Esas No: 2007/4-105
Karar No: 2007/174
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/4-105 Esas 2007/174 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2007/4-105 E., 2007/174 K.
"İçtihat Metni"
Avukat olan sanık Bahadır N..... Y........."nun davalı vekili sıfatıyla katıldığı Akhisar 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/422 esas sayılı dosyasına 10.01.2003 tarihinde verdiği cevaba cevap dilekçesinde, davacı Salih Kozlu"ya sövdüğü iddiasıyla yapılan yargılama sonunda; Akhisar Ağır Ceza Mahkemesince 09.12.2003 gün ve 212-259 sayı ile; "…
… Sanığın dilekçesindeki sözleri müştekinin dosyaya bildirdiği belgenin delil olarak kabul edilmemesi dikkate alınmaması ve kendi iddialarını güçlendirmek amacıyla sarfettiği dava ve savunma konusu ile mantıksal bağlantısı olduğu, savunma sınırlarını aşmadığı anlaşıldığından, suçun unsurlarının oluşmadığı …
…" gerekçesiyle beraat kararı verilmiş, katılan tarafından temyiz edilen bu hüküm;Yargıtay 4. Ceza Dairesince 08.05.2006 gün ve 13092-10450 sayı ile;
"…
…Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak, sanık avukatın Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği, 10.01.2003 tarihli cevaba cevap dilekçesinde belgenin haksızlığını tahkire yönelmeden de çürütmesi olanaklı iken "faydalı model belgesi diğer delilleri gibi şaibeli tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş haksız bir belgedir." demek suretiyle davanın yazgısını belirlemede zorunluluk bulunmamasına karşın, katılanı hırsızlıkla suçlayıp, küçük düşürdüğü ve iddia ve savunma sınırlarını aştığı gözetilmeden belgenin sahte olup olmadığı da araştırılarak hüküm kurulması yerine iddialarını güçlendirmek amacıyla sarfettiği gerekçesiyle beraat kararı verilmesi.." gerekçesi ile bozulmuştur.
Bunun üzerine Akhisar Ağır Ceza Mahkemesince 29.11.2006 gün ve 208-307 sayı ile;
Daha önceki gerekçe; "..Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin 6. maddesinin 3. bendinde düzenlenen iddia ve savunma hakkından, Anayasanın 13. maddesinde düzenlenen savunma hakkının kısıtlanmasından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. ve Anayasanın 90/son maddesindeki düzenleme nedeniyle iç hukukta doğrudan uygulanması gereken Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 14. maddelerinde düzenlenen adil yargılanma hakkından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmenin 10. maddesi ile Anayasanın 19. maddesinde düzenlenen fikir özgürlüğünden, Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinden, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 8. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü ve 11. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinden, Birleşmiş Milletler Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeler Bildirgesinden, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1,2,34 ve 35. maddelerinde düzenlenen avukatların hak ve ödevlerinden, Anayasanın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinden ve 5237 sayılı Yasanın 21. maddesinde düzenlenen kast tanımından ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.1998 gün ve 255-316 sayılı kararından bahsedilerek" genişletilmek suretiyle direnme ve beraat kararı verilmiştir.
Bu hükmün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.04.2007 gün ve 68131 sayılı bozma istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
A)Yargılama konusu maddi olayın;
"Avukat olan Bahadır N..... Y........."nun davalı vekili sıfatıyla katıldığı Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/422 esas sayılı dosyasına 10.01.2003 tarihinde sunduğu cevaba cevap dilekçesinde, "Davalı vekilinin 3. delili, faydalı model belgesi, diğer delilleri gibi şaibeli tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş haksız bir belgedir" şeklindeki ifadeye yer vermesi" tarzında gerçekleştiği,
B)Yargıtay 4. Ceza Dairesi ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu"nca çözülmesi gereken hukuki ihtilafın;
Sanık avukat tarafından cevaba cevap dilekçesinde "Davalı vekilinin 3. delili, faydalı model belgesi, diğer delilleri gibi şaibeli tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş haksız bir belgedir" şeklinde bir ifade kullanılmasının sövme suçunu oluşturup oluşturmayacağı noktasında ortaya çıktığı,
C)Ön mesele;
Asıl mesele görüşülmeden önce; Yerel Mahkemece direnme kararı verilirken, ilk hükme oranla daha geniş bir gerekçeye dayanılmış olmasının; ikinci kararın "eylemli uyma" nedeniyle "Özel Dairece" incelenmesini gerektirir nitelikte "yeni bir hüküm" sayılmasına neden olup olmayacağı konusu ön mesele olarak ele alınmıştır.
