Esas No: 2011/5-350
Karar No: 2012/27
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/5-350 Esas 2012/27 Karar Sayılı İlamı
- ZİMMET(ZİMMET SUÇUNUN RESMİ VE ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK YAPARAK İŞLENMESİ)
- RESMİ VE ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK
- NİTELİKLİ ZİMMET SUÇUNDAN LEHE YASA KARŞILAŞTIRMASI YAPILIRKEN, TEMEL CEZANIN BELİRLENMESİNDE ORANTILILIK İLKESİNİN UYGULANIŞI
- ZİNCİRLEME SUÇ (SAHTECİLİK SUÇUNUN ZİNCİRLEME SUÇ ŞEKLİNDE İŞLENMESİ)
- LEHE YASANIN BELİRLENMESİ YÖNTEMİ
- TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 202
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 62
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61
- TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 29
- TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HAKKINDA KANUN (5252) Madde 9
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 207
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 204
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 212
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 43
- TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 80
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 247
"İçtihat Metni"
Nitelikli zimmet suçundan sanık Ayhan’In 765 sayılı TCY’nın 202/2-4, 80, 219/son ve 40. maddeleri uyarınca 17 yıl 6 ay hapis ve 286.680.00 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, ömür boyu memuriyetten yoksun bırakılmasına, mahsuba, kooperatif zararının ödettirilmesine ilişkin, Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.10.2008 gün ve 194-213 sayılı re’sen temyize tabi olan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 23.06.2010 gün ve 2107-5275 sayı ile;
“Lehe yasa tespiti sırasında temel cezanın 765 sayılı TCK"nun 202/2. maddesi uyarınca asgari hadden 3 yıl uzaklaşılarak belirlendiği halde; 5237 sayılı TCK"nun 247/1. maddesi gereğince alt sınırdan 1 yıl 9 ay uzaklaşılıp karşılaştırma yapılarak hüküm kurulması suretiyle orantılılık ilkesine aykırı davranılması,
Kabule göre de;
Sanığın zimmete konu paralarla ilgili düzenlediği tüm sahte belgelerin zincirleme şekilde gerçekleştirilen tek bir sahtecilik suçunu oluşturacağının gözetilip lehe yasa karşılaştırmasının buna göre yapılmaması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesince 17.09.2010 gün ve 271-184 sayı ile;
“Sanık hakkında ceza tayin edilirken suç tarihi itibariyle zimmetine geçirilen toplam paranın, sanığın kastının yoğunluğu, suçun konusunun önem ve değeri gözetilerek alt sınırdan uzaklaşılmıştır.
5237 sayılı TCK hükümleri ile 765 sayılı TCK hükümleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 14.02.2008 gün 2007/2127 esas 2008/918 karar sayılı içtihadında da vurgulandığı üzere sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde hem sahtecilik hem de ilgili suçtan ayrı ayrı cezaya hükmolunacağının vurgulanması, 5237 sayılı TCK"nun 212. maddesindeki açıklık karşısında 765 sayılı TCK hükümlerinin sanık lehine olduğu, mahkememizin 16.08.2008 gün 2004/194 esas 2008/213 karar nolu hükmünde kabul edilmiştir.
Çünkü olaya 5237 sayılı TCK hükümleri uygulandığında;
a- Sanığın eylemi zimmet suçu yönünden 5237 sayılı TCK"nun 247/1, 247/2, 43/1. maddeleri kapsamında kalmaktadır. 5237 sayılı TCK"nun 247/1. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek takdiren ve teşdiden 6 yıl 9 ay hapis cezası verilmesi düşünülmektedir. Sanığın zimmet fiilinin açığa çıkmasını önlemek için hileli davranışlarda bulunduğu kabul edildiğinden sanık hakkında tayin olunan cezadan 5237 sayılı TCK"nun 247/2. maddesi gereğince yarı oranında artırım yapılacaktır. Bu takdirde sanığın cezası 9 yıl 13 ay 15 gün hapis cezası olacaktır. 5237 sayılı TCK"nun 43/1. maddesi gereğince cezadan 1/4 oranında artırım yapılması düşünülmektedir. Bu takdirde sanığın cezası 11 yıl 19 ay 26 gün hapis cezası olacaktır.
b- Sanığın Yeşim adına düzenlediği 18.03.2002 tarih 1357 nolu ve 5.040.000.000 TL bedelli senet resmi belge niteliğinde olduğundan suçun işleniş biçimi, sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek sanık hakkında 5237 sayılı TCK"nun 204/1. maddesi gereğince takdiren ve teşdiden 2 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir.
c- Sanığın kooperatifin 604 nolu ortağı olan İsmail adına düzenlediği 28.12.2001 tarih 100318 nolu 8.52.39.50 TL, 05.03.2002 tarih 30018 nolu 2.912.150.000 TL tutarında bilgisayar ortamında sahte olarak oluşturulan tahsilat fişleri. 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi kapsamında kalan özel belge niteliğinde olduğundan sanığın aynı kişi adına farklı tarihlerde düzenlemiş olduğu sahte fişler nedeniyle 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi gereğince takdiren ve teşdiden 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir. Sanık bir suç işleme kararının icrası kapsamında aynı kişiye karşı farklı tarihlerde aynı suçu işlediğinden sanık hakkında tayin olunan cezadan 5237 sayılı TCK"nun 43/1. maddesi gereğince 1/4 oranında artırım yapılacak bu halde sanığın cezası 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası olacaktır.
d- Sanığın kooperatifin 1437 nolu ortağı olan Oğuz adına 28.12.2001 tarih 100317 nolu ve 3.747.260.550 TL bedelli sahte tahsilat fişi ile ilgili olarak 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi gereğince suçun işleniş biçimi suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu da gözetilerek 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir.
