Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/6-616 Esas 2012/218 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2012/6-616
Karar No: 2012/218

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/6-616 Esas 2012/218 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2012/6-616 E.  ,  2012/218 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname : 2009/89022
    Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : ÜSKÜDAR 2. Asliye Ceza
    Günü : 19.10.2007
    Sayısı : 493-561

    Sanık C.Ç. hakkında hırsızlık ve mühürde sahtecilik suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCY"nın 142/1-e maddesi uyarınca 3 yıl 6 ay, mühürde sahtecilik suçundan ise 765 sayılı TCY"nın 333 ve 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 19.10.2007 gün ve 493-561 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine yerel mahkemece 22.04.2008 gün ve 493-561 sayı ile;
    “...Mahkememizin 19.10.2007 tarih 2005/493 esas 2007/561 karar sayılı kararın sanığın gıyabında verildiği, sanık müdafii Av. ............. tebliğe çıkarıldığı ve 03.01.2008 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, kararın 11.01.2008 tarihinde kesinleştiği, CMK’nın 291/2. maddesi hükmüne göre gıyapta verilen kararın temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren 7 gün olup tebliğ tarihine göre temyiz isteminin yasada öngörülen bu süreden sonra olduğu anlaşılmakla CMK’nun 296/1-2. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinin reddine” karar verilmiştir.
    Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 10.02.2012 gün ve 7862-1889 sayı ile;
    “08.05.2008 tarihinde tebliğ olunan hükmü 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’un 310. maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süreden sonra 24.11.2008 tarihinde temyiz eden sanık C. Ç."ın temyiz isteminin anılan Yasanın 317. maddesi uyarınca istem gibi reddine” karar verilmiştir.
    Yargıtay C. Başsavcılığı ise 03.04.2012 gün ve 89022 sayı ile;
    “...İtiraza konu uyuşmazlık; sanığın, ilk hükme yönelik dilekçesinin eski hale getirme istemi niteliğinde olup olmadığının, eski hale getirme istemi niteliğinde ise, eski hale getirme istemi ile birlikte temyiz isteminde de bulunulması halinde bu hususta karar verme yetkisinin Yargıtay"a ait olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    5271 sayılı CMK"nun ‘Eski hale getirme’ başlıklı 40. maddesi ‘(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir. (2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır’ hükmünü amirdir. Anılan Yasanın 41. maddesinde ‘Eski hâle getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir. Dilekçe sahibi, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklar. Dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemler de yerine getirilir’, 42. maddesinde ise ‘Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir. Eski hâle getirme isteminin kabulüne ilişkin karar kesindir; reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna gidilebilir. Eski hâle getirme dilekçesi, kararın yerine getirilmesini durdurmaz; ancak, mahkeme yerine getirmeyi erteleyebilir’ hükümlerine yer verilmiştir.
    Buna göre, 5271 sayılı CMK"nun 42/1. maddesinin ‘Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir’ hükmü uyarınca, Yargıtay tarafından incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken eski hale getirme talebiyle ilgili olarak yerel mahkemece karar verilmiş olması usule aykırıdır. Bu husus Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.12.2008 gün ve 144-234, 13.12.2011 gün ve 237-259 sayılı kararlarında da açıkça vurgulanmıştır.
    Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinde, hırsızlık, sahte plaka ve ruhsat düzenlemek suçlarından yargılanmakta olan sanık için, 30.11.2005 tarihli oturumda, müdafii görevlendirilmesine karar verilmiş, İstanbul Barosu Başkanlığınca sanık savunmanı olarak görevlendirilen Av. .......... kovuşturmanın hiçbir aşamasına katılmadığı gibi, sanık da kendisine adı geçen avukatın müdafii olarak atandığı hususunda haberdar edilmemiş, Av. ............ üzerinde herhangi bir havale bulunmayan 20.08.2007 tarihli dilekçesi ile müdafilik görevinden istifa ettiğini bildirmiş, sanığın ve görevlendirilen müdafıinin yokluğunda verilen 19.10.2007 tarihli hüküm adı geçen avukata 03.01.2008 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde temyiz edilmediğinden bahisle sanık hakkındaki hüküm kesinleştirilerek infazı için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş, sanık 28.03.2008 tarihli dilekçesi ile, gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmediğini, karardan haberinin olmadığını ve hükmü temyiz etmek istediğini belirtmiş, mahkemece yapılan değerlendirme sonucunda 22.04.2008 tarihli ek karar ile sanığın temyiz isteminin reddine karar verilmiş, bu karar cezaevinde bulunan sanığa 08.05.2008 tarihinde tebliğ edilmiş, bu karara karşı sanık 24.11.2008 tarihli dilekçesi ile temyiz isteminde bulunmuş, sanığın temyiz isteminin reddine ilişkin ek karara yönelik temyiz isteminin süresinden sonra olduğu gerekçesiyle 6. Ceza Dairesinin 10.02.2012 tarihli kararı ile reddine karar verilmiştir.
    Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 18.03.2008 günlü 2008/9-7-56 ve 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda zorunlu müdafıe yapılmış bulunan tefhim veya tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağından, gerekçeli kararın, yasa yolu, süresi, mercii ve şekli açıkça belirtilerek Tebligat Yasasında belirtilen usullere göre sanığa da tebliği gerektiği halde, herhangi bir tebligat yapılmamıştır. O halde, sanığın hükmü öğrendiği tarih olan 28.03.2008"de verdiği dilekçesinin eski hale getirme ve temyiz istemi olarak kabulü gerekir. Bu hususta karar verme yetkisi ise yukarıda açıklandığı üzere Yargıtay"a aittir. Mahkemenin, temyiz isteminin reddine ilişkin 22.04.2008 tarihli kararı yok hükmünde olduğundan, Yargıtay 6. Ceza Dairesince öncelikle, sanığın 28.03.2008 tarihli eski hale getirme istemiyle ilgili bir karar verilmesi gerekmektedir” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına, dosyanın sanığın eski hale getirme istemi konusunda karar verilmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlen¬dirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, eski hale getirme istemini hangi merciin değerlendirmesi gerektiği ve buna bağlı olarak, yerel mahkeme tarafından verilen temyiz isteminin reddi kararının hukuksal değeri bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğine göre;
    Yerel mahkemece hırsızlık ve mühürde sahtecilik suçlarından yapılan yargılama sırasında 30.11.2005 tarihli oturumda sanığa müdafii görevlendirilmesinin istendiği,
    İstanbul Barosunun 21.06.2006 günlü yazısı ile sanığa Av. ..........müdafii olarak atandığı, adı geçen müdafiinin bir oturuma katıldığı ve 20.08.2007 tarihli dilekçesiyle görevinden istifa ettiğini bildirdiği,
    Sanığın savunmasının görevlendirilen diğer müdafii olan Av. ....... huzurunda Bodrum 2. Asliye Ceza Mahkemesince 20.12.2006 tarihinde alındığı,
    Yerel mahkemece 19.10.2007 tarihinde sanık ve müdafiinin yokluğunda kurulan mahkûmiyet hükmünün Av. ........03.01.2008 tarihinde tebliğ edildiği, adı geçenin temyiz başvurusunda bulunmadığı,
    Kendisine hüküm tebliğ edilmeyen ve müdafii atandığından da haberdar olmayan sanığın infaz sürecinde 28.03.2008 tarihli dilekçe ile eski hale getirme ve temyiz isteminde bulunduğu,
    Yerel mahkemece sanığın temyiz istemi süresinde olmadığından bahisle reddedilerek kararın cezaevinde bulunan sanığa 08.05.2008 tarihinde tebliğ edildiği, bu karara karşı sanığın 24.11.2008 tarihinde temyiz isteminde bulunduğu,
    Özel Dairece sanığın temyiz isteminin süresinde olmadığından bahisle reddine karar verildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    5271 sayılı CYY’nın “Eski Hâle Getirme” başlıklı 40. maddesinin 1. fıkrasında; kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, “Eski Hâle Getirme Dilekçesi” başlıklı 41. maddesinde; eski hâle getirme dilekçesinin, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verileceği, dilekçe sahibinin, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklayacağı, dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemlerin de yerine getirileceği belirtildikten sonra “Eski Hâle Getirme Dilekçesi Üzerine Verilecek Karar” başlıklı 42/1. maddesinde;
    “(1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
    Bu düzenleme 1412 sayılı CYUY’nın “Eski Hale Getirme İstidasının Mercii ve Bu Husustaki Kararlar” başlıklı 43/1. maddesindeki;
    “Mehli içinde usul muamelesi yapılmış olsaydı esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse eski hale getirme istidası hakkında dahi o mahkeme karar verir” biçimindeki düzenleme ile tamamen aynıdır.
