Esas No: 2012/9-91
Karar No: 2012/233
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/9-91 Esas 2012/233 Karar Sayılı İlamı
- BİLİNÇLİ TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA
- TRAFİK KAZASI
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 3
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 22
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 85
"İçtihat Metni"
Bilinçli taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçundan sanık Mustafa’ın 5237 sayılı TCY’nın 85/2 ve 22/3. maddeleri uyarınca 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, aynı Yasanın 53/6. maddesi uyarınca sürücü belgesinin 2 yıl 6 ay süreyle geçici olarak geri alınmasına ilişkin, Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.03.2010 gün ve 286-54 sayılı hükmün, sanık müdafii ve o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 03.03.2011 gün ve 414-1530 sayı ile,
“Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, ölü-yaralı sayısı ve yaralanma derecesi, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunacaktır.
Bu ilkeler ışığında; sanığın tamamen kusurlu olduğunun teknik verilere dayalı olarak mahkemece de kabul edildiği somut olayda, bir kişinin ölüp, bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olması karşısında; 2 yıl ile 15 yıl arasında bir ceza tayin ve takdir etmek durumunda olan yerel mahkemece temel cezanın 6 yıl olarak fazla belirlenmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Yerel mahkeme ise 18.05.2011 gün ve 144-215 sayı ile;
“5237 sayılı TCK"nun 85/2. maddesinde asgari ceza 2 yıl, azami ceza ise 15 yıldır. Ancak bu ceza belirlenirken 5237 sayılı TCK"nun 3/1 ve 61. maddelerindeki ölçütler göz önünde bulundurulması gerekir. Zira, taksirle gelişen bir olayda 100 kişi de ölebilir. Bu durumda acaba 5237 sayılı TCK"nun 3/1. maddesi nasıl yorumlanır? Eşini, babasını kaybeden insanların ızdırapları adalet nezdinde nasıl giderilebilir? Burada olayın gelişimi tamamen sanığın sorumsuz, kuralları hiçe sayarak davranışı sonucunda ölüm ve yaralama olayı meydana gelmiş, sanık aşırı derecede alkollüdür. Tam kusurludur. Trafik kurallarına açıkça uymamıştır. TCK"nun 61. maddesi kapsamında sanığın kusur derecesinin yoğunluğu, suçun işleniş biçimi, yer, zaman özellikleri, aşırı derecede alkollü olması hususları göz önüne alınarak 5237 sayılı TCK"nun 85/2. maddesi uyarınca sanığın cezası takdiren arttırılarak uygulanmıştır ve 6 yıl olarak belirlenmiştir. İnsanların dünyada en kıymetli varlıklar olduğu bilinmekle, bu şekilde bir kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanması olayında olayın gelişimi itibariyle cinayete yakın bir olay gerçekleştirmiş olması karşısında 6 yıllık cezanın 5237 sayılı TCK"nun 3/1. maddesine aykırı olmadığını mahkeme heyeti olarak düşünmekteyiz ve bu nedenle kararımızda da yasal hakkımızı kullanarak ısrar etmek zorunda kaldık. Bir ceza hükmü kurulurken hem olay toplumsal açıdan, mağdur ve sanık açısından değerlendirilmesi gerekir. Suç işleyen insanlar topluma kazandırılacaktır. Ancak mağdur olan insanların da verilen cezada kendi yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle adaleti görmeleri gerekir. Onların da adalete kuşku ile bakmamaları gerekir. Bu nedenle sanık hakkında ceza hükmü kurulurken tüm bu değerler göz önünde bulundurulmuştur…” gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istekli 01.01.2012 gün ve 354168 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında, alt sınırdan ayrılmak suretiyle temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Kolluk tarafından düzenlenen 25.07.2009 tarihli tutanakta, kazanın saat 23.00 sıralarında TEM yolu Kavacık istikametinde tır parkı civarında gerçekleştiği, ölümlü trafik kazasına karışan … plaka sayılı 2003 model beyaz renkli Peugeot Partner marka otonun kaza mahallinden yaklaşık 1 km. ileride terk edilmiş halde bırakıldığının belirlendiği,
