Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4-261 Esas 2012/9 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/4-261
Karar No: 2012/9

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4-261 Esas 2012/9 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/4-261 E.  ,  2012/9 K.
  • İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA SUÇU
  • VEKALET ÜCRETİ TAYİNİ
  • ETKİN PİŞMANLIK
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 184
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 74
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 330
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 327
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 325
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 324
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 223
  • HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 94

"İçtihat Metni"

Sanık Halil  hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda 5237 sayılı TCY"nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine ve yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılmasına ilişkin, Çeşme Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.05.2007 gün ve 87-327 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 05.07.2011 gün ve 11932-12098 sayı ile;

“CMK.nun 325/1. md.sine göre, sanık cezaya ve güvenlik tedbirine mahkum edilmesi halinde yargılama giderlerini öder. Beraat eden veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen sanığa ise yargılama giderleri yükletilemez. Kural böyle olmakla birlikte, CMK.nun 327/1. maddesi uyarınca, beraat eden veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen sanık, kendi kusuruyla yargılama giderlerine yol açmış ise, bu giderlerin ona yükletilmesi gerekir. Anılan maddenin gerekçesine göre, hakkında kamu davası açılan sanık savsama veya kusuru veya bilirkişi veya tanıkların dinleneceği ya da yüzleştirileceği oturuma katılmaması nedeniyle, işlemlerin yenilenmesine yol açmış veya kendisini suçlaması gibi nedenlerden dolayı hakkında davanın açılmasına sebebiyet vermiş ise, yapılan giderlerden sorumlu tutulur.

Söz konusu maddenin gerekçesinde belirtilen davanın açılmasına sebebiyet verme halleri sınırlı biçimde belirtilmiş değildir. ‘Gibi’ sözcüğüne yer verilmekle, sanığın ‘kendisini suçlaması’ dışında, başka davranışlarıyla da davanın açılmasına sebebiyet verebileceği kabul edilmiş olmaktadır.

Somut olayımızda sanık, projeye aykırı olarak arka cephede çatı örgüsünü yükselterek çatıda yaşam alanı oluşturması nedeniyle imar kirliliği suçundan hakkında dava açıldıktan sonra, yargılama sırasında çatı katını yıktırmak suretiyle imar planına ve ruhsata uygun hale getirdiği ve yerel mahkemenin ise, TCY.nın 184. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen etkin pişmanlık hükümleri uyarınca davayı düşürdüğü görülmektedir. Bu hususta bir isabetsizlik yoktur. Ancak yerel mahkemenin, katılan yararına vekalet ücreti tayin etmemesi yasaya aykırıdır.

Belediye başkanlarının ruhsatsız yapıları ruhsata uygun hale getirme ya da yıktırma yoluna gitmedikleri takdirde, ceza sorumlulukları vardır. Davaya katılma ve görevlendirdikleri avukatların da davayı takip zorunluluğu bulunmaktadır. Olayımızda belediye başkanlığı davaya katılmış, vekili ise davayı takip ederek, çaba, emek ve mesai sarf etmek suretiyle üzerine düşen görevi ifa etmiştir. Bunun karşılığı olarak da, belediye, avukatına vekalet ücreti ödemektedir. Bu ödemenin sanıktan tahsili gerekir. Davanın düşürülmüş olması, durumu değiştirmemektedir.

Şöyle ki; yerel mahkeme sanığın ikrar ve savunmasıyla bağlı değildir. Gerçeği araştırması ve savunmaya karşın suçun oluşmadığı sonucuna ulaşması halinde beraat kararı vermelidir. Bu takdirde elbette sanığa yargılama gideri yükletilemez. Ancak yerel mahkeme imar kirliliği eyleminin kanıtlandığını ve suçun işlendiğini kabul etmiş, fakat sanığın pişman olup kirliliği ortadan kaldırması nedeniyle davanın düşürülmesine karar vermiştir. Artık burada sanığın, şikayetten vazgeçme, uzlaşma veya zamanaşımı nedeniyle düşmelerde söz konusu olan masumiyet karinesinden faydalanması olanaksızdır. Sanığın suçu sabittir ve karar da mahkumiyet kararı niteliğindedir.

