Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/3-9 Esas 2007/18 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2007/3-9
Karar No: 2007/18

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/3-9 Esas 2007/18 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu 2007/3-9 E., 2007/18 K.

Ceza Genel Kurulu 2007/3-9 E., 2007/18 K.

"İçtihat Metni"

Kasten yaralama suçlarından; Malatya 2.Asliye Ceza Mahkemesince 19.11.2002 gün ve 644-610 sayı ile sanık Ayhan T......"ın; mağdur S.Serkan A...."ı kasten yaralama suçundan, 765 sayılı Yasanın 456/2, 457/1, 51/1, 59. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay; mağdur Muttalip T...."ı kasten yaralama suçundan, 765 sayılı Yasanın 456/4, 457/1, 51/1, 59/2. maddeleri gereğince 1 ay 20 gün; mağdur Ömer A...."ı kasten yaralama suçundan, 765 sayılı Yasanın 456/4,457/1,51/1,59/2. maddeleri uyarınca 1 ay 20 gün; sonuç olarak da, 71/1. madde gereğince, 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına..." karar verilmiş, sanık müdafi tarafından temyiz edilen bu hüküm, Yargıtay 4. Ceza Dairesince 02.05.2005 gün ve 17881-3542 sayı ile onanarak kesinleşmiştir.

5237 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra hükümlünün; bu Yasa hükümlerinin uygulanmasını talep etmesi üzerine Yerel Mahkemece evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda 30.09.2005 gün ve 644-610 Ek sayı ile; "..hükümlü Ayhan T......"ın talebinin reddine, sanık hakkında; aleyhe olan 5237 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına, sanık hakkındaki ilamın bu şekilde infazına ve infazın karar kesinleşinceye kadar durdurulmasına, kararın bir örneğinin ilam evrakıyla birlikte Malatya C.Başsavcılığına gönderilmesine, kararın sanığa bildirilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, sanığın yokluğunda, talebe uygun ve Yargıtay 2.Ceza Dairesinin 20 Temmuz 2005 tarih ve 2005/7540 esas, 2005/16572 karar sayılı ilamı da dikkate alınarak 5275 sayılı Yasanın 99/1,101/1,101/3. maddeleri uyarınca itiraz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı." şeklinde karar verilmiştir.

Ek karar hükümlünün bizzat kendisine 07.10.2005 tarihinde tebliğ edilmiş; bu karara karşı hükümlü 17.10.2005 tarihli dilekçe ile itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

İtiraz üzerine inceleme yapan Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince 25.10.2005 gün ve 601 müt. sayı ile;

"...anılan kararın esasıyla ilgili olarak itiraz değil, temyiz yolunun açık olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ......." karar verilmiştir.

Bu karar üzerine hükümlü 01.11.2005 tarihli bir dilekçe vererek, Malatya 2.Asliye Ceza Mahkemesi kararının temyiz incelemesi için Yargıtay"a gönderilmesini istemiştir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesince 21.06.2006 gün ve 6419-5660 sayı ile;

"Gereği görüşülüp düşünüldü;

Sanığın 07.10.2005 tarihinde tebliğ ettiği ek kararı CMUK"nun 310. maddesinde öngörülen 1 haftalık yasal süresinden sonra 17.10.2005 tarihinde temyiz ettiği anlaşıldığından, sanığın süresinden sonra yaptığı temyiz talebinin CMUK"nun 317. maddesi uyarınca reddine..." karar verilmiştir.

Bu sebeple, hükümlü 16.09.2006 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vererek karar düzeltilmesini ve infazın durdurulmasını talep etmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.12.2006 gün ve 271187-03 sayı ile;

"03.10.2001 tarihli 4709 sayılı Yasa ile değişik Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." Bu hükümle bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmış, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerinin belirtilmesi, hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline getirilmiştir.

Bu hükme paralel olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 34. maddesinin 2. fıkrasında, "Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir." hükmü bulunmaktadır.

1412 sayılı Yasanın 32. maddesinde ise başvurabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekillerinin belirtilmesine dair bir hüküm mevcut değildi.

5271 sayılı Yasanın "Hükmün Açıklanması" başlıklı 231. maddesinin ikinci fıkrası gereğince "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir."

Konumuzla ilgili asıl hüküm ise, CMK"nun "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinin 6. fıkrasında bulunmaktadır.

