Esas No: 2004/16.HD-90
Karar No: 2004/119
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2004/16.HD-90 Esas 2004/119 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2004/16.HD-90 E., 2004/119 K.
"İçtihat Metni"
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Rasim T....."un İİY.nın 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin İzmir 2. İcra Ceza Mahkemesinden verilen 20.02.2002 gün ve 11922-952 sayılı kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 08.10.2002 gün ve 10331-10115 sayı ile ;
"4709 sayılı Kanunla Anayasa"nın 38. maddesinin son fıkrasına "Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonamaz" hükmü eklenmiş, bu hüküm 17.10.2001 gün 24556 sayılı mükerrer Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasa"nın açık hükmü karşısında sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremeyen kişilere yaptırım olarak hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi mümkün değildir.
Sanığa İİK.na aykırı davranışı nedeniyle hürriyeti bağlayıcı ceza tayin ve takdir edilmiştir. Şikayetçi ile sanık arasındaki temel ilişki sözleşme hukukundan kaynaklanmaktadır.
Anayasa hükmünün üstün norm olması, sonradan yürürlüğe girmesi, yaptırım yönünden sanık lehine düzenleme yapılmasını zorunlu kılması karşısında kanun koyucu tarafından yeni hüküm doğrultusunda yasal düzenleme yapılmasının beklenmesi ve sonucuna göre uygulama yapılması gerekir." gerekçesiyle hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 23.09.2003 gün ve 12179-3728 sayı ile ; "...Anayasa Mahkemesinin 21.11.2002 tarih ve 2001/415 esas 2002/166 karar sayılı hükmü ile İİK.nun 340. maddesindeki kuralın, doğrudan sözleşmeden doğan yükümlülüğün yerine getirilememesi olmayıp, kamu oto-ritesince yürütülen cebri icranın etkinliğinin sağlanması olduğu, dolayısıyla Yasada öngörülen yükümlülüğün sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle Anayasa"nın 38. madde-sinin 8. fıkrasına aykırı olmadığına karar verilmiştir. Bu durumda İİK.nun 340. maddesinin Ana-yasaya aykırılığından söz edilemeyeceğinden, kanunkoyucu tarafından yeni yasal düzenleme ya-pılmasının beklenmesine de gerek bulunmamaktadır." gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu kararın da sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Baş-savcılığının "bozma" istekli 08.03.2003 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa"nın 38 nci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulmaz" hükmünün İcra İflas Yasasının 340 ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, dolayısıyla da 4709 sayılı Yasa ile Anayasa"ya eklenen hüküm doğrultusunda bir yasal düzenleme yapılmasının beklenilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Özel Dairece Yerel Mahkeme kararının, yakınan ile sanık arasındaki temel ilişkinin sözleşme hukukundan kaynaklandığı ve Anayasa"nın 38 inci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen son fıkra uyarınca, çıkarılması gerekli yeni yasanın beklenmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmesinden sonra, konumuzu ilgilendiren İİY.nın 340 ıncı maddesinin Anayasa"ya aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, 28.02.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 21.11.2002 gün ve 415-166 sayılı kararında, söz konusu maddede belirtilen yükümlülüğün sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar vermiştir.
İcra ve İflas Yasasının "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan 340 ıncı maddesinde;
111 inci madde gereğince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.
Anılan Yasada, yukarıda açıklanan yargısal kararlardan sonra 17.07.2003 tarihinde 4949 sayılı Yasa ile çeşitli maddelerinde değişiklikler yapılmışsa da uyuşmazlık konusunu ilgilendiren 340 ıncı maddesi değiştirilmemiş, kural aynen korunmuştur. Bu nedenle yasa koyucunun iradesinin de Anayasa Mahkemesinin kararındaki gerekçeye uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 22.01.2002 gün ve 294-1 sayılı kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, anılan maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa"nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Zira Anayasa, borcu yerine getirmeyeni değil, ekonomik acz içinde olup bu nedenle borcunu yerine getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılmaları artık zorunludur. Yerel Mahkemenin direnme gerekçesi, bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yasal düzenlemeye uygundur.
Ancak, Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin süreklilik gösteren kararlarında da açıklandığı üzere, İİY.nın 340 ıncı maddesindeki suçun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faiz, vekalet ücreti, icra harç ve giderleri ile birlikte belirlenmesi, böylece borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gereklidir. Bu miktar belirlenmediğinde borçlunun hangi miktar için taahhütte bulunduğu, bu taahhüdün kabulünün hangi miktarın nazara alınarak yapıldığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanamayacağından, ödeme koşulunun ihlali halinde cezai sorumluluk doğmayacaktır. Oysa somut olayda, 02.08.2001 tarihinde yapılan haciz sırasında düzenlenen tutanakta, taahhüt edilen borç miktarının ne olduğunun açıklanan şekilde belirlenerek, rakamsal olarak gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla sanığın ödeme koşulunu yerine getirmemesi nedeniyle cezai sorumluluğu doğmadığından mahkumiyetine karar verilmesi olanaksız olduğu için isabetsiz olan Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:Açıklanan nedenlerle Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 25.05.2004 tarihinde tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.