e- Sanığın kooperatifin 1266 nolu ortağı olan Fatma adına 23.02.2002 tarih 100318 nolu ve 1.000.000.000 TL bedelli sahte tahsilat fişi ile ilgili olarak hakkında 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi gereğince suçun işleniş biçimi suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu da gözetilerek 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir.
f- Sanığın kooperatifin 1291 nolu ortağı olan Bayram G adına 23.02.2002 tarih 30018 nolu ve 8.500.000.000 TL bedelli sahte tahsilat fişi ile ilgili olarak hakkında 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi gereğince suçun işleniş biçimi suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu da gözetilerek 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir.
g- Sanığın kooperatifin 980 nolu ortağı olan Yaşar adına 05.09.2001 tarih 90018 nolu ve 166.900.000 TL bedelli sahte tahsilat fişi ile ilgili olarak hakkında 5237 sayılı TCK"nun 207/1. maddesi gereğince suçun işleniş biçimi suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu da gözetilerek 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesi düşünülmektedir.
Sanığın zimmet eyleminin yanında resmi ve özel belgede sahtecilik suçlarını işlediğinin kabul edilmiş bulunması, yeniden suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat edinilmemiş olması, sahte belgeler düzenlenmek suretiyle kooperatif hesabından çekilen paraların kooperatif hesabına intikal ettirilmemesi karşısında özel belgede sahtecilik suçundan dolayı verilen hapis cezaları bakımından CMK’nun 231/5. maddede öngörülen hükmün açıklanmasının geriye bırakılması hükümlerinin uygulanması düşünülmemektedir.
Yine sanığın yeniden suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat edinilmemiş bulunması özel belgede sahtecilik suçunun yanında resmi belgede sahtecilik ve nitelikli zimmet fiillerini işlemiş olduğunun kabul edilmesi karşısında sanık hakkında erteleme hükümlerinin uygulanması da düşünülmemektedir.
Bu itibarla olaya 5237 sayılı TCK hükümleri uygulandığında sanığın zimmet, sahte resmi ve özel belge düzenlemek suçlarından dolayı almış olduğu toplam ceza miktarı 18 yıl 44 ay 18 gün hapis cezasına ulaştığından 5237 sayılı TCK hükümlerinin sanık aleyhine olduğu kabul edilerek uygulama 765 sayılı TCK hükümlerine göre yapılmış, mahkememizin 16.10.2008 gün ve 2004/194 esas 2008/213 karar sayılı kararı ile sanığın 765 sayılı TCK"nun 202/2, 80. maddeleri gereğince 17 yıl 6 ay hapis ve para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş bu karar Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 23.06.2010 gün 2010/2107 esas 2010/5275 karar sayılı ilamı ile ;
Lehe yasa tespiti sırasında temel cezanın 765 sayılı TCK’nun 202/2. maddesi uyarınca asgari hadden 3 yıl uzaklaşılarak belirlendiği halde 5237 sayılı TCK’nun 247/1. maddesi gereğince alt sınırdan 1 yıl 9 ay uzaklaşılıp karşılaştırma yapılarak yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle orantılılık ilkesine aykırı davranılması
Kabule göre de sanığın zimmete konu paralar ile ilgili düzenlediği tüm sahte belgelerin zincirleme şekilde gerçekleştirilen tek bir sahtecilik suçu oluşturacağı gözetilerek lehe yasa karşılaştırmasının buna göre yapılmaması gerekçesiyle bozularak mahkememize iade edilmiş ancak mahkememizin 16.10.2008 gün 2004/194 esas 2008/213 karar nolu ilamının usul ve maddi hukuka uygun olduğu kabul edildiğinden direnilmesine karar verilmiştir.
A- Zimmet suçu yönünden yapılan değerlendirmede, 5237 sayılı TCK"nun 247/l. maddesine göre önce eylemin basit hali ile ceza belirlenmekte olup, zimmetin nitelikli olduğu kabul edildiğinde aynı Kanunun 247/2. maddesi gereğince ceza yarı oranında artırılmakta iken 765 sayılı TCK da eylem nitelikli zimmet kabul edildiğinde 765 sayılı TCK"nun 202/2. madde gereğince nitelikli zimmetten cezaya hükmedilmektedir.
765 sayılı TCK"nun 29. maddesine göre hakim iki sınır arasında temel cezayı suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun konusunun önem ve değeri suçun işlendiği zaman dilimi, fiilin diğer özellikleri zararın ve tehlikenin ağırlığı kastın veya taksirin yoğunluğu suç sebepleri ve saikleri failin amacı... gibi hususları göz önünde bulundurmak suretiyle takdirini kullanarak belirler.
Yine 765 sayılı TCK"nun 202/2. maddesinde zimmet fiilinin nitelikli halinde faile 12 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın 3 misli kadar ağır para cezası verileceği öngörülmüş olup, ağır hapis cezasının üst sınırı belirtilmemiştir. Bu durumda ağır hapis cezasının üst sınırı 765 sayılı TCK"nun 13/2. maddesine göre belirlenecek olup, üst sınırı 24 yıldır. Cezanın alt sınırı ile üst sınırı arasındaki fark 12 yıl olup, 12 yıllık farkta temel cezadan 3 yıl uzaklaşılarak hüküm kurulmuştur. Aynı şekilde 5237 sayılı TCK"nun 247/1. maddesinde ise, zimmet fiilini işleyen failin 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüş olup, cezanın alt sınırı ile üst sınırı arasındaki fark 7 yıldır. 12 yıllık farkta alt sınırdan 3 yıl uzaklaşılarak hüküm kurulduğunda yapılan oranlamada 7 yılda 1 yıl 9 ay uzaklaşılarak hüküm kurulması gerektiği mahkememizce kabul edildiğinden bu yöndeki mahkememiz kararının orantılılık ilkesine uygun olduğu bozma gerekçesinin yerinde olmadığı kabul edilmiştir.
