Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/5427 Esas 2022/4387 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
6. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/5427
Karar No: 2022/4387
Karar Tarihi: 27.09.2022

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/5427 Esas 2022/4387 Karar Sayılı İlamı

6. Hukuk Dairesi         2021/5427 E.  ,  2022/4387 K.

    "İçtihat Metni"


    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    - K A R A R -
    Davacı vekilince açılan, asıl ve birleşen davada tapu iptali ve tescil davası sonucunda mahkemece asıl ve birleşen davanın reddine, birleşen 2008/167 davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş olup, verilen kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesince 2018/1540 Esas, 2020/2669 Karar sayılı ilamı ile yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
    Bu kez Dairemiz kararına karşı davalı T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi, davalı ... ve davalı- karşı davacılar ... ve diğer 7 kişi vekillerince karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.
    Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre HUMK’nın 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE, davalı ... harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
    55,00 TL harcın davalı T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi, davalı- karşı davacılar, ... ve arkadaşlarından alınmasına, takdiren 660,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyen davalı T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi, davalı ... ile davalı- karşı davacılardan alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, 27.09.2022 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

    (Muhalif)
    MUHALEFET ŞERHİ
    Asıl davada davacı kooperatif vekili, müvekkili ile davalılar arasında 29.03.1989 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, müvekkilinin sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirdiğini, dairelerin teslim edildiğini, ancak kooperatifin bir dönem organsız kalmasından istifa eden davalıların, kooperatif aleyhine açtıkları tapu iptal ve tescil davasında, isim benzerliği olan başka bir kooperatifin davalara iştirakiyle, sözleşmenin feshine ve tapuların iptaline karar verildiğini, hali hazırda dairelerde kooperatif üyelerinin oturduğunu, bahsi geçen kararın müvekkili kooperatif temsil edilmeksizin verilmiş hukuka aykırı bir karar olduğunu ileri sürerek, davalılar adına kayıtlı arsaların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili kooperatif adına tescilini, bu talebin kabul edilmemesi halinde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, taşınmazların dava tarihi itibariyle değerlerinin tespiti ile 10.000,00 - TL’nin davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
    Asıl davada asli müdahiller vekilleri, her bir müvekkilinin kullanımında olan daireye isabet eden arsa payının tapu kaydının iptali ile müvekkilleri adına tescilini talep ve dava etmiştir.
    Asıl davada davalı arsa sahipleri vekili, davacı yüklenici kooperatifin edimlerini yerine getirmemesi üzerine açtıkları davada, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin geriye etkili feshine ve sözleşme gereği yükleniciye devredilen tapuların arsa sahibi müvekkillerine iadesine karar verildiğini, bu kararın kesinleştiğini, davacı kooperatifin bu nedenle tapu iptali ve tescil ile tazminat isteme hakkının bulunmadığını, tazminat isteme hakkı bulunduğu kabul edilse dahi kooperatiften haksız işgal nedeniyle ecrimisil alacakları bulunduğunu, bu alacaklarının takasını talep ettiklerini savunarak, asıl davanın reddini istemiş, açtığı karşı davasında ise davacı kooperatif tarafından taşınmazın haksız olarak işgal edildiğini ileri sürerek, müdahalenin men’ini talep ve dava etmiştir.
    Birleşen davada davacılar vekili, davalı arsa sahipleri adına kayıtlı parseller üzerindeki konutların, müvekkillerinden toplanan aidatlar ile yapıldığını, müvekkillerinin kendilerine teslim edilen konutlarda 5 yıldan beri oturmakta olduklarını, kooperatifin genel kurullarını yapmamış olması nedeniyle organsız kalmasından istifa eden davalı arsa sahiplerinin, açtıkları tapu iptal tescil davasında, tapuların iptali ile kendileri adına tescilini sağladıklarını ileri sürerek, davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkilleri adına tescilini talep ve dava etmiştir.
    Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, kooperatif ile arsa sahipleri arasında 29.03.1989 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiği, 1999 yılında yaptırılan delil tespitinde inşaat seviyesinin % 70 olarak tespit edildiği, o tarihte henüz kooperatif üyelerine daire teslimi yapılmadığı, arsa sahipleri tarafından 24.09.2001 tarihinde sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmediği ileri sürülerek, kooperatif aleyhine sözleşmenin feshi ile tapu iptal ve tescil istemli olarak açılan davanın kabul edildiği, bu kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, yargılamanın iadesi taleplerinin de reddedildiği, bu hukuki süreç sonucunda, ev sahibi olma ümidiyle, tapuda malik olarak görünen yüklenici kooperatife üye olan kişilerin konutlarda işgalci konumuna düştükleri, kesin hüküm nedeniyle artık dava konusu tapuların kooperatife ya da üyelerine devrinin mümkün olmadığı, bu itibarla asıl davada davacı kooperatifin tapu iptal ve tescil istemlerinin yerinde görülmediği, kooperatif üyeleri, üyelikten kaynaklı hakka dayalı olarak konutlarda oturduklarından, arsa sahiplerinin üyelere yönelik açtığı müdahalenin men’i ve ecrimisil istemli karşı davalarının da yerinde olmadığı, işlemden kaldırıldıktan sonra 3 aylık sürede yenilenmeyen birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği, uyuşmazlığın, ancak kooperatiften daire teslim alarak konutlarda fiilen oturan kişiler tarafından arsa sahiplerine aleyhine açılacak tapu iptal ve tescil davaları ile çözüme kavuşturulabileceği, asıl davada, davacı kooperatifin talebinden farklı olarak tapuların kendi adlarına tescilini talep eden asli müdahillerin taleplerinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, davacı - karşı davalı kooperatifin tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminat taleplerinin reddine, davalı - karşı davacı arsa sahiplerinin men’i müdahale, ecrimisil ve takas taleplerinin reddine, birleşen davanın açılmamış sayılmasına, asıl davada asli müdahale taleplerinin reddine karar verilmiştir.
    Anılan karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
    Yargıtay 23. Hukuk Dairesi bozma ilamında, ‘’Asıl davada davacı kooperatif vekilinin tapu iptal ve tescil isteminin reddine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede;
    Asıl dava, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı kooperatif ile davalı arsa sahipleri arasında 23.08.1989 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlenmiştir. Arsa sahipleri tarafından, yüklenici kooperatifin sözleşmede kararlaştırılan sürede edimlerini yerine getirmediği ileri sürülerek, sözleşmenin geriye etkili olarak feshi ve tapuların iadesi istemiyle açılan davada, Eyüp 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.12.2005 tarih ve 2004/396 E., 2005/507 K. sayılı ilamıyla, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin geriye etkili olarak feshine, yüklenici kooperatif adına kayıtlı dava konusu bağımsız bölümlerin davacı arsa sahipleri adına tesciline karar verilmiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Bu dosya kapsamında 20.12.1999 tarihinde yapılan tespitte inşaat seviyesinin % 70 olduğu belirlenmiştir. Her ne kadar anılan bu davada yüklenici kooperatifin edimlerini yerine getirmediği, temerrüde düştüğü gerekçesiyle, sözleşmenin geriye etkili feshine hükmedilmiş ise de yargılama sırasında inşaatların durdurulması yönünde bir tedbir karar verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim dosya kapsamında alınan bilirkişi raporundan ve rapora ekli fotoğraflardan inşaatların tamamlandığı, davacı kooperatif üyeleri ile birlikte davalı arsa sahiplerinin dairelerini teslim aldıkları, konutlarda ikamet edildiği anlaşılmıştır.
