Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/2-461 Esas 2012/168 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/2-461
Karar No: 2012/168

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/2-461 Esas 2012/168 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/2-461 E.  ,  2012/168 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname : 2008/127315
    Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : BAKIRKÖY 11. Asliye Ceza
    Günü : 03.03.2008
    Sayısı : 1347-132

    Konut dokunulmazlığını ihlal suçundan sanık A.Ö..’ün 765 sayılı TCY"nın 193/1, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri uyarınca 275 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine ilişkin, Bakırköy 11. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.03.2008 gün ve 1347-132 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 19.10.2011 gün ve 2952-36912 sayı ile;
    “Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.02.2009 tarih ve 2008/11-250 esas- 2009/13 karar sayılı kararında da kabul edildiği gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinde dikkate alınacak zararda, mahkemece kanaat verici basit bir araştırma ile belirlenecek maddi zararların esas alınması, manevi zararların bu kapsama dahil edilmemesi gerektiği, katılanlar vekilinin 15.01.2008 tarihli dilekçesi ile sanığın müvekkillerine verdiği maddi-manevi zararın ağırlığının dikkate alınmasını talep ettiği, yine dosya içerisindeki bilgi ve belgelerin incelenmesinde katılanlara ait evin giriş kapısının menteşe ve anahtarının kırıldığı anlaşıldığına göre, sanığa atılı konut dokunulmazlığını bozma suçundan doğan maddi bir zararın bulunduğu halde, mahkemece bu zararın belirlenmesi için basit bir araştırma yapılmadan, adli sicil kaydına göre sabıkası da bulunmayan sanık hakkında ‘katılan tarafın maddi-manevi zararını karşılamadığı, bu itibarla CMK"nun 231/6-c maddesindeki zararın tazmin şartının yerine getirilmediği’ biçimindeki yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.11.2011 gün ve 127315 sayı ile;
    “…1- CMK"nın 231/5. maddesinde yer alan ‘uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır’ cümlesinin konuluş amacı ile maddenin gerekçesi, uzlaşma kapsamında bulunan suçlarda, sanığın uzlaşma koşullarını kabul etmemesi durumunda katılan ya da suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul edip etmemesine bakılmaksızın, sanık hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
    Somut olayda sanık A. Ö..ün konut dokunulmazlığını bozmak suçunu işlediği kabul edilerek verilen hükümlülük kararında, katılanın 22.12.2006 tarihli duruşmada, katılan vekili 29.05.2007 tarihinde uzlaşma istemedikleri ve katılan vekili, 03.03.2008 tarihli celsede de maddi ve manevi zararların karşılanmadığını beyan etmiş, sanık da, 22.11.2007 tarihli celsede uzlaşmayı kabul etmediğini belirtmesi karşısında, sanık hakkında artık CMK’nın 231/5. maddesi kapsamında hükmün açıklamasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği açık olduğu ve artık Yüksek 2. Ceza Dairesinin 19.10.2011 tarihli bozma ilamında; sanık hakkında CMK’nın 231/6-c maddesinde yazılı zararın tazmin hususunun aranmayacağı kabul edilmeli,
    2- Kabule göre de; katılan vekili, son celsede, sanık tarafından maddi tazminatın karşılanmadığını açıkladığı halde, zararın belirlenmesi yönünden hükmün bozulmasını istenmesinin gereksiz olduğu” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanığın konut dokunulmazlığını ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğine göre;
    15 yıllık eşinin çocuğu ile birlikte babasının evine gitmesi nedeniyle sanık A.."nın konuşmak için katılanlar olan kayınpeder ve kayınvalidesinin evine gittiği, öfkeli olduğunu gören katılanlar içeri almak istemeyince zorla onları iterek eve girdiği, bu sırada kapının anahtarı ve menteşesinin kırıldığı, eylem sonucunda sanık hakkında konut dokunulmazlığını ihlal suçundan kamu davasının açıldığı,
    13.08.2004 günlü olay yeri inceleme ve tespit tutanağında, evin giriş kapısının zorlandığı, menteşe ile anahtarın kırık olduğu ve evin kısmen dağınık olduğu tespitlerine yer verildiği,
    Soruşturma ve kovuşturma sürecinde katılanların şikâyetçi olduklarını ve uzlaşmak istemediklerini belirttikleri, sanığın da aşamalarda özetle “ben eve zorla girmedim, suçu kabul etmiyorum” şeklinde açıklamalarda bulunduğu,
    Sanık hakkında uyuşmazlık konusu olan suç tarihinden sonra gerçekleştirdiği iddia olunan başka eylemler nedeniyle konut dokunulmazlığını ihlal, tehdit ve hakaret suçlarından kamu davalarının açıldığı ve hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verildiği, katılanlar vekili tarafından bahse konu dosyanın evrak örnekleri sunulmak suretiyle, maddi ve manevi zararın ağırlığı dikkate alınarak lehe hükümlerin uygulanmaması isteminde bulunulduğu,
