Esas No: 2008/9-82
Karar No: 2008/181
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2008/9-82 Esas 2008/181 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2008/9-82 E., 2008/181 K.
"İçtihat Metni"
3713 sayılı Yasaya aykırı eylemde bulunmak suçundan sanık F....... G.... hakkında 3713 sayılı Yasanın 1. maddesi yollamasıyla 7/1-1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonucunda Ankara 2 Nolu D.G.Mahkemesince 10.03.2003 gün ve 124-20 sayı ile verilen ve kamu davasının 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. fıkrasına göre kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine, 5 yıl içinde aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlediğinde davaya devam edilerek hüküm verilmesine, bu sürenin suç işlenmeden geçirilmesi halinde davanın ortadan kaldırılmasına ilişkin hüküm Yerel C.Savcısı ve sanık müdafiinin yaptığı itirazın Ankara 1 Nolu D.G.Mahkemesinin 03.04.2003 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine kesinleşmiştir.
Sanık müdafii 07.03.2006 tarihli dilekçesiyle, 4928 sayılı Yasayla 3713 sayılı Yasada yapılan değişiklik sonucu “
“her türlü eylem”
” yerine “
“suç teşkil eden her türlü eylem”
” ibaresinin getirilmesi suretiyle sanığa atılı fiilin suç olmaktan çıkarıldığı iddiasıyla yaptığı başvuru üzerine duruşma açarak dosyayı ele alan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesince 05.05.2006 gün ve 124-20 sayı ile;
“...Yasal mevzuat ile sanığın dosyası bir bütün olarak karşılaştırılıp incelendiğinde;
Yasal mevzuata göre; 4928 sayılı Yasa ile 15.07.2003 tarihinde 3713 sayılı Yasanın 1. maddesinde değişiklik yapılmış olup, önceki yasadaki her türlü eylem yerine suç teşkil eden eylemlerde bulunmak, cebir şiddet kullanmak, ön şart kabul edilerek yine sadece amaç etrafında birleşmek değil, suç işlemek amacıyla birleşmek kıstasları getirilerek suçun unsurlarında değişiklik yapılmıştır.
Maddenin değişiklikten sonraki haline göre terör suçunun oluşabilmesi için öncelikle cebir ve şiddet kullanılması, Anayasal düzenin nitelik ve değerlerinin değiştirilmesine yönelik olarak maddede yazılı yöntemlere başvurulması, bu hususta girişilen eylemlerin suç teşkil etmesi gereklidir.
Örgüt suçunun oluşabilmesi için de yukarıdaki yazılı terör suçunu işlemek amacıyla en az iki veya daha fazla kişinin birleşmesi gerekmektedir.
Dosya kapsamına göre ise; sanık ve ilişkilendirildiği kuruluşların anayasal düzeni değiştirme amacının sabit olmadığı, sanığın bu hususa yönelik açık bir beyan ve ikrarının bulunmadığı, böyle bir amacının olduğu iddiasının yorum ve çıkarsamalara dayandığı, bu amacın varlığının kabulü halinde dahi cebir ve şiddet yöntemlerini benimsediği, cebir şiddet kullandığı ve bu konuda müstakil suç teşkil eden herhangi bir eylemde bulunduğunun tesbit edilmediği, bu hususta delil bulunmadığı, aksine devlet yanlısı tutumu nedeniyle dini motifli radikal terör örgütleri tarafından dahi tehdit edildiği, ayrıca; örgüt yapılanması için 3713 sayılı Yasaya göre en az iki kişi, 5271 sayılı yeni CMK.na göre de en az üç kişi olma koşulu aranırken dosyada başka bir sanığın bulunmadığı, örgüt ve yapılanması ile ilgili olarak takipsizlik kararı verildiği, emniyet raporlarında da F.Gülen ve ilişkilerinin 3713 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmediği, bu haliyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1.maddesinde tarif edilen şekilde bir terör eylemi ve terör örgütünün bulunmadığı, dolayısıyla yasanın 7/1. maddesinde belirtildiği şekilde örgüt kurmasının ve yönetmesinin de söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır.
Neticede; yasal mevzuat ve dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde yukarıda açıklanan gerekçe ve delillere binaen ulaşılan hukuki ve vicdani kanaat sonucu, suç teşkil eden eylemi tespit edilmeyen, maddi unsuru sübut bulmayan ve unsurları oluşmayan atılı suçtan sanığın beraatına karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Sanık F....... G.... hakkında 3713 sayılı Yasaya Muhalefet eyleminden kamu davası açılmış ve 4616 sayılı Dava ve Cezaların Ertelenmesi Yasası uyarınca açılan bu kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiş ise de;
Sanık müdafilerinin 3713 sayılı Yasada yapılan değişiklik ve 5237 sayılı Yeni TCK.nun 7. maddesi uyarınca müvekkillerinin beraatına karar verilmesini talep etmeleri üzerine sanık hakkındaki dava dosyasının yeniden ele alınarak açılan duruşması sonucunda;
Ankara 2 Nolu DGM nin 10.03.2003 tarih ve aynı sayılı ‘
‘kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine’ kararının kaldırılmasına,
3713 sayılı Yasada 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik dikkate alınarak, dosya kapsamı ve yapılan yargılama neticesinde sanık F....... G...." in sübut bulmayan ve unsurları oluşmayan atılı suçtan BERAATINA...”
” karar verilmiştir.
Yerel C.Savcısının temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesince 05.03.2008 gün ve 6083-1328 sayı ile;
“İddianame ile sanığa atılan ve mahkeme kararında sübutu ve niteliği tartışılan eylem 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/1. maddesinde tanımlanmış olup 765 sayılı TCK nun 313/2-4. maddesi kapsamında olmadığı anlaşıldığından, tebliğnamedeki zamanaşımını kesen son usuli işlem olan yurt dışından talimatla savunmanın alındığı 28.11.2001 gününden itibaren inceleme tarihi itibariyle anılan Kanunun 102/4. maddesinde belirlenen asli zamanaşımı süresinin dolduğu, bu nedenle de hükmün bozulması ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerektiği yönündeki görüşe iştirak edilmemiştir.
