Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/299 Esas 2012/156 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/299
Karar No: 2012/156

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/299 Esas 2012/156 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/299 E.  ,  2012/156 K.

    "İçtihat Metni"

    Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Sulh Ceza

    Sanık ...’nin ...’a yönelik kasten yaralama suçundan 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 223/2–c maddesi gereğince beraatına, ...’a yönelik kasten yaralama suçuna teşebbüsten ise, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 86/2, 86/3–e, 35/2, 62, 52, 52/4 ve 54/1. maddeleri uyarınca 740 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, zoralıma ve 5271 sayılı Yasanın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin, Pasinler Sulh Ceza Mahkemesince verilen 17.12.2008 gün ve 90–119 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 27.06.2011 gün ve 17052–13734 sayı ile;
    “O Yer Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin süresinde olduğu ve hükmün tamamını temyiz ettiği belirlenerek yapılan incelemede;
    1– Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararların, 5560 sayılı Kanunla değişik CMK’nun 231. maddesinin 12. fıkrası uyarınca itirazı kabil kararlardan olup, temyiz kabiliyeti bulunmadığı, 5271 sayılı CMK’nun 264. maddesine göre de kanun yolunun ve merciin belirlenmesinde yanılma başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağından Cumhuriyet savcısının dilekçesi sanığın mağdur ...’a yönelik eylemi nedeniyle kurulan hüküm yönünden itiraz niteliğinde kabul edilerek itirazının merciince incelenmesi için dosyanın mahalline iadesine,
    2– Sanık hakkında mağdure ...’a karşı işlediği kasten yaralama suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    a) Esaslı işlemlerin yapıldığı 04.06.2008 tarihli duruşma tutanağının bir, iki ve üçüncü sayfalarının zabıt kâtibi tarafından imzalanmaması suretiyle CMK’nun 219/1. maddesine aykırı davranılması,
    b) Sanığın elindeki bıçakla mağdur ...’a karşı saldırdığı sırada araya girerek sanığın elinden bıçağı almaya çalışan mağdure ...’ın, elinden basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanması şeklinde gerçekleşen olayda, sanığın, atılı suçtan mahkûmiyeti yerine, mağdurenin kendi kusuru ile yaralandığı şeklindeki gerekçeyle sanığın beraatine karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.08.2011 gün ve 254730 sayı ile;
    “Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 27.06.2011 tarih ve 17052–13734 sayılı bozma ilamı incelendiğinde; öncelikle esaslı işlemlerin yapıldığı 04.06.2008 tarihli duruşma tutanağının zabıt kâtibi tarafından imzalanmaması, ikinci olarak oluşa göre sanığın mahkûmiyeti yerine beraatına karar verilmesi yasaya aykırı görülerek hükmün bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
    Burada iki yönlü bir bozma söz konusudur. Daire tarafından hem usul yönünden, hem de esastan inceleme yapılmış ve her iki yönden hükmün bozulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
    Bu yönüyle karar yasaya aykırı olarak verilmiştir. Zira esastan incelemenin temelini oluşturan usule aykırılık giderilmeden esasına girilmesi olanaklı değildir. Dairenin ilk bozma nedeni, esaslı işlemlerin yapıldığı 04.06.2008 tarihli duruşma tutanağının üç sayfasının zabıt kâtibi tarafından imzalanmaması biçiminde gerçekleşen ve CMK’nun 219/1. maddesine aykırı olan usule aykırılıktır. Bu aykırılık giderilmeden zabıt kâtibinin imzası bulunmadığı için şimdilik ‘değer ifade etmeyen’ duruşma tutanaklarında yer alan deliller takdir edilip tartışılarak suçun sübutuna yönelik bir bozma yapılamaz” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma ilamının ikinci fıkrasının çıkarılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, yalnızca duruşma tutanağındaki imza eksikliği nedeniyle bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamına göre inceleme, sanık hakkında mağdur ...’a yönelik bıçakla kasten yaralama suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