    Katılanlar ve vekilleri tarafından tüm aşamalarda “uzlaşmak istemiyoruz” şeklinde açıklama yapıldığı halde, sanığın uzlaşmak isteyip istemediği yönünde bir beyanının bulunmadığı, 22.11.2007 tarihli oturumda da sanığın ek savunmasına ilişkin anlatımlarından sonra katılan vekili tarafından uzlaşmayı istemediklerinin belirtildiği, dosya içinde yer alan ve sanık A..’nın “uzlaşmak istemiyorum” şeklinde açıklamada bulunduğu 08.06.2007 günlü oturumun ise uyuşmazlık konusu yargılamada değil, katılan vekili tarafından dosyaya örneği sunulan Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/872 esas sayılı yargılamasında gerçekleştiği,
    Sanık hakkında mala zarar verme suçundan başlatılmış bir soruşturma ya da açılmış bir kamu davasının bulunmadığı ve sanığın sabıkasız olduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak öncelikle, sanığın uzlaşmayı kabul etmemesi nedeniyle uzlaşmanın sonuçsuz kalması durumda sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma olanağı bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
    Hukukumuza ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesiyle giren hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasayla 5271 sayılı Yasanın 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile büyükler için de kabul edilmiş, aynı Yasanın 40. maddesiyle 5395 sayılı Yasanın 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.
    Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu kurum, 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp yasalarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
    Buna göre, 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinin 5. fıkrası; “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder” şeklini almıştır.
    5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Yasalar ile yapılan değişiklikler sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanabilmesi için :
    1) Suça ilişkin;
    a- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olması,
    b- Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp yasalarında yer alan, 01.03.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 sayılı Yasa ile 1632 sayılı Yasa kapsamında yer alan suçlardan olmaması,
    2) Sanığa ilişkin;
    a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
    b- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
    c- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
    d- Sanığın hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasını kabul etmesi,
    Koşullarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
    Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
    Öte yandan, uzlaştırmanın koşulları ve yöntemi 5271 sayılı CYY"nın 253. maddesinde ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş, kovuşturma evresinde mahkemece uzlaşmanın ne şekilde yapılacağı ise aynı Yasa’nın 254. maddesinde yer alan; “(1) Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen esas ve usûle göre, mahkeme tarafından yapılır.
    (2) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def"aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır” biçimindeki düzenleme ile hüküm altına alınmıştır.
    Bu düzenlemelere göre, uzlaştırma işleminin kural olarak soruşturma aşamasında yapılması gerekirken, bazı hallerde kamu davası açıldıktan sonra da yapılması olanaklıdır. Kovuşturma evresinde;
    1) Yüklenen suçun yargılama sırasında nitelik değiştirerek uzlaşma kapsamında kalması,
    2) Soruşturma evresinde taraflara uzlaşma teklifi yapılmamış olması,
    3) Suçun uzlaşmaya bağlı olduğunun ilk defa kovuşturma evresinde anlaşılması,
    4) Yasa değişikliği ile suçun uzlaşma kapsamına alınması,
    Durumlarında mahkemece uzlaştırma işlemi yapılması zorunluluğu ortaya çıkabilecektir.
    Kovuşturma aşamasında, uzlaşma ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumları arasında uygulama önceliği bakımından çıkabilecek sorunları ortadan kaldırmak için yasa koyucu düzenleme yapma ihtiyacı duymuş, bu amaçla, 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesinin 5. fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasında uzlaşmaya ilişkin hükümler saklı tutulmuştur. Anılan fıkrada yer alan “uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır” ibaresi ile, sanığın yargılandığı suç uzlaşmaya bağlı ise mahkemece öncelikle CYY"nın 253 ve 254. maddelerine göre uzlaştırma işleminin yapılması amaçlanmıştır. Uzlaşma başarıyla gerçekleşir ve edim bir defada yerine getirilirse kamu davasının düşmesine karar verilecektir. Uzlaştırmanın sonuçsuz kalması halinde ise, yargılama sonunda koşulları varsa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecektir. Ancak mahkeme, uzlaşmaya tabi bir suç bakımından uzlaştırma işlemi yapmadan hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluna gidemeyecektir.
    Uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına göre sanığın daha lehine bir kurum olduğundan, kovuşturma aşamasında öncelikle uzlaştırma işlemlerinin yürütülmesi yönündeki bu düzenleme yerindedir. Her iki kurum da bireyselleştirme ve onarıcı adalet kurumları olmakla birlikte uygulanma koşulları ve doğurduğu sonuçlar farklıdır. Uzlaşma, tarafların rızalarına dayalı olarak soruşturmayı ve kovuşturmayı sona erdiren bir kurum olmasına karşın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, belli koşullarda kamu davasını düşüren, sanık ile devlet arasındaki ceza ilişkisini sona erdiren bir kurumdur. Uzlaştırma muhakemenin bütün evrelerinde uygulanmasına karşın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kovuşturma evresinin sonunda uygulanabilmektedir. Kovuşturma aşamasında uzlaşma halinde sanık hakkındaki kamu davasının düşmesine karar verilmesine karşın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanması durumunda 5 yıllık denetim süresine tabi tutulan sanığın bu süreyi iyi halle geçirmesi halinde düşme kararı verilebilmektedir. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi durumunda da sanık hakkındaki hüküm açıklanmaktadır.
    Diğer taraftan, 5271 sayılı CYY’nın 231 ve 254. maddelerinde yapılan değişiklik süreçlerinin de gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.
    5271 sayılı CYY"nın 231. maddesi 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasanın 23. maddesi ile değiştirilmiş ve yetişkinler için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenlemeler eklenmiştir. Bunun yanında 5560 sayılı Yasanın 25. maddesi ile de 5271 sayılı CYY"nın mahkemece yapılan uzlaşmayı düzenleyen 254. maddesinin 2. fıkrasının değiştirilmesi düşünülmüş, ancak sunulan ilk teklif metni Adalet Komisyonunca değiştirilerek 254. maddenin 2. fıkrası mevcut haliyle yasalaşmıştır.
    CYY"nın 231. maddesini değiştiren 5560 sayılı Yasanın 23. maddesinin buna ilişkin gerekçe bölümü ise, 254. maddenin değişikliği için Adalet Komisyonuna sunulan ve sonradan kabul görmeyen metne göre yazılmıştır. Diğer bir anlatımla, anılan Yasanın 231. maddesinin 5. fıkrasındaki “Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır” düzenlemesinin gerekçesi, aynı Yasanın 254. maddesinin yasalaşmayan metnine göre açıklanmıştır.
    CYY"nın 254. maddesinin 2. fıkrasının, değişiklik için Komisyona sunulan ancak yasalaşmayan 2. fıkrasının tasarıdaki ilk hali;
    “Uzlaşma gerçekleşmediği taktirde, mahkeme, mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul etmemesi halinde, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, uzlaşmayı kabul eden sanık hakkında kovuşturma konusu suçla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebilir. Mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul etmesine rağmen sanığın kabul etmemesi halinde, 231 inci maddedeki şartlar gerçekleşmiş olsa bile, sanık hakkında kavuşturma konusu suçla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez” şeklinde iken, yasalaşan ve yürürlükte olan kısım;
    “Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def"aten (bir defada) yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır” biçiminde düzenlenmiştir.
    CYY"nın 254. maddesinin 2. fıkrasının 5560 sayılı Yasayla değişik 2. fıkrasının Komisyon gerekçesi;
    “İkinci fıkrada, uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde, edimin yerine getiriliş şekline göre verilebilecek kararlar öngörülmektedir. Sanığın edimini defaaten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verilecektir. Buna karşılık edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi halinde; sanık hakkında 231. maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi halinde, mahkeme tarafından, 231. maddenin onuncu fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır” şeklinde iken, aynı Yasanın 231. maddesinin 5. fıkrasının gerekçesi ise;
    “Beşinci fıkrada, uzlaşmaya ilişkin hükümler saklı tutulmaktadır. Böylece, yargılama konusu fiil 255. madde uyarınca uzlaşmaya tabi ise, öncelikle uzlaşma yoluyla uyuşmazlığın sona erdirilmesi denenecektir. Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini defaten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi halinde; sanık hakkında, şartları aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Uzlaşma gerçekleşmediği takdirde ise, mahkeme; mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul etmemesi halinde, şartları aranmaksızın, uzlaşmayı kabul eden sanık hakkında kovuşturma konusu suçla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebilir. Mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşmayı kabul etmesine rağmen sanığın kabul etmemesi halinde, 231. maddedeki şartlar gerçekleşmiş olsa bile, sanık hakkında kovuşturma konusu suçla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez” biçiminde açıklanmıştır.
