Esas No: 2011/4-418
Karar No: 2012/56
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4-418 Esas 2012/56 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname: 2007/230061
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ÇEŞME Asliye Ceza
Günü : 11.05.2007
Sayısı : 52–346
Sanık N. H. S.hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, imara aykırı yapılan bölümlerin kovuşturma aşamasında yıkılarak eski hale getirilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCY’nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine, katılan kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden 120 Lira dilekçe yazım ücretinin sanıktan alınarak katılana verilmesine, yargılama giderlerinin ise hazine üzerinde bırakılmasına ilişkin, Çeşme Asliye Ceza Mahkemesince verilen 11.05.2007 gün ve 52–346 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 21.06.2011 gün ve 11976–738 sayı ile;
“CMK’nın 325/1. maddesine göre, sanık ceza ve güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi halinde yargılama giderlerini öder. Beraat eden veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen sanığa ise yargılama giderleri yükletilemez. Kural böyle olmakla birlikte, CMK’nın 327/1. maddesi uyarınca, beraat eden veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen sanık, kendi kusuruyla yargılama giderlerine yol açmış ise, bu giderlerin ona yükletilmesi gerekir. Anılan maddenin gerekçesine göre hakkında kamu davası açılan sanık, savsama veya kusuru veya bilirkişi veya tanıkların dinleneceği ya da yüzleştirileceği oturuma katılmaması nedeniyle, işlemlerin yenilenmesine yol açmış veya kendisini suçlaması gibi nedenlerden dolayı hakkında dava açılmasına sebebiyet vermiş ise, yapılan giderlerden sorumlu tutulur.
Söz konusu maddenin gerekçesinde belirtilen ‘davanın açılmasına sebebiyet verme’ halleri sınırlı biçimde belirtilmiş değildir. ‘Gibi’ sözcüğüne yer verilmekle, sanığın ‘kendisini suçlaması’ dışında başka davranışlarıyla da davanın açılmasına sebebiyet verebileceği kabul edilmiş olmaktadır.
Belediye başkanlarının ruhsatsız yapıları ruhsata uygun hale getirme ya da yıktırma yoluna gitmemeleri halinde ceza sorumlulukları vardır. Davaya katılma ve görevlendirdikleri avukatın da davayı takip zorunluluğu bulunmaktadır. Olayımızda belediye başkanlığı davaya katılmış, vekili ise davayı takip ederek, çaba, emek ve mesai sarf etmek suretiyle üzerine düşen görevi ifa etmiştir. Bunun karşılığı olarak da belediye, avukatına vekâlet ücreti ödemektedir. Bu ödemenin sanıktan tahsili gerekir. Davanın düşürülmüş olması, durumu değiştirmemektedir.
Şöyle ki; yerel mahkeme, sanığın ikrar ve savunmasıyla bağlı değildir. Gerçeği araştırması ve savunmaya karşın suçun oluşmadığı sonucuna ulaşması halinde beraat kararı vermelidir. Bu takdirde elbette sanığa yargılama gideri yükletilemez. Ancak yerel mahkeme imar kirliliği eyleminin kanıtlandığını ve suçun işlendiğini kabul etmiş, fakat sanığın pişman olup kirliliği ortadan kaldırması nedeniyle davanın düşürülmesine karar vermiştir. Artık burada sanığın, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma veya zamanaşımı nedeniyle düşmelerde söz konusu olan masumiyet karinesinden faydalanması olanaksızdır. Sanığın suçu sabittir ve karar da mahkûmiyet kararı niteliğindedir.
Bu nedenle mahkûmiyette olduğu gibi, kendisine yargılama giderleri yükletilmelidir. En azından sanık, hakkında dava açılmadan önce binayı yıktırmamakla, davanın açılmasına, katılanın vekil atayıp ona ücret ödemesine ve vekilin de emek sarf etmesine yol açması nedeniyle kusurludur. Kusuru öngören CMK’nın 327/1. maddesinde düşme kararlarını kapsamadığı ileri sürülmekte ise de, etkin pişmanlık hallerinde CMK’nın 223/4-a maddesinde kural olarak ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi öngörülmüşken, ayrık olarak TCK’nın 184/5. maddesinde, davanın düşmesinden söz edilmiş ise de, özünde sanık cezadan bağışık tutulmuş bulunmaktadır. Kaldı ki ceza muhakemesi hukukunda kıyas geçerlidir ve genişletici yorum da mümkündür. Beraat halinde dahi, sanığa kusurlu hareketlerinden doğan yargılama giderleri ödetiliyorsa, hakkında etkin pişmanlığı nedeniyle düşme kararı verilen sanığa ödetilmesinden doğal bir şey olamaz.
