Esas No: 2012/9-319
Karar No: 2012/195
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/9-319 Esas 2012/195 Karar Sayılı İlamı
- HAKSIZ TUTUKLAMAYA İLİŞKİN TAZMİNAT DAVASI
- HAKSIZ TUTUKLAMAYA İLİŞKİN TAZMİNAT DAVASINDA VERİLEN KARARLARIN TEMYİZİNDE YASAL SINIR
- (HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ YASASININ 427.MADDESİNİN UYGULANMASI)
- CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 305
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 427
"İçtihat Metni"
Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 3.000 Lira maddi ve 3.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile, 3,36 Lira maddi ve 375 Lira manevi tazminatın tutuklama tarihi olan 25.06.1996 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine ilişkin Hakkari Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.05.2007 gün ve 277-163 sayılı hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 18.01.2010 gün ve 9965-189 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 E.K. sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının verildiği tarihten uzunca bir süre geçtikten sonra açıldığı; davacı asılın bu uzun süre içinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı ve davanın bu nedenle reddi yerine, yazılı şekilde tazminata karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 24.05.2010 gün ve 126-171 sayı ile;
“…1412 sayılı CMUK"nın 326/2. maddesi uyarınca; bu tür davalar bakımından gerek Yargıtay Ceza Daireleri, gerekse yerel mahkemeler arasında uygulama birliği olması, aksi bir durumun daha önce görülüp kesinleşen davalar bakımından eşitsizliklere yol açacağı ve iş bu davaya konu kesinleşmiş beraat kararının davacıya tebliğ edilmemiş olması nedeniyle 466 sayılı kanunun 2/1. maddesi uyarınca 3 aylık yasal süresinde açıldığının kabulü gerektiği,…” gerekçesiyle direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de davalı hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13.02.2012 gün ve 293695 sayılı “temyiz edenin sıfatı ile hükmolunan tazminat miktarına göre kararın kesin olması nedeniyle davalı vekilinin temyiz isteminin CMUK’nın 317. maddesi gereğince reddi” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Yasa hükümleri uyarınca açılmış bulunan tazminat davasının, Yasanın 2. maddesinin 1. fıkrasında ön görülen üç aylık süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminat istemlerinin kabulü veya reddine ilişkin kararların temyizi halinde, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi hükmünün uygulanıp uygulanamayacağı ve buna bağlı olarak da hükmün temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı değerlendirilmelidir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Davacı vekilinin 30.11.2006 tarihli dilekçeyle, müvekkilinin Diyarbakır 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılandığı davada beraat ettiğini ve bu kararın kesinleştiğini, müvekkilinin 25.06.1996-11.07.1996 tarihleri arasında tutuklu kaldığını belirterek 466 sayılı Yasa hükümlerine göre tutuklama tarihinden itibaren işletilecek faizle birlikte 3.000 Lira maddi, 3.000 Lira manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi isteminde bulunduğu,
Yerel mahkemece istemin kısmen kabulü ile 3,36 Lira maddi ve 375 Lira manevi tazminatın davacının tutuklandığı 25.06.1996 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin ise reddine karar verildiği,
Hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, “davanın süresinden sonra açıldığından reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulduğu, yerel mahkemece ilk hükümde direnildiği ve direnme hükmünün yalnızca davalı vekili tarafından temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenmiş ve anılan Yasanın 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hallerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda 466 sayılı “Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun” 1964 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Anılan Yasanın 1. maddesinde; tazminat verilmesini gerektiren kanun dışı yakalama ve tutuklama halleri, bir başka deyişle öngörülen tazminatın hangi durumlarda istenebileceği yedi bent halinde gösterilmiştir. Bunlardan ilk beş bentte, kurallara uyulmamasından kaynaklanan yasa ve yöntem dışı yakalamalar ile tutuklamalar, takip eden iki bentte ise, başlangıçta kurallara uyulmakla birlikte sonradan ortaya çıkan sonuç bakımından haksız bir görünüme bürünen yakalama ve tutuklamalar tazminat nedeni olarak öngörülmüştür.
Yasanın 2. maddesinde dava açmaya ilişkin koşullar ve yöntem açıklanarak bu davalara bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlendirilmiş, 3. maddesinde de tazminat davalarının incelenmesi ve mahkemece karara bağlanması süreç ve yöntemi, olağan ceza ve medeni yargılama yöntemlerinden farklı biçimde düzenlenmiş, ayrıca mahkemenin kararı aleyhine tebliğ tarihinden başlayarak bir hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
466 sayılı Yasada mahkeme kararının bir hafta içinde temyiz edilebileceği belirtilmiş, ancak haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davası sonunda verilen kararlardan hangilerinin kesin nitelikte oldukları gösterilmemiştir. Anılan Yasada bu hususu düzenleyen bir kural bulunmaması, mahkemelerin haksız tutuklamaya ilişkin verdikleri tüm kararların herhangi bir sınırlamaya tâbi tutulmaksızın temyiz edilebileceği anlamına gelmemektedir. Ceza Genel Kurulu’nun 09.02.1981 tarih ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 466 sayılı Yasaya göre açılan bu dava, ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Yasadaki boşluklar, Ceza ve Hukuk Yargılama Yasalarındaki hükümlere göre doldurulmalıdır.
1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305. maddesinde, ceza mahkemelerinden verilen hükümlerin temyiz edilebileceği belirtilmektedir. Maddede sözü edilen hükümler, 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde sayılan ve ancak bir ceza yargılamasına özgü olan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbiri, davanın reddi, düşme ve adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarıdır. Yine CYUY’nın 305. maddesinde, temyiz edilemeyecek olan hükümler de belirlenmiş, bunlarla ilgili ölçütler ise, para cezası miktarına göre saptanmıştır. Dolayısıyla ancak bir ceza hükmünde esas alınabilecek olan bu kıstas, şahsî hakka ilişkin bir talep üzerine verilen kararlar bakımından uygulanabilir nitelikte değildir. O bakımdan, haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davasında verilen kararların temyizi halinde, sözü edilen boşluğun, karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi uygulanmak suretiyle doldurulması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında hükmün temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı değerlendirildiğinde;
466 sayılı Yasaya ilişkin tazminat isteminin yerel mahkemece kabul edilen kısmı olan 3,36 Lira maddi ve 375 Lira manevi tazminatın, karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi uyarınca belirlenen 1.430 Liralık miktarın altında kalması ve hükmün yalnızca davalı vekili tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle, hükmün kesin ve temyiz edilemez nitelikte olduğu açıktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 10.04.2012 gün ve 327-147 ile 14.02.2006 gün ve 29-22 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmüne yönelik davalı vekilinin temyiz isteminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427 ve 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Davalı vekilinin temyiz isteminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427 ve 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.05.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.