Esas No: 2006/6MD-296
Karar No: 2007/267
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006/6MD-296 Esas 2007/267 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2006/6MD-296 E., 2007/267 K.
"İçtihat Metni"
Sanık S.... G......"nın resmi evrakta sahtecilik ve irtikaba kalkışmak suçlarının sübuta ermediği ve bu suçların yasal öğelerinin de oluşmadığı kabul edilerek beraatına; sanığın, bacanağı Ş.... adına zilyetlik payının satın alınması, karşılığının bir bölümünün ödenmesine de aracılık ettiği taşınmazlarla ilgili olarak Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109, 1998/53 ve 54 esas sayılı davalarda hakimin reddi ve çekilme nedenleri gerçekleştiği halde duruşma ve keşiflerini yapıp anılan davacıyı kayırma fikriyle yasaya ve hukuka aykırı karar ve hüküm verdiği sübuta erdiğinden eylemine uyan TCY.nın 244, 80, 59, 647 sayılı Yasanın 4 üncü maddeleri uyarınca sonuç olarak 435.000 TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve 2 ay 27 gün süreyle memuriyetten yoksun kılınmasına, bu cezanın 4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile düzenlenen 1. maddesinin 4. bendinin 3. paragrafı uyarınca dava zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin Yargıtay 6. Ceza Dairesince 11.09.2003 gün ve 13044-6298 sayı ile verilen kararın sanık vekili ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 20.01.2004 gün ve 257-10 sayı ile sonuç olarak Özel Daire kararının;
1- (2) nolu bendinde yer alan ve sanığın görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan beraatına ilişkin hükmünün, TCY.nın 102/4 ve 104/2. maddeleri gereğince suç ve inceleme tarihleri arasında dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle bozulmasına, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden CYUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak bu suça ilişkin kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına,
2- (4) nolu bendinde yer alan ve sanığın TCY.nın 244 ve 80. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ilişkin hükmünün, eylemin resmi evrakta sahtekarlık suçuna uyduğu nazara alınmadan suç niteliğinin belirlenmesindeki yasaya aykırılık nedeniyle bozulmasına,
3- (1) nolu bendinin (b) alt bendinde yer alan ve sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmünün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi yasaya aykırı olduğundan bozulmasına,
4- (1) nolu bendinin (c) alt bendinde yer alan ve sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmünün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi yasaya aykırı olduğundan bozulmasına,
5- (1) nolu bendinin (a) alt bendinde yer alan ve sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan beraatına ilişkin hükmünün, sanığın resmi evrakta sahtekarlık suçundan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi yasaya aykırı olduğundan bozulmasına,
6- (3) nolu bendinde yer alan ve sanığın irtikaba kalkışmak suçundan beraatına ilişkin hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi bozma kararından sonra yaptığı yargılama sonucunda 07.10.2004 gün ve 4229-11518 sayı ile;
"...Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesi"nin 1995/87 (bozmadan sonra 1998/54), 1995/88 (bozmadan sonra 1998/53) esas sayılı davalarında da; davalılar Maliye ve yargılama aşamasında davaya katılan Kanuni Sultan Süleyman Han Vakfı vekillerince; dava konusu yerlerin mer"a olduğu, sit alanı içerisinde kaldığı, Sultan Süleyman Han Vakfı vakfiyesi kapsamında bulunduğu savunulduğu halde, 238 parsel sayılı mer"a krokisi, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası"nın 51 ve devamı maddelerine göre Koruma Kurulu"nun dava konusu yerle ilgili kararı ve krokisi, vakıfname getirtilmeden ve dolayısı ile uygulanmadan yapılan keşfe ve röper noktaları içermediğinden uygulanma niteliğinden yoksun bilirkişi rapor-krokisine dayanarak hukuka ve yasaya aykırı biçimde davaları kabul ve bacanağı Şinasi Karaca yararına taşınmazların tapuya tescilleri yolunda hükümler kurduğu,
İddianame, yargılamanın gerekliliği ve görevsizlik kararlarında belirtilmemiş olmakla birlikte; sanığın ayrıca bacanağı Şinasi Karaca"nın davacı olduğu Gökçeada Sulh Hukuk Mahkemesi"nin 1995/12 ve 13, Asliye Hukuk Mahkemesi"nin 1995/86, 93, 107, 108, 1996/71 esas sayılı davalarının yargılamalarını da yapıp, Sulh Hukuk Mahkemeleri davalarında görevsizlik kararı, Asliye Hukuk Mahkemesi davalarında da Şinasi Karaca yararına tescil hükümleri verdiği, bunlardan 1995/86, 93 ve 108 esas sayılı davaların Yargıtay 8. Hukuk Dairesi"nce belirtilen nedenlerle hukuka aykırılıktan bozulduğu,
Sanık tarafından anılan dava dosyalarıyla ilgili işlem ve kararlarda; gerek biçim ve gerekse içerik bakımından bir sahteciliğin sözkonusu olmadığı,
Böylece sanığın kayırma duygusuyla ve zincirleme biçimde yasaya aykırı işlemler yaptığı,
....
