Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/1-451 Esas 2012/115 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/1-451
Karar No: 2012/115

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/1-451 Esas 2012/115 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/1-451 E.  ,  2012/115 K.

    "İçtihat Metni"

    Tebliğname: 2011/214902
    Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : İZMİR 3. Ağır Ceza
    Günü : 14.03.2011
    Sayısı : 420-43

    Sanık E... M... hakkında silahla kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında, İzmir 17. Asliye Ceza Mahkemesince 06.03.2009 gün ve 228-173 sayı ile sanığın eyleminin öldürme suçuna teşebbüsü oluşturacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine yapılan yargılama sonucunda, sanığın kasten öldürme suçuna teşebbüsten 5237 sayılı TCY’nın 81/1, 35/2 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.09.2009 gün ve 121-317 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 23.08.2010 gün ve 2812-5754 sayı ile;
    “Duruşmalı inceleme sırasında sanık müdafiinin 14.07.1993 tarihli ‘Anksiyete Reaksiyonu’ tanısı içeren Askeri Hastanede düzenlenmiş rapor fotokopisi ibraz ederek 5237 sayılı TCK’nun 32. maddesinin şartlarının bulunduğunu belirtmesi karşısında, şüpheye yer vermemek amacıyla sanığın Adli Tıp Kurumuna sevk edilerek Gözlem İhtisas Dairesinde müşahade altına aldırılması, suçu işlediği sırada 5237 sayılı TCK’nun 32/1-2. maddesi kapsamında, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini önemli derecede azaltacak şekilde bir akıl hastalığının bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor aldırılması, Gözlem İhtisas Dairesinin raporu ile 4. İhtisas Kurulunun raporları arasında çelişki çıkması halinde, sanığın Adli Tıp Genel Kuruluna gönderilerek, muayenesi yapıldıktan sonra Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekmesi nedeniyle eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına oyçokluğuyla karar verilmiş, Yargıtay Üyesi H.... A...ise;
    “Sanık E... M...’nin soruşturma ve kovuşturma aşamalarında müdafi yardımından yararlandığı, ancak gerek bu aşamalarda, gerekse temyiz dilekçesi ve ek dilekçesinde sanığın akıl hastası olduğu yolunda bir savunmada bulunulmadığı gibi herhangi bir rapor ibraz edilmediği, sanığın davranışlarında mahkemece olumsuz bir yön gözlendiğine dair herhangi bir saptamaya tutanaklarda yer verilmediği, temyiz incelemesi için Yargıtay’da yapılan mürafaaya ilişkin tutanakta da sanığın akıl hastası olduğuna yönelik bir savunma bulunmadığı, ancak temyiz aşamasında dosyaya ne şekilde sunulduğu belli olmayan, başka bir deyişle dilekçe ekinde sunulmayan fotokopi belgeye göre sanığın askerlik yaptığı sırada 1995 yılında anksiyete bozukluğu nedeniyle bir ay süreyle hava değişikliği aldığı anlaşılmakta ise de, anksiyete bozukluğunun ceza ehliyetini ortadan kaldıran veya azaltan bir akıl hastalığı olmadığına, sanığın başka bir akıl hastalığı nedeniyle ceza ehliyetinin ortadan kalktığı veya azaldığı da iddia edilmediğine göre, dosyaya sunuluş biçimi belli olmayan, fotokopiye dayalı olarak eksik soruşturma nedeniyle hükmün bozulmasına karşıyım” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
    İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 14.03.2011 gün ve 420-43 sayı ile;
    “Sanık E... M...’nin soruşturma ve kovuşturma aşamalarında müdafii huzurunda beyan ve savunmalarının alındığı, tüm aşamalarda ve sanık müdafileri tarafından ibraz edilen temyiz dilekçesi ve ek dilekçede sanığın akıl hastası olduğu yolunda herhangi bir savunmada bulunulmadığı gibi bu yönde de dosyaya herhangi bir rapor ve belge ibraz edilmediği, yargılamanın başından bu yana mahkemece sanığın gözlemlenen davranışlarında herhangi bir olumsuzluk tespit edilmeyip böyle bir hususta herhangi bir tespit yapılıp tutanaklara geçirilmemiş olduğu keza dosya içerisinde Yargıtay’da yapılan murafaa sırasında tutanağa sanığın akıl hastası olduğuna yönelik bir savunmanın da geçirilmediği, Yargıtay aşamasında herhangi bir dilekçe ekinde dosyaya sunulmayan fotokopi belgeye göre sanığın askerlik yaptığı sırada 1995 yılında anksiyete bozukluğu nedeni ile 1 ay süre ile hava değişikliği aldığının belirtildiği, anksiyetenin literatürde ve tıbbi belgelerde sıkıntı, bunaltı, endişe ve kaygı karşılığı kullanıldığı, bu anlam itibari ile anksiyetenin 5237 sayılı TCK 32. maddesinde belirtilen işlediği