Bu nedenle mahkûmiyette olduğu gibi, kendisine doğrudan yargılama giderleri yükletilmelidir. En azından sanık, hakkında dava açılmadan önce binayı yıktırmamakla, davanın açılmasına, katılanın vekil atayıp ona ücret ödemesine ve vekilin de emek sarf etmesine yol açması nedeniyle kusurludur. Kusuru öngören CMK.nun 327/1. md.sinde düşme kararlarını kapsamadığı ileri sürülmekte ise de, etkin pişmanlık hallerinde CMK.nun 223/4-a maddesinde kural olarak ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi öngörülmüşken, ayrık olarak TCK.nun 184/5. md.sinde davanın düşürülmesinden söz edilmiş ise de, özünde sanık cezadan bağışık tutulmuş bulunmaktadır. Kaldı ki ceza muhakemesi hukukunda kıyas geçerlidir ve genişletici yorum da mümkündür. Beraat halinde dahi, sanığa kusurlu hareketlerinden doğan yargılama giderleri ödetiliyorsa, hakkında etkin pişmanlığı nedeniyle düşme kararı verilen sanığa ödetilmesinden doğal bir şey olamaz.

Vekalet ücretinin yargılama gideri olduğu kadar aynı zamanda kişisel bir hak olduğunu, kamu hizmeti yapan avukatın geçimini bu yolla temin ettiğini unutmamak gerekir. Sorun cezai değil hukukidir. Bu nedenle kıyas ve yorum yasağı söz konusu olamaz. HUMK."un 94/2 md.sinde paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Davadan feragat veya davayı kabul eden taraf, dava açılmasına sebebiyet vermesi nedeniyle, mahkum olmuş gibi yargılama giderlerini ödemektedir. Örneğin; davalı SSK, dava devam ederken davacıya maaş bağlamış ya da kiracı kira bedelini ödemiş olması nedenleriyle davalar konusuz kalmış olsa bile, davalının davacıya yargılama giderlerini ödemesi öngörülmektedir. Hukuk dairelerinde bu hususlarda bir duraksama yoktur. Kaldı ki; TCY.nın 74/2-3. madde ve fıkrasında da kamu davasının veya cezanın düşmesinin, şahsi hakları, uğranılan zararların tazminini ve yargılama gederlerini etkilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Katılanın uğradığı zararlar giderilmediği ve vekilinin sarf ettiği emek ve mesaisinin karşılığı verilmediği takdirde, onlardan bir deprem bölgesi olan ülkemizdeki kaçak yapılarla mücadele etmelerini nasıl bekleyebiliriz. Vekalet ücreti verilmemesi hakkaniyet ve adalet ilkesine uygun değildir.

                Bu durumlar karşısında; katılan yararına vekalet ücreti tayin edilmemesi”  isabetsizliğinden oyçokluğu ile bozulmasına karar verilmiş,

                Daire üyeleri H.T. Gökcan ve H. Çolak, katılan lehine vekalet ücretine hükmetmeyen yerel mahkeme kararının isabetli olduğu ve onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

                Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.08.2011 gün ve 250470 sayı ile;

“CMK"nun duruşmanın sona ermesi ve hüküm başlıklı 223. maddesinin 4. fıkrasında, ‘işlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen; etkin pişmanlık dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği’ 8. fıkrada ise Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ... halinde, davanın düşmesine karar verileceği düzenlenmesine yer verilmiştir. Bu bağlamda TCK’nun 184/5. maddesinde yer alan düzenlemenin bir etkin pişmanlık niteliği taşıdığı ileri sürülebilir ise de, kanun koyucunun anılan durumda verilecek kararı ‘ ceza verilmesine yer olmadığı kararı’ yerine ‘düşme kararı’ olarak tercih etmekle ruhsata aykırılığın giderilmesini, tipik bir etkin pişmanlık durumu olarak nitelendirmediği, daha ziyade bir soruşturma ve kovuşturma şartı olarak düzenlediği anlaşılmaktadır.

CMK"nun 324. maddesinde ise yargılama giderlerinin kapsamı belirlenmiştir. Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama gideridir. Bu hükme göre, vekalet ücretinin de yargılama gideri kapsamında bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu durum onun şahsi hak niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır.