    Ceza Genel Kurulunun 13.12.2011 gün ve 237-259, 16.12.2008 gün 144-234, 23.09.1974 gün 227-408 ile 16.04.1973 gün 213-345 sayılı kararlarında da açıkça vurgulandığı ve yargısal kararlarla da istikrarlı şekilde uygulandığı üzere, temyiz süresinin geçirilmiş olması nedeniyle ileri sürülen eski hale getirme istemleri hakkında inceleme ve karar verme görevi Yargıtay’a aittir.
    Öte yandan, atandığından haberdar olunmayan zorunlu müdafie tebliğ edilen hükmün ayrıca sanığa da tebliğinin gerekip gerekmediği hususunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.
    İncelemeye konu olayda sanığın hırsızlık eylemi, 765 sayılı TCY’nın 493/2. maddesindeki suçu oluşturmakta olup, yaptırımı da üç seneden sekiz seneye kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. Dolayısıyla sanığa baroca müdafi tayin edilen 21.06.2006 tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 150. maddesinin 3. fıkrası uyarınca sanığa müdafi atanması zorunluluğu bulunmaktadır.
    5271 sayılı CYY’nın 150. maddesinin 1, 2 ve 3. fıkraları birlikte değerlendirildiğinde; gerek sanığın mahkemeden talep etmesi ile baroca görevlendirilen müdafi ile zorunlu olarak atanan müdafi arasında, gerekse aynı Yasanın 2. maddesindeki “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” şeklindeki tanıma bakıldığında, Ceza Yargılaması Yasası anlamında zorunlu olarak atanan veya istek üzerine görevlendirilen müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında her hangi bir fark bulunmamaktadır. Bununla birlikte, 5271 sayılı Yasada ve 1136 sayılı Avukatlık Yasasında baroca atanmış müdafilikle ilgili ayrıntılı bir düzenlemeye yer verilmemiş olup, 5271 sayılı CYY’nın 150/4. maddesi ile bu konudaki ayrıntıların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiş, bu bağlamda Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik 02.03.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
    Zorunlu müdafiin atanmış ve sanığın bunu kabul etmiş ya da atamaya karşı herhangi bir itirazda bulunmamış olduğu durumlarda vekâletnameli müdafie yapılan tefhim ve tebliğde olduğu gibi, zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğin de kendisine bağlanan tüm hukuksal sonuçları doğuracağını kabul etmek gerekir. Başka bir deyişle, böyle bir durumda ayrıca asile tebligat yapılmasına gerek olmayacaktır.
    Olaya başka bir açıdan bakıldığında;
    Anayasanın 36. maddesinde yer alan; “herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklindeki hüküm, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasında;
    “Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
    a) …
    b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak,
    c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek” biçimindeki düzenleme ile birlikte değerlendirildiğinde varılması gereken sonuç; savunma hakkının temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin gereği olduğu, avukat tutma hakkının da savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Bu durumda mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle, adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, maddi olanağı bulunan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, maddi olanağı olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi; görülmeye başlayacak davada, kendisine bir avukat atandığının sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine bir müdafi atandığını bilmeyen ya da müdafi atanmakla birlikte bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip olmayan bir sanığın, bu avukatın tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl olanaklı değil ise, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.