B- Özel ve resmi belgede sahtecilik suçları yönünden yapılan değerlendirmede ise, her biri gerçek kişi olan mağdurlar yönünden ayrı ayrı suçların olduğu kabul edilmiştir. Sahtecilik suçları 5237 sayılı TCK"nun 4. Bölümünde Kamu Güvenine Karşı Suçlar bölümünde düzenlenmiştir. Olayımızda sanık tarafından kooperatif ortağı olmayan Yeşim adına 18.03.2002 tarih 1357 nolu ve 5.040.000.000 TL bedelli resmi belge niteliğindeki senet yanında kooperatif ortaklarından olan İsmail adına bilgisayar ortamında düzenlenen iki ayrı sahte tahsilat fişi, 1437 nolu ortak olan Oğuz adına bilgisayar ortamında düzenlenen bir adet sahte tahsilat fişi, kooperatifin 1266 nolu ortağı olan Fatma adına 1 adet tahsilat fişi, kooperatifin 1291 nolu ortağı olan Bayram adına bir adet sahte tahsilat fişi, kooperatifin 980 nolu ortağı olan Yaşar adına da bir adet bilgisayar ortamında olan sahte tahsilat fişi düzenlenmiş, düzenlenen bu sahte tahsilat fişlerinin her birinin özel belge niteliği taşıdığı kabul edilmiştir.
5237 sayılı TCK"nun 4. Bölümünde 197 ila 212. maddeleri arasında ve kamu güvenine karşı suçlar arasında düzenlenen sahtecilik suçunun koruduğu hukuki varlık; her türlü saldırı ve ihlallere karşı korunmak istenen belgelere ilişkin kamu güvenidir. Suçun maddi konusu ise, düzenlenen sahte belgelerdir.
Ceza yasasında, kural olarak, eyleme göre sorumluluk kabul edilmiştir. Hareketin yol açtığı her maddi sonuç eylemi; hukuka aykırı ve kusurlu her eylem suçu oluşturacaktır. Eylem çokluğu halinde kural olarak çok sonuç, çok suç oluşacaktır. Nitekim bu hususu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.10.1992 gün 6-244/268 sayılı kararında vurgulanmıştır.
Sanık tarafından müşteki Yeşim adına 18.03.2002 tarih ve 1357 nolu 5.040.000.000 TL bedelli resmi belge niteliğinde bir adet senet ile katılanlardan İsmail adına iki farklı tarihte özel belge niteliğindeki iki ayrı tahsilat fişi, katılanlar Fatma, Yaşar ile müştekiler Oğuz ve Bayram adına da bilgisayar ortamından sahte tahsilat fişleri düzenlenmiş, sahtecilik suçları açısından birbirinden bağımsız ve katılan İsmail bakımından ise kendi içinde zincirleme biçimde oluşan 5 ayrı özel belgede sahtecilik suçu oluşmuştur. Diğer bir deyimle birden çok eylem çok sonuç ve çok suç oluşmuştur. Hatta müştekilerden Oğuz adına 28.12.2001 tarih 100317 nolu ve 3.477.260.550 TL bedelli bilgisayar ortamında oluşturulan sahte tahsilat fişi ile alınan para kooperatif kayıtlarına intikal ettirilmediği için hakkında icra takibine geçilmiş, müşteki Oğuz bu takipten Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak borçlu olmadığını, tespitine karar verilmesine sağlayarak kurtulmuştur. Bu itibarla Yüksek Yargıtay 5. Ceza Dairesinin mahkememizin 16.10.2008 gün 2004/194 esas 2008/213 karar sayılı kararına yönelik bozma gerekçesi de bu yönüyle yerinde görülmemiştir…” gerekçeleriyle ilk hükümde direnilerek, adli para cezasının hesaplanmasında farklı olarak sanığın: “…nitelikli olarak zimmetine geçirdiği kabul edilen 5 milyar 40 milyon Liranın, üç misli olan 15 bin 120 TL ile, sanığın adiyen zimmetine geçirdiği 90 milyar 520 milyon 710 bin Liranın toplamı olan, 105 bin 640 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiştir.