Sanık hakkında ayrıca; Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesi"nin; (a) 1996/131 esas sayılı davasında 26.10.1994 günlü keşifte yerel bilirkişi İ... B.... ve elmenlik tanığı H…
……. V…
…… bulunmadıkları halde, var göstermek ve onların ağzından görüş yazdırmak ve sonradan adliyede imzalarını tamamlatmak; (b) 1997/27, 28 ve 30 esas sayılı davalarda 30.5.1997 günü keşfe gidilmesine karşın, bilgisayarla keşif tutanakları yazdırıp adliyede imzalatmak; (c) aynı mahkemenin kimi dava dosyalarında sit alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde, adliyede gitmiş gibi tutanaklar düzenletmek; suretiyle resmi belgede sahtecilik yaptığı ileri sürülerek cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de,
Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesince dava konusu edilenler dahil olmak üzere tüm keşiflerin; mahkeme heyeti, ziraat ve fen bilirkişileri, yerel bilirkişi, elmenlik tanığı, taraf vekillerinin de katılımıyla yapıldığı,
Kimi keşiflerde daktilonun arızalanması, işlerin çokluğu gibi nedenlerle mahkemece ve bilirkişilerce gerekli ölçümler yapılıp gerekli notlar alındıktan sonra, tutanakların, keşif yerine yakın bir kamu kurumundaki bilgisayarla veya adliyeye dönülerek burada düzenlendiği veya benzer ve seri keşifler için önceden çoğaltılmış veya fotokopi biçiminde hazırlanan tutanakların o davaya ilişkin bölümü keşifte doldurularak, hazır bulunanların imzalarının tamamlatıldığı;
İmzaların gerçek ve adı yazılı kişilere ait bulunduğu;
Hazine temsilcisi Avukat A.N…
…. T…
…."in açıklamaları, Ş…
…. Y…
…., S…
…. K…
……, Y…
….Y…
…, N…
….. Y…
…, B…
…. T…
…., B…
….. Y…
……, H…
…. Y…
….., V…
….. P…
…., N…
….. K…
……."nin antlı tanıklıkları, İ…
….. B…
…. ile H…
….. V…
……"in mahkeme önündeki anlatımları, bunlardan; N…
….. Y…
…, H…
…. Y…
….., N…
….. K…
……, Ş…
…. Y…
….., H…
…… V…
……"in dilekçeleri içerikleri ve tüm dosya kapsamıyla anlaşılmış;
Sanığa yükletilen sahtecilik suçlarının sübuta ermediği ve yasal ögelerinin de oluşmadığı vicdani kanısında birleşildiğinden, önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu kararın da sanık ve müdafii, katılan vekili ile Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Ceza Genel Kurulunca 28.12.2004 gün ve 210-231 sayı ile; tebliğname düzenlenmesi için dosyanın Yargıtay C.Başsavcılığına gönderilmiş, bu işlem tamamlandıktan sonra yine Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda 11.10.2005 gün ve 40-114 sayı ile;
"Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararından sonra Özel Dairece yapılan yargılama aşamasında, önceki hüküm sanık aleyhinde bozulurken beyanları dayanak olarak alınan tanıklardan H…
…. Yılmaz"ın 29.07.2004, N…
…… Y…
…, H…
….. V…
…… ve Ş…
…..Y…
….."ın 30.07.2004, N…
….. K…
…….."nin ise 31.07.2004 havale tarihli dilekçeler vererek, baskı altında verdiklerini ileri sürdükleri önceki suçlayıcı beyanlarından döndükleri ve daha önceki suçlayıcı beyanlarında katılmadıklarını söyledikleri keşiflerde hazır bulunduklarını belirttikleri anlaşılmaktadır. Ancak, bu dilekçelerin anılan kişilere ait olup olmadığı hususunda herhangi bir tespit bulunmadığı gibi, dilekçelerin duruşma sırasında okunduklarına ve yargılamanın sujelerinin görüşüne sunularak tartışıldığına dair duruşma tutanaklarında da bir bilgi bulunmamaktadır. Kaldı ki beyanlarını değiştirmeyen diğer tanıkların anlatımları ile anılan dilekçe sahiplerinin yazılı beyanları arasında bir çelişki doğduğu ve bu çelişkinin giderilmediği de açıktır. Buna göre, adı geçen tanıklar Özel Dairece olanakların elverişliliği halinde yüzyüze veya elverişsizliği durumunda istinabe yoluyla dinlenmek suretiyle, söz konusu dilekçelerin kendileri tarafından verilip verilmediğinin, verildiğinin kabulü halinde ifadelerini değiştirme nedenlerinin ne olduğunun sorulmasında, diğer tanıkların anlatımları ile doğan çelişkiler nedeniyle tanıklar yüzleştirilerek çelişkinin giderilmesine çalışılmasında ve böylece ceza yargılamasının amacına uygun olarak tüm kanıtların toplanmasından sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde ve suçlayıcı ilk şahadetlere dayalı olarak şekillenen mahkumiyete ilişkin kanaatlerin, ortaya çıkacak yeni kanıtlar ışığında sorgulanmasının sağlanmasında zorunluluk bulunmaktadır." gerekçesiyle ve oyçokluğuyla hükmün eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 13.09.2006 gün ve 16467-7987 sayı ile;
