı bir suçu işlemeye sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi, suçu işlemeden önce soğukkanlı bir şekilde düşündükten sonra ulaştığı ruhsal sükûnete rağmen kararından vazgeçmeyip ısrarla ve bu akış içerisinde fiilini icraya başlaması halinde tasarlamadan söz edilebilir. Tasarlama halinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte, ancak tasarladığı suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi fakat bir başka nedenle ve ani bir kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının ne zaman alındığı ve eylemin ne zaman işlendiği mevcut kanıtlarla saptanmalı, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı araştırılmalıdır” sonucuna ulaşılmıştır.
Yerleşik yargısal kararlarda kabul edildiği ve duraksamasız bir şekilde uygulandığı üzere, tasarlamadan söz edilebilmesi için; “failin, bir kimsenin vücut bütünlüğü veya yaşam hakkına karşı eylemde bulunmaya sebatla ve koşulsuz olarak karar vermiş olması, düşünüp planladığı suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûnete rağmen bu kararından vazgeçmeyip sebat ve ısrarla fiilini icraya başlaması ve gerçekleştirmeyi planladığı fiili, belirlenmiş kurgu dâhilinde icra etmesi gerekmektedir” Nitekim Ceza Genel Kurulunun 28.04.1998 gün ve 117–155, 13.11.2001 gün ve 239–247, 03.10.2006 gün ve 30–210, 15.12.2009 gün ve 200–290, 02.02.2010 gün ve 239–14, 16.02.2010 gün ve 251–25 ile 25.01.2011 gün ve 122–7 sayılı kararları da bu doğrultudadır.
Tasarlama halinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında sükûnetle düşünebilmeye yetecek kadar bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte ve suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi ve fakat bir başka nedenle ve bir başka ani kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının hangi düzeydeki eylem için ve ne zaman alındığı ile eylemin şarta bağlı olmayan bu kararlılıktan ne kadar zaman geçtikten sonra işlendiği mevcut kanıtlarla saptanmalı, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı değerlendirme konusu yapılmalıdır.
Tasarlama ile haksız tahrikin bir arada uygulanıp uygulanmayacağı konusu öğreti ve uygulamada tartışmalı olmakla birlikte, failin, haksız tahrikin doğurduğu hiddet veya şiddetli elem nedeniyle adam öldürmeye karar vermesi ve suçu nasıl işleyeceği konusunda plan yapması, bütün tasarlama süreci boyunca hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında bulunması, bir başka anlatımla maruz kaldığı tahrik ile işlediği suç arasında nedensellik ilişkisi bulunması halinde tasarlayarak öldürme suçlarında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında cezalandırma bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi ya da vasıflandırılması konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanacağı gibi, dava koşulları bakımından da geçerlidir.
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
1975 doğumlu olan maktulün birisi resmi, diğeri ise imam nikâhlı olmak üzere iki eşi ve bu eşlerinden çocuklarının bulunduğu, bunların yanında soruşturma aşamasında beyanları alınan ve her biri evli olan dört kadınla daha görüştüğü, hatta evine gittiği bu kadınlardan birine, evde gördüğü ve beğendiği görümcesi ile evlenmek istediğini söylediği, olay tarihinden önce yakın arkadaşı Abdulkadir Kayra’nın telefonundan, adı geçen kişinin kız arkadaşının telefon numarasını gizlice aldığı ve bu numarayı da aramaya başladığı, ancak söz konusu telefonun Abdulkadir’in kız arkadaşına değil, kız arkadaşının yengesi ve Abdulkadir’in de akrabası Bahar’a ait olduğu, Bahar’ın bu telefonla, görümcesi Müjde ile akrabası Abdulkadir’i görüştürdüğü, Bahar’ın olay tarihi itibarıyla onyedi yaşının içerisinde bulunduğu ve aynı yaştaki amcasının oğlu ile resmi nikah olmaksızın dini nikahla evli olduğu, maktulün aramaları sonucu Bahar ile maktulün telefonla görüşmeye başladıkları, olay gecesi de maktulün çağrısı üzerine birlikte kaçtıkları, ertesi gün maktulün, altın ve ziynet eşyaları ile nüfus cüzdanını aldığı Bahar’a şehir dışında bir yerde bırakarak kaçtığı, ardından da babasını arayarak kızının bulunduğu yeri söylediği ve namusları ile oynadığını belirterek kıza bir şey yapmaları halinde daha kötü şeyler olabileceği tehdidinde bulunduğu, Bahar’ın amcaları Hüseyin ve Ahmet tarafından bulunduğu yerden alınarak önce Ahmet’in, daha sonra sanık Mehmet Sait ’in evine getirildiği, olayı öğrenen sanığın, yeğeni olan Bahar’dan aldığı maktulün telefonunu aradığı, ancak ulaşamadığı, ertesi gün maktulün sanığı aradığı, sanığın telefonu kızı Zehra’ya verdiği ve cevaplamasını istediği, maktulün sanığın kızı ile konuştuğu ve sesini beğendiğini belirterek buluşmak istediği, Zehra’nın da babasının bilgisi dâhilinde bu teklifi kabul ettiği, maktul ile Zehra buluştuklarında sanığın, maktulün fotoğrafını çektirdiği ve Bahar’a gösterdiği, Bahar’ın da kendisini kaçıran ve altınlarını alan şahsı teşhis ettiği, maktül Mizbağ ’ın 02.04.2009 tarihinde Bahar ’ın amcası Mehmet Sait tarafından ateşli silahla altı el ateş edilmek suretiyle öldürüldüğü, Bahar ’ın nüfus cüzdanının ölümden sonra maktulün evinde bulunarak kolluk görevlilerine teslim edildiğinin anlaşılması karşısında; sanığın öldürme eylemini, aynı avluya bakan evlerde oturdukları hem yeğeni, hem de yeğeni Hayrettin’in dini nikahlı eşi olan Bahar’ın kaçırılması, ziynet eşyalarının alınması ve sonrasında bırakılması ile Bahar’ın babası, sanığın da kardeşi olan Nihat’ın aranarak namusları ile oynandığının belirtilmesi ve aynı zamanda tehdit edilmesinin verdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında tasarlayarak suçu işlediği kuşkusuz olup, dosya içeriğine göre eylemin ayrıca töre saikiyle gerçekleştirildiğine ilişkin her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı bir kanıt bulunmaması ve tahrik koşullarının bulunduğu olaylarda töre saikinden söz edilemeyeceği de gözetilerek eylemin töre saikiyle öldürme suçunu oluşturduğunun kabulü olanaklı değildir.
Bu itibarla, sanığın eylemini tasarlayarak tahrik altında kasten öldürme olarak kabul eden yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; “yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Usul ve yasaya uygun bulunan Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 23.06.2011 gün ve 222–236 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.06.2012 günlü ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 03.07.2012 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.