fiilin anlam ve sonuçlarının algılamaya ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinde önemli derecede azalmaya neden olacak ruhsal bir hastalık olmadığı ayrıca suça konu dosyaya sunuluş biçimi belli olmayan 14.07.1993 tarihli fotokopi belgeden sonra dosyada mevcut adli sicil kayıtlarında sanık E...M...’nin İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinde, İzmir 10. Asliye Ceza Mahkemesinde, Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde, İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesinde, Selendi Asliye Ceza Mahkemesinde bir çok suçtan yargılanıp hüküm giydiği ve hükümlerin kesinleştiği, hüküm giydiği bu yargılama dosyalarında dahi sanığın akıl hastası olduğuna ve cezai ehliyetinin ortadan kalktığına veya azaldığına dair herhangi bir iddia ya da savunmanın yapılmadığı ve böyle bir savunma olsa mahkemelerin bu yönde araştırma yapmasının gerektiği oysa böyle bir araştırma ve iddianın ileri sürüldüğü yolunda da herhangi bir beyan ve belge olmadığı” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
    Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 26.10.2011 gün ve 214902 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanığın kasten öldürme suçuna teşebbüsten cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Eskişehir Askeri Hastanesinin 14.07.1993 tarihli, “anksiyete reaksiyonu” tanılı raporuna dayalı olarak yerel mahkeme hükmünün sanığın ceza sorumluluğunun araştırılması için bozulmasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    25.08.2008 tarihinde işlediği iddia olunan suç nedeniyle yerel mahkemece sanığın cezalandırılmasına ilişkin hükmün duruşmalı temyiz incelemesi sırasında sanık müdafii tarafından Eskişehir Asker Hastanesince düzenlenen 14.07.1993 gün ve 780 sayılı rapor fotokopisinin sunulduğu, anılan raporda “yaşında sıkıntılı, çevresiyle ilgisiz, mizacı sıkıntılı, sosyobilitesi samimi, mimik ve jestleri neşesiz, yönelim tam, algı tabii, fikir akışı az, dikkat az, bellek tabii, yargı iyi, davranışları huzursuz ve gergindir” bulgularına yer verilerek “anksiyete reaksiyonu” tanısıyla sanığın bir ay hava değişimine gönderilmesine karar verildiği,
    Sanığın adli sicil kaydının incelenmesinde; bozmaya konu raporun düzenlendiği 14.07.1993 tarihinden önce ve sonra kesinleşen birçok mahkûmiyetlerin bulunduğu, rapor tarihinden sonra sanığın işlediği kasten yaralama, parada sahtecilik, 6136 sayılı Yasaya aykırılık ve kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçlarından cezalandırılmasına karar verildiği,
    26.04.2007 tarihinde işlediği kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesince 01.04.2008 gün ve 1086-438 sayı ile 5237 sayılı TCY’nın 228/1. maddesi uyarınca 700 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, cezanın 35 gün hapis olarak 19.06.2009 tarihinde infaz edildiği,
    28.01.2000 tarihinde işlemiş olduğu kasten yaralama suçundan İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesince 333-1875 sayı ile 765 sayılı TCY’nın 456/2, 59/1 ve 81/1. maddeleri uyarınca, 1 yıl 8 ay 1 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün 10.11.2003 tarihinde kesinleştiği,
    Sanığa ait mahkumiyet kararlarında, akıl hastalığı halinde yapılacak uygulamayı gösteren 765 sayılı TCY’nın 46 ve 47 ile 5237 sayılı TCY’nın 32. maddelerinin uygulamasına yer verilmediği,
    Yargılama sürecinde, sanık ve müdafileri tarafından, sanığın ceza sorumluluğunu etkileyecek akıl hastalığı olduğu yönünde herhangi bir savunma ileri sürülmediği gibi, sanığın ceza sorumluluğunun araştırılmasını gerektirecek bir gözlemin de duruşma tutanaklarına yansımadığı,
    Anlaşılmaktadır.
    Ruh sağlığı bilimine göre, kişide kaygı, korku, gerilim ve sıkıntı halini ifade eden anksiyete, kişinin dış ortama uyumu sırasında geliştirdiği koruyucu bir tepki olarak kabul edilmiş, Türkçede de “kaygı, bunaltı, iç sıkıntısı, stres" gibi sözcüklerle tanımlanmaya çalışılmıştır. Anksiyete, her insan tarafından bazı durumlarda yaşanabilecek bir duygu olup, esasen; denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksatmadığı sürece insanın gerek bireysel gerekse toplumsal adaptasyonu için belli ölçüde anksiyetenin de gerekli olduğu konunun uzmanları tarafından kabul edilmektedir.