CMK"nun 232. maddesinin 6. fıkrasında "Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." Hükmüne yer verilmiştir.

Maddenin gerekçesinde CMK"nun 232. maddesinin 6. fıkrasında getirilen bu hükümle 4709 sayılı Yasayla Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklik sonucu, Devletin işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğuna ilişkin Anayasa hükmüne uygulama yeteneği kazandırıldığı belirtilmiştir.

1412 sayılı Yasanın 268. maddesinin 4. fıkrasına göre, "Hüküm fıkrasında 253. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurmanın mümkün olup olmadığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir."

CMUK"nun 268. maddesinde bulunmayan "başvuru süresi ve merciinin gösterilmesi" ibaresine CMK"nun 232. maddesinde yer verilmiştir.

5271 sayılı CMK"nun 260. maddesi ile 1412 sayılı CMUK"nun 292. maddesindeki düzenlemeye göre tutuklunun kanun yollarına başvurusu kolaylaştırılmış, başvurunun zamanında yapılıp yapılmadığı, sürenin kesilip kesilmediği hususlarındaki duraksamalar da ortadan kaldırılmıştır.

5271 sayılı Yasanın 268. maddesinde "Hakim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun hüküm koymadığı hallerde 35. maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır." Hükmü yer almaktadır.

1412 sayılı Yasanın 297. ve 304. maddeleri gereğince adi itiraz için süre öngörülmediği halde, acele itiraz yoluna başvuru için bir haftalık süreye yer verilmiş bulunmakta idi.

5320 sayılı Yasanın 8/1. ve 18/2. maddeleri uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, "Temyiz talebi hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur, beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir." hükmü yer almaktadır.

Görüldüğü üzere, 5271 sayılı Yasanın 232/6. maddesinde düzenlenen emredici hükmün kapsadığı unsurların hükümde yer alması gerekir. Başka bir deyişle, hüküm fıkrasında, hangi kanun yoluna gidileceği, başvuru süresi, başvurulacak mercii ve başvuru şekli açıklanmalı ve tutanağa kaydedilmelidir. Bunun anlamı ilgilinin dilekçesini ne kadar süre içinde kime vereceği, başvuru beyanını kime yapacağı konusunda aydınlatılmasıdır. Bu başvuru yönteminin de açıklanması suretiyle mümkündür. Böylece kişi kararla ilgili olarak sahip bulunduğu hakkın varlığı ve kullanılması konusunda bilgilenmiş olacaktır. İlgilinin özgürlüğünün kısıtlanmış olması durumunda kanun yoluna başvurusunun eksiksiz bildirilmesi ayrıca önem kazanmaktadır. Aksi durum ilgililerin yasa yoluna başvuru haklarını ortadan kaldırıcı, etkin biçimde kullanılmasını engelleyici niteliktedir. Bu durumda temyiz başvuru süresini geçiren kişi kusursuz sayılmalıdır.

Oysa, mahkeme, hüküm fıkrasında sadece itiraz yolunun açık olduğunu göstermiş, yasa yolunun süresini, merciini ve başvuru şeklini belirtmemiştir.

Hüküm fıkrasında itiraz yolunun açık olduğunun gösterilmiş olması, itiraz yönünden 5271 sayılı Yasa ile 1412 sayılı Yasadan farklı düzenleme getirilmesi karşısında hangi merciiye, hangi sürede ve nasıl başvuracağı konusunda hükümlüyü yanıltıcı sonuç yaratmaktadır.

Bu durum, Malatya 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.09.2005 tarihli Ek kararına karşı geçerli bir temyiz başvurusunun var olduğunu ve hükmün kesinleşmediğini ortaya koymaktadır.

Bu açıklamalara göre; Kararın hüküm fıkrasında, Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasına ve CMK"34/2, 232/6. maddesine aykırı olarak temyiz başvuru mercii, süresi ve usulü açıkça gösterilmediğinden 17.10.2005 tarihinde yapılan kanun yolu başvurusunun süresinde kabul edilerek 30.09.2005 tarihli Ek kararın temyiz yoluyla incelenmesi gerekirken temyiz isteminin reddine karar verilmesi yerinde değildir." açıklaması ile, "Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 21.06.2006 tarih ve 2006/6419 esas, 2006/5660 karar sayılı temyiz talebinin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Dairesine gönderilmesine karar verilmesi" itirazen talep edilmiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Görüldüğü gibi; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık; hükümde yasa yolu yanlış gösterilmesi ile yasa yolu süresi, mercii ve şeklinin belirtilmemesi hallerinde, yasa yoluna ilişkin sürelerin işleyip işlemeyeceğine ilişkindir.