D)Genel Kurul"ca yapılan değerlendirmede;
1-Ön meseleye ilişkin değerlendirme;
Genel Kurul"un yerleşik uygulamalarına göre; Yerel Mahkemece ilk hükmün bozulmasının ardından, yeni bir gerekçeye dayanarak hüküm kurulması halinde, "eylemli uymanın" var sayılacağı ve "direnme" niteliğinde görülmeyen ikinci hüküm hakkındaki incelemenin Genel Kurulca değil, Özel Dairece yapılacağı hususunda tereddüt bulunmadığı,
Buradaki sorunun, "yeni gerekçeye" verilen anlamla ilişkili olduğu,
Bu anlamda; bozma kararından sonra, kararının haklılığını vurgulamak amacıyla Yerel Mahkemece, önceki hükümde yer verilmediği halde, ulusal ve uluslararası mevzuatta yer alan değişik düzenlemelere, bazı yargısal kararlara ve öğretiden bir kısım görüşlere dayanılmış ve bunların karar gerekçesine yazılarak, gerekçenin genişletilmiş olmasının, "yeni bir gerekçeye" dayanmak olarak değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla da burada "eylemli uymadan" ya da "yeni hükümden" bahsedilemeyeceği,
Kabul edildiğinden, işin esasına geçilmelidir.
Ön mesele ile ilgili olarak; çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul üyesi ise; "önceki kararın gerekçesinde gösterilmemiş olan bir kısım hususların, yeni hükmün gerekçesinde gösterilmiş olması nedeniyle, ortada "eylemli uyma" dolayısıyla da, ilk defa Dairesince incelenmesi gereken "yeni bir hüküm" bulunduğunu ileri sürerek esasa geçilmemesi ve dosyanın Özel Daireye gönderilmesi yönünde" karşıoy kullanmışlardır.
2-Esasa ilişkin değerlendirme;
1-Dosya incelendiğinde;
Katılan Salih Kozlu"nun; 06.03.2002 tarihli dilekçe ile Adalet Bakanlığına başvurarak, sanığın Akhisar Asliye Hukuk Mahkemesi"nin 2002/422 esas sayılı dosyasında davalı avukatı olduğunu, bu dava sırasında sanık tarafından verilen 10.01.2003 tarihli cevap dilekçesinde "faydalı model belgesi; diğer delilleri gibi şaibeli tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiştir." denilmek suretiyle savunma sınırlarının aşıldığını ve kendisi hakkında suç isnadında bulunulduğu belirterek şikayetçi olduğu,
Bu dilekçenin 17.03.2003 gün ve 13014 sayılı yazı ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından, Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine, Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan ihzari mahiyetteki soruşturma sonunda, Adalet Bakanı"nın 05.05.2003 tarihli oluru ile soruşturma izni verildiği,
Soruşturma sonunda; avukat olan sanık hakkında iddianame ve son soruşturmanın açılması kararıyla kamu davası açıldığı,
Katılanın, şikayetini 02.04.2003 tarihinde Cumhuriyet Başsavcısı huzurunda ve duruşma ifadesinde de yinelediği,
Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/422 esas sayılı dosyasının mahkemece getirtilerek incelendiği ve suç konusu dilekçeden bir suret alındıktan sonra, "dosya inceleme tutanağı" düzenlenerek dosyanın iade edildiği, dosya inceleme tutanağından; davanın tecavüzün önlenmesi davası olduğunun ve söz konusu dilekçenin dosyaya davalı vekili olan sanık tarafından 10.01.2003 tarihinde sunulduğunun anlaşıldığı,.
Dosyaya konulan dilekçenin 4. sayfasının, 8 numaralı bendinde aynen; "Davalı vekilinin, 3. delili, faydalı model belgesi, diğer delilleri gibi şaibeli, tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş haksız bir belgedir. Yani, 19.12.2002 tarihli cevaplarımızın 6. talebinde, "evrensel anlamda, halka mal olmuş bir modeldir ve faydalı model belgesi ile korunması mümkün değildir.." iddiamızı kanıtlayan söz konusu delillerimiz ve tanıklarımız gereği," ifadelerinin yer aldığı,
Sanığın, Cumhuriyet savcısı huzurundaki 04.07.2003 tarihli ifadesinde; "…
…Ben davalı vekili olarak katıldığım Akhisar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/422 esas sayılı dosyasına sunduğum cevaba cevap dilekçesinde yazdığım sözleri savunma kapsamında ve savunmada ileriye sürdüğü tezleri vurgulamak amacıyla yazdım. Davacıya hakaret etmek gibi bir kastım yoktur. Sarf ettiğim sözlerle savunmada sınır aşılmış da değildir. Bu tür savunmayı daha iyi vurgulamak için sarf edilen sözler hakaret kapsamında değerlendirilirse idi savunma ve hatta iddia hakkı kısıtlanmış olurdu diye düşünüyorum. Yasa koyucu ceza yasasına savunma hakkının kısıtlanmamasını temin için savunma kapsamında sarf edilecek sözlerde hakaret suçunun unsurlarının oluşmayacağına dair özel hüküm koymuştur. Benim bilirkişi raporu ile ilgili olarak sarf ettiğim "Şaibeli" sözü, seçilen bilirkişinin teknik yetersizliği nedeniyle teknik anlamda uygun olmadığını ifade amacı taşımaktadır. Keza "tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş haksız bir belge.."den söz ederken de amacım aynıdır." şeklinde savunma yaptığı, yazılı savunması ile mahkemedeki savunmasının da bu savunmaya benzediği,
