Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2022/2575 Esas 2022/7865 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
10. Hukuk Dairesi
Esas No: 2022/2575
Karar No: 2022/7865
Karar Tarihi: 25.05.2022

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2022/2575 Esas 2022/7865 Karar Sayılı İlamı

10. Hukuk Dairesi         2022/2575 E.  ,  2022/7865 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
    İlk Derece Mahkemesi : Dikili 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi


    Dava, sigorta başlangıcının tespiti istemine ilişkindir.
    İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın reddine dair verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince istinaf isteminin esastan reddine dair karar verilmiştir.
    ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
    I-İSTEM
    Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 20.03.1984 olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    II-CEVAP
    Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın reddini talep etmiştir.
    III-MAHKEME KARARI
    A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
    ''Davacının davasının hukuki yarar dava şartı yokluğundan reddine'' dair karar verilmiştir.
    B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
    “…Somut olayda; her ne kadar Mahkemece, davacının 18 yaşını doldurduğu tarih dikkate alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın reddine anılan gerekçe ile karar verilmişse de; davaya konu işe giriş bildirgesindeki işe başlama tarihinin 20.03.1987 olduğunun anlaşılması, dosya kapsamında 20.03.1987 tarihli olduğu anlaşılan işe giriş bildirgesinden başkaca bildirge bulunmaması, 1987/1. dönemde davaya konu işe giriş bildirgesi gereğince bildirgeyi düzenleyen işyeri tarafından 12 günlük çalışmanın davalı Kurum'a bildirilmiş olması dikkate alındığında; bu durumda da davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmadığı anlaşılmaktadır.
    Öte yandan; davacının talebinin sigortalılık başlangıç tarihinin 20.03.1984 olduğunun kabulü halinde ise bu tarihe ilişkin dosyada mevcut işe giriş bildirgesi bulunmadığından, hak düşürücü süre hükümlerinin uygulanmasının gerekeceği de açıktır.
    Yukarıda yapılan açıklamalar gereğince, davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmadığı anlaşılmış, bu itibarla; sonuç olarak isabetli olan ilk derece Mahkemesi kararı eleştirilerek, davacı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle, yerel mahkeme kararı yerinde bulunarak istinaf isteminin reddine karar verilmiştir.
    V-TEMYİZ NEDENLERİ:
    Davacı vekili, sigorta başlangıcının 20.03.1984 olması gerektiğini ve hukuki yararın bulunduğunu belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.
    V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
    Dosya kapsamı incelendiğinde, 02.04.1972 tarihinde doğan davacının, sigorta başlangıç tarihinin 20.03.1984 olduğunun tespiti için işbu davayı açtığı, dava dışı işverenlik tarafından 1987/1 döneminde 12 günlük bildiriminin yapıldığı, işe giriş bildirgesinin varidesinin 09.04.1987 olduğu ve işe giriş tarihinin net olarak tespit edilemediği, davacının kuruma başvurusu sonucu davalı Kurum tarafından verilen cevapta, 20.03.1984 tarihinde işe giriş bildirgesi verilmiş ise de, bordro verilmediği için talebin reddedildiği, mahkemece 18 yaş dikkate alındığında sigortalılık başlangıcının 02.04.1990 olacağı ile 20.03.1987 tarihinde ilk prim ödemesi nazarında, hukuki yararının bulunmadığı belirtilerek karar verilmiş ise de, söz konusu hükmün eksik araştırma ve incelemeye dayalı olduğu anlaşılmıştır.
    Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
    Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat, ... 2009, önsöz VII).
    Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
    Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, E., a.g.e, s.135).
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
    Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
    Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6. maddesi ve 1982 Anayasasının 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
    Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, ... 2011, s.297).
    Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
    Tespit davaları, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
    Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
    Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, ... 2011, 22. baskı, s.274)
    Davaya konu uyuşmazlıktaki tespit istemi 506 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının irdelenmesi gereklidir.
    Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi "sigortalılık süresi" yönünden taşıdığı değerdir.
    Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
    01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Kanun'unda uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108. maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
    Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38. maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2.6.1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4.2.1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
    Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilir.
    Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    506 sayılı Kanunun 108. maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 38. maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir.
    5510 sayılı Kanunun geçici 7.maddesi yollamasıyla uygulanan mülga 506 sayılı Kanunun 60/G maddesinde "Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak bu tarihten önceki süreler için ödenen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir" hükmü öngörülmüştür. Maddedeki "malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olanlar" sözcüklerinin, sigortalılar yararına bir yorumla, tabi olması gerekenleri de kapsadığının kabulü gerekir. Öte yandan, aynı kanunun geçici 54. maddesi kapsamında 01.04.1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescili bulunanlar için bu maddenin yani 18 yaş sınırının uygulanmayacağı belirtilmiştir.
    Yukarıdaki bilgiler ışığında, her ne kadar davacının hizmet döküm cetvelinin incelenmesinde, 18 yaşını doldurduğu 02.04.1990 tarihinden önce, 20.03.1987 tarihinde, tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesi mevcut ise de, davacının talebi kabul edildiği takdirde, 18 yaşını doldurduğu tarihten önce, tespitini istediği tarihteki bir günlük çalışması için ödenecek olan malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edileceğinden davacının dava açmakta hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekirken, aksine bir düşünceyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
    Diğer taraftan, her ne kadar 20.03.1984 tarihi yönünden yapılan incelemede, bu tarihe ilişkin işe giriş bildirgesinin bulunmadığı belirtilerek hak düşürücü sürenin söz konusu olabileceği bölge adliye mahkemesi tarafından belirtilmiş ise de, davalı Kurum tarafından verilen cevabi yazıda, davacının 20.03.1984 tarihinde işe giriş bildirgesinin verilmiş olduğu belirtilmektedir.
    Mahkemece, davacının hukuki yararının olduğu kabul edilip, kurum cevabi yazısı içeriği nazarında işe giriş bildirgesinin detayları araştırılıp gerektiğinde işin esasına girilerek, elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
    O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun reddine dair kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
    SONUÇ: ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine, dosyanın kararı veren İlk derece Mahkemesine gönderilmesine, 25.05.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.










    Hemen Ara