"30.01.1994-18.07.1997 tarihleri arasında Gökçeada"da Sulh Hukuk, Asliye Hukuk ve Kadastro Mahkemelerinde Hakim olarak görev yapan sanık S.... G......"nın;
1) Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 ve 1998/53-54 esas sayılı dosyalarda bacanağı Ş…
…. K…
…."ın davacı konumda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen duruşma ve keşiflerini yapıp sonuçlandırdığı iddiasında;
Sanık Hakimin, bacanağı Ş…
…. K…
….."nın da hisseli olarak zilyet bulunduğu taşınmazlarda bu kişi adına tescil edilmesini sağlamak için açılan tescil davalarında, 1086 sayılı HUMK"nun 28/2. maddesinde (…
……doğrudan doğruya veya dolayısıyla alakadar olduğu davalarda istinkafa mecburdur) ve 179/6, 180/2, 187, 195. maddelerinde gösterilen emredici kuralları dikkate amadan, yargılamayı yürütüp sonuçlandırdığı, Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasının 13.10.1994 günlü keşfinde Yerel bilirkişi Nikola Karavasilaki"nin ifade etmediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirdiği tanık Nikola Karavasilaki"nin aşamalarda birbirini doğrulayan tutarlı beyanları ve dosya kapsamı ve diğer deliller ile sabit görülmüştür,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.01.2004 gün 2003/6 MD-257 esas ve 2004/10 sayılı bozma kararından sonra bir kısım tanıkların verdikleri dilekçe ve bunu doğrulayan anlatımlarının sanığı cezadan kurtarmaya yönelik olduğu kabulle itibar olunmamış ve anılan tanıkların önceki beyanları üstün kılınmıştır. Bu bağlamda sanığın sabit olan eylemi gerçeğe aykırı tutanak düzenlemiş olması karşısında eylemin resmi evrakta sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul ve takdir edilmesi inancına varılmıştır.
2) Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27-28-30 esas sayılı dosyaları ile ilgili olarak 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde, keşif tutanaklarını bilgisayarda yazdırıp dairede imzalattığı, iddiasına gelince;
Hukuki anlaşmazlıklar ile ilgili yürütülen tahkikat veya yargılamalarda keşif kararı verilmesi halinde, 1086 sayılı HUMK"nun 280, 364, 366. maddelerinde gösterilen hukuki disiplinler çerçevesinde işlem yargılama ve tahkikatı yürüten hakim tarafından, yerine getirilmesi ile ilgili emredici kuralları dikkate alınmadan, Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27-28-30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşif yapılmış gibi tutanak düzenlendiği, çünkü o dönemde bilgisayar veya elektronik daktilo kullanılarak düzenlenmesinin olanaklı olmadığı, tanık beyanları ve sanığın 29.11.2001 günlü Dairemizde alınan savunması ve belgeler kapsamı ile sabit olup, tanıklar N…
…… Y…
…, B…
…. T…
…., Av.B..... Y......."ın dilekçeleri ve bunu teyit eden anlatımları, Ş…
…. Y…
…."ın dilekçesi Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.01.2004 gün 2003/6MD-257-2004/10 sayılı bozma ilamından sonra sanığı cezadan kurtarmaya yönelik davranışlar olarak kabulle red edilerek, tanıkların önceki beyanları üstün tutularak itibar olunmuştur. Bu bağlamda sanığın sabit olan eylemi gerçeğe aykırı tutanaklar düzenlemiş olması karşısında suç zincirleme biçimde resmi evrakta sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul ve takdir edilmesi gerektiği inancına varılmıştır.
3) Asliye Hukuk Mahkemesinin, SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşif tutanakları düzenlediği iddiasına gelince;
1086 sayılı HUMK.nun 363, 365, 367, 281, 283/son maddelerinin emredici kuralına göre; davanın her aşamasında tartışmalı mahallin keşfine karar verilebilinir ve keşif muamelesine ilişkin tutanak düzenlenir. Bilirkişilerin gereğinde yazılı görüş vermeleri tutanağa geçirilir.
Sanık Hakim S.... G......"nın bunları dikkate almadan gerçeğe aykırı tutanak düzenlediği tanık beyanları, dosya kapsamı ve düzenlenen zabıtların izlenen özellikleri ve yaygın duyumu yansıtan diğer tanık anlatımları karşında, bozmadan sonra ifadeleri değişen tanıkların anlatımlarına itibar olunmamış, anılan bu tanıkların önceki beyanları üstün kabul ve takdir olunmuştur.
Sanığın görevine giren bir hususta gerçeğe aykırı belge düzenlemek suretiyle zincirleme şekilde resmi evrakta sahtekarlık suçunu işlediği sabit görülmüştür.
4) Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İ…
…. B…
….. ve zilyet tanığı H…
…… V…
….. keşifte hazır bulunmadıkları halde var göstererek serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdığı iddiasında;
1086 sayılı HUMK"nun 365, 367, 281 ve 283/son, 151 maddelerinde açıklanan emredici kurallara aykırı olarak 1996/131 esas sayılı dosyanın 26.10.1996 tarihli keşfinde mahalli bilirkişi ve zilyet tanığı hazır bulunmadıkları halde, keşfe katılmış gösterilip, adı geçenlere atfen görüş ve beyanlara yer verdiği, iddiayı doğrulayan tanık anlatımı ve dosya kapsamı ile sabit görülmekle değişen tanık beyanlarının sanığı cezadan kurtarmaya yönelik olduğu kabulle itibar olunmamıştır.
Sanığın görevi gereği düzenlediği resmi belge niteliğindeki keşif tutanağının gerçeğe aykırı olması karşısında eylemin resmi evrakta sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul ve takdir edilmiştir.
Sanık Hakim S.... G......"nın görev yaptığı ve bunun gereği düzenlediği tüm belgeler ve keşif tutanakları resmi belgedir. Bunlarda şekil ve içerik bakımından yapılan sahtecilikte resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturur.
HUMK"nun 295 ve 392. maddelerine göre Hukuk Mahkemelerinde düzenlenen keşif tutanakları aksi tanıkla ispata olanaklı, delil özelliğindedir.
Sanık Hakimin görev yaptığı sürece Hukuk Mahkemelerine ait bir çok dosyada keşfe gitmeden bilgisayardan veya dairede tutanakları hazırlayıp katılan ve ilgililerine bir şekilde imzalattığı veya keşifte hazır bulunmayan bilirkişi ve tanıkların ağzından beyanlarını onların görüşleri gibi tutanaklara bizzat yazdırdığı, böylece yasanın kendisine verdiği yetkiyi usul ve yasa kuralarına uygun olmayan şekilde kullandığı bunu zaman içinde yoğunlaştırarak sürdürmesi şeklindeki hareketi bir bütün halinde zincirleme biçimde görevlinin sahte resmi belge düzenleme suçunu oluşturduğu iddia, savunma, deliller dosya kapsamı ile sabit görülmüştür.
Sanığın eylemi suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK.nun 340. maddesi aracılığı ile 339/1. fıkra 1.cümle ve 80. maddelerini ihlal etmektedir. Aynı eylem 5237 sayılı Yasanın 204/2, 43. maddelerinde de suç olarak gösterilmiştir.
Sanığın eylemine uyan suç için lehe yasanın belirlenmesine gelince; 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi ve 765 sayılı TCK.nun 340. maddesi aracılığı ile aynı Kanun 339/1. fıkra 1. cümle ile takdiren 3 yıl hapis ve aynı Yasanın 80. maddesi ile takdiren 1/6 oranında artırılmasıyla 3 yıl 6 ay hapis aynı Kanunun 59/2. maddesi ile 1/6 oranında indirimle 2 yıl 11 ay hapis, ceza süresine göre TCK"nun 31-33. maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına,
5237 sayılı TCK"nun 204/2. maddesi uyarınca takdiren 3 yıl, aynı Yasanın 43. maddesi uyarınca takdiren 1/4 oranında arttırılınca 3 yıl 9 ay hapis, TCK.nun 62. maddesi ile 1/6 oranında indirimle 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve aynı Yasanın 53. maddesi hükümleri ile belli hakları kullanmadan yoksun bırakılması ile ilgili güvenlik tedbirini içermektedir.
765 sayılı TCK.nun 2 ve 5237 sayılı Yasanın 7 ve 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddeleri ışığında olaya tüm normlar uygulandığında sonuç ceza bakımından 765 sayılı Yasanın lehe olduğu" gerekçesiyle bu kez sanığın 765 sayılı TCY.nın 339/1, 80, 59/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 11 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu kararın da sanık ve müdafileri, katılan hazine vekili ve Yargıtay C.savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığınca düzenlenen "bozma" istekli tebliğname ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Hakim olan sanık, göreve ilişkin suçlar nedeniyle Yargıtay"ın ilgili Ceza Dairesinde yargılanarak resmi evrakta sahtecilik suçundan, sahtecilik eylemlerinin sabit olduğu ve 765 sayılı TCY hükümlerinin lehe olduğu kabul edilerek 765 sayılı TCY.nın 339/1, 80, 59/2. maddeleri uyarınca mahkûm olmuştur. Hüküm, sanık ve müdafileri tarafından, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiği; katılan hazine vekili tarafından, süre tutum dilekçesi ile hükmü aleyhe temyiz ettiğini belirtmek suretiyle; Yargıtay C.Savcısı tarafından ise, eylem tarihleri nazara alındığında 765 sayılı TCY.nın 80. maddesinin uygulanma koşullarının oluşmadığı, sanığın her bir sahtecilik suçundan ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle aleyhe olmak üzere temyiz edilmiştir.
Ancak Ceza Genel Kurulundaki inceleme sırasında esasa ilişkin temyiz incelemesine geçilmeden önce, Özel Dairenin kısa kararının yer aldığı duruşma tutanağının ve gerekçeli kararda hükmün yer aldığı sayfaların tamamının karara katılan bütün hakimler tarafından imzalanmadığı, bu hususun CYY.nın 232/4. maddesine aykırılık oluşturduğu ve ön sorun olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürüldüğünden bu konu Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle ele alınıp değerlendirilmiştir.