Açıklamalara geçmeden önce belirtmek gerekirse; itirazın kapsamına göre; diğer hükümler hariç tutulmak suretiyle, hükümlü Ayhan T...... hakkındaki hükümlere hasren inceleme yapılmıştır.

Somut olayda; daha önce kesinleşen hükmün 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasal düzenlemeler karşısında lehe yasa yönünden değerlendirilmesi amacıyla uyarlama yargılaması yapılmış ve duruşmasız yapılan inceleme sonunda karar verilirken; yerleşik kararlara göre "temyiz" olması gereken yasa yolu "itiraz" olarak gösterilmiş; yasa yoluna başvurulabilecek mercii, yasa yoluna başvuru süresi ve şekli ise hiç gösterilmemiştir..

Yasa yoluna başvuru hakkı ve bu hakkın ne şekilde kullanılacağı konusunda gerek uluslararası mevzuatta, gerekse iç hukukumuzda düzenlemeler yer almaktadır.

Yasa yoluna başvuru hakkıyla ilgili olarak; 22 Kasım 1984"de Strazbourg"da imzalanarak 1 Kasım 1988"de yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından 19 Ekim 1992"de imzalanıp, 23 Şubat 1994 gün ve 3975 sayılı yasa ile onaylanması uygun bulunarak, 9 Haziran 1994 tarihinde Bakanlar Kurulu"nca onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7. Protokol, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine yeni bir açılım getirmiştir. Protokolün 2. maddesinde; cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı düzenlenmiştir: Bu maddenin 1. fıkrasına gore; "Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkına haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir."

Bu konudaki önemli bir düzenleme de; 2709 sayılı T.C. Anayasası"nın 40. maddesinde bulunmaktadır. 40. maddenin 1. fıkrasındaki düzenleme; yetkili makama başvuru hakkı ile ilgili olup şöyledir: "Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir." Maddenin 2. fıkrasına 03.01.2001 gün ve 4709 sayılı Yasanın 16. maddesiyle eklenen fıkrada ise; "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" denilmek suretiyle, 1. fıkradaki hakkın daha etkin bir şekilde kullanılmasının önü açılmıştır.

Anayasa"daki söz konusu değişikliğe paralel düzenlemelere, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası"nda da yer verilmiştir. 5271 sayılı Yasanın 34/2. maddesine gore; "Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir." Aynı Yasanın 231/3 maddesinde; "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir" amir hükmü yer almaktadır. 232/6. maddesinde ise; "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye gore verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır.

5271 sayılı Yasanın 35. ve devamı maddelerinde kararların açıklanması ve tebliğinden bahsedildikten sonra, 39. ve devamı maddelerde sürelerin hesaplanması usulü belirtilmiştir. 40. madde ise; eski hale getirme talebi ile ilgilidir. Yasanın 40. maddesine gore; "(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir. (2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır."

Ceza Usul Yasasının 264. maddesinde ise; yasa yolunun belirlenmesinde yanılma halinde ne yapılacağı hükme bağlanmıştır. Buna gore; "(1) Kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz. (2) Bu halde başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhal görevli ve yetkili olan mercie gönderir."

Yasal düzenlemelere bakıldığında; gerek yüze karşı verilen kararlarda, gerekse gıyapta verilen hükümlerde yasa yolunun, süresinin, merciin ve şeklinin belirtilmesi ve bu hususların karara yazılması zorunludur.

Sorun; bu zorunluluğa uyulmadığında ne yapılması gerektiği konusunda ortaya çıkmaktadır.

