Esas No: 2006/9-51
Karar No: 2006/50
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006/9-51 Esas 2006/50 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2006/9-51 E., 2006/50 K.
"İçtihat Metni"
Sanık Ü…
…. Taşdoğan hakkında taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasının şikayet yokluğu nedeniyle düşürülmesine ilişkin Gebze 3.Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 24.06.2004 gün ve 495-574 sayılı hüküm şikayetçi Ü…
…. Taşdoğan vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesince 30.01.2006 gün ve 7097-220 sayı ile;
"Hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK"nın 237 ve 238. maddeleri hükmü karşısında, katılma ile ilgili olarak şikayetçinin hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması" isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 28.02.2001 gün ve 77970 sayı ile;
"Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında genel ilke, yasa değişikliklerindeki geçici düzenlemelerde aksi belirtilmiş olmadıkça, derhal uygulama "hemen uygulama" ilkesidir. Bu ilke uyarınca usul işlemleri, yapılacağı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabi olacaktır. O halde ceza yargılaması sırasında, yeni bir yargılama yasası yürürlüğe girmişse, yargılama artık bundan böyle yeni yasa hükümlerine göre yapılacaktır. Ancak, önceki yargılama yasasının yürürlükte olduğu dönemde, o yasaya uygun şekilde yapılmış işlemler de geçerliliğini koruyacaktır.
Uyuşmazlık konusu olay ele alınıp incelendiğinde; kamu davasının açılışından itibaren hüküm verilinceye kadar o sırada yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK"un 366. maddesindeki düzenlemeye uygun biçimde, müştekinin sorumlulardan şikayetçi olduğunu bildirmesine rağmen davaya katılma dilekçesi veya bu konuda zabıt katibine tutanak düzenlettirdiğine ilişkin dosyada hiçbir belge bulunmadığı gibi soruşturmanın genişletilmesi, keşif yapılması ya da tanık dinlenmesi gibi isteği kapsayan dilekçeye de rastlanmadığı, dolayısıyla yöntemine uygun olarak katılma talebinde bulunmadığı görülmüştür. O halde, karar tarihi itibariyle katılan sıfatını kazanmayan müştekinin hükmü temyize de yetkisi bulunmamaktadır." görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, usulüne uygun biçimde katılan sıfatını almayan şikayetçi vekilinin temyiz inceleme isteminin reddine karar verilmesini istemiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Sanık hakkında taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasının şikayet yokluğu nedeniyle düşürülmesine karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, şikayetçinin hükmü temyiz etme yetkisinin bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi, kural olarak bir temyiz davasının varlığına bağlıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY"nın 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasasının 310. maddesi genel prensip itibarıyla tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ikinci koşul ise, uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren "istek" koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz." ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. İstek koşulu, bu konuda hak ve yetkisi bulunan kişilerce yerine getirilmelidir. 1412 sayılı CYUY"nın halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrasında bu genel kuraldan uzaklaşılmış ve onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin mahkûmiyet hükümlerinde istisnai olarak istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re"sen) yapılması kabul edilmiş ise de, bunlar dışında kalan hükümlerde, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay"ca incelenmesi olanaksızdır.
Öte yandan, gerek öğretide gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda, yeni yürürlüğe giren yargılama kurallarına ilişkin değişikliklerin, yapılacak yargılama işlemlerinde derhal uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bu prensip usule ilişkin yeni yasanın eskisinden daha yeterli ve daha yararlı olduğu ön kabulüne, ülkede aynı anda birden çok yargılama yasasının geçerli olmaması ilkesine ve yasaların yürürlükte kalış süreleri içerisinde düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Açıklanan ilkenin istisnası, sadece yeni yürürlüğe konulan yasada geçici maddelerle yapılan düzenlemeler ile ayrık tutulan hallerde ortaya çıkmaktadır.
Derhal uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, usul işlemleri, yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tâbi olacak ve ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bu ilkenin sonucu olarak;
1- Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
2- Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tâbi olacaktır.
4- Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Açıklanan bu ilke doğrultusunda, kamu davasına katılma konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde;
1412 sayılı CYUY"nın 365. maddesi gereğince, suçtan zarar gören herkesin davaya katılması olanaklıdır. Davaya katılma hakkı olan kişiler bu haklarını aynı yasanın 366. maddesi uyarınca, ya merciine verilecek bir dilekçeyle ya da tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla kullanabileceklerdir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 237. maddesinde ise, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılabilecekleri kabul edilmiş, ancak yasa yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Anılan Yasanın 238. maddesi uyarınca; davaya katılma hakkının kullanılması bakımından mahkemeye dilekçe ile başvurma yönteminin yanı sıra, sözlü olarak yapılan istemin duruşma tutanağına geçirilmesi de yeterli görülmüş, hatta şikayetçi olduğunu bildiren kişiye mahkemelerce, davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulması hususunda zorunluluk getirilmiştir.
Açıklanan yasal düzenlemeler nazara alındığında, 1 Haziran 2005 tarihinden önce sonuçlandırılan yargılamalarda kamu davasına katılma konusunda 1412 sayılı CYUY"nın 365 ve devam eden maddelerine uygun olarak işlem yapılmış olması gerekli ve yeterlidir. Bu süreçte anılan yasal düzenlemeye uygun biçimde son soruşturma (kovuşturma) aşamasında katılan sıfatını almayan ve davaya katılma konusunda istemde bulunmayan bir kimsenin, olağan yasa yollarından olan temyiz davasında kamu davasına katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. 5271 sayılı CYY"nın yürürlüğe girmiş olması, önceki yargılama yasasına uygun olarak sonuçlandırılan davalarda, şikayetçiye yeni bir hak bahşetmeyecektir.
Kuşkusuz, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, yöntemine uygun bir temyiz başvurusu nedeniyle hükmün bir başka hukuka aykırılık saptanarak bozulması üzerine, yeniden gerçekleştirilecek yargılama, artık yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılacak ve kovuşturma evresinin bu aşamasında şikayetçinin davaya katılması mümkün olabilecektir. Bu itibarla, bozma sonrası aşamada diğer yargılama kurallarının yanında 5271 sayılı CYY"nın 233 ve devamı maddeleri uyarınca mağdur ve şikayetçinin çağırılıp dinlenmeleri ve onlara yeni yasanın bahşettiği diğer hakların yanı sıra 238. madde gereğince kamu davasına katılma haklarının bulunduğunun hatırlatılması da gerekecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
Şikayetçi ile vekili, kovuşturma aşamasında davaya katılma konusunda usulüne uygun başvuruda bulunmadıkları gibi davaya katılma iradesini yansıtır nitelikte istemlerini içerecek herhangi bir dilekçeleri de bulunmamaktadır. Öte yandan, şikayetçi vekillerinin hazır bulunduğu bazı oturumlara ilişkin tutanak başlıklarında "müdahil vekili geldi" biçiminde ibareler mevcut ise de, yanlışlıkla yazıldığı anlaşılan bu ifadelerin davaya katılma istemi bulunmayan ve davaya katılmasına karar verilmeyen şikayetçiye katılan sıfatını kazandırmayacağı açıktır. Bu bakımdan, işlem tarihinde hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, Özel Dairece şikayetçinin bu istemine dayalı olarak bu incelemesi yapılıp hükmün bozulmasına karar verilmesi isabetsizdir. Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 30.01.2006 gün ve 7097-220 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikâyetçinin temyiz inceleme isteminin 5320 sayılı Yasanın 8.maddesindeki atıf nedeniyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY"nın 310 ve 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.