Sanık hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Başsavcılığınca 31.8.2000 tarih ve 2000/192 esas sayılı iddianameyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/1-1. cümlesi uyarınca kamu davasının açıldığı, Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesince yargılama sürdürülürken atılı eylemin sübutu ve nitelendirilmesi konusunda bir belirleme yapılmaksızın Mahkemenin 10.3.2003 tarih ve 2000/124 esas, 2003/20 sayılı kararıyla 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. fıkrasına göre kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu karara karşı sanık müdafileri tarafından yapılan itirazın yanı sıra C.Başsavcılığınca da, açılan davanın suç tarihi itibariyle 4616 sayılı Yasanın kapsamına girmeyeceği ileri sürülerek itirazda bulunulduğu, itirazları inceleyen Ankara 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 3.4.2003 tarih, 2003/420 değişik iş sayılı kararıyla itirazların reddine karar verildiği, açılan davanın suç tarihi itibariyle 4616 sayılı Yasanın kapsamına girmeyeceği biçimindeki C.Başsavcılığı itirazı temyiz yasa yolu mahiyetinde ise de, Ceza Genel Kurulunun 08.10.2002 tarih ve 2002/6-195 esas, 2002/349 sayılı kararında da vurgulandığı gibi, itiraz işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK.nun 293. maddesinin C.Savcıları hakkında uygulanmayacağının 22.1.1962 gün ve 2/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile kabul edilmiş olması karşısında; Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4616 sayılı Yasa uyarınca kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair anılan kararının kesinleşmiş bulunduğu, sanık müdafilerinin 07.03.2006 tarihli dilekçe ile, 3713 sayılı Yasanın 1. maddesinde 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğe dayanılarak ertelenen davanın lehe yasa değerlendirmesi çerçevesinde yeniden ele alınması ve müvekkilleri hakkında beraat kararı verilmesini talep etmeleri üzerine duruşma açılarak yapılan yargılama sonunda toplanan deliller, bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, niteliklerini ve laik düzeni değiştirmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacına yönelik olarak suç işlemek üzere terör örgütü kurduğu ve yönettiği yolunda mahkûmiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği sonucuna varıldığı, bu nedenle de Mahkemenin kararında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından C.Savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün onanmasına”
” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 04.04.2008 gün ve 206179-9 sayı ile;
“...Sanığa isnat edilen suç dikkate alınarak hakkındaki 10.03.2003 tarihli davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararının kesinleştiği nazara alındığında, yukarıda anlatılanlar ışığında düşünülerek ve isnat olunan suçun asli zamanaşımı süresinin on yıl olduğu da gözönüne alındığında, suçun nitelendirmesi yapılarak her zaman için dosya ele alınarak belirttiğimiz gibi 765 sayılı TCK.nun 313/2-4. maddesinin tabi olduğu beş yıllık asli zamanaşımının dolduğu gözetilerek davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi mümkündür. Dolayısıyla iddianamede bahis konusu edilen sevk maddeleri ile mahkeme bağlı değildir. Bu serbestlik içinde sanık müdafilerinin 07.03.2006 tarihli dilekçesi ile lehe yasa değerlendirmesi için dosyanın ele alınmasını istemesi karşısında, yerel mahkemenin 05.05.2006 tarihli kararında iddianamede isnat edilen suçun nitelendirmesini yapıp, delilleri tartışarak hüküm kurması olanaklıdır. Bu nedenle, sanığın sübut bulan suçundan dolayı yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi yasaya aykırı görülmüştür.
Öte yandan, sanığın eylemi için asli dava zamanaşımı, 765 sayılı TCK.nun 313/2-4. maddesinde öngörülen ceza süresi itibariyle aynı Kanunun 102/4. maddesi uyarınca 5 yıl, 5237 sayılı TCK.nun 220. maddesinde öngörülen ceza süresi itibariyle de aynı Kanunun 66/1-d maddesi gereğince 15 yıldır. Zamanaşımı hükümleri itibariyle lehe olan yasa 765 sayılı Türk Ceza Kanunudur. Suç tarihi, temadinin son bulduğu iddianame tarihi olan 31.08.2000’dir. Zamanaşımını kesici son usuli işlem sanığın yurt dışında talimatla savunmasının alındığı 28.11.2001 tarihi olup, bu tarihten itibaren zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir işlem yapılmamış ve 05.05.2006 tarihinde de beraat kararı verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM: Dosyada mevcut somut deliller ve yukarıda yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde; sanığın yargılamaya konu eylemlerinin bir bütün olarak lehe hüküm olan 765 sayılı TCK.nun 313/2-4. madde ve fıkralarında tanımı yapılan ‘
‘cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek ve bu teşekkülü yönetmek’ suçunu oluşturduğu, mahkemece dosyanın yeniden ele alındığı ve kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararının kaldırıldığı dikkate alınarak,
İddia olunan suçun nitelendirilmesi sonucu yukarıda belirtilen uygulanması gereken madde esas alınarak ve derhal beraat kararı verilmesi hali de bulunmadığı gözetilerek öncelikle zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının nazara alınması gerekeceğinden,
Yüksek Dairece; suç tarihinin 31.08.2000 olduğu ve Yargıtay inceleme tarihinde zamanaşımı süresinin tahakkuk ettiği cihetle sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi gerekirken, iddianamedeki nitelendirme ön planda tutulup bu yönde delil değerlendirilmesi yapılıp suçun unsurları tartışılarak, sanığın beraatına ilişkin yerel mahkeme hükmünün onanmasına hükmolunması nedeniyle;
Yüksek Özel Dairenin 05.03.2008 gün ve 6083-1328 sayılı onama kararının kaldırılarak, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.05.2006 gün 2000/124-2003/20 sayılı hükmünün BOZULMASINA, ancak bu aykırılığın yeniden duruşma yapılmaksızın 1412 sayılı CMUK.nun 322/1. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle 765 sayılı TCK.nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK.nun 223/8. maddeleri uyarınca kamu davasının DÜŞÜRÜLMESİNE, karar verilmesi...”