Re’sen temyize tabi olan bu hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “ … Sanığın, görev yaptığı aynı kurumda bu görev süresi içerisinde işlediği zimmet suçuna yönelik olmak üzere değişik şahıslar adına da olsa aynı kasıt altında fiili ve hukuki kesinti olmaksızın gerçekleştirdiği sahte evrak düzenleme eylemlerinin zincirleme tek bir suçu oluşturacağı nazara alınmadan yerinde olmayan yazılı gerekçelerle ayrı ayrı suçlar şeklinde kabul edilip lehe yasa belirlemesi de buna göre yapılarak aleyhe sonuç doğuracak şekilde hüküm kurulması” gerekçesine dayalı “bozma” istekli 03.03.2011 gün ve 56170 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Ayhan "In nitelikli zimmet suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, suçun sübut ve vasıflandırılmasında bir uyuşmazlık ve isabetsizlik bulunmayıp, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar:
1) Nitelikli zimmet suçundan lehe yasa karşılaştırması yapılırken, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tespitinde orantılılık ilkesine aykırı değerlendirme yapılıp yapılmadığının,
2) Lehe yasanın tespitine yönelik olarak, sanığın sabit olduğu kabul edilen sahtecilik eylemlerinin ayrı ayrı suçlar mı, yoksa zincirleme biçimde sahtecilik suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Akharım Tarım Kredi Kooperatifi muhasebecisi olan sanığın, görev yaptığı dönem içerisinde, dosya kapsamına alınan bilirkişi raporları, adli tıp raporu ile diğer bilgi ve belgelere göre, 30.04.2001 tarihi ile 12.06.2002 tarihleri arasında düzenlenen toplam dokuz adet tediye fişi ile Kütahya Bölge Birliğine ödeme yapmış gibi gösterip kasadan çıkış yaptığı, yine tediye fişi ile kasadan aldığı parayı kooperatifin ziraat bankasındaki hesabına yatırmayarak zimmetine geçirdiği, kooperatif bölge birliğince ziraat bankası kanalı ile kooperatife gönderilen parayı kooperatif hesabına intikal ettirmediği,
Kooperatifin 980 nolu ortağı olan Yaşar adına bilgisayar ortamında sahte olarak oluşturup düzenlediği 05.09.2001 tarih 90018 nolu ve 166.900.000 TL,
Kooperatifin 604 nolu ortağı olan İsmail adına düzenlediği 28.12.2001 tarih 100318 nolu 8.252.739.450 TL ve 05.03.2002 tarih 30018 nolu 2.912.150.000 TL,
Kooperatifin 1437 nolu ortağı olan Oğuz adına düzenlediği 28.12.2001 tarih 100317 nolu ve 3.747.260.550 TL,
Kooperatifin 1291 nolu ortağı olan Bayram adına düzenlediği 23.02.2002 tarih 30018 nolu ve 80.500.000 TL,
Kooperatifin 1266 nolu ortağı olan Fatma adına düzenlediği 23.03.2002 tarih 100318 nolu ve 1.000.000.000 TL bedelli sahte tahsilat fişleri ile,
Habersiz şekilde kooperatifin ortağı olarak gösterdiği Yeşim adına düzenlediği 18.03.2002 tarih 1357 nolu ve 5.040.000.000 TL bedelli sahte resmi belgeyi kullanarak zimmetine para geçirdiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı incelenmesine gelince;
1- Lehe Yasa karşılaştırması sırasında orantılılık ilkesine aykırı olarak değerlendirme yapılıp yapılmadığı yönündeki uyuşmazlığın incelenmesinde:
Yerel mahkemece, nitelikli zimmet suçundan sanık hakkında “765 sayılı TCY’nın 202/2. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek takdiren ve teşdiden alt sınırdan 3 yıl uzaklaşılarak, temel cezanın 15 yıl hapis…” olarak belirlendiği kararda, aynı suç yönünden lehe yasa karşılaştırması da; “5237 sayılı TCY’nın 247/1. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek takdiren ve teşdiden alt sınırdan 1 yıl 9 ay uzaklaşılarak, temel cezanın 6 yıl 9 ay şeklinde tespiti yapıldıktan sonra, aynı Yasanın 2. fıkrası uyarınca da cezadan yarı oranında artırım yapılarak, sanığın 9 yıl 13 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasının gerekeceği” biçiminde yapılmıştır.
Ceza Genel Kurulunun 19.06.2007 gün ve 92-151 sayılı kararında açıklandığı üzere;
Lehe yasanın belirlenmesi yöntemini düzenleyen 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrasında lehe yasanın, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümlerinin olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
765 sayılı TCY’nın 29. maddesinin son fıkrasında; hâkimin, suçun işleniş biçimi ve yeri, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suç konusunun önem ve değeri, fiilin diğer özellikleri, zarar ya da tehlikenin ağırlığı, kastın veya taksirin yoğunluğu, suç sebepleri ve saikleri, failin amacı, geçmişi şahsi ve sosyal durumu ve fiilden sonraki davranışları ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgeleri değerlendirerek, iki sınır arasında, gerekçesini göstererek temel cezayı saptayacağı belirtilmiştir.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın 61. maddesinin 1. fıkrasında ise hâkimin somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı saptayacağı ifade edilerek, 765 sayılı Yasanın 29/son maddesindeki ilkelere benzer şekilde düzenleme getirilmiş ise de, 765 sayılı Yasanın 29/son maddesindeki ölçütlerin 5237 sayılı Yasanın 61/1. maddesindeki ölçütlere göre daha kapsamlı olduğu, 765 sayılı Yasanın 29/son maddesinde temel cezanın tayini ölçütleri arasında yer alan; failin geçmişi ve fiilden sonraki davranışları ölçütlerinin, 5237 sayılı TCY’nın 62/2. maddesinde takdiri indirim nedenleri arasında sayıldığı görülmektedir.
Yasa koyucu, bu suretle cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği, failin kişiliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde iki sınır arasında temel cezayı belirleme ve bunu gerekçelendirme görevini yüklemiştir.
Ayrıca, 5237 sayılı TCY’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3/1. maddesi ile de “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklinde getirilen ve 765 sayılı Yasada bulunmayan düzenleme ile cezanın, işlenen fiilin ağırlığına uygun olarak belirlenmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Bu duruma göre, işlenen suçtan dolayı lehe yasa değerlendirmesi orantılılık ilkesi gözetilerek yapıldığında, öncelikle her bir yasa kendi içerisinde, daha sonra da birbirleri ile karşılaştırılarak değerlendirilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.09.2010 tarihli kararda; “…Nitelikli Zimmet suçundan sanık Ayhan’ın 765 sayılı TCY’nın 202/2 maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek takdiren ve teşdiden… 15 yıl hapis ve nitelikli olarak zimmetine geçirdiği kabul edilen 5.040.000.000 TL’nin üç misli olan 15.120 TL ile sanığın adiyen zimmetine geçirdiği 90.520.710.000 TL’ nin toplamı olan 105.640 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına,
Sanık bir suç işleme kararının icrası kapsamında muhtelif tarihlerde zimmetine para geçirdiğinden, hakkında tayin olunan cezadan 765 sayılı TCK"nun 80. maddesi gereğince 1/6 oranında artırım yapılarak sonuç olarak 17 yıl 6 ay hapis ve 105.640,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına” hükmolunmuş, nitelikli zimmet suçu yönünden lehe yasa karşılaştırması da;
“5237 sayılı TCY’nın 247/1. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, sanığın kastının yoğunluğu gözetilerek takdiren ve teşdiden 6 yıl 9 ay hapis cezası verilmesi düşünülmektedir. Sanığın zimmet fiilinin açığa çıkmasını önlemek için ileri davranışlarda bulunduğu kabul edildiğinden, sanık hakkında tayin olunan cezada 5237 TCK"nun 247/2. maddesi gereğince yarı oranında artırım yapılacaktır, bu takdirde sanığın cezası 9 yıl 13 ay 15 gün hapis cezası olacaktır. 5237 sayılı TCK"nun 43/1. maddesi gereğince cezadan 1/4 oranında artırım yapılması düşünülmektedir, bu durumda sanığın cezası 11 yıl 19 ay 26 gün hapis cezası olacaktır” şeklinde yapılmıştır.