Vekâlet ücretinin yargılama gideri olduğu kadar, aynı zamanda kişisel bir hak olduğunu, kamu hizmeti yapan avukatın geçimini bu yolla temin ettiğini unutmamak gerekir. Sorun cezai değil hukukidir. Bu nedenle kıyas ve yorum yasağı söz konusu olamaz. HUMK’nın 94/2. maddesine paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Davadan feragat veya davayı kabul eden taraf, dava açılmasına sebebiyet vermesi nedeniyle, mahkûm olmuş gibi yargılama giderlerini ödemektedir. Örneğin; davalı SSK, dava devam ederken davacıya maaş bağlamış ya da kiracı kira bedelini ödemiş olması nedenleriyle davalar konusuz kalmış olsa bile, davalının davacıya yargılama giderlerini ödemesi öngörülmektedir. Hukuk dairelerinde bu hususlarda bir duraksama yoktur. Kaldı ki TCY’nın 74/2–3. madde ve fıkrasında da kamu davasının veya cezanın düşmesinin, şahsi hakları, uğranılan zararları tazminini ve yargılama giderlerini etkilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Katılanın uğradığı zararlar giderilmediği ve vekilinin sarf ettiği emek ve mesaisinin karşılığı verilmediği takdirde, onlardan bir deprem bölgesi olan ülkemizdeki kaçak yapılarla mücadele etmelerini nasıl bekleyebiliriz. Vekâlet ücreti verilmemesi hakkaniyet ve adalet ilkesine uygun değildir.
Bu durumda katılan yararına maktu vekâlet ücreti tayini yerine dilekçe yazım ücretine karar verilmesi” isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 31.10.2011 gün ve 230061 sayı ile;
“Yerel mahkeme dosyası incelendiğinde, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 184. maddesi uyarınca imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası açıldığı, sanığın dava açıldıktan sonraki bir tarihte davaya konu edilen ruhsata aykırılığı yıkım yoluyla giderdiği ve yerel mahkemece TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan ‘kişi, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı ya da yaptırdığı binayı imar planına veya ruhsatına uygun hale getirmesi halinde açılmış olan kamu davası düşer’ düzenlemesi uyarınca, açılmış olan kamu davasının düşürülmesine, katılan yararına dilekçe yazım ücretine hükmedilmesine, yapılan yargılama giderinin hazine üzerinde bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Kararın temyiz incelemesi sırasında tartışılmasına ve oyçokluğu ile karar verilmesine neden olan sorun, TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan düzenlemenin niteliği, düşme kararı verilmesi halinde sanığın yargılama giderinden sorumlu tutulup tutulamayacağı, vekâlet ücretinin yargılama giderinden sayılıp sayılamayacağı ve CMK’nın 327. maddesi ile 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 312. (mülga HUMK’nın 94.) maddesi hükmünün olaya kıyas yoluyla uygulanıp uygulanamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
CMK’nın ‘duruşmanın sona ermesi ve hüküm’ başlıklı 223. maddesinin 4. fıkrasında, ‘işlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen, etkin pişmanlık dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği,’ 8. fıkrada ise Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı halinde, davanın düşmesine karar verileceği düzenlenmesine yer verilmiştir. Bu bağlamda TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan düzenlemenin bir etkin pişmanlık niteliği taşıdığı ileri sürülebilir ise de, kanun koyucunun anılan durumda verilecek kararı ‘ceza verilmesine yer olmadığı kararı’ yerine ‘düşme kararı’ olarak tercih etmekle ruhsata aykırılığın giderilmesini, tipik bir etkin pişmanlık durumu olarak nitelendirmediği, daha ziyade bir soruşturma ve kovuşturma şartı olarak düzenlediği anlaşılmaktadır.