Bununla ilgili olarak öncelikle problemin hangi hallerde ve ne şekilde karşımıza çıkabileceğini öngörmek ve ona gore çözüm üretmek yararlı olacaktır. Bu kapsamda karşılaşabileceğimiz sorunları ve bu olasılıkların herbirisine özgü çözümleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Yasa yolu ve merciin yanlış gösterildiği, fakat süre ve şeklin doğru gösterildiği ahvalde, süresi içerisinde veya süresinden sonra yanlış ya da doğru yasa yoluna başvurulmuş olması halinde;

Bu durumda; yasanın bildirilmesini ve kararda yazılmasını zorunlu tuttuğu dört unsurdan ikisinin eksik olduğu görülmektedir. Bu nedenle, yapılan uygulamanın hukuka aykırı olduğu tartışmasızdır. Dikkat edilmesi gereken bir husus ta; burada iki hususun eksikliğinden bahsedilmesine rağmen; aslında, bu iki hususun birbirine sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır. Zira, yasa yolu yanlış gösterildiğinde; örneğin, itiraz olan yasa yolunun temyiz olarak gösterilmesinde, aynı zamanda merci de yanlış gösterilmiş gibi olacaktır, çünkü karara açıkça "Yargıtay"a itiraz edilebileceği" şeklinde yanlış bir ifade yazılsa bile; Yargıtay"a itiraz değil, temyiz yasa yolu ile gidilebileceği bilindiği için yasa yolunun yanlış gösterilmesi ile merciin de yanlış gösterilmiş olacağı veya merciin hangisi olduğunun anlaşılmasında karışıklığa neden olunacağı açıktır. Bu nedenle, yasa yolu ve merciin yanlış gösterilmesi birlikte ele alınmalıdır.

Özellikle, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren büyük çaplı yasa değişikliklerinin ardından yapılan uyarlama yargılamaları nedeniyle gündeme gelen; yasa yolunun kararda yanlış gösterilmesi nedeniyle yanlış yasa yoluna başvurulduğunda ne yapılacağı ile ilgili problem, Yargıtay Özel Dairelerinin tamamınca; yanlış yasa yoluna süresinde yapılan başvurunun, doğru yasa yoluna usulüne uygun olarak yapılmış bir başvuru gibi kabul edilmesi şeklinde çözümlenmiştir. Aslında; 5271 sayılı Yasanın 264. maddesindeki düzenleme de buna açıkça olanak vermektedir. Düzenlemeye göre; kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhal görevli ve yetkili olan mercie gönderecektir. Bu kuralın tamamlayıcı bir norm olduğunda ve yasa yolu ile merciin yanlış gösterilmesinden ziyade, herhangi bir nedenle yanlış yasa yoluna veya mercie başvurulması halinde başvuranın haklarını korumaya yönelik olarak yasada yer aldığında kuşku yoktur; ancak, bu amaç dahi, aynı yasal düzenlemenin yasa yolunun yanlış gösterilmesi halinde tamamlayıcı norm olarak devreye girmesine engel değildir.

Sonuç olarak; aslında temyiz olan yasa yolunun itiraz olarak gösterilmesi halinde, 7 günlük temyiz süresi içerisinde itiraz yoluna yapılan başvuru, usulüne uygun şekilde yapılmış bir temyiz başvurusu olarak kabul edilmelidir. Yargıtay Özel Dairelerinin yerleşik uygulamaları da bu doğrultudadır.

Bunun yanında, eski Usul Yasamızda, itiraz ve temyiz yasa yolları çeşitli ve farklı sürelere bağlanmışken, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle oluşan yeni durumda, 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310. maddesinin 3. fıkrasındaki hal dışında itiraz ile temyizin süreleri arasında fark kalmamıştır, temyiz yasa yoluna başvurma süresi bir hafta iken itiraz yasa yoluna başvurma süresi 7 gündür. Bu nedenle, süresinde fakat yanlış yasa yoluna ve mercie başvuru halinde, yapılan başvuru doğru yasa yoluna ve merciine yapılmış başvuru gibi işlem göreceği için, süreden sonra yapılacak başvurunun da kabul edilmemesi gerekir.

Özetlenecek olursa; sadece yasa yolu ve merciinin yanlış gösterilmiş olması "yasa yolu süresinin" işlemeye başlamasını engellemez. Bu durumda, yasa yolu yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işler ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilemez.

2-Yasa yolu ve merciin doğru ya da yanlış gösterildiği, süre ve şeklin ise hiç gösterilmediği veya yanlış gösterildiği ahvalde, süresi içinde veya süresinden sonra yasa yoluna başvuru olması halinde;

Temyiz süresi; 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasındaki istisnai durum hariç olmak üzere bir haftadır. Bir haftalık süre, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar için bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise kararın bunlara tebliğ edildiği tarihte başlar. İtiraz yasa yolunun süresi ise 5271 sayılı Yasanın 268/2. maddesinde belirtilmiş olup, 7 gündür. Sürelerin ne zaman işlemeye başlayacağı konusunda, temyiz ile itiraz arasında fark bulunmamaktadır.