    Kusur yeteneği, 5237 sayılı TCY"nın 31/2 ve 32/1. maddelerinde dolaylı bir biçimde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca; fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını buna göre yönlendirme yeteneğinin bulunması halinde kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin görünümü vardır. Bunlardan ilki; kişinin işlediği fiilin hukuki anlamını ve sonuçlarını anlayabilme yeteneği, diğeri ise; fiilin hukuki anlam ve sonucunu kavrayan kişinin davranışlarını bu algılaması doğrultusunda ve hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. Algılama ve irade yeteneği de denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi durumunda ise kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
    Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı; kusur yeteneğini etkilemesi nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebeplerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda “kınanamaz”, yani sorumlu tutulup cezalandırılamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasanın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasanın 223/3-a maddesi uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığı” hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
    Bu bilgiler ışığında somut olay incelendiğinde;
    25.08.2008 tarihinde işlenen inceleme konusu suç nedeniyle verilen mahkumiyet hükmünün duruşmalı temyiz incelemesi sırasında, sanık müdafii tarafından sunulan Eskişehir Askeri Hastanesinin 14.07.1993 günlü “anksiyete reaksiyonu” tanılı ve sanığın bir ay hava değişimine gönderilmesine ilişkin rapora dayanılarak sanığın ceza sorumluluğunun araştırılması gerektiği ileri sürülebilir ise de; raporun düzenlendiği tarih ve içeriği itibariyle herhangi bir akıl hastalığına işaret etmemesi, sivil hayattan, disiplin kurallarının etkin olarak uygulandığı askeri hayata geçişin ilk döneminde sanıkta ortaya çıkan sıkıntı ve gerilim halinin bir sonucu olarak verildiğinin anlaşılması karşısında, anılan raporun gerek verildiği tarihte, gerekse inceleme konusu suç tarihinde sanığın ceza sorumluluğunun araştırılmasını gerektirecek nitelikte rapor olmadığı anlaşılmaktadır.
    Bununla birlikte sanığın rapor tarihinden sonra işlemiş olduğu kasten yaralama, parada sahtecilik, 6136 sayılı Yasaya aykırılık ve kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçlarından dolayı verilen mahkumiyet kararlarında 765 sayılı TCY’nın 46 ve 47, 5237 sayılı TCY’nın 32. maddelerinin uygulanmamış olması karşısında, bu rapora dayalı olarak sanığın ceza sorumluluğunun araştırılmasına gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isabetsizdir.
    Öte yandan; akıl hastası olduğu belirlenenler fail hakkında verilmesi gereken hükümler açısından 765 sayılı Yasanın 46/1. maddesi ile 5237 sayılı Yasanın 32/1. maddesi arasında fark bulunmamaktadır. Buna karşılık, akıl hastalarına uygulanacak tedbirler açısından 765 sayılı Yasanın 46. maddesi ile 5237 sayılı Yasanın 57. maddesi arasında önemli farklar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte; 765 sayılı Yasanın 46/3. maddesinde yer alan “Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnad olunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz” şeklindeki düzenlemenin bir benzerine 5237 sayılı Yasanın 57/2. maddesinde; “Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve aralıkları belirtilir” biçiminde yer verilmiş olması; akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak uygulamanın sınırlarını belirleme açısından, işlenen fiilin bir suçu oluşturup oluşturmadığını, eğer oluşturuyor ise suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle; sanığın hukuki durumu, suçun sübutu ve vasfı Özel Dairece belirlenmeli, yapılan inceleme sonucu eyleminin sabit olduğu belirlenen sanığın ceza sorumluluğunu etkileyebilecek hususların araştırılması gerektiği düşüncesine ulaşıldığında bu yöne ilişkin bozma yapılmalıdır.
    Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün isabetli olduğuna, hükmün incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Genel Kurul üyesi; “Özel Daire bozma kararının isabetli olduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle;
    1- İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.03.2011 gün ve 420-43 sayılı kararındaki direnme nedeninin İSABETLİ OLDUĞUNA,
    2- Dosyanın, esasa ilişkin temyiz incelemesinin yapılması için Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 06.03.2012 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 20.03.2012 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

    Hemen Ara