Sanığa isnat edilen nitelikli zimmet suçu, 765 sayılı TCY’nın 202/2. maddesinde düzenlenmiş olup, “…oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası”nı içermektedir. Aynı eylem 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın 247. maddesinde, “(1) Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde yaptırıma bağlanmıştır.
Buna göre, 765 sayılı TCY’nın 202/2. maddesinde zimmet suçunun nitelikli halinde sanığa 12 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın 3 misli kadar ağır para cezası verileceği öngörülmüş, ağır hapis cezasının üst sınırı belirtilmemiştir. Bu durumda ağır hapis cezasının üst sınırı 765 sayılı TCY’nın 13/2. maddesi uyarınca 24 yıl olarak kabul edilmelidir. Cezanın alt sınırı ile üst sınırı arasındaki fark 12 yıl olup, temel cezadan 3 yıl uzaklaşılarak hüküm kurulmuştur. Aynı şekilde 5237 sayılı TCY’nın 247/1. maddesinde ise, zimmet suçunu işleyen sanığın 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüş, cezanın alt sınırı ile üst sınırı arasındaki fark 7 yıl olarak belirlenmiş, yerel mahkemece temel cezadan 1 yıl 9 ay uzaklaşılarak lehe yasa değerlendirmesi yapılmıştır.
Bu nedenle, yerel mahkemece yapılan uygulama orantılılık ilkesine uygun olup, her iki Yasada da temel ceza alt sınırın üzerinde tayin edilirken tespit edilen ceza miktarlarının orantılılığı konusunda bir çelişkiye düşülmemiştir.
Öte yandan yerel mahkemece temel ceza belirlenirken, “suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri sanığın kastının yoğunluğu” şeklinde kullanılan gerekçe, TCY’nın 61. maddesi anlamında yasal, yeterli ve dosya içeriğine uygundur. Buna bağlı olarak alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesinin, 5237 sayılı TCY’nın 3/1. maddesinde düzenlenen “orantılılık” ilkesiyle de uyumlu ve yerinde bir uygulama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkemenin, nitelikli zimmet suçundan lehe yasa karşılaştırması yapılırken, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tespitinde orantılılık ilkesine uygun karar verildiği yönündeki direnme gerekçesinin isabetli olduğuna karar verilmelidir.
2- Nitelikli zimmet suçundan 5237 sayılı Yasa kapsamında lehe yasa karşılaştırması yapılırken, sanığın sabit olduğu kabul edilen sahtecilik eylemlerinin ayrı ayrı suçlar mı, yoksa zincirleme biçimde sahtecilik suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine gelince:
Yerel mahkemece, sahtecilik eylemlerine ilişkin olarak sanık hakkında 5237 sayılı TCY’nın 204/1, 207/1, 43/1, 207/1. maddeleri dört kez uygulanarak bulunan ceza miktarına zimmet suçundan belirlenen 11 yıl 19 ay 26 gün hapis cezası da eklenmek suretiyle, sanığa verilecek toplam ceza miktarı olarak 18 yıl 44 ay 18 gün hapis cezasına ulaşıldığından, 5237 sayılı TCY hükümlerinin sanık aleyhine olduğu kabul edilmiş ve uygulama 765 sayılı TCY hükümlerine göre yapılmıştır.
Ceza hukukunda, yasadaki suç tanımına uygun olarak gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak her birinden dolayı ayrı ve bağımsız cezalandırılır. Ancak bazı hallerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek, tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın, faile tek ceza verilmesini gerektiren hallerden biri de zincirleme suçtur. Zincirleme suçta faile tek ceza verilirken, yasanın öngördüğü miktarda bir artırım da yapılması söz konusudur.
Zincirleme suç, 765 sayılı Yasanın 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Yasanın 43/1. maddesinin ilk cümlesinde; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında ise; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle de aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiştir.
5237 sayılı Yasanın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCY’da yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda, diğer koşulların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi olanaklıdır. Nitekim 765 sayılı TCY’nın yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir. 5237 sayılı TCY’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCY’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.