    Görüldüğü üzere, CYY"nın 231. maddesinin 5. fıkrasının gerekçesi aynı Yasanın 254. maddesinin 2. fıkrasının yasalaşmayan metnine paralel olacak şekilde oluşturulmuş olduğundan, 254. maddenin yürürlükteki metni ile 231. maddenin 5. fıkrasının gerekçesi arasında çelişki doğmuş olup, belirtilen gerekçe yasa maddelerinin yorumlanmasında göz önüne alınmamalıdır. Nitekim öğretide de bu gerekçenin dikkate alınmaması ve 231. maddenin metninde yer alan “uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır” ibaresinden, mahkemece suçun uzlaşmaya tabi bir suç olması halinde öncelikle uzlaştırma işlemi yapılmasının anlaşılması gerektiği baskın görüş olarak ileri sürülmektedir.
    O halde, uzlaşma ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması ayrı kurumlar olup, birbirinden farklı uygulama koşulları bulunduğundan, öncelikle sanık lehine düzenleme olduğunda kuşku bulunmayan uzlaştırma işlemi yapılmalı, uzlaştırmanın sonuçsuz kalması halinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma olanağı olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir. Diğer bir anlatımla, sanığın uzlaşmayı kabul etmemesi ve bu nedenle uzlaştırmanın sonuçsuz kalması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasının olanaklı olmadığı sonucuna varılmamalı, yargılama sonucunda koşullarının varlığı halinde CYY’nın 231/5. maddesinin uygulanmasının olanaklı olduğu kabul edilmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.03.2012 gün ve 413-121 sayılı kararı ile de aynı sonuca ulaşılmıştır.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanık A..’nın gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasında uzlaşmak istemediği yönünde bir açıklamasının bulunmadığı, 22.11.2007 tarihli oturumda uzlaşmak istemedikleri yönünde açıklamada bulunanın katılan vekili olduğu, sanığın “uzlaşmak istemiyorum” şeklindeki açıklamayı uyuşmazlık konusu yargılamada değil katılan vekili tarafından dosyaya örneği sunulan Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesine ait başka bir yargılamanın 08.06.2007 günlü oturumunda yaptığı anlaşılmakla, sanığın uzlaşmayı kabul etmediğinden bahisle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma olanağı bulunmadığı yönündeki itiraz gerekçesi yerinde değildir.
    Kaldı ki yukarıda yer verilen açıklamalara göre, sanığın uzlaşmayı kabul etmemesi nedeniyle uzlaştırmanın sonuçsuz kalması halinde dahi yargılama sonucunda koşulları varsa sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanması olanaklı olabilecektir.
    Öte yandan, uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi açısından suçun işlenmesiyle meydana gelen zarar ile konut dokunulmazlığının ihlali suçlarının da değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
    Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün 250-13 sayılı kararında da özenle vurgulandığı üzere; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir.
    Burada, uğranılan zarardan kastedilen maddi zarar olup, manevi zararlar bu kapsamda değerlendirilmemelidir. Maddi zararın da bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip, sanığın bilgi ve oluru tahtında üçüncü kişiler tarafından tazmin, aynen iade veya eski hale getirme suretiyle giderilmesi de olanaklıdır.
    Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de gözönünde bulundurmak suretiyle, kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hakimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla saptamaya çalışmamalıdır. Aksi düşünce, kişinin ileride hukuk mahkemesinde, şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının saptanarak, kalan kısmını da istemesine engel teşkil edecektir.
    Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının tespitine ilişkin uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, Özel Daire bozma ilamı doğrultusunda zarar miktarının hesaplanmasının gerekip gerekmediğinin saptanmasından önce, somut olayda konut dokunulmazlığının ihlal suçu nedeniyle oluşmuş bir zarar bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
    İnsan hakları ile ilgili birçok uluslararası belgede yer alan ve temel bir hak olan konut dokunulmazlığı hakkı, hukukumuzda hem Anayasa hem de Ceza Yasası ile güvence altına alınmıştır.
    Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 4709 sayılı Yasa ile değişik 21. maddesinde kimsenin konutuna dokunulmayacağı belirtilmiş, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının İkinci Kitabının “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Kısmının “ Hürriyete Karşı Suçlar” başlıklı Yedinci Bölümünde yer alan “Konut Dokunulmazlığının İhlali” başlıklı 116. maddesinde;
    “(1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Evlilik birliğinde aile bireylerinden veya konutun birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.
    (3) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
    (4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” hükmü getirilmiştir.