İzmir Cumhuriyet Savcısı tarafından 12.06.2003 tarihinde yemini yaptırıldıktan sonra, sadece dilekçeyi inceleyerek 27.06.2003 tarihli bilirkişi raporunu sunan Yrd. Doç. Dr. Veli Özer Özbek"in raporunun sonunda; "…
… Türk Ceza Yasasının 486. maddesinde belirtilen objektif ve sübjektif şartların olayımızda gerçekleştiği, zira tahkir edici beyanın dava ile ilgisinin bulunduğu, karşı tarafın delillerini çürütmek için söylendiği, bu şekilde bir iddianın dava ile ilgili olarak sanığın bulunduğu tarafa bir yarar sağlamadığının söylenemeyeceği, bu sözlerin iddiayı güçlendirmek için sarf edildiği, bu nedenle dilekçede yer alan sözlerin tahkir edici niteliği bulunmakla birlikte, savunma hakkı sınırları içinde kaldığı" kanaatine yer verdiğinin görüldüğü,
2- Yukarıda da belirtildiği üzere sanığın atılı eylemi işlediği konusunda Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlığın bulunmadığı,
Sanığın avukat olmasının ve belirtilen eylemin "avukatlık görevinin ifası" sırasında işlenmesinin savunma dokunulmazlığını gündeme getirdiği, zira; 765 sayılı Yasanın 486/1. maddesinde; "Tarafların veya vekil, müdafi, müşavir yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe, layıha veya sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaların ihtiva ettiği hakareti mutazammın yazı ve sözlerinden dolayı takibat yapılmaz." şeklinde yer alan düzenlemeden, "savunma (veya iddia) amacıyla vaki olan yazı ve sözlerin" hakaret suçları açısından hukuka uygunluk nedenlerinden birisini teşkil eden "hakkın kullanılmasını" oluşturabileceği,
Böyle bir hakkın ihdas edilmesinin amacının, ceza yargılaması bakımından gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin yerine getirilmesi olduğu,
Bu şekilde, davada taraf olan; davalı, davacı, şahsi davacı, katılan, sanık ve savcının iddianın ve savunmanın gerektiği şekilde yapılabilmesi için belirli koşullar dahilinde bazı isnadlarda bulunabilecekleri, bunu yaparken de bazan muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri öngörülmekle, iddia ve savunmanın gerekliliği ile orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemlerin hukuka uygun sayılacağı,
Ancak, bu hakkın kullanımının bazı koşullara bağlı olduğu, bu koşulların;
a) Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı),
b) Eylemin, yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (Yer şartı),
c) Hak kullanılırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (Ölçülülük şartı),
Şeklinde sıralanabileceği,
Olayımızda şekil ve yer koşullarının varlığına karşılık üçüncü koşul olan ölçülülük şartının bulunduğundan söz edilemeyeceği,
Ölçülülük koşulu değerlendirilirken, 765 sayılı Yasanın 486. maddesinin 2. fıkrasından da bahsetmek gerektiği; 486. maddenin 2. fıkrasındaki düzenlenin; "Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve müdafaa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler yukarıdaki fıkra hükmünden hariçtir." şeklinde olduğu,
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, ölçülülük koşulunda önemli olanın, eylemin yargılama konusu ile ilgili olması hususu olduğu, yani eylemin, iddia veya savunmaya katkıda bulunmasının gerektiği,
Bu katkı ile ilgili olarak; eylemle savunma veya iddia arasında mantıksal bir bağlantının arandığı, iddia ve savunma ile ilgili olmayan veya iddia ve savunma açısından zorunlu bulunmadığı halde sarfedilen hakaret ve sövme içerikli yazı veya sözlerin savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilemeyeceği,
Sonuç olarak; bir hakkın kullanımının, başka bir hakkın ihlali neticesini doğurmaması ve Anayasa ile teminat altına alınmış özgürlükleri yok etmemesi gerektiği,
Görüş ve kanaati benimsenmekle;
Somut olayda; davalı vekili olarak görev yapan sanığın, davacının cevap dilekçesindeki delillerini çürütmek maksadıyla da olsa, yeni delilin, davacının aynen diğer delillerinde olduğu gibi "şaibeli, tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş" bir delil olduğunu, herhangi bir bilgi veya belgeye dayanmadan soyut ve aşağılayıcı bir anlatım yöntemiyle ifade etmek suretiyle, "davacının", mütecaviz ve hırsız olduğu yönünde bir değerlendirme yaparak, savunma sınırlarını aştığı ve savunma dokunulmazlığının "ölçülülük koşulunu" ihlal ettiği kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi ise; söz konusu dilekçede yer alan ifadelerle, sanığın davacıyı hırsızlıkla itham etmediğini, aksine delilin şaibeli olduğunu vurgulamak istediğini ileri sürerek, direnme kararının onanması yönünde karşı oy kullanmıştır.
Bu itibarla, sanığın eyleminin savunma dokunulmazlığı sınırlarını aşarak sövme suçunu oluşturması nedeniyle isabetli görülmeyen direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1-Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin 29.11.2006 gün ve 208-307 sayılı direnme kararının BOZULMASINA,
2-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 17.07.2007 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.