5237 sayılı Yasanın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Öte yandan, yasamız zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Bağımsız kastları birleştiren suç işleme kararından, Yasanın aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılmalıdır. Fail, önceden belirlediği böyle bir plân veya niyet kapsamında, bunu bir defada gerçekleştirmek yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğundan, birden fazla olan kısımlar, yani ayrı suçlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt I, 14. bası, s.398)
Ceza Genel Kurulunun 24.11.1998 gün ve 280-359 sayılı kararında belirtilen ölçüte göre; kesin, belirli, somut suçların maddi ve sübjektif öğelerini kapsayan bir tasarlamanın mevcudiyeti halinde, suç işleme kararında birliğin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Bir başka önemli sorun da, suçların farklı mağdurlara yönelik olması halinde, aynı suç işleme kararının bulunup bulunamayacağının belirlenmesidir. Ceza Genel Kurulunun 765 sayılı TCY’nın yürürlükte bulunduğu sırada verilen 18.11.1985 gün ve 220-585 sayılı kararında, suç işleme kararında birlik bulunması halinde suçtan zarar görenin birden fazla olmasının, eylemlerdeki bağlantıyı ve teselsülü etkilemeyeceği, müteselsil suçu ancak suç işleme konusunda verilen kararın yenilenmiş olmasının ortadan kaldıracağı belirtilmiş, böylece mağdur sayısının fazlalığının teselsüle mutlak engel bir hal olmadığı kabul edilmiştir.
Sahtecilik suçunun farklı kişilere yönelik gerçekleşmiş olması nedeniyle, 5237 sayılı Yasanın 43. maddesinin 2. fıkrası üzerinde de durmak gerekir. Aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacak, ancak bu ceza TCY’nın 43/1. maddesine göre artırılacaktır. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun yasal tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır.
5237 TCY’da, bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCY’nın 172/2. md.). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCY’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.
Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;
1- Hareket ya da fiilin hukuksal anlamda tek olması,
2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,
3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,
4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.
Bu dört koşul birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Somut olayda sanığın sahtecilik eylemlerinin tek bir fiil olarak kabulü olanaklı olmadığından 5237 sayılı TCY’nın 43/2. maddesinin uygulanma koşulları bulunmamaktadır.
Birden çok belgede sahtecilik suçunun zincirleme ya da ayrı suçlar mı oluşturacağı sorununu çözümlerken, korunan hukuki yarar, suçun mağduru ve suçtan zarar gören kavramları da ele alınmalıdır.
Öğretide, belgede sahtecilik suçunda korunan hukuksal yararla ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre belgede sahtecilik suçları ile korunan hukuki yarar yalnızca, belgelerin gerçekliğine dair toplumda var olan güven, başka deyişle kamu güvenidir (Erman/Özek, Kamu Güvenine Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 1996, s. 223, 224; Artuk/Gökcen/Yenidünya, Özel Hükümler, 9. B. s. 529; Soyaslan, Özel Hükümler, 5.B. s. 396; Gökcen, Ahmet, Yeni Türk Ceza Kanununda Resmi Belgede Sahtecilik Suçları, Hukuk ve Adalet Dergisi, Ekim 2005, S.6-7, s. 184; Bayraktar, Köksal, Türk Ceza Kanununda Kamu Düzeni, Kamunun İtimadı ve Kamunun Selameti Aleyhine İşlenen Cürümler, Değişen Toplum ve Ceza Hukuku Karşısında TCK.nın 50. Yılı ve Geleceği, İstanbul 1977, s. 601; Taşdemir, K./Özkepir, R., Sahtekarlık Suçları, Ankara 2009, s. 2; Arslan, Çetin/Azizağaoğlu, Bahattin, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, Ankara 2004, s. 848).
Diğer görüşlere göre de, suçla bir yandan hukuki ilişkilerdeki itimat ve güven, diğer yanda belgenin doğruluğu veya gerçekliğine bağlı yararlar; başka deyişle, kamusal ve kişisel nitelikteki yararların korunduğu (Erem, TCK Şerhi, 1993, C. II, s. 1673; Erem/Toroslu, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 1983, s. 257; Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, 2005, s. 220), iki konulu olan suçta ilk olarak kamu güvenliği korunurken, ikinci olarak kanıt araçlarının doğruluk ve gerçekliklerinde saklı özel yararın korunduğu belirtmektedir. (Selçuk, Dolandırıcılık Cürmünün Kimi Suçlardan Ayrımı, s. 71.).
765 sayılı Yasa döneminde, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.2004 gün ve 94-132 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında istikrarlı olarak, suçla korunan yararın kamu güveni olduğu kabul edilmiştir; “Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı düzenlenmesi, gerçek belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi, eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir”. Hatta, 765 sayılı TCY’nın 339 ve 355. maddesi ile ilgili olarak Ceza miktarlarını belirlemede Yasa koyucunun suçun kamu güvenini bozmadaki etkinliğini ölçü aldığı kabul edilmiştir. (C.G.K.’nun 06.11.2007 gün ve 223-224 sayılı kararı)
Yargıtay bu görüşünü 5237 sayılı TCY’nın yürürlüğe girmesinden sonra da sürdürmektedir. Genel Kurulun 06.03.2007 gün ve 276-55 sayılı kararında bu husus; “Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye ekleme yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılmıştır” şeklinde ifade edilmiştir.
Özel Daire kararları da aynı yöndedir; “Belgede sahtecilik … suçunun hukuki konusu kamunun güveni olup, suçun oluşması için genel kast ve zarar olasılığı yeterlidir” (Yargıtay 11. CD’nin 05.03.2008 gün ve 1232-1298 sayılı kararı).
Diğer taraftan suçun mağduru olarak öğretide; suç, kamu güvenine karşı işlendiğinden, mağdurun toplum olduğu, fiilin muayyen bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde mağdurun aynı zamanda bu kimsenin de olacağı belirtilmiştir (Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 10. B, Turhan Kitabevi, Ankara, 2010, s. 561).
Mağdur; dar anlamda suçtan zarar gören, suçun maddi unsuruna muhatap olan ve bu nedenle suçla korunan hukuki yararı zedelenen kişiyi ifade etmektedir. (Öztürk-Erdem, Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 317 vd.; Özbek, Ceza Muhakemesi Hukuku, sh. 235).