Ceza Yargılaması Yasasının "Duruşma tutanağı" başlığını taşıyan 219. maddesinde; duruşma için tutulan tutanağın mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanacağı, mahkeme başkanının mazereti olduğunda, tutanağın en kıdemli üye tarafından imzalanacağı,
231. maddesinde; duruşmanın sonunda, 232. maddede belirtilen esaslar dâhilinde hazırlanmış bulunan hüküm fıkrasının duruşma tutanağına geçirileceği ve bunun duruşmada okunacağı,
"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlığını taşıyan 232. maddesinin ilk iki fıkrasında, hükmün başlığında bulunması gereken unsurların neler olduğu, üçüncü fıkrasında, duruşma sırasında tutanağa geçirilmeyen hüküm gerekçesinin hükmün açıklanmasından itibaren onbeş gün içinde yazılarak dava dosyasına konulacağı ve 4. fıkrasında da, karar ve hükümlerin bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanacağı belirtilmektedir.
Sözü edilen yasal normlar birlikte değerlendirildiğinde; duruşma sürecini saptamak için tutulan tutanakların mahkeme başkanı ile zabıt kâtibi tarafından imzalanmasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Duruşma sürecinin sonunda verilen ve tutanağa geçirilip duruşmada okunan son kararın da, karara katılan tüm hâkimler ve tutanağı yazan kâtip tarafından imzalanması zorunludur.
Uygulamada kısa karar diye adlandırılan bu hüküm, esasen hükmün esasını oluşturmakta, duruşma tutanağına geçirilip açıklanmış bulunmakla da geçerlilik kazanmaktadır. Asıl olan, duruşma sonunda verilen hükmün gerekçesiyle birlikte duruşma tutanağına geçirilmesidir.
Böyle yapıldığında, duruşma tutanağının hüküm fıkrasını içeren sayfalarının 232/4. madde uyarınca karara katılan tüm hâkimler ve tutanak kâtibi tarafından imzalanması, duruşma tutanağının gerekçeyi içeren kısmının ise 219. madde uyarınca mahkeme başkanı ve tutanak kâtibi tarafından imzalanması yeterli olacaktır. Hükümle birlikte tutanağa geçirilmeyen gerekçenin ise Ceza Yargılaması Yasasının 232/3. maddesi uyarınca onbeş gün içinde yazılıp dava dosyasına konulması zorunludur. Önceki Ceza Yargılaması Usulü Yasamızda hükmün beyaz edilmesi olarak isimlendirilen bu işlem, hükmün esasını oluşturan kısa kararın, Ceza Yargılaması Yasasının 230. maddesine uygun biçimde gerekçeyi ve 232. maddede yazılı unsurları da içerecek biçimde yazılmasından ibarettir. Bu durumda, hükmü ve gerekçesini birlikte içeren ve kesinleştiğinde ilâm hüviyetini alacak, gerektiğinde infaza konu olabilecek bir başka belge ortaya çıkmış olacaktır. Gerekçeli karar olarak isimlendirilen bu belge, yargılamayı gerçekleştiren ve yargılananlarla ilgili bilgileri, iddiayı, savunmayı, kabul edilen ve reddedilen kanıtları, bunların tartışılmasını, gerekçeyi ve hükmü içermektedir. Birçok sayfadan oluşması mümkün bu yeni belgenin, Ceza Yargılaması Yasasının 232. maddesinin 4. fıkrasında yazılı buyurucu kural gereği, son sayfasının karara katılmış bulunan tüm hâkimler ve gerekçeli kararı yazan kâtip tarafından imzalanması zorunludur. Diğer sayfalarının ise mahkeme başkanı ile zabıt kâtibi tarafından imzalanması, gerekçeli kararın geçerli bir belge hüviyetini kazanması bakımından yeterlidir.
Nitekim uygulama da bu şekilde yerleşmiştir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
13.09.2006 tarihli son oturuma ait duruşma tutanağının tüm sayfalarının başkan ve zabıt kâtibi tarafından imzalandığı, son sayfasının ise tüm hakimler ve zabıt katibi tarafından imzalanmış olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme tutanaklarında sahtecilik yapıldığı konusunda herhangi bir iddia da ileri sürülmediği nazara alınarak, bu uygulama CYY.nın 232. maddesine uygundur.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı ve Kurul Üyeleri ise; "CYY.nın 232/4. maddesi uyarınca, hüküm fıkrasının yer aldığı tutanak sayfalarının karara katılan tüm hakimler ve zabıt katibi tarafından imzalanması zorunludur. Somut olayda hüküm fıkrasının yer aldığı tutanak sayfalarının son sayfası hariç diğer sayfalarının mahkeme üyelerince imzalanmamış olması yasaya aykırı olup, hüküm öncelikle bu nedenden bozulmalıdır" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Ön sorun bu şekilde çözüldükten sonra, esasa ilişkin temyiz incelemesinde;
Ceza genel Kurulunun 11.10.2005 gün ve 40-114 sayılı bozma kararından sonra yapılan yargılamada Özel Dairece bozmaya uyulmuş olmakla birlikte, yalnızca bozma kararında adları geçen ve ifadelerini değiştirdikleri konusunda dilekçe veren tanıkların talimat yoluyla ifadeleri aldırılmış olup, bu tanıkların anlatımları ile ifadelerini değiştirmeyen diğer tanıkların anlatımları arasında doğan çelişkinin giderilmesi yolunda herhangi bir işlem yapılmamıştır. Ancak, Özel Daire gerekçeli kararında, bu tanıkların sonradan ifade değiştirmelerinin sanığı suç ve cezadan kurtarma amacına yönelik olduğu, değişen ifadelere itibar edilmediği, tanıkların önceki ifadelerine itibar edildiği belirtilmiş olmakla bozma kararının gereğinin yerine getirildiği anlaşılmaktadır.