    Anılan maddenin gerekçesinde de; “Madde, Anayasanın 21 inci maddesinde güvence altına alınan konut dokunulmazlığını ihlâl fiillerini suç olarak tanımlamaktadır. Konut dokunulmazlığının ihlâli, kişinin kendisine özgü barış ve sükununu ve yuvasındaki yaşamının sulh ve selametle cereyanı için varolması gerekli güvenlik duygusunun sarsılmasını ifade etmektedir. Bireylere karşı işlenen ve aynı zamanda onların muhtaç oldukları güvenlik ve sükunu ihlâl eyleyen bu fiillerin, hürriyete karşı işlenen suçlar arasında bir suç olarak tanımlanması uygun görülmüştür” açıklamalarına yer verilmiştir.
    Görüldüğü gibi, konut dokunulmazlığının ihlali suçu özgürlük aleyhine suçlardan olup, suçla korunan hukuki yarar, insan kişiliğinin serbestçe ortaya konabilmesi ve gelişebilmesi için zorunlu olan özel ikamete ayrılmış yerlerin huzuru, sükunu ve güvenliğidir. Böylelikle, kişilere özel kullanıma ayrılmış yerlerde başkalarının müdahalelerinden uzak, özgürce yaşama hakkı tanınması amaçlanmıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.12.1993 gün ve 169-354 ile, 11.03.1991 gün ve 25-67 sayılı kararlarında da; “Konut dokunulmazlığını ihlal suçu kişi hürriyeti aleyhine işlenen suçlardandır. Bu suçun temel vasfı, kişi özgürlüğüne karşı işlenmiş olmasıdır. Korunan; mülkiyet, zilyetlik vs. tasarruf hakkı olmayıp burada oturma nedeniyle kişi özgürlüğüdür” şeklinde açıklamalar yer almaktadır.
    Konut dokunulmazlığının ihlali suçu kişi özgürlüğü aleyhine işlenen suçlardan olduğundan, bu suçu oluşturan eylem sonucunda maddi bir zararın oluştuğundan bahsetmek olanaklı olmayacaktır. Özel Dairelerin ve Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları ve öğretide yer alan baskın görüşlere göre, bir konuta ya da işyerine zarar vermek suretiyle girildiğinde veya içeri girildikten sonra zarar verildiğinde hem konut ya da işyeri dokunulmazlığını ihlal suçu, hem de mala zarar verme suçu oluşacaktır. Bu tür olaylarda tek bir eylem sözkonusu olmayıp, binaya girme ayrı bir eylem, zarar verme ayrı bir eylemdir. Bir kimsenin konutuna rızasına aykırı olarak giren kişi aynı zamanda, örneğin kapıya da zarar vermişse eylemleri hem konut dokunulmazlığını ihlal hem de mala zarar verme suçlarını oluşturabilecektir.
    Katılanlara ait evin kapısının ve menteşesinin kırıldığı inceleme konusu olayda, sanık hakkında mala zarar verme suçundan açılmış kamu davası bulunmamakla birlikte, oluşan zarar, mala zarar verme eylemi sonucu meydana gelmiştir. Konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturan eylem nedeniyle oluşmuş bir maddi zarardan bahsedilemeyeceğinden, 5271 sayılı CYY’nın 231. maddenin 6. fıkrasının (c) bendindeki koşul aranmaksızın bu suçla ilgili yargılama sonucunda sabıkasız olan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
    Bu nedenle, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının değerlendirilmesini zarar miktarının tespit edilmesi sonucuna bağlayan Özel Daire bozma kararı da isabetli olmayıp, itirazın bu değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.
    Bu durumda da, dava zamanaşımının gerçekleşip gerçeklemediğinin belirlenmesi zorunluluğu doğmuştur. Konut dokunulmazlığının ihlali suçun başka bir suçu oluşturma olasılığı bulunmayan eylemiyle ilgili olarak, sanığa yüklenen ve 765 sayılı TCY’nın 193. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen suça bir aydan altı aya kadar hapis cezası öngörülmüştür. 765 sayılı TCY’nın 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 5 yıl, 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 7 yıl 6 aydır. Suçun 13.08.2004 tarihinde işlendiği ve zamanaşımını durduran bir nedenin de bulunmadığı inceleme konusu olayda, kesintili zamanaşımının 13.02.2012 günü dolduğu görülmektedir.
    Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık hakkındaki kamu davasının 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CYY’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle,
    1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
    2- Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 19.10.2011 gün ve 2952-36912 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
    3- Bakırköy 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 03.03.2008 gün ve 1347-132 sayılı hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA,
    Ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi olanaklı bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCY’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CYY’nın 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
    4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.04.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

     

     

    Hemen Ara