Suçtan zarar gören kavramının kapsamı konusunda öğretide farklı görüşler vardır. Bir görüş, suçun maddi unsuru ile korunan hukuki çıkarı zedelenen kişiyi suçtan zarar gören olarak kabul etmektedir. Bu düşünceye göre, fiilin hareket kısmı hangi kişiye yönelmiş ve sonuçlar hangi kişi üzerinde doğmuş ise, o kişi suçtan zarar gören olur.
Bu alandaki bir başka görüş ise, iddia edilen fiil ile haklı çıkarı zedelenen kişiye zarar gören kişi niteliğini tanıyan görüştür. Bu görüşü savunanlar, iddia edilen ve cezalandırılması istenen fiille haklı bir çıkarı zedelenen kişinin, o suçun kovuşturulması konusundaki isteğini, o suçun o kişide yarattığı tatmin edilme gereksinmesini esas almakta, suçun o kişi üzerinde yarattığı psikolojik etkiyi göz önünde tutmaktadır. Buna göre, sanığın suçlandığı fiil ile o suçtan etkilenen kişinin psikolojik durumu değerlendirilmekte, fiilin o kişinin haklı sayılabilecek bir çıkarını zedelediği belirlendiğinde ve o kişinin fiilin yargılanmasında aktif ve etkin bir rol oynaması haklı görüldüğünde, bu kişiye suçtan zarar gören niteliği tanınmakta, aksi sonuca varıldığında suçtan zarar gören süjeliği reddedilmektedir.
Görüldüğü üzere, öğretide “suçtan zarar gören” kavramının sınırları saptanırken, kesinlik taşıyan bir ölçüte ulaşılamamış, ancak yargıca yol gösterici nitelikte bazı ilkeler ortaya konulmuştur. O halde, bu sınırları belirlerken yargıcın, “haklı çıkar” ve “cezalandırma konularındaki psikolojik durumu” iyi değerlendirmesi gerekmektedir. (Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12.Bası, s.211 vd.)
Ceza Genel Kurulunun 29.06.1992 gün ve 176-201 ile 11.04.2000 gün ve 64-69 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere hakim, bir olayda suçtan zarar göreni belirlerken, sanığa yüklenilen ve cezalandırılması istenilen fiille haklı bir çıkarı zedelenen kişinin ceza kovuşturması konusundaki isteğini göz önünde tutmak ve bu haklı görüldüğünde kişiye suçtan zarar görme niteliği tanımak durumundadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Akharım Tarım Kredi Kooperatifi muhasebecisi olan sanık, kooperatife ait parayı farklı zamanlarda, bir suç işleme kararının icrası kapsamında zimmetine geçirmiş, zimmetin açığa çıkmasını önlemek amacıyla da resmi ve özel belgede sahtecilik suçunu gerçekleştirmiş olup, bu nedenle, suçtan zarar gören, parası zimmete geçirilen Tarım Kredi Kooperatifidir.
Dolayısıyla, sanığın zimmet suçunun açığa çıkmasını önlemek amacıyla düzenlediği tüm sahte belgeler gerek 765 sayılı TCY gerekse 5237 sayılı TCY’nda zincirleme şekilde gerçekleştirilen sahtecilik suçunu oluşturacağından, lehe yasa karşılaştırmasının da buna göre yapılması gerekmektedir.
Diğer taraftan, 5237 sayılı TCY’nın “İçtima” başlıklı 212. maddesinde; “Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur” şeklindeki hüküm nedeniyle, TCY’nın 247. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen nitelikli zimmet suçunun işlenmesi sırasında sahte belge düzenlenmiş olması halinde, failin ayrıca belgede sahtecilik suçundan da cezalandırılması gerekecektir. Bu nedenle lehe yasa değerlendirmesi yapılırken 5237 sayılı TCY’nın 212. maddesinin de yerel mahkemece göz önünde bulundurulması zorunludur.
Bu itibarla, yerel mahkemenin sanığın sabit olduğu kabul edilen sahtecilik eylemlerinin ayrı suçlar olduğu yönündeki direnme gerekçeleri isabetsiz olup, bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurulu Üyesi N. Meran;
“Sahtecilik suçları 5237 sayılı TCK"nın 4. Bölümünde Kamu Güvenine Karşı Suçlar bölümünde düzenlenmiştir.
Düzenlenen her sahte belgenin ayrı bir eylem ve suç oluşturduğu, resmi ya da özel belgede sahtecilik suçlarında korunması gereken yararın kamunun güveni olduğu, sahte resmi belge ya da özel belgenin bir kimsenin mağduriyetine neden olmadığı takdirde suçtan zarar görenin kamu ya da toplum olduğu açıktır. Ancak sahte resmi veya özel belgenin gerek sadece toplumun gerekse bir gerçek ya da tüzel kişinin zararına ve mağduriyetine yol açacak biçimde düzenlenmesi, aynı kişiye ilişkin birden fazla belgede gerçekleşmiş ise, 5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde öngörülen “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. ....Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” hükmü gereğince zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasını gerekir. Ancak resmi belgenin düzenlenmesi ve özel belgenin düzenlenip kullanılmasında, suçtan zarar gören toplumun yanında bir kimsenin mağduriyeti veya zararı da söz konusu ise, bu takdirde bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi niteliğinde olmadığından zincirleme suç hükümleri uygulanamaz, failin zincirleme suç hükümlerine göre değil ayrı ayrı suçlardan cezalandırılmasından söz edilir.