    Mahkemece, yukarıda anılan davada verilen hükmün, işbu dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle, yüklenici kooperatifin tapu iptal ve tescil isteminin reddine karar verilmiş ise de söz konusu dava süresince inşaatlar devam etmiştir. Yüklenici kooperatifin iddiasına göre inşaatları kendisi tamamlamış ve üyeleri dâhil arsa sahiplerine dairelerini teslim etmiştir. Davalı arsa sahiplerince de bunun aksi yönde bir savunma dile getirilmemiştir. Diğer bir anlatımla, davalı arsa sahipleri parseller üzerindeki konutları kendi imkânlarıyla tamamladıkları, geriye etkili fesih davasıyla birlikte, yüklenici kooperatife işten el çektirdikleri yönünden bir savunma getirmemişlerdir. O halde, arsa sahiplerince daha önce açılan geriye etkili fesih ve tapu iptal tescil davasından sonra, yüklenici kooperatifin inşaatlara devam ederek, konutları arsa sahiplerine teslim etmiş olması olgusu, tarafların arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ilişkisinin devamı yönünde irade ortaya koyduklarını, sözleşmenin ifa ile sonuçlanmasını beklediklerini gösterir. Uyuşmazlığın ortaya çıkan bu yeni hukuksal durum nazara alınarak çözümlenmesi gerekir. Bu durumda, gerekirse mahallinde yeni bir keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak, davacı yüklenici kooperatifin edimlerini tam olarak yerine getirip getirmediği, işbu dava konusu taşınmazların tapularına kısmen ya da tamamen hak kazanıp kazanmadığı incelenip araştırılarak, asıl davada sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir. Bu husus gözetilmeksizin, yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.
    Kabul şekli itibariyle, arsa sahipleri ile herhangi bir sözleşme ilişkisi içerisinde bulunmayan, taleplerini üyesi bulundukları kooperatife ya da kendi akidelerine yöneltmeleri gereken asli müdahillerin taleplerinin bu nedenle reddi gerekirken, hukuki nitelik taşımayan bir takım gerekçelerle reddi de hatalı olmuştur’’ gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur.
    Bu karara karşı davalı TOKİ vekili ile davalı – karşı davacı arsa sahipleri karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır.
    Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğu karar düzeltme talebini oyçokluğuyla reddetmiştir.
    Aşağıda açıklanan nedenlerden ötürü Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğunun, davalı – karşı davacıların karar düzeltme taleplerinin reddine dair kararına katılmıyorum.
    Dava, davacı yüklenici kooperatif tarafından, davalı arsa sahiplerine karşı açılmış, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescili davasıdır.
    Uyuşmazlık taraflar arasındaki uyuşmazlığın, sözleşmenin geriye etkili olarak fesih edilmesine ve tapuların arsa sahiplerine iadesine ilişkin kesinleşmiş yargı kararıyla sonuçlandığı halde bu kesin hükmün ortadan kaldırılmış olup olmayacağı noktasındadır.
    Hukuk (özel) yargılamasının amacı; objektif hukukun uygulanması, sübjektif hakkın himayesi, hukuki korunmanın haklı görüldüğü hallerde hakların güvence altına alınması, hukuki barış ve istikrarın korunmasının yanında kesin hükme ulaşma gayesi ve isteğidir. Bundan dolayıdır ki, hukuk yargılamasının nihai amacı maddi gerçeğe ulaşmak yani gerçeğin bizatihi kendisini tespit ve tevsik etmektir. Buna karşın, hukuk yargılamasında, maddi gerçek, her türlü şüpheden arınmış bir gerçek değil, geçmişte yaşanan hayat olaylarından, taraflarca mahkemeye getirilmiş olanlarının, kanuni delil sistemine göre tezahür edip, kararda somutlaşan gerçektir. Bu sebeple, mahkeme hükmünü mutlak gerçek olarak kabul etmek mümkün değildir. Onun için, yargılama sonunda ulaşılan nihai hüküm, yani çözüm maddi manada kesin hüküm kapsamındaki adli ya da kanuni gerçektir.
    Somut bir davada hâkim yargılamayı bitirip, nihai hükmünü tefhim etmekle, uyuşmazlık halledilmiş ve mahkeme işten el çekmiş sayılır. Sona ermiş bir davada hâkimin tekrar yargılama yapması ve bir karar vermesi kural ve ilke olarak mümkün değildir. Böylelikle hem taraflar arasındaki uyuşmazlık çözüme kavuşturulmakta hem de toplum barışı sağlanmaktadır. Keza verilen karar yanlış, hatalı ya da sakatlıkla malul olsa bile bu karara, kararı oluşturan bağımsız mahkeme dâhil hiçbir müdahalede bulunulamaz. Yargı kararlarının bu mutlak ve değişmez niteliğe bürünmesine kesin hüküm denilir. Bir hüküm maddi anlamda kesin hüküm niteliğine büründükten sonra hükmü ortadan kaldıran tek istisna ise yargılanmanın yenilenmesidir. Kesin hüküm kural olarak mahkemeyi ve tarafları bağlar.
    Kesin hüküm aynı yargılamanın aynı kişiler arasında tekrar edilmesini engelleyen kamu düzenine ait bir kavramdır. Yani yargılamada ileri sürülmese bile hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın herhangi bir safhasında (bidayet, istinaf, temyiz ve karar düzeltme), mahkeme tarafından görevinden dolayı dikkate alınması gerekir. Bu durum onun dava şartlarından olmasının bir sonucudur. Kamu düzenine ilişkin özelliği, hem taraflar için hem de mahkeme için olmazsa olmaz koşuldur (Dr. Ahmet Cahit İyilikli – Hukuk Yargılamasında Kesin Hüküm – Ankara 2016 – Sayfa 23 vd.).
    Kesin hükmün amacı iki şekilde gerçekleşir.
    1 – Bir mahkeme hükmüne ancak bir dereceye kadar itiraz edilebilmesi (Şekli anlamda kesin hüküm).
    2 – Davanın tarafları arasında çekişmeli olan hukuki ilişkinin bütün bir gelecek için kesin olarak tespit edilmesi veya düzenlenmesi (Maddi anlamda kesin hüküm), (Baki Kuru – Hukuk Muhakemeleri Usulü El Kitabı – 1995 – Sayfa 875).
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 303. maddesi açıkça bir davada şekli anlamda kesinleşmiş bir hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm olabilmesinin şartlarını dava sebebi, konu ve taraf birliğine bağlamıştır.
    HMK’ nın 303. maddesine göre;
    ‘’Madde 303 - (1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
    (2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
    (3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
    (4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’i zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyi niyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
    (5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir’’.
    HMK’ nın 303/1. maddesine göre, bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
    HMK’ nın 114. maddesinde dava şartları tahdidi olarak sayılmıştır. Bu maddeye göre;
    ‘’Madde 114 - (1) Dava şartları şunlardır:
    a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
    b) Yargı yolunun caiz olması.
    c) Mahkemenin görevli olması.
    ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
    d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
    e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
    f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
    g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
    ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
    h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
    ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
    i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
    (2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır’’.
    HMK’ nın 114/1 - i maddesi gereğince kesin hüküm dava şartıdır. Bu nedenle kesin hüküm, taraflar ve bütün mahkemeler için bağlayıcıdır. Bu bağlayıcılık aynı zamanda kamu düzeni ile ilgilidir.
    HMK’ nın 115. maddesinde dava şartlarının incelenmesinde izlenecek yol gösterilmiştir. Bu maddeye göre;
    ‘’Madde 115 - (1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
    (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
    (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez’’.
    HMK’ nın 115 maddesine göre, mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.
    Bu açıklamalara göre, kesin hüküm varlığının şartları şunlardır.
    1 – Sebep Birliği
    2 – Taraf Birliği
    3 – Konu Birliği
    Dava sebebi, bir davada davacının iddiasını, talep sonucunu dayandırdığı vakıalardır. Bir başka ifade ile dava sebebi, gerçeğin bizatihi kendisidir. Bu sebeple, davacı, dilekçesinde sadece hukuki himaye talep ettiği sübjektif hak ya da ilişkiyi değil, onların yanısıra bu hukuki ilişkinin kaynağı ve doğum sebebi olan vakıaları bildirmek zorundadır. Dava sebebinden kasıt, hukuki sebep değildir. Hâkim, her iki davanın dayanağını teşkil eden vakıaları inceleyerek kesin hükmü değerlendirecektir.
    Kural olarak hüküm sadece davanın tarafları hakkında kesin hüküm etkisini gösterir. Kesin hükümden söz edebilmek için, kesinleşen hükümdeki taraflar ile ikinci kez açılan davanın taraflarının aynı olması gerekir. Bu olgu, kesin hükmün sübjektif sınırlarını temsil eder. Burada tarafların aynı olmasından kastedilen, fiziki anlamda ayniyet değil, hukuki anlamda ayniyettir. Ayrıca tarafların aynı olması, tarafların her iki davada da, davacı veya davalı yani aynı rolde olmasını gerektirmez. Örneğin, ilk davada davalı tarafta yer alan kişi, diğer davada davacı tarafta yer alırsa taraflar yine aynı sayılır.
    Kesin hükmün unsuru olan konu birliğinin söz konusu olabilmesi için, her iki davanın da konularının aynı olması gerekmektedir. Yani ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Aynı taraflar arasında, aynı maddi vakıalara dayalı aynı dava konusu tekrar dava konusu edilemez. Dolayısıyla ikinci davadaki talep sonucu, ilk davadaki kesin hüküm niteliğindeki hükmü ortadan kaldıracak yahut etkisini değiştirecek nitelikte ise dava konuları özdeştir. İlk davada bir hakkın mevcut olup olmadığına ilişkin tespit aynı taraflar arasında yeniden tartışılamaz. Zira ilk davada mahkemeye kabul (tanıttırılmak) ettirilmek istenen talep sonucu ile ikinci yargılamada ileri sürülen hakkın aynı olması, kesin hüküm kavram ve amacıyla uyum sağlamayacaktır. Konuların aynı olmasında, sadece hükme bağlanan hususlara bakmak ve onlar hakkında kesin hükmün varlığını kabul etmek gerekir. (Dr. Ahmet Cahit İyilikli – Hukuk Yargılamasında Kesin Hüküm – Ankara 2016 – Sayfa 171 vd., Baki Kuru – Hukuk Muhakemeleri Usulü El Kitabı – 1995 – Sayfa 878 vd., Pekcanıtez Usul – Cilt III – İstanbul 2017 – Sayfa 2057 vd.).
    Somut olayda, davalı arsa sahipleri ile S.S. Aykent Toplu Yapı Kooperatifi arasında Eyüp 1. Noterliğinin 29.03.1989 tarih ve 11384 yevmiye nolu Düzenleme Şeklinde Arsa Payı Satış Vaadi ve İnşaat Sözleşmesi yapıldığı, Eyüp 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/156 D. İş sayılı dosyası ile 20.12.1999 tarihinde yapılan tespitte inşaatın % 70’ lik kısmının bitirilmiş olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır
    Derdest dava açılmadan önce, arsa sahipleri, yüklenicinin sözleşmeye uymadığı iddiasıyla, sözleşmenin geriye etkili feshi ile tapu iptali ve tescili davası açmışlardır. Eyüp 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 2004/396 Esas, 2005/507 Karar sayılı ve 26.12.2005 tarihli kararı ile Eyüp 1. Noterliğinin 29.03.1989 tarih ve 11384 yevmiye numaralı sözleşmenin feshine, Mahallesi, ...., Mevkiinde kâin, 204 ada, 30 parsel ve 205 ada, 44 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına kayıt ve tescillerine karar verilmiştir. Bu karar Yargıtay 15. HD’ nin 29.01.2007 tarih, 2006/5138 Esas ve 2007/391 Karar sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebini aynı dairenin 18.07.2007 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Hatta bu şekilde kesinleşen kararın yeniden temyiz edilmesi üzerine, aynı dairenin 03.06.2008 tarihli kararı ile temyiz dilekçesinin reddi yönünde de karar verilmiştir. Davalı yüklenici daha sonra bu karar ile ilgili olarak, yargılamanın yenilenmesi için de bir dava daha açmıştır. Kapatılan Eyüp 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.12.2010 tarih, 2009/214 Esas ve 2010/514 Karar sayılı kararı ile bu talebin de reddine karar verilmiş, temyiz edilmesi üzerine karar Yargıtay 15. HD’ nin 12.09.2011 tarih, 2011/1785 Esas ve 2011/5045 karar sayılı ilamı ile onanmış, karar düzeltme talebi de aynı dairenin 28.06.2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
    Sonuç olarak, dava konusu taşınmazların arazilerinin tapuları, Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi gereği arsa sahipleri tarafından inşaat yapılmak üzere önce kooperatife verilmiş, daha sonra da dava yoluyla geri alınmıştır. Tapular halen arsa sahiplerinin üzerindedir. Sözleşmenin 2007 yılında kesinleşen mahkeme kararıyla feshedilmesine rağmen yüklenici inşaatları yapmaya devam etmiştir.