    Sanığın bıçakla kasten yaralama suçundan beraatına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; hükmün, esaslı işlemlerin yapıldığı duruşma tutanaklarındaki kâtip imzası eksikliği nedeniyle bozulup bozulmayacağı ve buna bağlı olarak, usul eksikliği tespit edilen bir hükmün esasının incelenmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    Ceza yargılaması işlemlerinin belgelendirilebilmesi ve bu işlemlere belge kanıtı değeri tanınabilmesi amacıyla düzenlenen ve yargılamanın, yasanın aradığı şekilde oluşturulan heyet tarafından ve yine yasanın belirlediği ölçüler içerisinde yapılıp yapılmadığı hususunda yegâne delil olan ve sahteliği ya da gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği yine aynı değerdeki bir delil ile kanıtlanana kadar resmi belge niteliği taşıyan duruşma tutanaklarının şekli ve içerikleri, 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının “Duruşma Tutanağı” başlıklı 219. maddesinde; “Duruşma için tutanak tutulur. Tutanak, mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınması halinde, bu kayıtlar vakit geçirilmeksizin yazılı tutanağa dönüştürülerek mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Mahkeme başkanının mazereti bulunursa tutanak, üyelerin en kıdemlisi tarafından imzalanır” şeklinde düzenlenmiş,
    CYY’nın 220. maddesinde, duruşma tutanağının başlığında; duruşmanın yapıldığı mahkemenin adı, oturum tarihi, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve zabıt kâtibinin adı ve soyadının belirtileceği hüküm altına alınmıştır.
    CYY’nın 221. maddesi uyarınca duruşma tutanaklarında; “oturuma katılan sanığın, müdafiinin, katılanın, vekilinin, kanunî temsilcisinin, bilirkişinin, tercümanın, teknik danışmanın adı ve soyadı, duruşmanın seyrini ve sonuçlarını yansıtan ve yargılama usulünün bütün temel kurallarına uyulduğunu gösteren unsurlar, sanık açıklamaları, tanık ifadeleri, bilirkişi ve teknik danışman açıklamaları, okunan veya okunmasından vazgeçilen belge ve yazılar, istemler, reddi halinde gerekçesi, verilen kararlar ile hüküm” yer alır.
    CYY’nın 222. maddesinde ise; “duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir” hükmüne yer verilmiştir.
    Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında belirtildiği üzere; yargılama işlemleri, onlara belge kanıtı değeri tanınması için duruşmada okunarak tutanaklara yansıtılmakta ve duruşmaya katılan mahkeme başkanı, hâkim ve zabıt kâtibi tarafından imzalanarak resmi belge niteliğine kavuşturulmaktadır. Yargılama sürecinin sonunda verilen, yargılamayı sonlandıran ve tutanağa geçirilip duruşmada okunan son kararın da oturuma katılan başkan ve tüm hâkimler ile tutanağı yazmakla görevli zabıt kâtibi tarafından imzalanması gerekmektedir.
    Diğer taraftan, 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;
    “Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
    1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
    2- Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,
    3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,
    4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
    5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
    6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
    7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
    8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tehdit edilmiş olması” şeklindeki açık düzenlemesi karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise bozma nedeni oluşturmayacaktır.
    Nitekim 20.05.1957 gün ve 5–13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK’nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı”, Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 gün ve 124–155 sayılı kararında; “Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Yasanın 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule ilişkin olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay’a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay’ca bozulması gerekmektedir. Anılan maddenin dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından ise aykırılığın son karara etkisi bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır…” 28.02.2012 gün ve 294–64 sayılı kararında ise; “hazır bulunduğu duruşmada şikâyetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya ilişkin bir itirazının olmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir” sonucuna ulaşılmıştır.
    Öğretide de; “Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın son karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır” (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), “Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılıklar verilmiş kararı etkilememişlerse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. Bu kuralın istisnası CMUK’nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın bozulmasına gerek yoktur” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200–201), “CMUK’nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılıklar mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm mutlaka bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise, hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılacaktır” (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), “Temyiz sebebi ile bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler” (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), “Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun bir temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde de değişmeyecek durumda olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır” (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), “Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kâfi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hüküm ile kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder” (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), “Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte olmadıkça bozma sebebi değildir” (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), “Her hukuka aykırılık, temyiz nedeni, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle, bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için, hukuka aykırılık ile hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu nedenle her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar” (Nur Centel–Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, s. 707), “Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz” (Yener Ünver–Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, s. 864), “Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez” (Özbek–Kanbur–Doğan–Bacaksız–Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2011, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni sayılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.
    Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
    Sanık savunmaları ile mağdur ve tanık beyanlarının alındığı 04.06.2008 günlü oturumda düzenlenen tutanağın tüm sayfaları ile takip eden ve sanığın hazır bulunmadığı 11.06.2008 tarihli duruşma tutanağı, oturuma katıldığı anlaşılan zabıt kâtibi tarafından imzasız bırakılmış ise de; her iki duruşmaya ait tutanaklar mahkeme hâkimi tarafından imzalanmış, duruşma tutanaklarının başlığında da yasanın aradığı şekilde hâkim ve zabıt kâtibinin isimlerine yer verilmiş, hükmün tefhim olunduğu 17.12.2008 tarihli duruşmaya ait tutanak ile gerekçeli karar da hâkim ve zabıt kâtibi tarafından imzalanmış ve gerekçeli karar sanık ile mağdurlara tebliğ edilmiştir. Hükmü temyize hakkı bulunan sanık bu yetkisini kullanmazken, Cumhuriyet savcısı da anılan duruşma tutanaklarının sahte ya da gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği veya mahkemenin yasanın aradığı şekilde teşekkül etmediği yönünde bir iddia ileri sürmemiştir.
    Bu durumda, 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 222. maddesi uyarınca tutanaklarda sahtecilik yapıldığına veya tutanakların gerçeğe aykırı olarak düzenlendiğine ya da 1412 sayılı Ceza Yargılaması Usulü Yasasının 308. maddesinde belirtilen, mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmediğine ilişkin bir iddianın bulunmaması karşısında, anılan Yasa maddesi uyarınca mutlak hukuka aykırılık oluşturmayan ve mahallinde de giderilebilecek eksiklik niteliğinde olan bu husus, hükmün esasına etkili bulunmaması nedeniyle bozma nedeni yapılmamalıdır.
    Bu nedenle, mahallinde giderilebilecek nitelikteki bu eksikliğin, duruşma tutanaklarının içeriklerinin güvenilirliği yönünde bir duraksamaya yol açmadığı anlaşılmakla, Özel Dairece esasına girilerek incelenen hükmün, yalnızca “sanığın bıçakla kasten yaralama suçundan mahkûmiyeti yerine beraatına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulması gerekirken, hükmün esasına ilişkin bu bozma nedeninin yanında, duruşma tutanağında zabıt kâtibi imzasının bulunmaması nedeniyle de bozulmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Ceza Genel Kurulunca ulaşılan bu sonuç gözönüne alındığında, usul eksikliği tespit edilen bir hükmün esasının incelenmesinin olanaklı olup olmadığına ilişkin diğer uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma kararının (a) bendinin ilamdan çıkarılmasına, bu bendin yerine; “04.06.2008 ve 11.06.2008 tarihli duruşma tutanaklarının zabıt kâtibi tarafından imzalanmaması mahallinde giderilebilir eksiklik olarak kabul edilmiştir” açıklamasının yazılmasına karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri; “Duruşma tutanağındaki imza eksikliğinin mutlak bozma nedeni yapılması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
    2- Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 27.06.2011 gün ve 17052–13734 sayılı bozma kararının (a) bendinin İLAMDAN ÇIKARILMASINA,
    Anılan bendin yerine; “04.06.2008 ve 11.06.2008 tarihli duruşma tutanaklarının zabıt kâtibi tarafından imzalanmaması mahallinde giderilebilir eksiklik olarak kabul edilmiştir” ibaresinin yazılmasına,
    3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.04.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

    Hemen Ara