İnceleme konusu olan olayımızda sanık tarafından kooperatif ortağı olmayan Yeşim adına 18.03.2002 tarih 1357 nolu ve 5.040.000.000 TL bedelli resmi belge niteliğindeki senet yanında kooperatif ortaklarından olan İsmail adına bilgisayar ortamında düzenlenen iki ayrı sahte tahsilat fişi, 1437 nolu ortak olan Oğuz adına bilgisayar ortamında düzenlenen bir adet sahte tahsilat fişi, kooperatifin 1266 nolu ortağı olan Fatma adına 1 adet tahsilat fişi, kooperatifin 1291 nolu ortağı olan Bayram adına bir adet sahte tahsilat fişi, kooperatifin 980 nolu ortağı olan Yaşar adına da bir adet bilgisayar ortamında olan sahte tahsilat fişi düzenlenmiş, sanık bu kişiler tarafından kooperatife ödenen toplam 16.159.550.000 TL yi bu kişilerden aldığı halde, bunlar adına bilgisayar ortamında oluşturduğu sahte ödeme fişleri vererek kooperatif hesaplarına intikal ettirmemiş, zimmetine geçirmiştir. Düzenlenen bu sahte tahsilat fişlerinin her birinin özel belge niteliği taşıdığı ve zimmeti gizlemede kullanıldığı mahkemece de kabul edilmiştir.
Sanık tarafından müşteki Yeşim adına 18.03.2002 tarih ve 1357 nolu 5.040.000.000 TL bedelli resmi belge niteliğinde bir adet senet ile katılanlardan İsmail adına iki farklı tarihte özel belge niteliğindeki iki ayrı tahsilat fişi, katılanlar Fatma, Yaşar ile müştekiler Oğuz ve Bayram adına da bilgisayar ortamından sahte tahsilat fişleri düzenlenmiş, sahtecilik suçları açısından birbirinden bağımsız ve katılan İsmail bakımından ise kendi içinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasını gerektiren beş ayrı özel belgede sahtecilik suçu oluşmuştur.
Nitekim Yargıtay’ın sahtecilik suçlarını temyizen incelemekle görevli Dairesi de, birden fazla kişiye karşı işlenen sahtecilik eylemlerinin, bağımsız suçlar oluşturduğunu kabul etmektedir. (11.CD, 7.5.2008, 755/4666).
Lehe kanun uyarlamasında 5237 sayılı Kanunun uygulandığı düşünülürse;
Sanığın 30.4.2001 tarihi ile 12.6.2002 tarihi arasında Akharım Tarım Kredi Kooperatifinden Kütahya Bölge Birliğine ödeme yapılmış gibi gösterip, 9 kez ayrı ayrı zimmet eylemlerini, bir bütün halinde muhasebeci olarak görev yaptığı Kooperatife karşı zimmet suçunu işleme kararı ile gerçekleştirdiği, yine kooperatif üyesi katılanların kooperatife ödemiş oldukları paraları sahte özel belgeler düzenleyerek mağdurlara verip kooperatif hesaplarına intikal ettirmemek suretiyle mal edinmesinde, zimmet suçunun zincirleme olarak işlendiği, bu suç bakımından 5237 sayılı TCY"nın 247/1-2 43/1,maddelerinin uygulanması gerektiği açıktır.
Zimmet suçunun işlenmesinde, bu eylemlerinin açığa çıkmasını engellemeye yönelik sahte özel belgeler de kullanıldığından sanığın, 5237 sayılı TCK’nın “İçtima” başlıklı 212. maddesindeki, “Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağını” öngören madde uyarınca ve 212. madde göndermesiyle, 204/1, 207. maddeler uyarınca ayrı ayrı cezalandırılması gerekir.
Suç tarihinde sahte belgelere ilişkin ayrıca ceza verilmesini öngören 5237 sayılı TCK’nın 212. maddesi gibi, ayrı bir hüküm bulunmadığından 765 sayılı TCK’nın 202/2, 80.maddelerinin uygulanmasının sanığın lehine olduğu ve mahkemece de sanık lehine 202/2. 80. maddeleri uygulanarak ceza belirlendiği anlaşıldığından;
5237 sayılı TCK hükümlerinin uygulanmasını suç çokluğu nedeniyle ve sanığın aleyhine olacağı düşüncesiyle tercih etmeyip, “sanığın sabit olduğu kabul edilen sahtecilik eylemlerinin zincirleme tek suç oluşturacağı” yönündeki kabule uygun biçimde uygulama yapmış olan mahkemenin direnme kararının, “zimmet suçuna yönelik olmak üzere değişik şahıslar adına da olsa aynı kasıt altında fiili ve hukuki kesinti olmaksızın gerçekleştirilen sahte belge düzenleme eylemlerinin zincirleme tek bir suçu oluşturacağının ve 5237 sayılı TCK hükümlerine göre karar verilmesinin sanığın lehine olduğu kanaatiyle bozulması gerektiğini düşünen sayın çoğunluğun bu görüşüne “adına sahte belge düzenlenmesi nedeniyle sahtecilikten mağdur olan kişi sayısınca sahtecilik suçunun oluştuğu ve sanığın belge sayısınca cezalandırılması gerektiği, yerel mahkemenin sahte belgelerde suç çokluğunu kabul ederek yaptığı lehe yasa değerlendirmesi sonucu uyguladığı 765 sayılı TCK uygulamasının yerinde olduğu” düşüncesinde olduğumdan katılamıyorum” düşüncesiyle;
Beş Genel Kurul Üyesi de, “Belgede sahtecilik suçu yönündeki değerlendirmesinde yerel mahkeme direnme hükmünün isabetli olduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Orantılılık ilkesine yönelik direnme gerekçesi isabetli olan Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.09.2010 gün ve 271-184 sayılı direnme hükmünün, sanığın eylemlerinin zincirleme biçimde sahtecilik suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.01.2012 günü yapılan birinci müzakerede belgede sahtecilik suçu ile ilgili uyuşmazlık yönünden oyçokluğuyla; orantılılıkla ilgili uyuşmazlık yönünden ise birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 07.02.2012 günü yapılan ikinci müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.