Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/9-548 Esas 2012/183 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2012/9-548
Karar No: 2012/183

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/9-548 Esas 2012/183 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2012/9-548 E.  ,  2012/183 K.
  • HAKSIZ TUTUKLANMA SONUCU UĞRANILAN ZARARLARIN TAZMİNİ
  • SANIKLARIN YOKLUĞUNDA HÜKMOLUNAN BERAAT KARARLARININ KESİNLEŞME ŞERHİ İLE BİRLİKTE İLGİLİYE TEBLİĞİNİN ZORUNLU OLMASI
  • KANUN DIŞI YAKALANAN VEYA TUTUKLANAN KİMSELERE TAZMİNAT VERİLMESİ HAKKINDA KANUN (MÜLGA) (466) Madde 2

"İçtihat Metni"

Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zararlar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 10.000 YTL maddi, 90.000 YTL manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin, 466 sayılı Yasanın 2 ve 5271 sayılı CYY’nın 142/1. maddeleri uyarınca reddine ilişkin, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.11.2006 gün ve 507-534 sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.02.2009 gün ve 14069-2316  sayı ile;

“Dava açma süresinin kesinleşmiş beraat kararının bizzat sanığa tebliği ile başlayacağı, tebligatın sanığa 30.09.2005 tarihinde yapıldığı ve yasal üç aylık süre içerisinde 23.12.2005 tarihinde dava açıldığı gözetilmeden, beraat kararının verildiği tarih ile dava tarihi arasında altı yıla yakın süre geçtiği ve davacının bu süre içerisinde beraat kararından haberdar olmamasının mümkün olamayacağından bahisle süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince 16.06.2009 gün ve 134-217 sayı ile;

                “Mahkememizin daha önceki kararında da belirtildiği gibi davacı hakkındaki beraat kararının kesinleştiğini bilmektedir. Bilmemesi de mümkün değildir. Ancak dava açmak için gerekli olan 3 aylık süreyi kaçırdığı için bu sürenin başlamasını sağlamak amacıyla kararın kendisine tebliğ edilmesini istemiş ve bu tebligattan sonra dava açılmıştır. Bu şartlar altında davacının iyiniyetli olduğundan söz etmek, kararı tebellüğ ettiği tarihe kadar hakkındaki beraat kararının kesinleştiğinden haberdar olmadığını kabul etmek mümkün değildir. Çünkü ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren bir fiil nedeniyle yargılanan bir kişinin hakkındaki davayı takip etmediğini, kararın verildiği tarih olan 1998 yılından tazminat davasının açıldığı 2005 yılına kadar dava sonucundan haberdar olmadığını kabul etmek iyiniyet kuralları ile bağdaşmamaktadır. Haksız tutuklama tazminatına ilişkin yargılamada tazminata ilişkin hukuk kurallarının uygulanacağı düşünüldüğünde, medeni hukukta kabul edilen iyiniyet kuralının bu davalarda da uygulanması gerekmektedir. Bu durumda, açılmış bir davada davacının iyiniyetle hareket edip etmediğinin tartışılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

                Davacının iyiniyetli olup olmadığı hal ve şartlara ve dosya kapsamına göre değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Az önce belirtildiği gibi 5 yıldan fazla bir süre cezaevinde tutuklu kaldığı ve ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ile yargılandığı bir davanın beraatle sonuçlanmasından sonra, davacının, kararın kesinleşip kesinleşmediğini takip etmediğini ve kararın kesinleşmediğini bilmediğini kabul etmenin iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığı düşüncesindeyiz. Nitekim Yargıtay dairelerinin içtihatlarında zaman zaman farklılıklar olsa da aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra açılan davada kişinin hakkındaki beraat kararını bilmemesinin mümkün olmadığı Ceza Genel Kurulu tarafından kabul edilen bir durumdur. Kararlardan bazı örnekler vermek gerekirse;

 

                1- Mahkememizin 2005/150 esas sayılı dava dosyasında mahkememizin 2005/234 karar sayılı kararı ile açılan tazminat davasının kabulüne karar verilmiş, kararın temyizi üzerine temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi 05.03.2009 tarihli kararı ile ‘Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 E.K. sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın beraat kararının verildiği tarihten uzun bir süre olan 10 yılı aşan bir süre sonra açıldığı; davacı asilin bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Yasanın 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olmayacağı ve davanın bu nedenle reddi yerine, yazılı şekilde tazminata karar verilmesi’ isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