CMK’nın 324. maddesinde ise yargılama giderlerinin kapsamı belirlenmiştir. Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama gideridir. Bu hükme göre vekâlet ücretinin de yargılama gideri kapsamında bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu durum onun şahsi hak niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır.
Durumun bu şekilde tespit edilmesi karşısında, mahkemece sanık hakkında açılan kamu davası sonunda düşme kararı verilmesi halinde, yargılama giderinin ne şekilde tahsil edileceğine ilişkin olarak CMK’nın 324 ve devamı maddeleri ile TCK’nın 74. maddesinin irdelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanununun anılan hükümlerinde, düşme kararı verilmesi halinde yargılama giderinin sanıktan tahsil edilip edilmeyeceği yönünde açık bir hüküm bulunmadığı, ancak sanığın yükümlülüğü başlıklı 325. maddesinde, cezaya veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi halinde, bütün yargılama giderlerinin sanığa yükletileceği, 327. maddesinde ise hakkında beraat ya da ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişinin sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edileceği şeklinde düzenleme yapıldığı görülmektedir.
Türk Ceza Kanununun ‘dava veya cezanın düşmesinin etkisi’ başlıklı 74. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise şöyle bir düzenleme yer almaktadır: ‘Kamu davasının düşmesi, malların geri alınması ve uğranılan zararın tazmin edilmesi için açılan şahsi hak davasını etkilemez. Cezanın düşmesi şahsi haklar, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin hükümleri etkilemez. Ancak genel af halinde yargılama giderleri de istenemez’
Hükümde yer alan düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı gibi, kamu davasının düşmesi halinde, bu durumdan sadece malların geri alınması hali ile davaya konu olay nedeniyle uğranılan bir zarar varsa bunun tazmini için açılan hukuk davası etkilenmeyecek, yani davaya devam edilebilecek, ancak mahkûmiyet kararı verildikten sonraki bir tarihte cezanın düşmesine karar verilmiş ise bu takdirde düşme kararı verilmiş olması şahsi hakkın istenmesine ve yargılama giderinin tahsiline engel bir durum oluşturmayacaktır. Başka bir deyişle yargılama gideri ve şahsi hak ancak cezanın düşmesine karar verilmesi halinde istenebilecektir. O halde, anılan hükümlerin mevhumu muhalifinden kanun koyucunun kamu davasının düşmesine karar verilmesi halinde sadece açılan hukuk davası ve malların geri istenmesi ile sınırlı düzenleme yaptığını, şahsi hak ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline karar verileceği yönünde somut bir düzenleme yapmayarak bu yöndeki iradesini ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Düzenlemenin Türk Ceza Kanunu hükümleri arasında yer alması bu hükmün aynı zamanda bir usul hükmü olması niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Başka bir deyişle kanunda bu konuda bir boşluk olduğu ve kıyas yoluyla bu boşluğun doldurulmasının gerektiğinden söz edilmeyecektir.
Somut olayla ilgili olarak yasal bir boşluk olduğu kabul edilirse, CMK’nın 327. maddesi ile HMK’nın 312/2. (HUMK’nın 94/2) maddesinin kıyas yolu ile uygulanabilirliğinin ve sonuçlarının da ayrıca tartışılması gerekmektedir.
Ceza muhakemesi hukukunda kıyas kural olarak serbesttir. Ancak sınırlayıcı bir düzenleme yapan hükümlerle istisnai düzenleme yapan hükümler kıyas yolu ile genişletilemez. Yargılama giderlerinin ne olduğunu, kime, hangi hallerde ve ne şekilde yükletileceğine ilişkin CMK’nın 324 ve devamı maddeleri istisnai hükümler olup, kıyas yolu ile genişletilmesi mümkün değildir. CMK’nın 327. maddesi başlığında hükmü, beraat ve ceza verilmesine yer olmadığına dair verilen kararlar yönünden istisnai olarak saymış ve sınırlamıştır. 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesinin uygulanması halinde verilmesini öngördüğü karar düşme kararı olduğuna göre, düşme kararı verilmesi halinde CMK’nın 327. maddesinin kıyas yolu ile uygulama olanağı da bulunmamaktadır.