Temyizin şekli; bir başka deyişle temyiz yasa yoluna nasıl başvurulacağı; 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310/1. maddesinde bununla ilgili olarak; "Temyiz talebi hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak bir beyanla olur, beyan tutanağa geçirilir ve hakime tastik ettirilir." şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır. İtiraz yasa yoluna ne şekilde başvurulabileceği de 5271 sayılı Yasanın 268/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna gore; "Hakim veya mahkeme kararlarına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hallerde 35 inci maddeye gore ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hakim onaylar. 263. madde hükmü saklıdır." Açıkça görüldüğü gibi, temyize başvuru şekli ile itiraza başvuru şekli arasında fark yoktur. Yeni Usul Yasamız tutuklunun kanun yollarına başvurması ile ilgili olarak her iki yasa yolu için de geçerli olan ek imkanlar getirmiştir. 5271 sayılı Yasanın 263. maddesindeki bu düzenlemede; "(1) Tutuklu bulunan şüpheli veya sanık, zabıt katibine veya tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüne beyanda bulunmak suretiyle veya bu hususta bir dilekçe vererek kanun yollarına başvurabilir. (2)Zabıt katibine başvuru halinde, kanun yollarına başvuru beyanı veya dilekçesi ilgili deftere kaydedildikten sonra bu hususları belirten bir tutanak düzenlenerek tutuklu bulunan şüpheli veya sanığa bir örneği verilir. (3) Kurum müdürüne başvuru halinde ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapılarak, tutanak ve dilekçe derhal ilgili mahkemeye gönderilir. Zabıt katibi başvuruyu ilgili deftere kaydeder. (4) Zabıt katibi veya kurum müdürü tarafından ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapıldığı zaman kanun yolları için bu Kanunda belirlenen süreler kesilmiş sayılır."

Yasa yollarına başvurunun süresi ve şekli ile ilgili yasal düzenlemeler bu şekilde belirtildikten sonra, sorumuzun yanıtına geçecek olursak; kararda süre ve şeklin gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olması halinde; yukarıda metinleri yer alan Anayasa"nın 40/2. maddesindeki düzenleme ile 5271 sayılı Yasanın 34/2., 231/2 ve 232/6. maddelerindeki hükümlere aykırı davranılmış olacağından, bu durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni teşkil ettiği açıktır.

Bu durumda; yasa yolu süresinin işlemeye başlayacağından söz edilemeyeceği için, tefhim veya tebliğ tarihi esas alınarak süresinde veya süresinden sonra yapılmış olan yasa yolu başvurusunun bir nev"i eski hale getirme talebi olarak kabul edilmesi ve bu nedenle de incelenmesi gerekecektir.

3-Yasa yolu, merci, süre ve şekilden biri veya birkaçının hiç gösterilmediği ya da yanlış gösterildiği ahvalde; herhangi bir temyiz yasa yoluna başvurulmamış olması halinde;

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesindeki düzenleme nedeniyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 305. maddesi uyarınca, maddede kesin olarak belirtilen hükümler ile re"sen temyize tabi bulunan hükümlere ilişkin istisnalar hariç, olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 310 uncu maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.

Bunlardan ilki süre koşuludur. Yukarıda da açıklandığı gibi, 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte olan 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre; hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi aynı maddenin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.

Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz." ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. 1412 sayılı Yasanın halen yürürlükte bulunan 305 inci maddesinin 1 inci fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re"sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay"ca incelenmesi olanaksızdır.

Bu itibarla; yasa yolu, mercii, süre ve şekilden birisinin veya birkaçının hiç gösterilmemesi veya yanlış gösterilmesi halinde, 5271 sayılı Yasanın 40. maddesinde düzenleme uyarınca eski hale getirme nedeninin varlığı kabul edilmekle birlikte, bu hal, anılan normlar gereği Yerel Mahkemenin eksikliği gidermeye yeterli meşruhatlı duyuru ile tarafları bilgilendirmesi ve tarafların da eski hale getirme talebinde bulunarak yasa yoluna başvurması durumunda gözetilebilecek niteliktedir. Olağan yolla veya eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davası olmadığından, saptanan usulî eksikliğe bu evrede ancak işaret edilmekle yetinilebilecektir.

4-Yasa yolu, merci, süre ve şekilden biri veya birkaçının hiç gösterilmediği ya da yanlış gösterildiği ahvalde; ilk aşamada yasa yoluna başvurulmaması, fakat nisbeten uzun bir süre geçtikten sonra yasa yoluna başvurulması halinde;

Bu durumda da (3) sorunun çözümünde ulaşılan sonuca varmak mümkündür. O halde; 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca, bu talebin eski hale getirme talebi olarak ele alınması ve o şartlarda değerlendirilmesi gerekir.

Ancak, burada Yeni Usul Yasasının 41/1. maddesindeki; "(1) Eski hale getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir." hükmü gözetilmek suretiyle, önceki durumdan farklı olarak, 5271 sayılı Yasanın 41. maddesinde düzenlenen; başvurunun, mazeretin ortadan kalkmasından itibaren 7 gün içinde yapılması şeklindeki süre koşuluna uyulup uyulmadığı araştırılarak, hakkın kötüye kullanılması anlamına gelecek başvuruların da önüne geçilmesi gerekir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; hükümlü Ayhan T...... hakkında üç kişiyi kasten yaralama suçundan kurulan hükümlerin 02.05.2005 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesince onanarak kesinleşmesinin ardından; 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş olan yasal düzenlemeler karşısında, lehe yasanın belirlenmesi amacıyla duruşma açılmadan yapılan uyarlama yargılaması sonunda verilen ve yasa yoluna başvurulacak mercii ile yasa yolu süresi ve şeklinin belirtilmediği, yasa yolunun ise temyiz yerine itiraz olarak yanlış gösterildiği hükmün 07.10.2005 tarihinde hükümlüye tebliğ edildiği, hükümlünün de 7 günlük temyiz süresinin geçmesinden sonra 17.10.2005 tarihinde verdiği dilekçe ile itiraz yasa yoluna başvurduğu görülmektedir. İtiraz mercii olan Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karara karşı itiraz değil, temyiz yasa yoluna başvurulması gerektiği gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

Bu itibarla; her ne kadar temyiz olan yasa yolunun itiraz olarak gösterilip, merciin de hiç gösterilmemesi; itiraz başvurusu üzerine dahi Yargıtayca temyiz incelemesi yapılabileceği kabul edildiğinden sonuca etkili görülmemiş ise de; yasa yoluna başvuru süresi ve şeklinin gösterilmemiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil Yargılanma Hakkını" düzenleyen 6. maddesi ile bu hakkın kapsamına yeni bir yorum getiren Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün 2. maddesine, 2709 sayılı T.C. Anayasası"nın 40/2. maddesine, 5271 sayılı Yasanın 34/2,231/2. ve 232/6. maddelerine açıkça aykırılık oluşturmakla, belirtilen durumun 5271 sayılı Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni sayılması gerektiğinde tereddüt yoktur.

Belirtilen sebeple, eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davasının varlığı kabul edilerek, hükmün incelenmesi ve bir karar verilmesi gerekirken, Özel Dairece temyiz isteminin süreden reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden itiraz değişik gerekçe ile kabul edilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyelerince; Yerel Mahkemece verilen hükmün temyiz yasa yoluna tabi olması gerektiği konusunda tereddüt bulunmadığı, Usul Yasamıza göre temyiz ve itiraz yasa yollarına başvuru için belirlenen sürenin 7 gün olduğu, kararın Usulün 232/6. maddesindeki unsurları taşıyıp taşımadığının ancak yasal süre içerisinde yapılan bir başvuru bulunması durumunda denetlenebileceği, hakdüşürücü nitelikte olan bu sürenin geçirilmiş olması halinde ise, temyiz incelemesinin yapılamayacağı ve böyle bir durumda süresinden sonra yapılan temyiz başvurusunun kabul edilmesi halinde, hakkın kötüye kullanımına yol açılacağı şeklindeki görüşlerle itirazın reddi yönünde oy kullanılmıştır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,

2-Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 21.06.2006 gün ve 6419-5660 sayılı "temyiz talebinin 1412 sayılı Yasanın 317. maddesi uyarınca reddine" ilişkin kararının KALDIRILMASINA,

3-Dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 30.01.2007 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.

Hemen Ara