” istemiyle itiraz yasayoluna başvurmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
3713 sayılı Yasaya aykırı eylemde bulunmak suçundan sanık F....... G.... hakkında Ankara DGM. C.Başsavcılığının 31.08.2000 gün ve 192-141 sayılı iddianamesi ile, Ankara 2 Nolu D.G. Mahkemesine açılan kamu davasının yargılaması sonunda, isnat olunan suçun 3713 sayılı Yasanın 7/1-1. maddesine uygun bulunduğu, 765 sayılı TCY. nın 312/2. maddesi kapsamında olmadığı ve bu nedenle 4616 sayılı Yasanın kapsamı dışındaki suçlardan bulunmadığı, suç tarihinin sanığın yurt dışına çıkışı günü olan 21.03.1999 gününden sonrasında temadi etmediği, bu itibarla sair koşulların da gerçekleşmesi nedeniyle sanığın 4616 sayılı Yasanın hükümlerinden yararlanması gerektiği görüşüyle 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. fıkrasına göre kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine ilişkin verilen hüküm, Yerel C.Savcısının, suçun TCY.nın 313/2. maddesine mümas olduğu ve suçun iddianame tarihine kadar temadi ettiği, bu itibarla 4616 sayılı Yasa kapsamının dışında kaldığı gerekçeleri ile, sanık müdafiinin ise, suçun oluşmadığı ve sanığın öncelikle beraatine karar verilmesi gerektiği yönünde itiraz yasa yoluna başvurması üzerine, Ankara 1 Nolu D.G.Mahkemesince itiraz nedenlerinin reddedilmesi sonucu kesinleşmiştir.
Erteleme sürecinde sanık müdafiinin, 07.03.2006 tarihli dilekçesiyle, 4928 sayılı Yasayla 3713 sayılı Yasada yapılan değişik sonucu sanığa ızafe olunan fiilin suç olmaktan çıkarıldığı iddiasıyla yaptığı başvuru üzerine, duruşma açarak dosyayı ele alan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince uyarlama yargılaması statüsüyle sanığın beraatına hükmolunmuştur.
Yerel C.Savcısının temyizi üzerine Özel Dairece 05.03.2008 gün ve 6083-1328 sayı ile, “
“...İddianame ile sanığa atılan ve mahkeme kararında sübutu ve niteliği tartışılan eylem 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/1. maddesinde tanımlanmış olup 765 sayılı TCK’nun 313/2-4. maddesi kapsamında olmadığı”
” ve “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair kararın kesinleşmiş bulunduğu”
” belirtildikten sonra Yerel Mahkemenin sanık hakkındaki beraat hükmü onanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise vaki itirazında; “
“...sanığın yargılamaya konu eylemlerinin bir bütün olarak lehe hüküm olan 765 sayılı TCK.nun 313/2-4. madde ve fıkralarında tanımı yapılan ‘
‘cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek ve bu teşekkülü yönetmek’ suçunu oluşturduğu”
” gerekçesiyle Özel Dairenin, beraatın onanmasına ilişkin kararının kaldırılarak bu suç vasfına göre gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Görüldüğü üzere Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, iddianamede anlatılan ve sanığa suç olarak atfedilen eylemin, 3713 sayılı Yasanın 7/1-1.maddesi kapsamında mı yoksa 765 sayılı TCY’nın 313/2-4. maddesi kapsamında mı olduğuna ilişkindir.
Ancak;
Usule ilişkin değerlendirmelerin öncelikle görüşülüp karara bağlanması ilkesine dayanılarak; 4616 sayılı Yasaya göre verilen ve kesinleşmiş bulunduğu kabul edilen “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararından sonra sanık müdafiinin lehe yasa uygulanmasına ilişkin talebi üzerine Yerel Mahkemece istemin yerinde görülerek dosyanın ele alınıp beraata hükmolunması ve bu beraat hükmünün Özel Dairece onanması durumunda Yargıtay C.Başsavcılığının, atılı eylemi 4616 sayılı Yasa kapsamı dışına çıkartacak şekilde, suç vasfının değişerek 765 sayılı TCY.nın 313/2. maddesinin mümas hale dönüştüğü ancak dava zamanaşımının suç tarihi itibariyle gerçekleştiğine dair bir istemle itiraz yasayoluna başvurup başvuramayacağı hususunun öncelikle değerlendiril¬
¬mesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca bu konunun ön sorun olarak ele alınması kararlaştırılmıştır.
Bu konuyla sınırlı olarak yapılan incelemede;
22.12.2000 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve daha sonra 4758 sayılı Yasa ile değişikliğe uğrayan 4616 sayılı Yasa; 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş bir kısım suçlarda bulundukları aşamalara göre kamu davasının açılmasını, açılanların kesin hükme bağlanmasının ertelenmesini ve bu suçlara ilişkin mahkûmiyet sürelerinden indirim yapılmasını öngörmüş, 1. maddenin 5. fıkrasında ise kapsam dışı bırakılan ve bu yasanın uygulanması olanağı bulunmayan suçlara yer vermiştir.
Görüldüğü gibi 4616 sayılı Yasa, o süreçte yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nda yer almayan, soruşturma aşamasına ilişkin olarak “
“kamu davasının açılmasının ertelenmesi”
” kovuşturma aşamasına ilişkin olarak ise “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” gibi iki yeni kuruma yer vermiştir. Anılan Yasa ile getirilen bu iki yeni kurum, kendine özgü olup usul yasasındaki kurumlarla doğrudan benzerliği bulunmamaktadır.
Nitekim, 4616 sayılı Yasanın bu özelliği ve kendine özgü hali, bilahare, kimi hükümlerinin iptali istemi ile açılan dava sonucunda Anayasa Mahkemesince verilen 18.07.2001 gün ve 4-230 sayılı kararda; “
“kendine özgü bir müessese”
”, “
“belirli bir süreyle suç işlememe bozucu koşuluna bağlanmış özel af niteliği”
”, “
“şartlı af niteliği ağır basan kendine özgü düzenleme”
”, “
“farklı kurallar getiren, yasaların eşitlik ilkesi yönünden karşılaştırılarak sonuca varılması olanaksız düzenleme”
” tanımlamalarına konu olmuştur.
Anılan müesseseyi, sathi bir değerlendirme ile “
“karar mahiyetinde ve usüle ilişkin”
” saymak olası ise de, yarattığı netice ve yargılanana tanıdığı özel atifetler dolayısıyla hükme yakın olduğu, “
“hüküm”
”lerin sağladığı sonuçları daha ziyade oluşturduğu açıktır. Ceza yargılamasında temel hedef, suçluluğu sabit olanın yakalanması, yargılanması ve yasada tanımlanan cezai yaptırımla hükümlendirilmesi iken, anılan 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi ile bazı suç türlerinde belli ceza tür ve süresiyle sınırlı olarak getirilen “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” temel amacın istisnasını teşkil etmekte, kişinin takibi, yakalanması, yargılanması ve cezalandırılması belli bir süre ötelenmekte, bu sürenin de yasada tanımlanan biçimde yeni bir suç işlenmeden geçirilmesi halinde sanığının ceza takibinden ve yaptırımından kurtulması söz konusu olmaktadır. Bu sonucun, ancak ve sadece “
“hüküm”
” ile sağlanması olanaklıdır.
“Kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararlarının bazı durumlarda itiraz yasa yoluna tabi olduğunu, bu halin ise “
“karar”
” niteliğini ortaya çıkardığını iddia etmek de yetersiz ve eksik bir yorumdur.
Bilindiği üzere, “
“Kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” hallerinde yasa yoluna başvuru hakkı olanların, yargılamaya konu suçun 4616 sayılı Yasa kapsamına dahil olmadığını, hatalı değerlendirme ve vasıflandırma ile karar verildiğini, ya da kişinin beraat etmesi gerektiğini bildirerek yasayoluna başvurmaları halinde, yasa yolunun “
“temyiz”
” olacağı, temyiz yasa yolunun ise sadece hükümler için geçerli bulunduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun İçtihatları ile sabittir. Bu nedenle kendine özgü ve karma nitelikli bu müesseseye “
“karar”
” vasfını vermek, bu hatalı vasıflandırmayı dayanak tutarak sonuç yaratmak ve bu cümleden olarak “
“kararlarda, sonradan çıkan lehe yasanın uyarlama yargılaması yoluyla tatbik edilemeye¬
¬ceği”
” ni savunmak hukuki değildir.
Bu nedenledir ki; “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararı”
”nı gerek 1412 sayılı eski CYUY’nın 253., gerekse 5271 sayılı yeni CYY’nın 223. maddesinde sayılan hüküm çeşitleri arasında aramak veya anılan maddelerde sıralanmış hüküm çeşitlerinden biriyle arasında doğrudan benzerlik kurmaya çalışmak isabetli olmayacaktır. Kabul edilmelidir ki 4616 sayılı Yasa ile getirilen “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararı”
” kendine özgü niteliktedir, o ana kadar yasalarda tanımı yapılmamıştır, uygulaması, bünyesinde yer aldığı yasayla sınırlıdır, ancak ne var ki yarattığı sonuçlar itibariyle “
“hüküm”
” mahiyetindedir.
Bu özellik, CGK’nun 17.09.2002 gün ve 206-310 ile 27.02.2001 gün ve 25-33 sayılı kararlarında da irdelenmiş, 4616 sayılı Yasa uyarınca verilen “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
”ne ilişkin kararlara karşı yapılan başvuru, ceza miktarı, suç tarihi veya vasıflandırma gibi yargılama konusu suçu 4616 sayılı Yasa’da öngörülen erteleme kapsamı dışına çıkaracak hususlara yönelik ise “
“temyiz”
” olarak değerlendirilmesi gerektiği, aksi halde “
“itiraz”
” başvurusu olarak kabul edilmesi icap ettiği sonucuna varılarak anılan karar türlerinin yasa yolu başvuru sebebine göre hüküm de sayılabileceği saptanmıştır.
Somut olayda Yerel C. Savcısının “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararına karşı bir yönden suç tarihine ilişkin olarak diğer yönden 4616 sayılı Yasanın kapsamı dışında kalan bir başka suç türünü oluşturduğu iddiasıyla yaptığı başvuru temyiz mahiyetinde ise de, bu tarihte yürürlükte olan ve 1412 sayılı CYUY’nın 293. maddesinin, C.Savcılarının yanılgılı yasa yolu başvuruları hakkında uygulanamayacağına işaret eden 22.01.1962 gün ve 2/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince anılan kararın, vaki itirazların merciince reddi üzerine kesinleştiği açıktır. Nitekim bu yön, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazın da da benimsen¬
¬miştir.
Anılan “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararının”
” kesinleşmesi;
1-Sanığın iddianameye konu suç türünün 3713 sayılı Yasanın 1. maddesi yollamasıyla 7/1. maddesine uygun bulunduğunu,
2-Bir başka suç türüne uygun düşmeyeceğini,
3-Suça ilişkin temadinin, kişinin yurt dışına çıkış tarihi olan 21.03.1999’ da sona erdiğini,
4-Bu yönleriyle suçlamanın 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi kapsamına girdiğini ve bu nedenle 5 yıl süreyle aynı suç veya daha ağır türden suç işlenmediğinde süre sonunda kamu davasının ortadan kaldırılması zımmında kesin hükme bağlanmasının ertelendiğini,
5-4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile değişik 4/3. maddesi hükmünce 3 aylık yasal sürenin dolduğu 23 Ağustos 2002 gününe dek sanık veya müdafilerince beraat yargılaması yönünde bir istemde bulunulmadığından yargılamaya devamla beraate ilişkin inceleme ve hüküm kurmak gerekmediğini tartışılmaz hale sokmuş bulunmaktadır.
“Yasa yararına bozma”
” olağan üstü yasa yoluna başvurulup bu hüküm kaldırılmadıkça, kesinlik kazanan bu hususların yeniden ve bir başka olağan yasa yolu ile geçersiz sayılması olanaksızdır.
Sıralanan sonuçlar, yargılanan yararına hak oluşturmuş ve öngördüğü özel atıfet hükümleri ile, kişiyi ceza yaptırımından belli koşullarda masun kılan özel bir erteleme süresini de başlatmıştır. Bu süreci, herhangi bir nedenle yok saymak ve konu yargılamada olduğu üzere kamu davasının düşürülmesi koşullarının gerçekleştiği bir zamanda, aleyhe öneriler içeren bir itirazla aleyhe sonuç doğuracak mahiyete dönüştürmek hukuken olanaklı değildir.
Açıklanan sonuçları yarattığında kuşku ve duraksama bulunmayan “
“Kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” hükmünün kesinleşmesinden sonra dosyanın tekrar ele alınması üç halde söz konusu olabilecektir.
1- Birinci hal;
4616 sayılı Yasanın 1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, erteleme konusu suçun erteleme süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde yargılama yeniden başlatılıp davaya devam edilerek toplanan kanıtlara göre CYY. nda sayılan hükümlerden birinin verilebilme koşulunun gerçekleşmesidir.
2- İkinci hal;
4758 sayılı Yasa ile getirilmiştir. Buna göre Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde dosyanın işlem gördüğü yargı merciine başvurmak suretiyle beraat doğrultusunda yargılamanın tamamlanmasını talep edenler hakkında davaya devam olunması, beraat koşulları varsa beraate, değilse yeniden kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararının devamına hükmedilmesi durumudur.
3- Üçüncü hal ise;
Ceza hukukunun genel kurallarına göre sonradan yürürlüğe giren ve getirdiği lehe hükümler nedeniyle 765 sayılı TCY’nın 2. ve 5237 sayılı TCY’nın ise 7/2. maddesinde öngörüldüğü üzere yargılanan veya hükümlendirilenin hukukunda lehde düzenleme getiren yasa değişikliği nedeniyle “
“uyarlama yargılaması”
” nın olanaklı hale gelmesidir. Ancak “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararının özelliği gereği, sonraki yasanın sadece ceza miktarı açısından sanık lehine değişiklik getirmesi halinde, kesinleşen kararda ceza mahkûmiyeti söz konusu olmadığından dosyanın tekrar ele alınmasında ve daha az cezayı gerektiren değişiklik nedeniyle benzer bir erteleme kararının yeniden hükme bağlanmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. 4616 sayılı Yasa hükümlerine göre, “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” ne karar verildiği hallerde sonradan yürürlüğe giren lehe yasanın uygulanması talebinin dikkate alınabilmesi için, eylemin sonraki yasayla ya suç olmaktan çıkartılması veya suçun unsurlarında beraat kararı verilmesini gerektirebilecek nitelikte değişikliğin gerçekleşmesi durumudur.
Bu nitelikteki lehe yasa değişikliği nedeniyle beraata hükmolunması istemi üzerine yapılacak yargılamanın, tipik bir “
“lehe yasa uygulaması”
” olduğunda, bir başka tanımlama ile “
“uyarlama yargılaması”
” niteliği taşıdığında duraksama bulunmamalıdır.
Uyarlama yargılamasında hangi esaslara uyulacağı, özellikle 5237 sayılı TCY’nın yürürlüğe girmesinden sonra Ceza Genel Kurulunun birçok kararına konu olmuştur. Bu kararlarda temel dayanak sayılan 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ; “
“Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan somut olaya ayrı ayrı uygulanıp her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte sonuç vereni uygulanmalıdır”
” şeklinde lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem ilkelere bağlanmıştır.
Doğrudan uygulanması söz konusu olmasa da, 5252 sayılı Yasanın “
“Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul”
” başlıklı 9. maddesinin üçüncü fıkrası da; “
“Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.”
” şeklindedir.
Kesinleşmiş bir hükümde değişiklik yargılaması, önceki hükümde çerçevesi belirlenen olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümleri birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu yargılama türünde değerlendirme ve önceki hükümde değişiklik yapabilme yetkisi sınırlıdır. Bu sınırlı değerlendirme sonucunda da mahkemenin önünde iki seçenek bulunmaktadır;
1- Ya, koşulları oluşmuşsa istem kabul edilerek lehe yasa sanık hakkında uygulanır bu durumda eski hüküm geçerliliğini kaybeder, yeni hüküm tek geçerli hüküm haline dönüşür.
2- Ya da, değişikliğin sanık lehine sonuç yaratmayacağı anlaşılırsa istem reddedilir. Bunun sonucu olarak da kesinleşmiş olan eski hüküm geçerliliğini devam ettirir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
“Kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararının kesinleşmesinden ve böylece; “
“suçun 3713 sayılı Yasanın 1. maddesi sevkiyle 7/1-1. maddesi kapsamında olduğunun, 765 sayılı TCY.nın 313/2. maddesi kapsamına girmediğinin, iddiana¬
¬meye konu suç açısından teselsülün sona eriş tarihinin sanığın yasal yolla yurt dışına çıktığı 21.03.1999 günü olduğunun, isnat edilen suçun 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi kapsamında kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi icap eden suçlar kapsamında bulunduğunun ve sanığın 3 aylık yasal sürede beraat yargılaması için başvurmaması nedeni ile yasanın 4758 sayılı Yasayla değişik 4/3. maddesi kapsamından yararlanamayacağının”
” kesinlik kazanmasından sonra, 3713 sayılı Yasada 4928 sayılı Yasa ile yapılan lehe değişikliğe dayanılarak sanık müdafiinin talebi ile Yerel Mahkemece duruşma açılmak suretiyle yapılan uyarlama yargılaması sonucunda, Yasa değişikliğinin beraat kararı verilmesini gerektirecek nitelikte olduğu kabul edilerek “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi”
” kararı kaldırılmış ve sanığın “
“…sübut bulmayan ve unsurları oluşmayan atılı suçtan beraatına...”
” hükmolunmuş, temyiz üzerine Özel Dairece Yerel Mahkeme tarafından verilen beraat kararı onanmıştır.
Bu aşamada Yargıtay C.Başsavcılığının, “
“uyarlama yargılaması”
” nın açıklanan yasal disiplinini gözetme¬
¬yecek biçimde, kesinleşen kararla kabul edilen suç vasfını değiştirecek ve saptanan suç tarihinde de değişiklik yaparak eylemi 4616 sayılı Yasa kapsamının dışına çıkartacak mahiyette bir taleple itiraz yasayoluna başvurmaya, 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi kapsamında kamu davasının düşürülmesi koşulunun oluştuğu bir zaman diliminde özel yasadan yararlanılamayacağını ileri sürmek suretiyle sanık için kazanılan statüyü geçersiz saymaya ve böylece lehe sonuç yaratmak amacıyla açılan uyarlama davasında aleyhte sonuç yaratmaya yetkili olduğunu kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.
Gözardı edilmemesi gerekir ki;
Kesinleşen ve geçerliliği sürdüğünde kuşku bulunmayan “
“kamu davasının kesin hükmü bağlanmasının ertelenmesi kararı”
” isnat edilen suçun türünü suçun başlangıç ve bitiş tarihlerini, eylemin 4616 sayılı Yasanın 1/4. maddesi kapsamında olduğunu, vaki erteleme ile kişinin gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma takibatından belli koşullar altında masun kılındığını, belirlenen sürenin yeni bir suç işlenmeden geçirildiğinde ertelenen kamu davasında düşme kararı verileceğini hükme bağlamış, yargılanan yararına hak oluşturmuştur.
Önceki yasalar bütünlüğü ile oluşan bu hakkın, sonradan çıkan ve lehe hükümler içeren yasa nedeniyle ortadan kaldırılması, zaafiyete uğratılması, aleyhe sonuç doğurur şekle dönüştürülerek suç vasfını ve tarihini 4616 sayılı Yasa kapsamından çıkarılmaya neden olacak biçimde değiştirmesi, anılan yasanın getirdiği soruşturma ve kovuşturma masuniyetini kaldırarak 4616 sayılı Yasanın sağladığı atıfetin kapsamı dışında kalan bir başka suç türüne dönüştürmesi olanaklı değildir. “
“Uyarlama yargılaması”
” statüsü böyle bir yoruma ve bu doğrultuda bir uygulamaya elverişli bulunmamaktadır.
Aksi halde, sanığın, lehe yasanın uygulanması istemiyle yaptığı başvuru sonunda kesinleşen önceki hükümdeki hukuki durumundan daha ağır ve daha aleyhte bir sonuç doğmuş olur ki bunun ceza yargılamasında hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan gerekçelerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının, “
“uyarlama yargılaması”
” statü ve kuralları itibariyle usulen kabulüne olanak bulunmadığından, vaki itirazın ve konu hükmün sair yönleri incelenmeksizin itirazın reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Celal Aras;
“İncelememizin konusunu oluşturan dava dosyasının geçirdiği safahat kısaca şöyledir:
I-Ankara C.Başsavcılığının 31.8.2000 tarihli iddianamesinde sanığın 3713 sayılı Yasanın 1.maddesinde tarifi yapılan örgütleri kurduğu ve yönettiği iddiasıyla aynı Yasanın 7/1.maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
II- Yargılama sonunda Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi 10.3.2002 tarihinde sanığa isnad edilen suçun 3713 sayılı Yasanın 7/1 maddesinde tanımlanan suç olduğu ve suç tarihinin de iddianamede gösterilen 21.3.1999 tarihi ile iddianamenin düzenlendiği 31.8.2000 tarihleri olmayıp sanığın yurt dışına çıktığı 19.3.1999 tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği yolunda bir belirleme ile eylemin 4616 sayılı yasanın 1.maddesinin 4.fıkrası kapsamında kaldığı gerekçesiyle sanık hakkındaki kamu davasının 5 yıl süre ile kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar vermiştir.
Bu karara karşı sanık müdafii sanığın beraatı gerektiği; Cumhuriyet Savcısı ise suçun 4616 sayılı yasa kapsamında kalmadığı yolundaki itirazları Ankara 1.No.lu DGM’ce 3.4.2003 tarihinde reddedilmiş ve bu karar şekli anlamda kesinleşmiştir.
III- Daha sonra sanık müdafii 7.3.2006 tarihli dilekçesi ile 19.7.2003 tarih ve 4928 sayılı yasa ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1.maddesinde tarifi yapılan terör örgütünün tanımının değiştirildiği ve sanığa atılı eylemin suç olmaktan çıkarıldığı, bu lehe düzenleme gereğince sanığın beraatına karar verilmesi yolundaki talebi üzerine dosyayı ele alan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesi 5.5.2006 gün ve 124-20 E.K. sayılı kararı ile Ankara 2.Nolu DGM.nin 10.3.2002 tarihli “
“kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine”
” ilişkin kararını kaldırarak, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatına karar vermiş, C.Savcısının temyizi üzerine bu hüküm Yargıtay 9.Ceza Dairesince 5.3.2008 tarihinde onanmıştır.
IV- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Yargıtay 9.Ceza Dairesinin onama kararına karşı 4.4.2008 tarihinde itiraz yasa yoluna başvurarak; Ankara 2.Nolu DGM’nin 10.3.2002 tarihli kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine ilişkin kararındaki eylemin niteliği ile suç tarihine ilişkin belirlenmesinin doğru olmadığını, sanığa atılı eylemin 3713 sayılı Yasanın 7.maddesinde yazılı suçu değil 765 sayılı TCK.nun 313/2,4 maddesinde yazılı suçun unsurlarını oluşturduğu ve suç tarihinin iddianamenin düzenlendiği, 31.8.2001 tarihi olduğunu, temadinin bu tarihte kesildiğini ve bu belirlemelere göre sanığın savunmasının alındığı 28.11.2001 tarihinden itibaren 5 yıllık asli zamanaşımının 28.11.2006 tarihinde dolduğunu, hükmün temyiz incelemesinin yapıldığı tarihte zamanaşımının gerçekleşmiş olması nedeniyle düşme kararı verilmesi gerekirken beraata ilişkin hükmün onanmasına karar verildiğini, bu nedenle Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 5.3.2008 tarihli onama kararının kaldırılarak 11. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının bozulmasını ve kamu davasının düşürülmesine karar verilmesini talep etmiştir.
V- Yargıtay CGK.nun 24.6.2008 tarihinde Yargıtay C.Başsavcılığının Yargıtay Ceza Dairelerinden birinin kararına karşı CMK.nun 308.maddesinde belirtilen usul ve sürede Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilmesi olanaklı ise de, sanık hakkında daha önce Ankara 2.No.lu DGM’ce verilen 10.3.2002 tarihli kamu davasının ertelenmesine ilişkin kararda suçun vasfı ve suç tarihi tartışılıp gerekçelendirilmek suretiyle kesin olarak hükme bağlandığı, kesinleşen ve kesin hüküm otoritesini sürdüren bu hüküm olağanüstü yasa yolu ile ortadan kaldırılmadıkça esastan incelenemeyeceği ve bu kesin hüküm tüm sonuçlarıyla birlikte bağlayıcılığını koruduğu gerekçesiyle, dosya esastan incelenmeksizin C.Başsavcılığının itirazının usul yönünden reddine karar verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun vermiş olduğu bu kararın aşağıda arz ettiğim gerekçelerle usul ve yasaya uygun olmadığı kanaatindeyim.
Şöyle ki;
- Yargıtay C.Başsavcılığının Yargıtay Ceza Dairelerinden birinin kararına karşı gerek CMK.289.maddesinde gösterilen hukuka kesin aykırılık sebeplerinden birisiyle ve gerekse diğer hukuka aykırılık sebepleriyle itiraz yasa yoluna başvurma hak ve yetkisinin olduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamaları ile sabittir.
2- Gene 5320 sayılı Yasanın 8.maddesi hükmü gereğince halen yürürlüğünü sürdüren 1412 sayılı CMK.nun 320 maddesinin verdiği yetkiye dayanarak itiraz yasa yolu üzerine hükmü inceleyen Yargıtay Ceza Gene Kurulunun itirazın ilişkin olduğu sanık ve suçla sınırlı olmak kaydıyla itirazda ileri sürülsün, sürülmesin dosyayı her yönüyle incelemek ve tespit ettiği tüm hukuka aykırılıkları bozma nedeni yapmak yetkisine sahip olduğunda bir tereddüt yoktur. (CGK.nun 22.2.1998 gün ve sayı 18)
Yargıtay’ın görevi; yasaların Türkiye genelinde hukuka uygun olarak uygulanıp uygulanmadığını denetlemek ve içtihatları ile ülkede yasa ve hukuk kurallarının uygulanmasında birliği sağlamaktır. Bu görev gözetildiğinde temyiz (veya itiraz) incelemesine konu olan hükümde suç vasfında bir isabetsizlik saptandığı takdirde aleyhe temyiz olmasa dahi bu hususunun bozma nedeni yapılacağı Yargıtay’ın işlerlik kazanmış içtihatlarındandır. (CGK.nun 19.6.2001 gün, 9/125-128 E.K.)
3- Ankara 2. No.lu DGM.nin sanık hakkında 4616 sayılı Yasa gereğince vermiş olduğu “
“davanın (5 yıl süre ile) kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine”
” ilişkin kararı her ne kadar sanık müdafii ve C.Savcısının itirazı Ankara 1.no’lu DGM’ce reddedilmek suretiyle kesinleşmiş görünmekte ise de, burada şekli anlamda bir kesinleşme söz konusudur. Yoksa hukuki anlamda bir kesin hükümden söz etmek olanaklı değildir. Çünkü 4616 sayılı Yasaya göre verilen bu karar kamu davasının hükme bağlanmasının ertelenmesine dairdir. Yani ortada verilmiş bir hüküm yoktur. Hüküm kurma aşaması atiye bırakılmıştır. Mahkeme davanın esası hakkında bir karar vermeden işten el çekmiştir. Bu kararlar yasa uyarınca mahkemelerin davayı sonuçlandırmadan askıya alma kararlarıdır. 5 yıl içinde yeni bir suç işlenmediği takdirde açılan dava yasa gereği ortadan kaldırılacaktır. Bu nedenledir ki nev-i şahsına münhasır, kendine özgü, sui-generis kararlardandır. Yoksa 5271 sayılı Yasanın 223.maddesinde tek, tek sayılan türden bir “
“hüküm”
” değildir. Dolayısı ile burada kesin nitelikte bir hükümden ve kesin hüküm otoritesinden söz etmek olanaklı değildir. Böyle olunca da “
“olağanüstü yasa yolu ile ortadan kaldırılmadıkça bu kesin hüküm niteliğini ve otoritesini sürdürmeye devam etmektedir”
” diyen görüşün isabetli olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bundan dolayıdır ki halen kesinliğini sürdürdüğü iddia edilen bu hüküm sanık müdafiinin lehe yasa uygulaması talebini içeren 7.3.2006 tarihli dilekçesi üzerine Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin 5.5.2006 gün ve 124-20 E.K. sayılı hükmü ile kaldırılmış ve esastan inceleme ile sanığın beraatı yönünde bir hüküm kurulmuştur. Yani bu hüküm nakz olunmuştur, bozulmuştur, artık ortadan kalmıştır. Eğer kesin nitelikte bir hüküm olsa idi Ankara 11.Ağır Ceza Mahkeme¬
¬sinin böyle bir karar verme olanağı olmamalıydı. Oysa ortada verilmiş bir beraat kararı bulunmaktadır. Bu durumda hükmün kesin nitelikte olduğunun kabul edilmesi halinde Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin 5.5.2006 tarihli beraat kararının da, onun temyiz incelemesi sonunda verilen Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 5.3.2008 tarihli onama kararının da hukukun geçersiz ve yok hükmünde birer karar olduğunu kabul etmek zorunluluğu doğacaktır.
Hâlbuki Ankara 11.Ceza Mahkemesinin hükmü hukuken geçerli bir karardır. Ancak eylemin suç teşkil etmediği hususundaki belirlemesi ve gerekçesi yasal ve yerinde değildir. Çünkü İddianamede tarif ve tavsif edilen suç bir örgüt suçudur. 3713 sayılı Yasanın 1/son maddesinde “
“örgüt”
” teriminin TCK ile ceza hükümleri içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsadığına işaret edilmiştir. Dolayısı ile her ne kadar iddianamede uygulanması istenen yasa maddesi 3713 sayılı yasanın 7/1. maddesi olarak gösterilmiş ise de tarif edilen eylemlerin 765 sayılı TCK.nun 313. maddesinde yazlı suçun unsurlarını da içerdiğinde kuşku yoktur.
1412 sayılı CMK.nun 257 ve 5271 sayılı CMK. 225. maddelerinde “
“Hükmün mevzuu iddianamede gösterilen fiilden ibarettir. Fiili takdirde mahkemeler iddia ve müdafaa ile bağlı değildir”
” hükmü yer almaktadır. Mahkemelerin bu doğrultuda hüküm kurmaları gerektiği ve açılmayan bir davadan dolayı hükmün kuramayacakları da Yargıtay’ın karar kılmış uygulamalarındandır. (CGK.nun 20.4.1999 2/70-68 E.K)
Bu yasal zorunluluk göz önü edilerek iddianame içeriği incelendiğinde; sanığın belirtilen yöntemlerle gerek yurtiçinden ve gerekse yurtdışından çeşitli yollarla edindiği büyük ekonomik gelir desteği ile, Işık evleri diye nitelendirilen evlerde, beyin yıkama yolu ile kurduğu sinsice bir örgütlenme yapısı içinde; Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasamızın 2. maddesinde tanımlanan Demokratik, laik ve sosyal hukuk düzenini yıkmak, onun yerine aklı, akılcılığı, bilimi ve tekniği esasta dışlayan ancak savunuyormuş görünen, kendi dar dünya anlayışları doğrultusunda, şer-i düzene dayalı bir yönetim biçimini dayatma amaç ve güdüsüyle faaliyetlerini sürdürdüğünün ifade edildiği görülmektedir. Örgütün cebir, şiddet, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit uygulandığına ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir. Bu nedenle iddianameye konu edilen eylemlerin 3713 sayılı yasanın 7/1 maddesinden ziyade 765 sayılı Yasanın 313/1-4. maddelerinde yazılı somut tehlike suçunun yasal unsurlarına temas ettiği açıkça anlaşılmaktadır.
Tespiti gereken bir diğer husus da suç tarihinin ne olduğu hususudur. Bilindiği üzere örgüt suçları yapıları itibarıyla devamlılık gösteren (temadi eden) suçlardandır. 765 sayılı yasanın 103.maddesi gereğince temadi eden suçlarda zamanaşımı temadinin bittiği günden başlar. Gene Yargıtay’ın müstakar içtihatlarına göre temadi iddianame ile kesilir ve iddianame tarihinden sonraki eylemler ayrı bir suç teşkil eder. Temadi eden ve halen de varlığını sürdürdüğü bilinen bir örgütü (teşekkülü) kuran ve yöneten sanığın şu ya da bu sebeple yurt dışına çıkmış olması o suçta temadinin bittiği anlamında kabul edilemez.
Hele bu örgütün faaliyetlerini yurtdışında 35 ülkede sürdürdüğünün biliniyor olması karşısında Ankara 2.No.lu DGM’nin 10.3.2002 tarihli kararında suç tarihinin sanığın yurt dışına çıktığı 19.l3.1999 tarihli olduğuna dair tespiti ile gerekçesinin de gerçeği yansıtmadığı ve hukuka uygun olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak: Yargıtay C.Başsavcılığının itiraz yasa yolu ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun önüne getirdiği incelemeye konu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 5.3.2008 tarihli onama kararıdır. Onama kararının ilişkin olduğu hüküm ise Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 5.5.2006 tarihli beraat hükmüdür. Yapılması gereken husus esasa girilerek beraat kararının hukuka uygun olup olmadığını dolayısı ile 9. Ceza Dairesinin onama kararının yasaya uygun olup olmadığını belirlemek olmalıdır.
11.Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara 2 no’lu DGM.nin 10.3.2002 tarihli “
“davanın kesin hükme ve bağlanmasının ertelenmesine”
” ilişkin kararını kaldırarak yerine yeni bir hüküm kurmuş ve sanığın beraatına karar vermiştir. Dolayısı ile Ankara 2 no’lu DGM.nin kararı artık hukuken ortadan kalkmıştır. Bu nedenle kesinleşmiş bir hükmün varlığından ve kesin hüküm otoritesinden söz etme olanağı yoktur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay C.Başsavcılığının sanığa atılı (TCK.nun 313/1-4 maddesinde yazılı) suçun sübuta erdiği yönündeki itirazının hükmün esasına yönelik ve sanığın aleyhine olduğu gözetilerek hüküm esastan incelenmek suretiyle usul ve yasaya uygun olmayan Yargıtay 9.Ceza Dairesinin onama kararının kaldırılmasına ve Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin beraata ilişkin kararının bozulmasına, ancak inceleme tarihi itibariyle gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kamu davasının 765 sayılı TCK.nun 102/4 maddesi gereğince ortadan kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatiyle sayın çoğunluğun Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının usul yönünden reddine ilişkin görüşüne katılmıyorum”
” görüşüyle,
Bir kısım Kurul Üyesi de, “
“Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının usul yönünden reddedilmeyip esas yönünden incelenmesi gerektiği”
” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının usul yönünden REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.06.008 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.