Adli Tıp Kurumu raporuna göre; olay mahalli otoyol olup tek yönlü, dört şeritli, emniyet şeridi mevcut, zemin asfalt kaplama, yüzeyi kuru, düz ve eğimsiz, vaktin gece, aydınlatmanın mevcut, görüşün ve havanın açık, meskun mahal dışı olduğu, sanık Mustafa"nın yönetimindeki otomobil ile emniyet şeridi içerisinde duran otomobilin sol yan kesimine sürtünme şeklinde çarptığı, aracın lastiği ile meşgul olan kişiye de çarptıktan sonra bu kişiyi 100 metre ileriye sürüklediği, görüntülerde duran aracın dörtlü flaşörlerinin yanmakta olduğu, sanığın saat 02.32 itibariyle 0.95 promil alkollü bulunduğu, kusurunun tam olduğu, arıza nedeniyle aracını emniyet şeridine çekip dörtlü flaşörlerini de yakmış olan Hüseyin"in olayda kusurunun bulunmadığının tespit edildiği,
Bilirkişi Abdurrahman’ın dosyaya sunduğu raporda; Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde saat 02.32"de alınan alkol raporu sonuçlarına göre sanığın, ölçüm saati itibariyle 0,95 promil alkollü olduğu, alkol tespitinin kazadan 3 saat 2 dakika sonra yani 02.32"de yapıldığı, tıbbi verilere göre vücuttaki alkol oranının her bir saatte yaklaşık olarak 17 promil düştüğü göz önüne alındığında, alkol oranının kaza saati itibariyle en az 1,46 promil ( 17 x 3 = 51 + 95 = 146) civarında olduğu, bu alkol oranının ise yasal alkol sınırı olan 0,50 promilin 3 katına denk geldiği, yasal sınır olan 0,50 promil miktarının aşılmasının yanında nörolojik verilere göre bir kişinin kandaki alkol miktarının 1,30 ila 1,40 promil seviyesini geçtiği durumlarda bu orandaki alkolün, sürücünün hakimiyetini ve güvenli araç sürme kabiliyetini kaybetmesinde önemli derecede etken olduğu, hareketlerinde ağırlık ve dikkat dağılımını en üst düzeye ulaştırdığının belirlendiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan Türküler aşamalarda özetle: “24.07.2009 günü saat 22.15 sıralarında eşim ölen Hüseyin Aslan , sevk ve idaresindeki … plakalı araç ile Kartal"dan Beylikdüzü"ne gitmekte iken, araç lastiklerinden birisi patladı. Eşim aracı gittiğimiz otoban emniyet şeridine çekip, dörtlü ikaz lambalarım yaktı. Araçtan inerek lastiği değiştirmekle uğraştığı sırada, ben de şoför koltuğuna geçtim. Hızlı gelen bir araç, aracımızın sol aynasını yerinden kopararak eşime çarptı, kafamı aracın kapısına çarparak yaralandım. Araç, eşimi yerde sürükledi, eşim fırlayarak yolun kenarına emniyet şeridine tekrar düştü. Çarpan sürücü hiç durmadan, aynı hızla yola devam etti. Çarpan sürücünün peşi sıra gelen başka araçtakiler, kazayı gördüklerini ve çarpan sürücünün çarpma anında olay yerinde plakasını düşürdüğünü bana söylediler. Bu sırada olay yerine toplanan kişilerin bildirimi üzerine olay mahalline iki ambulans ve polis ekibi geldi, beni ve eşimi hastaneye kaldırdılar. Ayrıca lastik değiştirme sırasında aracımızın dörtlü tabir edilen dikkat sinyal lambaları yanıyordu. Hatta, emniyet şeridinde bulunduğumuz yerin gerisinde başka bir araç da emniyet şeridindeydi. Eşim, lastiği değiştirdiği ve kendisine aracın çarptığı anda, işlemlerini emniyet şeridi içinde yapmakta idi, olay sırasında zemin kuru, gece idi, ay ışığının olup olmadığını hatırlamıyorum, yolun çevre aydınlanma lambaları olduğunu hatırlıyorum, fren sesi duymadım. Eşimin ölümüne ve benim yaralanmama sebebiyet veren sanıktan şikayetçiyim” şeklinde anlatımda bulunmuştur.