Durumun bu şekilde tespit edilmesi karşısında, mahkemece sanık hakkında açılan kamu davası sonunda düşme kararı verilmesi halinde, yargılama giderinin ne şekilde tahsil edileceğine ilişkin olarak CMK"nun 324 ve devamı maddeleri ile TCK’nun 74. maddesinin irdelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunun anılan hükümlerine bakıldığında düşme kararı verilmesi halinde yargılama giderinin sanıktan tahsil edilip edilmeyeceği yönünde açık bir hüküm bulunmadığı, ancak, sanığın yükümlülüğü başlıklı 325. maddesinde, cezaya veya güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde, bütün yargılama giderlerinin sanığa yükletileceği, 327. maddesinde ise hakkında beraat ya da ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişinin sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkum edileceği şeklinde düzenleme yapıldığı görülmektedir.

Türk Ceza Kanunun ‘dava veya cezanın düşmesinin etkisi’ başlıklı 74. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise şöyle bir düzenleme yer almaktadır:

(2) Kamu davasının düşmesi, malların geri alınması ve uğranılan zararın tazmin edilmesi için açılan şahsi hak davasını etkilemez.

(3) Cezanın düşmesi şahsi haklar, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin hükümleri etkilemez. Ancak genel af halinde yargılama giderleri de istenemez.

Hükümde yer alan düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı gibi kamu davasının düşmesi halinde, bu durumdan sadece malların geri alınması hali ile davaya konu olay nedeniyle uğranılan bir zarar varsa bunun tazmini için açılan hukuk davası etkilenmeyecek, yani davaya devam edilebilecek, ancak mahkumiyet kararı verildikten sonraki bir tarihte cezanın düşmesine karar verilmiş ise bu takdirde düşme kararı verilmiş olması şahsi hakkın istenmesine ve yargılama giderinin tahsiline engel bir durum oluşturmayacaktır. Başka bir deyişle yargılama gideri ve şahsi hak ancak cezanın düşmesine karar verilmesi halinde istenebilecektir. O halde, anılan hükümlerin mevhumu muhalifinden kanun koyucunun kamu davasının düşmesine karar verilmesi halinde sadece açılan hukuk davası ve malların geri istenmesi ile sınırlı düzenleme yaptığını, şahsi hak ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline karar verileceği yönünde somut bir düzenleme yapmayarak bu yöndeki iradesini ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Düzenlemenin Türk Ceza Kanunu hükümleri arasında yer alması da bu hükmün aynı zamanda bir usul hükmü olması niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Başka bir deyişle kanunda bu konuda bir boşluk olduğu ve kıyas yoluyla bu boşluğun doldurulmasının gerektiğinden söz edilemeyecektir.

Somut olayla ilgili olarak yasal bir boşluk olduğu kabul edilirse, CMK"nun 327. maddesi ile HUMK"nun 94/2. maddesinin kıyas yolu ile uygulanabilirliğinin ve sonuçlarının da ayrıca tartışılması gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas kural olarak serbesttir, ancak sınırlayıcı düzenleme yapan hükümler ile istisnai düzenleme yapan hükümler kıyas yolu ile genişletilemez. Kanımızca, yargılama giderinin ne olduğunu, kime, hangi hallerde ve ne şekilde yükletileceğine ilişkin CMK"nun 324 ve devamı maddeleri istisnai hükümler olup kıyas yolu ile genişletilmesi mümkün değildir. CMK"nun 327. maddesi, başlığında hükmü, beraat ve ceza verilmesine yer olmadığına dair verilen kararlar yönünden istisnai olarak saymış ve sınırlamıştır. 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesinin hükmün uygulanması koşulu halinde verilmesini öngördüğü karar düşme kararı olduğuna göre, düşme kararı verilmesi halinde CMK"nun 327. maddesinin kıyas yolu ile uygulama olanağı da bulunmamaktadır.

Kaldı ki, hükmün gerekçesine bakıldığında, sanığın kusurluluk durumunun da kamu davası açıldıktan sonraki bir dönemde gerçekleşmesi haline özgü olmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Gerekçede ‘ hakkında kamu davası açılmış olan kişi, savsama ve kusuruyla bilirkişi ve tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur’ denilmektedir. O halde suça konu ruhsatsız binayı dava açılmazdan önce ruhsata uygun hale getirmemenin bu madde kapsamında sanığa bir kusur olarak izafe edilmesi de kanunun ruhuna aykırı olacaktır. Aksi durumun düşünülmesi ve yapılan düzenlemenin HUMK"nun 94. maddesine paralel bir düzenleme getirildiğinin savunulması da mümkün görülmemektedir.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre, yargılama giderleri kural olarak davada haksız çıkan (aleyhine hüküm verilen) tarafa yükletilir.

 HUMK"nun 94. maddesinde ise davanın feragat veya kabul ile sonuçlanması hallerinde durum özel olarak düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında davadan feragat eden veya davayı kabul eden tarafın mahkum olmuş gibi yargılama giderini ödemekle yükümlü olduğu hususunda genel bir düzenleme yapıldıktan sonra, ikinci fıkrasında hakkaniyet kuralları gözetilerek bu genel kuralın istisnası getirilmiş ve hal ve durumu ile aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermemiş ve ilk oturumda davayı kabul etmiş olan davalının yargılama giderine mahkum edilemeyeceği kabul edilmiştir. Anılan düzenlemede davasından feragat eden davacının aslında dava açmakta haksız olduğu karinesinden hareket edilmiş, davayı kabul eden davalının ise aslında haksız çıktığı anlaşılsa bile dava açılmasaydı da edimini yerine getireceği karinesinden hareketle eğer dava açılmasına kendi hal ve hareketleri ile sebebiyet vermemiş ve hiç bir işlem yapılmadan davayı ilk oturumda kabul etmiş ise yargılama giderinden sorumlu olmaması gerektiği düşünülmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemeden aksi bir çıkarım yapılarak kendi kusuru ile dava açılmasına sebebiyet veren sanık hakkında yasada öngörülen koşul gerçekleştiğinde verilen düşme kararı nedeniyle yargılama gideri ve vekalet ücretinden sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek de mümkün görünmemektedir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından verilen bozma kararı ile ilgili irdelenmesi gereken başka bir husus da, vekalet ücretinin şahsi hak niteliği baki kalmak üzere yargılama gideri olmasına karşın, yerel mahkemece verilen kararda yargılama giderinin hazine üzerinde bırakılmasına kısımla İlgili olarak bir bozma yapılmamasıdır. Zira eğer sanığın somut olayda CMK"nun 327. maddesine göre yargılama giderinden sorumluluğu kabul ediliyorsa, yargılama giderinin Devlet Hazinesi tarafından yapılanlar ile davaya katılan tarafın vekil tutması nedeniyle yaptığı gider olarak ayrılmadan tüm giderlerin sanıktan tahsil edilmesine karar verilmesi gerekir. Aksi bir durum CMK"nun 324. maddesine aykırı olacaktır.

Ayrıca hüküm, sadece vekalet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliğinden bozulduğuna ve bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerekli kılmadığına göre CUMK"nun 322. maddesi uyarınca Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından düzeltilerek onanmasına karar verilebilecekken bozma kararı verilmiştir.

Anılan değerlendirmelerin ışığında Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 05.07.2011 tarih ve 2009/11932 Esas- 2011/12098 Karar sayılı ilâmında yerel mahkemece 5237 sayılı TCK’ nun 184/5. maddesi uyarınca verilen düşme kararı nedeniyle katılan lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği noktasına ilişen bozma kararında isabet bulunmamaktadır’  görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

                Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının 5237 sayılı TCY’nın 184/5. maddesi uyarınca düşmesine karar verilen olayda, katılan lehine vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sanığın sorumlu tutulmasının olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğine göre; 

                İmar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında, sanığın ruhsata aykırı olarak çatı örgüsünü yükselterek oluşturduğu yaşam alanını yargılama sırasında yıkması nedeniyle hakkındaki kamu davasının 5237 sayılı TCY"nın 184/5. maddesi uyarınca düşmesine karar verildiği, yargılama giderine ve vekalet ücretine hükmedilmediği anlaşılmaktadır.

                Yargılama giderleri 5271 sayılı CYY"nın 324 ila 330. maddeleri arasında düzenlenmiş olup,  anılan Yasanın 324. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” şeklindeki düzenleme ile yargılama giderlerinin kapsamı, “sanığın yükümlülüğü” başlıklı 325. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde, bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir” şeklindeki düzenleme ile de kural olarak, ancak sanık hakkında cezaya veya güvenlik tedbirine hükmolunması halinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu  olacağı belirlenmiştir.