Kaldı ki, hükmün gerekçesine bakıldığında, sanığın kusurluluk durumunun da kamu davası açıldıktan sonraki bir dönemde gerçekleşmesi haline özgü olmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Gerekçede; ‘hakkında kamu davası açılmış olan kişi, savsama ve kusuruyla bilirkişi ve tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur’ denilmektedir. O halde suça konu ruhsatsız binayı dava açılmazdan önce ruhsata uygun hale getirmemenin bu madde kapsamında sanığa bir kusur olarak izafe edilmesi de kanunun ruhuna aykırı olacaktır. Aksi durumun düşünülmesi ve yapılan düzenlemenin HUMK’nın 94. maddesine paralel bir düzenleme getirildiğinin savunulması da mümkün görülmemektedir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre, yargılama giderleri kural olarak davada haksız çıkan (aleyhine hüküm verilen) tarafa yükletilir. HUMK’nın 94. maddesinde ise davanın feragat veya kabul ile sonuçlanması hallerinde durum özel olarak düzenlenmiştir. Maddenin birinci fırkasında davadan feragat eden veya davayı kabul eden tarafın mahkûm olmuş gibi yargılama giderini ödemekle yükümlü olduğu hususunda genel bir düzenleme yapıldıktan sonra, ikinci fırkasında hakkaniyet kuralları gözetilerek bu genel kuralın istisnası getirilmiş ve hal ve durumu ile aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermemiş ve ilk oturumda davayı kabul etmiş olan davalının yargılama giderine mahkûm edilmeyeceği kabul edilmiştir. Anılan düzenlemede davasından feragat eden davacının aslında dava açmakta haksız olduğu karinesinden hareket edilmiş, davayı kabul eden davalının ise aslında haksız çıktığı anlaşılsa bile dava açılmasaydı edimini yerine getireceği karinesinden hareketle eğer dava açılmasına kendi hal ve hareketleri ile sebebiyet vermemiş ve hiçbir işlem yapılmadan ilk oturumda davayı kabul etmiş ise yargılama giderlerinden sorumlu olmaması gerektiği düşünülmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemeden aksi bir çıkarım yapılarak kendi kusuru ile dava açılmasına sebebiyet veren sanık hakkında yasada öngörülen koşul gerçekleştiğinde verilen düşme kararı nedeniyle yargılama gideri ve vekâlet ücretinden sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek de mümkün görünmemektedir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen bozma kararı ile ilgili irdelenmesi gereken başka bir husus da, vekâlet ücretinin şahsi hak niteliği baki kalmak üzere yargılama gideri olmasına karşın yerel mahkemece verilen kararda yargılama giderinin hazine üzerinde bırakılması kısmıyla ilgili olarak bir bozma yapılmamasıdır. Zira eğer sanığın CMK’nın 327. maddesine göre yargılama giderlerinden sorumluluğu kabul ediliyor ise, yargılama giderleri, Devlet Hazinesi tarafından yapılanlar ile davaya katılan tarafın vekil tutması nedeniyle yaptığı gider olarak ayrılmadan tüm giderlerin sanıktan tahsil edilmesine karar verilmesi gerekir. Aksi bir durum CMK’nın 324. maddesine aykırı olacaktır.
Ayrıca hüküm, sadece vekâlet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliğinden bozulduğuna ve bu husus yeniden yargılamayı gerekli kılmadığına göre, CMUK’nın 322. maddesi uyarınca Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından düzeltilerek onanmasına karar verilebilecekken bozma kararı verilmiştir.