Sanık Mustafa aşamalarda özetle: “24.07.2009 günü, aracı kullanmadan önce 2 adet bira almıştım, birini içtim, diğeri araçtaydı. Saat 22.30 sıralarında aracımla, Ümraniye"den, TEM otobanından Beykoz"da bulunan ikametime giderken, emniyet şeridinde park halinde bir araç duruyordu, fakat aracın yanında kimseyi görmedim. Birden gürültü duydum, ben aracın kapısına çarptım zannettim. Kaza yerinden takriben 100 mt. ilerde durdum. Aracımı otobanın kenarına park edip, araçtan ayrıldım. Kazanın etkisiyle şoka girdiğimden korktum. Ayrıca alkollü olmam sebebi ile ikametime gittim. Eve panikle gidince oğlum olan Murat, ne olduğunu sordu. Ben de kaza yaptığımı söyledim. Oğlum da bana kazayı ben yaptım, böyle söyleriz dedi. Oğlum duş aldıktan sonra, evden çıkmaya ve polis merkezine gitmeye hazırlanırken, polis memurları geldi, bizi polis merkezine getirdiler, polis merkezinde kazayı öğrendim. Yayaya çarptığım ve kaza neticesi yayanın öldüğünü öğrendim ve kazayı kendimin yaptığını söyledim. Kazanın ölümlü kaza olduğunu bilmediğimden oğlum ilk başta olayı üstlenmişti, fakat gerçeği öğrenince doğruyu söyledim. Kazadan dolayı pişmanım. Maktulün aracını park ettiği yerde herhangi bir trafik işareti olmadığı gibi, aracın kendi stop lambaları yanmıyordu, yani maktul uyarıcı hiçbir işaret bırakmamıştı. Bu nedenle maktul ile aracını fark etmedim. Ben güvenlik şeridinde araca çarpmış değilim. Yolun en sağından 60-70 km. hızla gidiyordum” şeklinde savunmada bulunmuştur.
5237 sayılı TCY’nın taksirle öldürme suçu 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”, 2. fıkrasında; “Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş, aynı Yasanın “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 3. fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır”, 4. fıkrasında da; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükmüne yer verilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın “cezanın belirlenmesini” düzenleyen 61. maddesinin 1. fıkrası; “Hakim; somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler”, aynı maddenin 10. fıkrası ise, “Kanunda açıkça yazılı olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir” şeklindedir.
Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCY’nın 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından yasa koyucu, aynı Yasanın 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCY’nın 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte gözönüne alınması gerekmektedir.
Öte yandan, TCY’nın 61/1. maddesindeki ölçütler genel nitelikli olup bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.
Ayrıca, 5237 sayılı TCY’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3/1. maddesindeki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklindeki düzenleme ile de cezanın, işlenen fiilin ağırlığına uygun olarak belirlenmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Tüm bu yasal düzenlemelere göre, taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu açısından temel cezanın belirlenmesinde; failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği zaman ve yerin, kusurun belirlenmesi sırasında suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da dikkate alınacağında kuşku bulunmamaktadır.
Her ne kadar yasa koyucu, taksirli suçlar açısından 765 sayılı TCY’da yer alan ve matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçmiş ise de, 5237 sayılı TCY uygulamasında da alt ve üst sınır arasındaki cezanın meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ile suç konusunun değeri de gözetilerek, fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve yasaya uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın yasada yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nasafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde ise, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkacaktır.
Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hakimin, bilirkişilerin saptadıkları kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre, bizzat hakim tarafından denetlenebilir ölçütlerle belirlenmesi gerektiği, ayrıca vurgulanması gereken önemli bir husustur.
Bu açıklamalar ışığında, somut olay değerlendirildiğinde;
Bilirkişi raporuna göre suç saatinde yaklaşık 146 promil alkollü olan sanığın, yönetimindeki aracı ile Ümraniye TEM otobanında seyir halinde iken, emniyet şeridinde park edip, dörtlü flaşörlerini yakmak suretiyle patlayan araç lastiğini değiştirmeye çalışan ölene çarparak, ölümüne ve araçta bulunan katılanın hayati tehlike geçirmeden ve basit tıbbi müdahale ile giderilecek biçimde yaralanmasına sebebiyet verdiği, olay yerinde durmayarak kaçtığı, olayın meydana gelmesinde kusurunun tam olduğu dikkate alındığında, 2 ile 15 yıl arasında bir ceza tayin ve takdir etmek durumunda olan yerel mahkemece temel cezanın 6 yıl hapis olarak belirlenmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Bu itibarla yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.05.2011 gün ve 144-215 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.06.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.