Esas No: 2011/4–319
Karar No: 2012/93
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4–319 Esas 2012/93 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname: 2007/94168
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi : İSTANBUL 7. Asliye Ceza
Günü : 21.12.2006
Sayısı : 33–1082
Görevi yaptırmamak için direnme suçundan sanık F... Z... G...’in 765 sayılı TCY’nın 258/1 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 1.980 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanık İ... G...’in ise beraatına ilişkin, İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.12.2006 gün ve 33–1082 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 29.06.2011 gün ve 9976–9225 sayı ile;
“Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza süresi, türü ve suç tarihine göre, hüküm fıkrasında CYY’nın 34/2 ve 232/6. maddesine aykırı biçimde temyiz süresinin başlangıcının duraksamaya yol açacak şekilde gösterilmesi karşısında, katılan vekilinin temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
1- Sanık İnci Gökyiğit hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;
Son kesme nedeni olan 07.10.2005 tarihli sorgu tarihine göre temyiz süresi içinde beş yıllık olağan zamanaşımının gerçekleştiği anlaşıldığından katılan vekilinin temyiz nedenleri yerinde bulunmakla sanık yararına olduğu anlaşılan 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 5271 sayılı CYY’nın 223. maddeleri uyarınca, tebliğnameye aykırı olarak kamu davasının düşürülmesine,
2- Sanık F... Z... G... hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve TCY’nın 7/2. madde ve fıkrası uyarınca sanık yararına olan 5728 sayılı Yasanın 562. maddesinin 1. fıkrası ile CYY’nın 231/5. maddesinde öngörülen hükmün açıklanmasının geri bırakılması sınırının iki yıla çıkarılması ve 562. maddesinin 2. fıkrası ile de CYY’nın 231/14. madde ve fıkrasındaki suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikâyete bağlı olması koşulunun kaldırılması karşısında, sanığın kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin bulunmaması da dikkate alınarak mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının tartışılması zorunluluğu” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.09.2011 gün ve 94168 sayı ile;
“Mahkemece verilen hükümde, ‘yedi gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere talebe uygun verilen karar Cumhuriyet savcısının huzurunda sanıkların yokluğunda sanıklar müdafii ile katılan vekilinin yüzüne karşı açıkça okunup anlatıldı’ denilmek suretiyle huzurda bulunan katılan vekiline yedi gün içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olduğu bildirilerek yasal temyiz süresi gösterilmiştir.
Hükümde temyiz süresinin tefhimden başlayacağı belirtilmemiş olup, temyiz süresi konusunda yanılgıya yol açıp açmayacağı hususunda değerlendirme yapılması gerekecektir. Yargının süjesi olan avukatlar açısından durum farklıdır. Avukatlar yasal olarak kişilerin mahkeme ve diğer yargı organlarındaki haklarını savunmak, dava açmak, adli işleri takip etmek ve bunlara ilişkin evrakları düzenlemek hususunda tek yetkili olup, bir hükümde yasa yolu, süresi, mercii ve başvuru şeklini görevleri gereği bilmek ve ona uygun davranmak görev ve yetkisindedir. Dolayısıyla baroya kayıtlı avukat olduğu anlaşılan katılan vekilinin yüzüne okunan mahkeme kararında temyiz süresinin tefhimden itibaren başlayacağının bildirilmesine gerek bulunmadığından yasal inceleme süresinden sonra yapıldığı anlaşılan temyiz inceleme isteğinin reddinin gerektiği anlaşılmaktadır.
Kabule göre; Özel Daire hükmü doğru kabul edilecek olursa, hüküm yüzüne karşı verilen ve hükmü temyiz etmeyen sanıklar müdafiine de temyiz süresinin başlangıcına ilişkin başvuru süresinin ne zaman işlemeye başlayacağı hususunu tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklayan yeni bir davetiye ile tebliğ yapılması gerektirecektir ki bu hususun da gözetilmediği anlaşılmaktadır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme hükmündeki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak katılan vekilinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
21.12.2006 tarihli hükmün sanıklar müdafii ile katılan vekilinin hazır bulunduğu oturumda verildiği ve yasa yolu bildiriminin; “yedi gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere talebe uygun olarak verilen karar Cumhuriyet savcısının huzurunda, sanıkların yokluğunda, sanıklar müdafii ile katılan vekilinin yüzüne karşı açıkça okunup anlatıldı” şeklinde olduğu, temyiz süresinin son günü olan 28.12.2006 tarihinin temyiz süresini uzatacak şekilde herhangi bir resmi tatile rastlamadığı, buna karşın hükmün katılan vekilince 29.12.2006 günü temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın, 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde de hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru yöntemi ve süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiş olup, bu düzenlemelere aykırılık, anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç süjelerin başvuru haklarını etkin biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturabilecek husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğidir. Hükme karşı başvurulacak yasa yolu bildirimindeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
Bu yasal düzenlemelere göre hüküm ve kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolunun, yasa yoluna başvurma hak ve yetkisi bulunanlara usulüne uygun olarak bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde, açıklamalı davetiye ile bu hususun ilgililere tebliğinden sonra süre işlemeye başlayacak, bu suretle de olası hak kayıpları engellenecektir.
Anılan Yasanın 264. maddesinde ise, kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolu veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu durumda başvurunun yapıldığı mercice, başvurunun derhâl görevli ve yetkili olan mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde bulunmak koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya bir istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı durumunda Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilecek ve dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş bulunması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuksal çözüme ulaşılabilmesi açısından, ceza yargılamasında katılanı temsil eden vekilin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 2/1–d maddesinde vekil; katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu olan kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra, Yasanın 2. maddesinde “Avukatlığın Amacı” “hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder” şeklinde ifade edilmiştir.