    Şu halde, kendisine zorunlu müdafi atandığının sanığa bildirilmediği ve bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da bu konudaki görüşünün dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün müdafi yanında sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma hakkının gereği olduğu kabul edilmelidir. Özellikle vurgulamak gerekirse, bu durum tebligat hukuku ile değil, münhasıran vazgeçilemez ve göz ardı edilemez nitelikteki savunma hakkı ve daha geniş anlamda da adil yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu nedenle çözümün tebligata ilişkin hükümler yerine, savunma hakkına ilişkin düzenlemelerde aranması gerekir.
    Kendisine zorunlu müdafi atandığının sanığa bildirildiği ve sanığın da buna itiraz etmediği durumlarda, zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim veya tebliğ işlemlerinin, aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda duraksama bulunmamaktadır. Bu durumda Tebligat Yasasının 11. maddesi uyarınca işlem yapılması gerekeceğinden, tebligat asile değil müdafie yapılmalıdır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe yasanın arzu etmediği ölçüde simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok karmaşayı da birlikte getirecektir.
    Konuya bu açıklamalar ışığında bakıldığında şu sonuçlara varılmaktadır:
    1- Atamanın yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan usul hükümlerine göre tayin edilmiş zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ, aynen vekâletnameli müdafie yapıldığında olduğu gibi hukuksal sonuç doğurur. Ancak bunun ön koşulu, kendisine zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmiş olmasıdır.
    2- Kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar olan sanık buna itiraz etmez ise, zorunlu müdafiin yapmış bulunduğu ve kendisinin de açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak durumundadır.
    3- Kendisine zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda ise, zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ, kendisine bağlanan hukuksal sonuçları doğurmaz.
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 18.03.2008 gün 7–56, 24.11.2009 gün 164–275 ve 12.07.2011 gün 155–172 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararı da bu doğrultudadır.
    Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
    Hüküm, baroca sanık için görevlendirilen ancak, sanığın hiçbir oturuma birlikte katılmadığı ve atandığından haberdar da olmadığı müdafie tebliğ edilmiş olup, mahkemenin istemi üzerine baroca görevlendirilen müdafie yapılan tebliğ, kendisine müdafi atandığından haberi olmayan ve hükümde tebliğ edilmeyen sanık açısından hukuksal bir sonuç doğurmayacaktır. İnfaz sürecinde sanığın, kendisine tebligat yapılmaması nedeniyle hükümden haberdar olmadığını belirterek eski hale getirme istemini içeren 28.03.2008 tarihli bir dilekçe sunması ve eski hale getirme istemi ile ilgili olarak da karar verme yetkisinin Yargıtay"a ait olması karşısında, yerel mahkemece 22.04.2008 tarihinde verilen temyiz isteminin reddi kararının hukuksal değeri bulunmamakta olup, eski hale getirme isteminin Özel Dairece değerlendirilmesi gerekmektedir.
    Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire ret kararının kaldırılmasına, yerel mahkemece verilen temyiz isteminin reddi kararı hukuken yok hükmünde kabul edilerek, sanığın 28.03.2008 tarihli eski hale getirme istemi konusunda karar verilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinin hukuki değerden yoksun ve yok hükmünde olan 22.04.2008 gün ve 493-561 sayılı ret kararı ile Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 10.02.2012 gün ve 7862-1889 sayılı ret kararının KALDIRILMASINA,
    3- Hükmün infazına başlanmış ise İNFAZIN DURDURULMASINA,
    4- Sanığın 28.03.2008 tarihli eski hale getirme istemi konusunda karar verilmesi için dosyanın Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.06.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara