Esas No: 2011/9-327
Karar No: 2012/147
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/9-327 Esas 2012/147 Karar Sayılı İlamı
- HAKSIZ TUTUKLANMA SONUCU UĞRAMIŞ OLDUĞU ZARAR NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT
- HÜKMÜN TEMYİZ EDİLEBİLİRLİĞİ
- KANUN DIŞI YAKALANAN VEYA TUTUKLANAN KİMSELERE TAZMİNAT VERİLMESİ HAKKINDA KANUN (MÜLGA) (466) Madde 2
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 427
"İçtihat Metni"
Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 4.500 Lira maddi ve 5.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile, 183,47 Lira maddi ve 900 Lira manevi tazminatın davacının tahliye olduğu 24.03.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine ilişkin Erciş Ağır Ceza Mahkemesince verilen 31.07.2007 gün ve 79-192 sayılı hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 16.06.2009 gün ve 21787-7111 sayı ile;
“Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair itirazlarının reddine, ancak;
Davanın beraat kararı verilmesinden itibaren 9 yıl gibi uzunca bir süre geçtikten sonra açıldığı ve davacının bu süre içerisinde hakkındaki beraat kararından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği de gözetilerek süresinde açılmayan davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 11.09.2009 gün ve 221-203 sayı ile;
“…Sanık hakkında görülen dava sonunda Van Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 24.03.1998 tarihinde beraat kararı verilmiş, bu karar Yargıtay 9. Ceza dairesince onanarak 26.04.1999 tarihinde kesinleşmiştir. Kesinleşmiş beraat kararının sanığa tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla mahkemenin beraat kararı vermesi ile sanığın tazminat davası açma süresi arasında yaklaşık 9 yıl, beraat kararının kesinleşmesi ile dava açma süresi arasında ise yaklaşık 8 yıllık bir süre bulunmaktadır.
Beraat kararı ile tazminat davası açma süresi arasında uzun bir süre bulunması ve bu nedenle kesinleşmiş beraat kararını davacının öğrenmemesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığı gerekçesi subjektif bir değerlendirmedir. Buna göre beraat kararı verilmesi ile tazminat davası açma süresi arasında kaç yıl bulunması halinde davacı beraat kararını öğrenmiş sayılacaktır. Bu tarih aralığını belirlemenin somut bir ölçüsü bulunmamaktadır. Subjektif bir değerlendirme olduğu için uzun süre kavramının kaç yıl ve üzeri tarihleri kapsadığını tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Bu durumda her davada karar veren hâkimin kişisel değerlendirmesine göre uzun süre kavramı belirlenecek bu da mahkemelerden aynı konuda değişik kararların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Aynı konuda farklı kararların verilmesinin kamu vicdanında adalete olan güven duygusunu zedeleyeceği kuşkusuzdur…” gerekçesiyle direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de davalı hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.06.2011 gün ve 88600 sayılı “temyiz edenin sıfatı ile hükmolunan tazminat miktarına göre kararın kesin olması nedeniyle davalı vekilinin temyiz isteminin CMUK’nın 317. maddesi gereğince reddi” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Yasa hükümleri uyarınca açılmış bulunan tazminat davasının, Yasanın 2. maddesinin 1. fıkrasında ön görülen üç aylık süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminat istemlerinin kabulü veya reddine ilişkin kararların temyizi halinde, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi hükmünün uygulanıp uygulanamayacağı ve buna bağlı olarak da hükmün temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı değerlendirilmelidir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Davacı vekilinin 05.03.2007 tarihli dilekçeyle, müvekkilinin Van Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılandığı davada beraat ettiğini ve bu kararın kesinleştiğini, müvekkilinin 18.07.1997-24.03.1999 tarihleri arasında tutuklu kaldığını belirterek 466 sayılı Yasa hükümlerine göre tutuklama tarihinden itibaren işletilecek faizle birlikte 4500 Lira maddi, 5000 Lira manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi isteminde bulunduğu,
Yerel mahkemece istemin kısmen kabulü ile 183,47 Lira maddi ve 900 Lira manevi tazminatın davacının tahliye olduğu 24.03.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin ise reddine karar verildiği,
Hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, “davanın süresinden sonra açıldığından reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulduğu, yerel mahkemece ilk hükümde direnildiği ve direnme hükmünün yalnızca davalı vekili tarafından temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenmiş ve anılan yasanın 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hallerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda 466 sayılı “Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun” 1964 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Anılan Yasanın 1. maddesinde; tazminat verilmesini gerektiren kanun dışı yakalama ve tutuklama halleri, bir başka deyişle öngörülen tazminatın hangi durumlarda istenebileceği yedi bent halinde gösterilmiştir. Bunlardan ilk beş bentte, kurallara uyulmamasından kaynaklanan yasa ve yöntem dışı yakalamalar ile tutuklamalar, takip eden iki bentte ise, başlangıçta kurallara uyulmakla birlikte sonradan ortaya çıkan sonuç bakımından haksız bir görünüme bürünen yakalama ve tutuklamalar tazminat nedeni olarak öngörülmüştür.
Yasanın 2. maddesinde dava açmaya ilişkin koşullar ve yöntem açıklanarak bu davalara bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlendirilmiş, 3. maddesinde de tazminat davalarının incelenmesi ve mahkemece karara bağlanması süreç ve yöntemi, olağan ceza ve medeni yargılama yöntemlerinden farklı biçimde düzenlenmiş, ayrıca mahkemenin kararı aleyhine tebliğ tarihinden başlayarak bir hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
466 sayılı Yasada mahkeme kararının bir hafta içinde temyiz edilebileceği belirtilmiş, ancak haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davası sonunda verilen kararlardan hangilerinin kesin nitelikte oldukları gösterilmemiştir. Anılan Yasada bu hususu düzenleyen bir kural bulunmaması, mahkemelerin haksız tutuklamaya ilişkin verdikleri tüm kararların herhangi bir sınırlamaya tâbi tutulmaksızın temyiz edilebileceği anlamına gelmemektedir. Ceza Genel Kurulu’nun 09.02.1981 tarih ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 466 sayılı Yasaya göre açılan bu dava, ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Yasadaki boşluklar, Ceza ve Hukuk Yargılama Yasalarındaki hükümlere göre doldurulmalıdır.
1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305. maddesinde, ceza mahkemelerinden verilen hükümlerin temyiz edilebileceği belirtilmektedir. Maddede sözü edilen hükümler, 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesinde sayılan ve ancak bir ceza yargılamasına özgü olan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbiri, davanın reddi, düşme ve adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarıdır. Yine CYUY’nın 305. maddesinde, temyiz edilemeyecek olan hükümler de belirlenmiş, bunlarla ilgili ölçütler ise, para cezası miktarına göre saptanmıştır. Dolayısıyla ancak bir ceza hükmünde esas alınabilecek olan bu kıstas, şahsî hakka ilişkin bir talep üzerine verilen kararlar bakımından uygulanabilir nitelikte değildir. O bakımdan, haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davasında verilen kararların temyizi halinde, sözü edilen boşluğun, karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi uygulanmak suretiyle doldurulması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında hükmün temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı değerlendirildiğinde;
466 sayılı Yasaya ilişkin tazminat isteminin yerel mahkemece kabul edilen kısmı olan 183,47 Lira maddi ve 900 Lira manevi tazminatın, karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddesi uyarınca belirlenen 1400 Liralık miktarın altında kalması ve hükmün yalnızca davalı vekili tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle, hükmün kesin ve temyiz edilemez nitelikte olduğu açıktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 14.02.2006 gün ve 29-22 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmüne yönelik davalı vekilinin temyiz isteminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427 ve 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Davalı vekilinin temyiz isteminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427 ve 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.04.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.