Anılan Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde de; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle, avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma ve adli işlemlerini takip etme görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Katılan vekilinin hazır bulunduğu oturumda verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde, başvuru şekli ile temyiz süresinin başlangıcı hususunda bir açıklığın olmadığı, katılan vekilinin, yüzüne karşı tefhim edilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği, ancak temyiz dilekçesinde, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşadığına ilişkin herhangi bir ifade yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin herhangi bir bilginin de bulunmadığı görülmektedir.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın 310. maddesi uyarınca, 21.12.2006 tarihinde yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, katılan vekili bir haftalık süreden sonra 29.12.2006 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar yerel mahkeme hükmünde başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının ve başvuru şeklinin belirtilmemiş bulunması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilir ise de, bildirimdeki bu eksiklikler katılan vekili açısından bir yanılgı oluşturmayacağından yasa yolu süresinin işlemeye başlamasını engellemez. Çünkü belirtilen sürede yanlış mercie yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde yanılma 5271 sayılı Yasanın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 27.12.2011 gün ve 377–301 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere; mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, katılanı ceza muhakemesinde temsil eden ve bu bağlamda yasa yollarına başvurma açısından yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip bulunan vekilin, temyiz süresinin kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını ve temyiz başvurusunun hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklikler vekil açısından yanılgı ve bu kapsamda hakkın kullanılması yönünden bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki katılan vekili süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddia da ileri sürmemiştir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Dairenin zamanaşımı nedeniyle düşme ve bozma kararlarının kaldırılmasına, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 317. maddesi uyarınca katılan vekilinin yasal süreden sonra olan temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi A. Kınacı;
“A) Tartışmanın Konusu:
Tartışmanın konusunu yerel mahkeme tarafından katılan vekilinin yüzüne karşı verilen hükümde yer alan ‘yedi gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere’ şeklindeki yasa yolu bildiriminin geçerli bir tefhim sayılıp sayılamayacağı ve buna bağlı olarak katılan vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı oluşturmaktadır.
B) Konuya İlişkin Anayasa ve Yasa Hükümleri:
1- Anayasanın ‘temel hak ve hürriyetlerin korunması’ başlıklı 40. maddesinin 2. fıkrasında ‘Devlet, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır’ hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükmün gerekçesinde ‘bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir’ denmiştir.
2- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK’nın);
a) 34. maddesinin 2. fıkrasında ‘Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir’
b) 231. maddesinin 2. fıkrasında; ‘Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir’
c) 236. maddesinin 6. fıkrasında ‘Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir’
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
3- CMK’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği; 2. fıkrasında ise yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
C) Konunun İrdelenmesi:
Sözü edilen anayasa ve yasa hükümlerine göre; gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda başvurulacak kanun yolunun, kanun yoluna başvuru süresinin, başvurunun yapılacağı merciin ve başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Anayasa bu durumu temel hak ve hürriyetlerin korunmasının gereği olarak kabul etmiştir.
Yasa yoluna ilişkin bildirimin eksik yapılması ile hiç yapılmaması aynı sonucu doğurur. Geçersiz olan tefhim veya tebligat, temyiz süresinin başlangıcına esas alınamaz.
Yasa yoluna ilişkin bildirimin eksik olmasına rağmen, sanık müdafii veya katılan vekili olan avukatın durumu bilmesi gerektiğini savunmanın bir dayanağı yoktur. Sanık veya katılan hukuk fakültesi mezunu veya son sınıf öğrencisi ise, yasa yolu ile ilgili her şeyi bilmesi gerektiği ileri sürülecek midir? Oysa yasa bu konuda hiçbir ayırım yapmamıştır. Yasa normları soyut olup kişilerin sıfatlarına göre farklı olarak uygulanamaz. Anayasa ve CMK’nın konuya ilişkin hükümleri, temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını sağlamak amacıyla devletin fertleri aydınlatma yükümlülüğünün bir gereği olarak kabul edilmiştir.
İlginin eski hale getirme isteğinde bulunması, tefhimin veya tebligatın geçerli olması durumlarında aranır. Tebligat yapılmamış ya da tefhim veya tebligat geçerli değil ise, eski hale getirme talebinde bulunmasına gerek olmadan, ilgilinin konuyu öğrendiği tarihten itibaren yasa yoluna başvurması mümkündür.
İncelemeye konu olan hükümde, sadece yasa yolu ile süresi belirtilmiş; başvurunun yapılacağı merci ile ve başvuru şekli gösterilmemiştir. Bu nedenle, geçerli bir tefhimden söz edilemez ve bu tefhim yasa yolu süresinin başlangıcına esas olamaz. Katılan vekilinin öğrenme üzerine yaptığı temyiz başvurusu bu nedenle süresindedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2011/148 esas ve 2011/155 karar, 2008/214 esas ve 2009/98 karar, 2008/7 esas ve 2009/29 karar, 2007/162 esas ve 2007/177 karar sayılı karaları da bu doğrultudadır.
D) Sonuç:
Açıkladığım nedenlerle; katılan vekilinin temyizinin süresinde ve Özel Daire kararının doğru olduğu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği kanısını taşıdığımdan çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum” şeklindeki görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi de; “itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 29.06.2011 gün ve 9976–9225 sayılı zamanaşımı nedeniyle düşme ve bozma kararlarının KALDIRILMASINA,
3- 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 317. maddesi uyarınca katılan vekilinin yasal süreden sonra olan temyiz isteminin REDDİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.03.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.