    Yukarıda açıklandığı gibi, derdest davada, davacı yüklenici davalı arsa sahiplerine karşı tapu iptali ve tescili davası açmış ise de önceden arsa sahipleri, aynı yükleniciye, aynı sözleşmeden kaynaklanan sözleşmenin feshi ve tapu iptali ve tescili davasını açarak bu davayı kazanmışlardır. Bu karar 2007 tarihinde kesinleşmiştir. Yüklenici artık sözleşmenin geriye etkili olarak feshedildiğini bilmektedir. Bu durumda 2007 yılından itibaren dava konusu inşaatların bulunduğu yerde fuzuli şagil konumundadır. Kesinleşmiş mahkeme kararı olduğunu ve sözleşmenin ortadan kalktığını bildiği halde, inşaatlara devam etmesi durumunda artık hakkaniyetten bahsedilemez. Derdest davada arsa sahipleri sözleşmeyi geriye etkili olarak feshi yönünde ellerinde kesinleşmiş mahkeme ilamı bulunmaktadır. Arsa sahipleri lehine kesinleşmiş bir mahkeme kararından sonra, inşaatları neden durdurmadın, neden bir tedbir kararı almadın gibi yükümlülükler arsa sahiplerine yüklenemeyeceği gibi, kendi taşınmazlarında nöbet tutması da beklenemez. Hayatın olağan akışı gereği yüklenici sözleşmenin feshinden sonra inşaatlardan elini çekmesi gerekmektedir. Ancak yüklenici ısrarla bütün kanun yollarını denemiş, hatta yargılamanın yenilenmesini talep etmiş, bütün bu talepleri reddedilmiş, yüklenicinin haksızlığı tespit edilmiş, buna rağmen yüklenici hala daha işi sahiplenerek inşaatlara devam etmiştir. Kaldı ki önceden kesinleşmiş bir mahkeme kararından sonra tarafların bir araya gelerek aralarında yeniden sözlü veya yazılı bir anlaşma da yapılmamıştır. Bu durumda taraflar arasındaki sözleşme mahkeme kararıyla ortadan kalkmakla ve tapular arsa sahiplerine geri dönmekle oluşan kesin hüküm karşısında, davacı yüklenicinin bu sözleşmeye dayanarak açtığı davada, tapu iptali ve tescili talebi yerinde değildir. Davacının TBK’ nın 526 ve devamı maddelerinde düzenlenen vekâletsiz iş görme hükümleri çerçevesinde bir talebi varsa bu ancak ayrı bir davanın konusu olabilir.
    Açıklanan tüm bu nedenlerden ötürü, davalı arsa sahiplerinin karar düzeltme taleplerinin kabul edilerek, Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin bozma ilamının kaldırılmak suretiyle mahkeme kararının onaması gerektiği görüşünde olduğumdan, Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğunun karar düzeltme talebinin reddine dair kararına katılmıyorum. 27.9.2022










    Hemen Ara