                Somut dava dosyamızda ise bu bozma gerekçesinde belirtilen gerekçe ile açılan davanın süresi içinde olmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, bu karar ise yine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  24.02.2009 tarih ve  2008/14069 esas ve 2009/2316 karar sayılı kararı ile; ‘Dava açma süresinin kesinleşmiş beraat kararının bizzat sanığa tebliğ ile başlayacağı, tebligatın sanığa 30.09.2005 tarihinde ve yasal 3 aylık süre içerisinde 23.12.2005 tarihinde dava açıldığı gözetilmeden, beraat kararının verildiği tarih ile dava tarihi arasında altı yıla yakın bir süre geçtiği ve davacının bu süre içerisinde beraat kararından haberdar olmamasının mümkün olmayacağından bahisle süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi’ isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

                Yargıtay 9. Ceza Dairesine ait 2 ayrı bozma kararındaki gerekçenin de birbirinden farklı olduğu açıkça görülmektedir. 05.03.2009 tarihli kararda Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının verildiği tarihten  uzun bir süre olan 10 yılı aşan bir süre sonra açıldığı, davacı asilin bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı ve bu durumda davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilirken, 24.02.2009 tarih ve  2008/14069 esas ve 2009/2316 karar sayılı kararda ise, dava açma süresinin kesinleşmiş beraat kararının bizzat sanığa tebliğ ile başlayacağından söz edilerek altı yıla yakın bir sürenin geçmesi ve davacının bu süre içerisinde beraat kararından haberdar olmamasının mümkün olmayacağı gerekçesiyle süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesinin doğru olmadığı belirtilmiştir.

                10 yılı aşan bir süre sonra açılan davada davacı asilin bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi yönünde bozma kararı verilmesine işaret edilmesinin doğru olduğu inancındayız. Kanaatimizce 6 yıla yakın zaman geçmesi halinde de hükmün kesinleştiğinin bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığını kabul etmek gerekir.

                10 yılın aşan bir zamanın uzun sayıldığı bir durumda,6 yıla yakın zamanın da uzun sayılması gerekir.

                Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 05.03.2009 tarihli kararında atıf yaptığı  Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 sayılı kararında; ‘Davacı vekili 29.12.1997 tarihli dava dilekçesinde, TCY.nın 313/2-5-6, 315, 264, 6136 s.Y.nın 13/1 ve 353 s.Y.nın 251/1. maddeleriyle cezalandırılması istemiyle açılan davada haksız olarak tutuklu kaldığını bir milyar lira manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiş, Amasya Ağır Ceza Mahkemesince istemin kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm Özel Dairece davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.

                Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki 466 sayılı Yasanın 2. maddesinde, ‘birinci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal Ağır Ceza Mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler’ hükmü yer almaktadır. Maddede belirtilen üç aylık dava açma süresi, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasını kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.

                İncelenen dosyada Erzincan 3. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 1 nolu Askeri Mahkemesine, davacı M.E.`nin TCY.nin 313/2-5-6, 315, 264, 6136 s.Y.nın 13/1 ve 353 s.Y.nın 251. maddeleriyle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. 08.04.1982 tarihinde gözlem altına alınıp bilahare tutuklanan sanık 06.11.1982 tarihinde salıverilmiştir. 05.10.1983 gün ve 590/185 sayılı karar ile sanığın beraatine karar verilmiş, hüküm temyiz edilmeksizin 29.11.1984 tarihinde kesinleşmiştir. Hüküm sanığın yokluğunda verilmiş ise de, davacı adına tazminat isteğinde bulunan Av. K.D. davacı sanık hakkında beraatle sonuçlanan davada vekil olarak bulunmuş ve karar yüzüne karşı verilmiştir.

                Kaldı ki 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat isteğine ilişkin dava 29.12.1997 tarihinde, beraat kararının verildiği 05.10.1987 tarihinden 13 yıl sonra açılmıştır. Davacı asilin bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz etmek normal yaşam gözlemlerine uygun bulunmamakta olup 1984 yılında kesinleştiği bildirilen beraat kararı nedeniyle süresinden sonra 29.12.1997 tarihinde açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerde direnilmesi isabetsiz olup, direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.

                Çoğunluk görüşüne katılmayan iki kurul üyesi, 3 aylık dava açma süresi, beraat kararının kesinleştiğinin davacı sanığa bildirilmesinden itibaren başlamaktadır. Kesinleşmiş kararın tebliğ edildiğine dair dosyada bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu nedenle direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir, gerekçesiyle karşı oy kullanmışlardır’ denmiştir.

                 Görüldüğü gibi bu kararda beraat kararının bizzat ilgilisine tebliğ şartı aranmamış, beraat kararının verildiği 13 yıldan sonra açılan davada, davacı asilin bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz etmenin normal yaşam gözlemlerine uygun bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kararda Borçlar Kanununda belirtilen 10 yıllık dava açma süresine herhangi bir atıf yapılmamıştır.

                 Kanaatimizce, iyiniyet kuralları gözetilerek davanın uzun bir süre içerisinde açılıp açılmadığının tespiti gerekmektedir. Davanın uzun bir zamandan sonra açılıp açılmadığının tespitinin, tazminat davası için Borçlar Kanunun 60. maddesinde belirtilen  zarar görenin  zararı ve failini öğrendiği tarihten itibaren bir sene ve her halde zararı doğuran fiilin gerçekleşmesinden itibaren on senelik sürelere göre  belirlenmesi mümkün değildir. Çünkü CMK’nın 142. maddesi Borçlar Kanunda öngörülen sürelerden farklı süreler belirlemiş ve bunları  ‘karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl’ olarak belirlemiştir. Görüldüğü üzere dava açma için 1 yıllık tavan süre öngörülmüş, bu sürenin başlangıç tarihi hükümlerin kesinleşmesini takip eden 1 yıl olarak kabul edilmiştir. Kanunun bu şekilde kısıtladığı dava açma sürelerinin dışına çıkarak haksız tutuklama tazminatı için tavan sürenin haksız fiiler için belirlenen 10 yıllık süre olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Dolayısıyla dava açma süresinin beraat kararından sonra uzun bir süre olup olmadığını hal ve şartlara ve iyiniyet kurallarına göre belirlemek en uygun yöntem olacaktır. Bu yönteme göre hareket edildiğinde mahkememizin kanaatine göre, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası gerektiren bir suç nedeniyle yaklaşık 5 yıl tutuklu kaldıktan sonra beraat kararından yaklaşık 6 yıl sonra dava açılması iyiniyet kuralları ile bağdaşan bir durum değildir” gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

                Bu kararın da davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istekli 09.03.2012 gün ve 265360 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI  

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Yasa hükümleri uyarınca açılmış bulunan tazminat davasının, Yasanın 2. maddesinin 1. fıkrasında ön görülen üç aylık süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

İncelenen dosya içeriğinden;

                Ülke topraklarından bir kısmını devlet bünyesinden ayırmak suçundan 31.08.1993 tarihinde gözaltına alınan davacının, 28.09.1993 tarihinde tutuklandığı, Diyarbakır 2 Nolu DGM’ce 14.04.1998 tarihinde tahliyesine, 18.11.1999 tarihinde ise beraatına karar verildiği, yoklukta verilen ve kesinleşen beraat kararının davacıya 30.09.2005 tarihinde tebliğ olunduğu, beraat kararının kesinleştiğinin davacı ve vekili tarafından tebliğ tarihinden önce öğrenildiğine ilişkin belge ve bilginin de dosya içerisinde bulunmadığı, incelemeye konu davanın ise 19.12.2005 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı CYY’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Yasa Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Yasa yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Yasanın Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme koşulları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Yasanın 6. maddesindeki; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.

(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” hükmü uyarınca, 466 sayılı Yasa hükümlerinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden varlığını sürdürmelerine olanak sağlandığından, uyuşmazlık konusunun 466 sayılı Yasa hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

15.05.1964 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı  Yasanın 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler” hükmüne yer verilmiştir.

Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesine ilişkin esasların ayrıntısına yer verilen Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında da belirtildiği üzere, 2. maddenin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararlarının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunlu olduğundan,  466 sayılı Yasanın 2. maddesinde öngörülen üç aylık dava açma süresi, beraat eden kişinin kesinleşmeyi öğrendiği tarihten itibaren başlamaktadır. Yasanın 2. maddesinde dava açma süresi açıkça belirtilmiş olduğundan ve bu maddenin uygulanma koşulları yasa gücünde olan İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça belirtildiğinden, dava açma süresi yönünden, Borçlar Yasası veya bir başka yasada tazminat davası açılması için öngörülen sürelerin 466 sayılı Yasaya dayalı tazminat davalarında kıyasen de olsa uygulanması olanağı bulunmamaktadır.

Sanığın yokluğunda verilen ve kesinleşen beraat hükmünün davacıya tebliğ edildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin beraat kararlarının, üzerinden uzun yıllar geçmesinden sonra açılan tazminat davalarında, davacıların resmi kurumlara adli sicil kayıtlarının ibrazı veya kesinleşmiş kararları sunma zorunlulukları bulunan işlemleri yapmaları ve bu hususun dosya içeriğiyle saptanması halinde, davanın yasal süresinde açılmadığının kabulü ile reddine karar verilmesi gerektiği yönünde kararları bulunmakta ise de, somut olaya ilişkin dosyada böyle bir belirlemeye yönelik bilgi ve belge bulunmamaktadır.

Bu itibarla, isabetli olan Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi isabetsiz olup, yerel mahkeme direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yerel mahkemenin 16.06.2009 gün 134-217 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.05.2012 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.

Hemen Ara