Anılan değerlendirmelerin ışığında Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 21.06.2011 tarih ve 11976–8738 sayılı ilamında yerel mahkemece 5237 sayılı TCK’nın 184/5. maddesi uyarınca verilen düşme kararı nedeniyle katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğine ilişen bozma kararında isabet yoktur” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, “katılan lehine dilekçe yazım ücretine karar verilmesine” ilişkin bölümünün çıkartılması suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının, 5237 sayılı TCY’nın 184/5. maddesi uyarınca imara aykırı bölümlerin yıkılarak eski hale getirilmesi nedeniyle düşmesine karar verilmesi halinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olup olmayacağı ve buna bağlı olarak hükmün Özel Dairece, “katılan yararına maktu vekâlet ücreti yerine dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi” isabetsizliği yönünden bozulmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
03.04.2006 tarihli yapı tatil tutanağından; sanığın, İzmir İli, ...İlçesi, .. Mahallesi, 1493 parsel sayılı yerde bulunan yazlık evinin balkonunu ruhsat ve projesine aykırı bir şekilde odasına dâhil ettiğinin belirlendiği,
Çeşme Belediyesi encümeni tarafından 25.07.2006 gün ve 376 sayı ile imar ve projesine aykırı yapılan bölümün yıkılmasına karar verildiği ve kararın sanığa tebliğ edildiği,
Çeşme Belediye Başkanlığı vekili tarafından 01.09.2006 tarihinde sanık hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulduğu,
Sanığın 29.12.2006 günü, kolluk görevlilerince alınan ifadesinde; evinin tuvaletinin küçük geldiğini, bu nedenle tadilat yaptığını, suç olduğunu bilmediğini beyan ettiği,
Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığınca 06.02.2007 gün ve 46–26 sayılı iddianame ile sanık hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan 5237 sayılı TCY’nın 184/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davasının açıldığı,
Şikâyetçi Çeşme Belediye Başkanlığı vekilinin ilk oturumda davaya katılma isteminde bulunduğu ve mahkemece de bu talebinin kabulü ile suçtan zarar görmesi ihtimali üzerine katılan olarak davaya kabulüne karar verildiği,
Sanığın 20.04.2007 günlü oturumda; balkonu kapatmak suretiyle odaya dâhil ettiğini, ancak tutanak düzenlendikten sonra bu aykırılığı giderdiğini beyan ederek projeye aykırılığı giderdiğine ilişkin bir fotoğraf ibraz ettiği,
Kovuşturma aşamasında katılan vekilince 09.05.2007 tarihli yazı ile ruhsata aykırı bir şekilde yapılan bölümün sanık tarafından yıkıldığının belirtildiği ve bu konuya ilişkin olarak düzenlenen tutanağın da dilekçeye eklendiği,
Belediye Başkanlığı görevlilerince düzenlenen 03.05.2007 tarihli tutanak ile ruhsata aykırı olarak yapılan bölümün sanık tarafından yıkılarak eski hale getirildiğinin belirlendiği,
Katılan vekilinin son oturumda; davanın açılmasına sebebiyet veren sanıktan, yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin alınmasını talep ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Düşme kararlarının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca hüküm niteliğinde ve 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesi uyarınca da temyiz yasa yoluna tabi bulunduğunda, 26.05.1935 gün ve 111–7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca hükmün tamamlayıcı bir parçası niteliğinde bulunan yargılama giderlerinin temyiz denetimine açık olduğunda, ayrıca yargılama gideri ve vekâlet ücreti yönünden düşme hükmünün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesinde hukuki yararı bulunduğunda bir uyuşmazlık ve duraksama olmayan somut olayımızda, Özel Dairece hükmün esası incelenip, düşme kararında bir isabetsizlik görülmeyerek, vekâlet ücreti yönünden bozulmasına karar verildiği görülmektedir.
Yargılama giderleri, 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 324 ila 330. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, anılan Yasanın 324. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” şeklindeki düzenleme ile yargılama giderlerinin kapsamı; Yasanın, “Sanığın Yükümlülüğü” başlıklı 325. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir” şeklindeki düzenleme ile de kural olarak, ancak ceza veya güvenlik tedbirine hükmolunması halinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olacağı belirlenmiştir.
Anılan Yasanın “beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde gider” başlıklı 327. maddesinin birinci fıkrası ise; “hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişi, sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edilir” şeklinde düzenlenmiş olup, fıkranın açık hükmünden de anlaşılacağı üzere, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi durumunda sanık ancak, kendi kusurundan ileri gelen giderlerden sorumlu olacaktır.