Sanık ve müdafileri gerek temyiz dilekçelerinde gerekse Yargıtay C.Başsavcılığının tebliğnamesine karşı görüşlerini bildirdikleri dilekçelerinde özetle;
Özel Dairece yapılan yargılamada kanıtların yanlış değerlendirildiğini, Ceza Genel Kurulunun bozma karında belirtilen bozma nedenlerine şeklen uyulduğunu ancak bozma gereklerinin yerine getirilmediğini, aynı kanıtlarla daha önce beraat kararı verilmesine karşılık şimdi suçun sabit olduğunun kabul edilmesinin çelişki yarattığını, bunun nedeninin Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin, Diyarbakır Cezaevinde önceki yıllarda yaşanan ve bazı hükümlü ve tutukluları öldüğü ve yaralandığı olay ile ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yaptığı yargılamada Adalet Bakanlığının müdahalesi sonucunda beraat kararı vermesine rağmen, o Mahkemenin üyesi olan sanık Hakimin mahkumiyet yönünde karşı oy kullanması olduğunu düşündüklerini belirtmişlerdir.
Sanığın eylemlerinin sabit olup olmadığı hususunda yapılan incelemede;
Ceza Genel Kurulunun son bozma kararından sonra yapılan yargılamada dinlenen tanıklardan özellikle N…
…. K…
……"nin, 31.07.2004 tarihli ve imzasını taşıyan dilekçeyi sanık hakim ve Naci Kaynar"ın kendisine getirmeleri üzerine okumadan imzaladığını, bu ifadesinin alınmasından önceki gece de yine aynı kişilerin evine gelerek dilekçeyi kabul etmesini söylediklerini beyan etmesi ve diğer tanıkların da dilekçe vererek ifade değiştirmeleri hususunda çelişkili anlatımlarda bulunmaları karşısında, sanığı suçtan ve cezadan kurtarmak amacıyla ifadelerini değiştirdikleri, bu tanıkların Adalet Müfettişleri ve talimat yoluyla Asliye Ceza Mahkemesince alınan önceki ifadelerine itibar edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 20.01.2004 gün ve 257-10 sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, tanık anlatımları, Adalet Müfettişlerince düzenlenen inceleme tutanakları ve tüm dosya kapsamı ile sanığın;
1- Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/109 esas sayılı dosyasında, bacanağı olan Ş…
…. K…
….."nın davacı konumunda olmasına ve davaya bakmasına yasal engel bulunmasına rağmen, dava dilekçesini 13.10.1994 tarihinde havale edip aynı gün tensip yaparak keşif icra ettiği, mahalli bilirkişi N…
….. K…
….."nin söylememesine rağmen ona atfen "diğer davacılar taşınmazın bir bölümünü Ş…
….. K…
….."ya sattılar" biçiminde tutanağa yazdırıp tutanağı okutturmadan imzalattırdığı, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/53 ve 54 esas sayılı dosyalarında da aynı kişinin taraf olduğu davalara bakıp kabulle sonuçlandırdığı, bu suretle yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişinin söylemediği hususları söylemiş gibi onun ağzından tutanağa geçirerek gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,
2- Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1997/27, 28 ve 30 esas sayılı dosyalarında 30.05.1997 tarihinde keşfe gitmediği halde keşif tutanaklarını bilgisayarla yazdırıp dairede imzalattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanakları düzenlediği,
3- Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesine ait tescil davalarında bir kısım dosyalarda SİT alanının belirlenmesine ilişkin keşiflere gitmediği halde dairede, keşfe gidilmiş gibi gerçeğe keşif tutanakları düzenlediği,
4- Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/131 esas sayılı dosyasında mahalli bilirkişi İ…
…. B…
…. ile zilyetlik tanığı H…
….. V…
…. keşifte bulunmadıkları halde var göstererek, serdedilmeyen görüşleri bizzat tutanağa yazdırıp imzalarını dairede tamamlattırdığı, bu suretle gerçeğe aykırı keşif tutanağı düzenlediği,
Sabittir.
Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda, elde edilen kanıtlara ve dosya kapsamına göre sanığın açıklanan eylemlerinin sabit olduğunun kabul edilmesi isabetlidir.
