Esas No: 2012/2-129
Karar No: 2012/182
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/2-129 Esas 2012/182 Karar Sayılı İlamı
- KARARDA BAŞVURULACAK YASA YOLLARINA İLİŞKİN BİLDİRİMDE TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICININ GÖSTERİLMEMİŞ OLMASININ (SANIK MÜDAFİİ AÇISINDAN),YASA YOLU SÜRESİNİN İŞLEMEYE BAŞLAMASINI ENGELLEMEYECEĞİ
- CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 264
- CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 310
- CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 231
"İçtihat Metni"
Sanık Mihrinaz "in hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCY’nın 142/1-f ve 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay, mühür bozma suçundan ise aynı Yasanın 203/1 ve 62. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Çat Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.12.2007 gün ve 152-134 sayılı hükmün sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 05.12.2011 gün ve 1031-40424 sayı ile;
“Sanık müdafiinin süre tutum dilekçesi hakim tarafından havale edilmemiş ise de, yüzüne karşı verilen hükümde temyiz süresinin ne zaman başlayacağının belirtilmediği, dolayısıyla yasa yolu bildirimi yöntemince yapılmadığından 05.01.2008 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilen hükmü 07.01.2008 tarihinde temyiz eden sanık müdafiinin temyiz isteminin yasal süresinde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede:
Hükümden sonra 08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK"nun 231.maddesi uyarınca ve bu maddenin 6. fıkrasına 25.07.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6008 sayılı Yasanın 7. maddesi ile eklenen cümle de gözetilerek; hükmolunan cezaların tür ve süresine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeyen hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 23.01.2012 gün ve 103532 sayı ile;
“Hüküm 13.12.2007 tarihinde sanık müdafiinin hazır bulunduğu son celsede verilmiş, sanık müdafiinin süre tutum dilekçesi hakim tarafından süresi içinde görülüp havale edilmediği gibi, gerekçeli temyiz dilekçesindeki hakim havale tarihi de 1412 sayılı CMUK"nun 310. maddesinde öngörülen 1 haftalık süreden sonraya ait olduğundan, aynı kanunun 317. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Temyiz yasa yolu başvurusunun tefhimden itibaren başlayacağının belirtilmemesi, müdafie istediği tarihte temyiz hakkı vermemelidir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun benzer bir olay kapsamında verilen 01.02.2011 tarih ve 244-14 karar sayılı kararı içeriğinde de, hükmün yokluklarında verilmiş olması nedeniyle temyiz süresinin hükmün tebliğinden itibaren başlayacağının sanık müdafii tarafından bilinmesi gerektiği, yönündeki tespitlerle temyiz istemin reddi sonucuna varılmıştır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve temyiz isteminin reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık müdafiinin de hazır bulunduğu 13.12.2007 tarihli oturumda verilen kararın yasa yolu bildiriminin aynen; “ iddia makamında C.Savcısı…… katılımıyla mütalaaya uygun olarak, sanık ve katılan kurum temsilcisinin yokluğunda, sanık müdafiinin yüzüne karşı, bir haftalık süre içerisinde mahkemeye verilecek bir dilekçeyle veya istem üzerine zabıt katibi aracılığıyla tutanağa geçirmek suretiyle, Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere...” şeklinde olduğu, bu hükmün sanık müdafii tarafından 07.01.2008 tarihinde temyiz edildiği, temyizin son günü olan 20.12.2007 gününün Kurban Bayramının ilk gününe isabet etmesi nedeniyle temyiz süresinin 24.12.2007 Pazartesi günü mesai saati bitimine kadar uzadığı ve bu günün de herhangi bir resmi tatile rastlamadığı anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı mercii, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler, birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı çözümü açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı 2/1-c maddesinde müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise “Avukatlığın Amacı”; “Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildiriminde temyiz süresinin tefhimden mi, yoksa tebliğden itibaren mi başlayacağı hususunda bir açıklığın olmadığı, sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim edilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde bildirimdeki bu eksiklik nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşadığına ilişkin herhangi bir ifadenin yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY"nın 310. maddesi uyarınca, 13.12.2007 günü yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii bir haftalık süreden sonra 07.01.2008 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının belirtilmemiş olması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece temyiz süresinin başlangıcının gösterilmemiş olması sanık müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez.
Zira, mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve yasa yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada bile bulunmamıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.12.2011 gün ve 377-301 ile 01.02.2011 gün ve 244-14 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin yasal süreden sonra yaptığı temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 05.12.2011 gün ve 1031-40424 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Sanık müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.05.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.