Madde gerekçesinde kendi kusurundan ne anlaşılması gerektiği; “hakkında kamu davası açılmış olan kişi, savsama ve kusuruyla bilirkişi veya tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur” şeklinde açıklanmıştır.
5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının, yargılama giderlerine ilişkin bölümünde, anılan Yasanın 223/8. maddesi uyarınca verilen düşme kararlarında sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olup olmayacağı ya da hangi hallerde sorumlu tutulacağına yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Yasanın 327. maddesinde, yalnızca beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi halinde yargılama giderlerinin kimden ve ne şekilde tahsil edileceği düzenlenmiş olduğundan, anılan Yasanın 223/8. maddesi uyarınca verilecek düşme kararlarında yargılama giderlerinin kimden ve ne şekilde tahsil edileceği, anılan madde hükümleri uyarınca değil, aynı Yasanın 325. maddesi hükmü uyarınca belirlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İmar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında, sanığın ruhsata aykırı olarak yaptığı bölümleri soruşturma aşamasında yıkarak eski hale getirmesi nedeniyle 5237 sayılı TCY’nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir.
5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 325/1. maddesi uyarınca, ancak ceza veya güvenlik tedbirine hükmolunması halinde yargılama giderlerinin sanığa yükletilmesi olanaklı olup, sanık hakkında açılan kamu davasının düşmesine karar verilmiş bulunduğundan, katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sanığın sorumlu tutulması olasılığı bulunmamaktadır.
Ancak, ceza yargılaması hukukunda kıyasın olanaklı olduğu, bu itibarla kıyas yoluyla anılan Yasanın 327. maddesi uyarınca sanığın katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği ileri sürülebilir ise de; kıyas ancak genel nitelikteki hükümler bakımından söz konusu olup, Yasanın 327. maddesi istisnai bir hüküm niteliğinde olması nedeniyle kıyas yoluyla da olsa, maddenin kapsamının genişletilmesi olanaklı değildir.
Öğretide de bu konuyla ilgili şu görüşler mevcuttur.
“Ceza Muhakemesi hukukunda kural olarak kıyas yapılabilir. Ancak ceza muhakemesi hukukunda da yasallık ilkesinin bir sonucu olarak kıyasa başvurulmasının sınırları vardır. Şu hallerde kıyas (benzetme) yolu ile boşluk doldurulamaz: 1- Sınırlayıcı hükümlerin söz konusu olması, 2- İstisnai hükümlerin söz konusu olması” (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, s. 49), “Oysa ceza muhakemesi hukukunda üç noktada kıyas engellenmiştir; bu üç noktada artık kanunilik ilkesi, ceza muhakemesinde çok etkin bir rol oynamaya başlamıştır ve kıyas yasaktır. Bunlar sınırlayıcı ve istisnai normlar ile koruma tedbirlerine ilişkin düzenlemelerdir” (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, s. 26)
Kaldı ki, 5271 sayılı Yasanın 327. maddesinin, düşme kararı verilmesi durumunda da uygulanma olasılığı bulunduğu kabul edilse dahi, katılan lehine hükmolunacak vekâlet ücretinin sanığın kusurundan kaynaklanan bir gider olarak kabulü olanaklı olmadığı gibi, dosya kapsamına göre sanığın kusurundan kaynaklanan bir gider de bulunmadığından, yerel mahkemece yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılması isabetli ise de, kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine dilekçe yazım ücretine hükmolunması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın kabulü ile Özel Dairece, “katılan lehine vekâlet ücreti yerine dilekçe yazım ücretine karar verilmesi” isabetsizliğinden verilen bozma kararı kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün katılan lehine dilekçe yazım ücretine hükmolunması isabetsizliğinden bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, yerel mahkeme hükmünün, “katılan lehine dilekçe yazım ücretine karar verilmesine ilişkin bölümün çıkarılması” suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 21.06.2011 gün ve 11976–738 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinin 11.05.2007 gün ve 52–346 sayılı hükmünün, katılan lehine dilekçe yazım ücretine hükmolunması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 322. maddesi gereğince karar verilmesi olanaklı olduğundan, hüküm fıkrasından “dilekçe yazım ücretine ilişkin bölümün çıkarılması” suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.02.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.