Sabit olduğu kabul edilen eylemlerin hangi suç niteliğine uyduğunun belirlenmesine ilişkin yapılan incelemede;
Özel Dairece lehe olduğu kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Yasasının, 6 ncı Bab 3 üncü faslında düzenlenen evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu ise kamunun güvenidir.
Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir. Resmi evrakta sahtekarlık suçunda, evrakın sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup, kullanılması suçun oluşması için gerekli değildir.
Bunlardan resmi belgenin aslında ya da yiten asıl belgenin yerine geçen onaylı örneği üzerinde sahtecilik; görevli memur tarafından görevi nedeniyle işlenmiş ise TCY.nın 339 uncu maddesi uygulanacaktır.
Sahteciliğin, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli bir resmi evrak üzerinde yapılması halinde ise, TCY.nın 339 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uygulanacaktır.
Somut olayda sanığın sabit olan eylemleri, hakimlik görevi gereği düzenlediği resmi belge niteliğindeki keşif tutanaklarının gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesinden ibarettir. Gerçeğe aykırı düzenlenen bu sahte keşif tutanakları esas alınarak verilen hükümlerin de nitelikleri itibariyle sahte mahkeme ilamı niteliğinde olacağı açıktır.
1086 sayılı HUMY.nın 295. maddesinde, mahkeme ilamlarının sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrak niteliğinde olduğu hükme bağlanmıştır. Kaldı ki, Ceza Genel Kurulunun 15.03.1993 gün ve 45-65 sayılı kararında keşif tutanaklarının, sahteciliği ispat edilmedikçe geçerli resmi evrak niteliğinde olduğu esası kabul edilmiştir.
O halde sanığın sabit olan eylemleri, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrakta sahtecilik suçuna uymakta olup, 765 sayılı TCY.nın 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmelidir.
Özel Dairece suç niteliğinin yanlış değerlendirilmesi sonucunda sanığın 765 sayılı TCY.nın 339. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır.
Zincirleme (müteselsil) suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesinde;
Zincirleme (müteselsil) suç, 765 sayılı TCY.nın 80. maddesinde; "Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün birkaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır." denilerek tarif edilmiş, bu durumda faile verilen cezanın belli oranda artırılması öngörülmüştür.
Bu tanımdan yola çıkıldığında, zincirleme suçun varlığının kabulü bakımından gerekli birinci koşul; farklı zamanlarda işlenmiş olsalar dahi ortada birden çok suçun olması, ikinci koşul; bu suçların yasanın aynı hükmünü ihlâl etmesi ve nihayet üçüncü koşul da; suç işleme kararında birlik bulunmasıdır.
Bunlardan en önemlisi, Yasada "suç işleme kararında birlik" şeklinde ifadesini bulan, sübjektif koşuldur. Muhtelif suçları birbirine bağlayan, birleştiren ve müteselsil suçu yapısal olarak cezaların içtimaından ayıran da bu koşuldur. (Türkân Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Ankara-1995, s.86.) Bu sübjektif koşul, "aynı suç kasdı" olarak anlaşılmamalıdır.
Nitekim 80. maddenin ilk halinde kullanılan "kasdı cürmî "deyimi karışıklıklara yol açtığından dolayı daha sonra değiştirilmiş ve madde günümüzdeki şeklini almıştır. Bu bakımdan, her biri bağımsız olan ve ayrı ayrı kastlarla işlenen bu suçların, aynı kastın ürünü olduklarını söylemek, Yasanın lafzına da uygun olmayacaktır. (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Ankara-1973, s.56.)
Aynı ve tek olan şey, bu bağımsız kastları birleştiren ve bu sebeple kasttan başka bir anlam ifade etmek zorunda bulunan "suç işleme kararı"dır. Suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plân, genel bir niyet anlaşılır. Fail, önceden böyle bir plân veya niyet tespit etmiş, bunu bir defada gerçekleştirecek yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğu içindir ki, birden fazla olan kısımlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt I, 14. bası, s.398)
Ceza Genel Kurulunun 24.11.1998 gün ve 280-359 sayılı kararında vurgulanan ölçüte göre de; kesin, belirli, somut suçların maddi ve sübjektif öğelerini kapsayan bir tasarlamanın mevcudiyeti halinde, suç işleme kararında birliğin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Ancak, suç işleme kararında birlik koşulu daha ziyade failin iç dünyası ile ilgili bulunduğundan, gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi güçtür. O halde, bu konuda gözleme özel bir önem verilmelidir. Bu hususta takdir hakkı bulunan yargıç, bu işlem sırasında gündelik hayat deneyimlerini genel bir yol gösterici olarak gözönünde bulundurmalı, sübjektif bağın belirlenmesinde; suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik, suçların işlenme zamanları ve yerleri arasındaki ilişki, suçların işlenmesine hükümden sonra devam edilip edilmediği gibi yardımcı kriterlerden de yararlanmalıdır. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul-1972, s.138 vd)
80. madde, birden fazla ihlâllerin "muhtelif zamanlarda" meydana gelse de bir suç sayılacağını belirtmiştir. Bu bakımdan, suçlar arasında bir zaman aralığının bulunması doğaldır ve fasıla bu suçların aynı suç işleme kararıyla işlenip işlenmedikleri hususunda kesin bir ölçüt sayılamaz. Buna karşın, zamanın uzunluğu yahut kısalığı, tamamen göz ardı edilebilecek bir husus da değildir. Burada dikkate alınması gereken şudur; genellikle müteselsil suçun varlığı, suçlar arasındaki zaman aralıklarıyla ters orantılıdır. Örneğin; suçlar arasındaki zaman fasılaları çok uzunsa, bu durum failin "aynı suç işleme kararı" ile hareket etmediğine karine oluşturabilir. Bununla birlikte, suçların kısa zaman aralıklarıyla işlenmeleri de her zaman aynı suç işleme kararıyla hareket edildiğine işaret etmez.
Öte yandan, Yasamız zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Bir başka önemli sorun da, suçların farklı mağdurlara yönelik olması halinde, aynı suç işleme kararının bulunup bulunamayacağının tayinidir. Bazı yazarlar, mağdurların değişmesi halinde, müteselsil suçun hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğini ileri sürmektedirler. Bir kısım yazarlar ise, bazı suçların yapısında bir sınır bulunduğunu; hayat, vücut bütünlüğü, hürriyet, cinsel özgürlük gibi münhasıran kişiye ait değerleri ihlâl eden suçların, zorunlu olarak teselsül dışında kaldığını savunmaktadırlar.
Ancak bu yazarların hemen hepsi, mala karşı işlenen suçlarda mağdurlar farklı da olsa, suç işleme kararının değişmeyebileceğini kabul etmektedirler. (Maggıore ve Majno"ya atfen, Sancar, s.106 vd.)
Bu hususta Ceza Genel Kurulunun 18.11.1985 gün ve 220-585 sayılı kararı da önemli bir emsal oluşturmaktadır. Anılan kararda, suç işleme kararında birlik bulunması halinde suçtan zarar görenin birden fazla olmasının, eylemlerdeki bağlantıyı ve teselsülü etkilemeyeceği, müteselsil suçu ancak kararın yenilenmiş olmasının ortadan kaldıracağı belirtilmiş, böylece dolandırıcılık suçunda mağdur sayısının fazlalığının teselsüle mutlak engel bir hal olmadığı kabul edilmiştir.
Açıklanan bilimsel görüşler ve yargısal kararlar ışığında somut olayı değerlendirecek olursak;
Sanık hakimin gerçekleştirdiği sahtecilik eylemleri yukarıda dört grup halinde özetlenmiştir. Tüm bu eylemlerin bir bütün halinde aynı suç işleme kararı ile işlenmiş olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Çünkü, eylem tarihleri nazara alındığında aralarında 1 yıl veya daha fazla sürelerin bulunduğu, ayrıca her bir gruptaki sahtecilik olaylarında yeni ve farklı bir kasıtla eylemlerin gerçekleştirildikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerek Ceza Genel Kurulunca gerekse Özel Dairece sanığın eylemleri dört farklı grupta ele alınmış ve her biri için ayrı değerlendirme yapılmıştır.
O halde sanığın dört ayrı sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilmeli, buna bağlı olarak da her bir suç grubu yönünden kendi içinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı ayrıca değerlendirilmelidir.
Özel Dairece sanığın bütün eylemlerini bir suç işleme kararı ile gerçekleştirdiğinin kabulüyle bir kez sahtecilik suçundan cezalandırılması ve bu cezasının zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırılması dosya kapsamına ve yasaya aykırı olup isabetsizdir.
Bu itibarla, katılan hazine vekili ve Yargıtay C.savcısının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, suç niteliğinin belirlenmesinde ve sanığın dört ayrı resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması yerine koşulları oluşmadığı halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak bir kez cezalandırılmasına karar verilerek eksik ceza tayin edilmesindeki isabetsizlikler nedeniyle Özel Daire hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı ve beş Kurul Üyesi ise; "Sanığın görev yaptığı süre içerisinde aynı görev yerinde gerçekleştirdiği sahtecilik eylemlerinin aynı suç işleme kastı ile gerçekleştirildikleri nazara alındığında, Özel Dairece sanığın bir kez sahtecilik suçundan cezalandırılması ve bu cezasının zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırılması isabetlidir " görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 13.09.2006 gün ve 16467-7987 sayılı hükmünün;
a- Sanığın sabit olan eylemlerinin, sahteliği ispat edilmedikçe geçerli evrakta sahtecilik suçuna uyduğu gözetilerek, 765 sayılı TCY.nın 339. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi yerine, suç niteliğinin yanlış değerlendirilmesi sonucunda TCY.nın 339. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi;
b- Sanığın dört ayrı resmi evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması yerine, koşulları oluşmadığı halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak bir kez sahtecilik suçundan cezalandırılması;
Suretiyle eksik ceza tayini isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, sonuçta tebliğnamedeki isteme uygun olarak, önsorun yönünden oyçokluğu, birinci bozma nedeni yönünden oybirliği, ikinci bozma nedeni yönünden oyçokluğu ile 04.12.2007 günü karar verildi.