                Anılan Yasanın “beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde gider” başlıklı 327. maddesinin birinci fıkrası ise; “Hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişi, sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edilir” şeklinde düzenlenmiş olup, fıkranın açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi halinde sanık ancak, kendi kusurundan ileri gelen giderlerden sorumlu olacaktır.

                Madde gerekçesinde kendi kusurundan ne anlaşılması gerektiği “hakkında kamu davası açılmış olan kişi savsama ve kusuruyla bilirkişi veya tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur” şeklinde açıklanmıştır.

                5271 sayılı CYY"nın yargılama giderlerine ilişkin bölümünde, anılan Yasanın 223/8. maddesi uyarınca verilen düşme hükümlerinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olup olmayacağı ya da hangi hallerde sorumlu tutulacağına yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

                Anılan Yasanın 327. maddesinde yalnızca beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına kararları verilmesi halinde yargılama giderlerinin kimden ve ne şekilde tahsil edileceği düzenlenmiş olduğundan, 223/8. maddesi uyarınca verilecek olan düşme kararlarında yargılama giderlerinin kimden ne şekilde tahsil edileceği 325. madde hükümleri uyarınca belirlenmelidir.

                Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;       

                İmar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında, sanığın ruhsata aykırı olarak yaptığı çatı örgüsünü yükselterek oluşturduğu yaşam alanını yargılama sırasında yıkması nedeniyle 5237 sayılı TCY"nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.

                5271 sayılı CYY"nın 325/1. maddesi gereğince, ancak ceza veya güvenlik tedbirine mahkumiyet halinde yargılama giderlerinin sanıklara yükletilmesi olanaklı olup, sanık hakkında açılan kamu davasının düşmesine karar verilmiş olduğundan, katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sanığın sorumlu tutulması olanağı bulunmamaktadır.         

                Ancak, Ceza Yargılaması Hukukunda kıyasın olanaklı olduğu, bu itibarla kıyas yoluyla anılan Yasanın 327. maddesi uyarınca sanıkların katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği ileri sürülebilir ise de; kıyas ancak genel nitelikteki hükümler bakımından söz konusu olacağından, 327. maddenin ise istisnai bir hüküm olması nedeniyle, kıyas yoluyla da olsa, maddenin kapsamının genişletilmesi olanaklı değildir.              

                Öğretide bu konuda; “Ceza Muhakemesi hukukunda, kural olarak kıyas yapılabilir. Ancak, ceza muhakemesi hukukunda da yasallık ilkesinin bir sonucu olarak kıyasa başvurulmasının sınırları vardır. Şu hallerde kıyas (benzetme) yolu ile boşluk doldurulamaz: 1- sınırlayıcı hükümlerin sözkonusu olması, 2- istisnai hükümlerin söz konusu olması”  (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, sf. 49), “ Oysa ceza muhakemesi hukukunda üç noktada kıyas engellenmiştir; bu üç noktada artık kanunilik ilkesi, ceza muhakemesinde çok etkin bir rol oynamaya başlamıştır ve kıyas yasaktır. Bunlar sınırlayıcı ve istisnai normlar ile koruma tedbirlerine ilişkin düzenlemelerdir” (Ünver, Yener- Hakeri, Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, sf.26) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

                Kaldı ki, 5271 sayılı Yasanın 327. maddesinin düşme kararı verilmesi halinde de uygulanabileceği kabul edilse dahi, katılan lehine hükmolunacak vekalet ücretinin sanığın kusurundan kaynaklanan bir gider olarak kabulü olanaklı olmadığı gibi, dosya kapsamına göre sanığın kusurundan kaynaklanan bir gider de bulunmadığından, yerel mahkeme tarafından sanık aleyhine, kendisini vekil ile temsil ettiren katılan için vekalet ücretine hükmolunmaması ve yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılmasına karar verilmesi usul ve yasaya uygun olup, Özel Daire bozma kararı isabetsizdir.

                Bu itibarla, haklı nedene dayanan itirazın kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılarak, isabetli bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; itirazın reddi gerektiği yönünde karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 05.07.2011 gün ve 11932-12098 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3-  Usul ve Yasaya uygun olan Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinin 04.05.2007 gün ve 87-327 sayı ile hükmünün ONANMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.01.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.

Hemen Ara