Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/4350 Esas 2022/9922 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
10. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/4350
Karar No: 2022/9922
Karar Tarihi: 28.06.2022

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/4350 Esas 2022/9922 Karar Sayılı İlamı

10. Hukuk Dairesi         2021/4350 E.  ,  2022/9922 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi
    İlk Derece Mahkemesi : ... 2. İş Mahkemesi



    Dava, iş kazasından sigortalının vefatı nedeniyle hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı, davalılardan ... San. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından istinafa başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesince istinaf istemlerinin esastan reddine karar verilmiştir.
    ... Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesince verilen kararın davalılardan ... San.Ve Tic. A.Ş. vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
    I- İSTEM:
    Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin murisi sigortalı ...’nun 14.10.2013 tarihinde meydana gelen kalp krizi niteliğinde iş kazasında vefatı nedeniyle müvekkilleri lehine 1.000,00 TL maddi ve sigortalının eşi Gönül lehine 30.000,00 TL çocuk... lehine 50.000,00 TL ve çocuk ...lehine 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
    Davacı vekili ıslah dilekçesi ile maddi tazminat istemlerini ... için 96.908,81 TL’ye, ... için 10.208,21 TL’ye ve Sezen Burçin için 10.368,42 TL’ye artırmıştır.
    II- CEVAP:
    Davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle: İş kazası ile sigortalının ölümü arasında illiyet bağı bulunmadığını, davacının her ne kadar iş kazası bildiriminin yapılmadığını iddia etmiş ise de, bu iddiasının gerçek dışı olduğunu, davalı şirket tarafından 22/10/2013 tarihinde iş kazası bildiriminin yapıldığını, iş kazasının 14/10/2013 tarihinde arefe günü meydana geldiğini, bayram tatili nedeniyle bildirimin tatili takip eden ilk çalışma günü olan 22/10/2013 tarihinde yapıldığını, fabrikada meydana gelen yangının esasen makinenin birkaç kablosu ile bir miktar kağıdın yanmasından ibaret olduğunu, ölüm olayından 4-5 gün önce meydana gelen bu olayın oldukça küçük çaplı olduğunu, dava dilekçesinde belirtildiği gibi aşırı dumana maruz kalınacak bir yangın olmadığını, olaya sigortalı ile bir kaç mesai arkadaşının müdahalede bulunduktan sonra mesailerini bitirip, evlerine gittiklerini ve akabinde herhangi bir rahatsızlık bildiriminde bulunan olmadığını, müteveffanın ölüm olayının meydana geldiği gün işyeri hekimine muayene olduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu, iş yeri hekimi Dr. ... tarafından tutulan defterler incelendiğinde ölüm olayının meydana geldiği gün, ne yangın olayının meydana geldiği gün ne de daha öncesinde iş yeri hekimine müracaatı ya da iş yeri hekimince muayenesinin olmadığını, Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan otopsi neticesinde de müteveffanın gerçek ölüm nedeninin kalp damar rahatsızlığı sonucu gerçekleştiğini, Savcılık makamınca Adli Tıp raporu, şüpheli beyanları ve tanık beyanları dikkate alınarak ölüm olayının davacının şikayetçi olduğu yangın olayı sonucu gerçekleşmediği sonucuna varıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, müvekkili şirketin ...'da bulunan fabrikasında montaj tamir, bakım vs. hizmetleri için müteahhit ... Elektrik Tesisat ve Bakım Tic. Ltd. Şti. ile sözleşme imzaladığını, sözleşmenin 2. maddesi gereğince "yanında çalıştırdıklarının; gerek uğrayabilecekleri iş kazalarından, gerekse de diğer çalışanlara karşı ifa edebilecekleri zarardan ötürü hukuki ve cezai sorumluluk müteahhit'e aittir" yazılmak suretiyle bu hususta müteahhitin sorumluluğunun düzenlendiğini, bu itibarla esasa ilişkin tüm itirazlarının yanında davalı şirketin müteahhit bünyesinde çalışan davacının iş kazasından dolayı sorumluluğuna gidilmesinin yasaya aykırı olduğunu belirterek davanın husumetten ve esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı ... San. Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiştir.
    III- MAHKEME KARARI:
    A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
    İlk derece mahkemesi kararında özetle; “A) 1- Davacı ... tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Maddi Tazminat davasının kabulü ile 96.908,81 TL'nin olay tarihi olan 14/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı ...'ya verilmesine,
    2- Davacı ...'ya velayeten annesi ... vekili tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Maddi Tazminat davasının kabulü ile; 10.208,21 TL'nin olay tarihi olan 14/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı ...'ya velayeten annesi ...'ya verilmesine,
    3- Davacı ... tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Maddi Tazminat davasının reddine ;
    B) 1- Davacı ... vekili tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Manevi Tazminat davasının kabulü ile ; 30.000,00 TL'nin olay tarihi olan 14/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı ...'ya verilmesine,
    2- Davacı ... Koyuncu vekili tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Manevi Tazminat davasının kabulü ile; 20.000,00 TL'nin olay tarihi olan 14/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı ...'ya verilmesine,
    3- Davacı ...'ya velayeten annesi ... vekili tarafından davalılar ... San ve Tic A.Ş. ve ... Elektrik Tesisat Ltd. Şti aleyhine açılan Manevi Tazminat davasının kabulü ile; 50.000,00 TL'nin olay tarihi olan 14/10/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı ...'ya velayeten annesi ...'ya verilmesine,” şeklinde karar verilmiştir.
    B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
    Bölge Adliye Mahkemesi kararında özetle; “Davalı ... San.ve Tic. A.Ş. vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1–b.1 maddesi gereğince esastan reddine” karar verilmiştir.
    IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
    Davalı ... San ve Tic A.Ş. vekili temyiz dilekçesinde özetle: Günde ortalama iki paket sigara tüketen müteveffanın işyerinde kalp krizi geçirdiğini, bu durumun otopsi raporunda doğal ölüm olarak adlandırıldığını, bu kapsamda müvekkil şirket aleyhine işbu davanın kabulünün usul ve yasaya aykırı olduğunu, zaten davacıların iddia ettiği şekilde 1 hafta önce geçirilen ufak çaplı bir yangının 1 hafta sonra kalp krizine sebebiyet veremeyeceğinin son derece açık olduğunu, tanık beyanlarından da görüleceği üzere günde iki paket sigara içen 46 yaşında bir erkeğin bir yangın olayına yangın tüpü ile müdahale etmesi, sonrasında normal çalışmasına devam edecek kadar basit bu olayın üzerinden 1 hafta geçtikten sonra bu olay ile bağlantılı olabilecek şekilde iş kazası ya da meslek hastalığı geçirmesi fikrinin hayatın olağan akışı ile örtüşür tarafı olmadığını, kalp krizinin işyerinde gerçekleşmesi tamamen tesadüfi olduğunu beyanla kararın bozulmasını talep etmiştir.
    V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
    Dava, iş kazası sonucu sigortalının vefatı nedeniyle hak sahibi eş ve çocuklarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    1- Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine ( fiil ehliyetine ) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
    Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
    Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Baki Kuru-Ramazan Arslan-Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 7. baskı, ... 1995, s. 231). Bu nedenle, davanın tarafları, taraf ehliyetine sahip olmalıdır. Yani, bir davada taraf olabilmek için, ya, hakiki şahıs; ya da, hükmi şahıs olmak gerekir. Zira, taraf ehliyeti, medeni hukukun haklardan istifade ehliyetine tekabül eder (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I-II, 7. Baskı, ... 2000, s.288).
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.06.2007 tarih, 2007/10-358 Esas, 2007/337 Karar sayılı kararında da benimsendiği üzere; ticari şirketin tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmesi (terkini) ile sona erer. Tüzel kişiliğin sona ermesi için tasfiye işlemlerinin eksiksiz yapılmış olması gerekir. Şayet tasfiye işlemleri gerektiği gibi tamamlanmamış ve tasfiyesi gereken hususlar eksik bırakılmış ise, tüzel kişilik ticaret sicilinden silinse bile şirketin tüzel kişiliğinin sona erdiğinin kabulü olanaksızdır. Bu durumda, tüzel kişiliğin yeniden ihyasına gidilerek taraf teşkili sağlanmak suretiyle yargılamanın devamının sağlanması gerekir.
    Somut olayda dosya kapsamında yer alan bilgilere göre davalılardan ... Elektrik Tesisat Bakım San. Tic. Ltd. Şti’nin yargılamanın devamında Ticaret Sicil Gazetesinin 08/09/2016 tarihli nüshasında yayımlanan ilana göre ... Ticaret Sicil Müdürlüğüne 31.08.2016 tarihinde tescille tasfiye neticesinde terkin olduğu anlaşılmaktadır.
    O halde davacıya davalı ... San. Tic. Ltd. Şti’ni iş bu dava nedeniyle ihya etmesi için önel vermek, (öte yandan başka bir dava nedeniyle yapılmış olan ihyanın iş dava dosyasına etki etmeyeceği hususunu da gözetmek) davalı şirket ihya edildikten sonra ise anılan davalıya usulüne uygun tebliğ yapılmak suretiyle davadan haberdar olması sağlandıktan sonra yargılamanın esasına girerek karar vermekten ibarettir.
    2- Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
    İşçi ve işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sıkı iş ilişkisi, işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve iş yeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de, işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, iş yeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür.
    Sanayi ve teknolojideki gelişmeler, yeni işletmelerin açılması, fabrikaların kurulması iş yerlerindeki makinalaşmanın artmasına yol açmış, bu durum iş kazaları ile meslek hastalıklarında artışlara neden olmuştur. Bu gelişme, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkili şekilde alınması gereğini ortaya çıkarmıştır.
    İşveren, gözetme borcu gereği, çalıştırdığı işçileri, iş yerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dahil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
    Anayasanın 17. maddesinde; "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz." hükmü getirilerek yaşama hakkı güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin yaşama geçirilmesinde İş ve Sosyal Güvenlik Mevzuatında da işçilerin korunması, işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi ile koruyucu bir takım hükümler getirilmiştir.
    818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinde; "İş sahibi, aktin özel halleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenilebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icabeden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile, işçi birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
    İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi halinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." hükmü düzenlenmiştir.
    Yasa koyucu 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığını 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında düzenlemiştir.
    Anılan fıkrada "İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli olan her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür." hükmü yer almaktadır. Bu fıkraya göre, işverenin, işçinin yaşam, sağlık ve bedensel bütünlüğünü korumak için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü öngörülmektedir. Burada işverenin özellikle iş kazalarına karşı gerekli önlemleri alma yükümlülüğü söz konusudur. Buna göre işveren, hizmet ilişkisinin ve yapılan işin niteliği göz önünde tutulduğunda, hakkaniyet gereği kendisinden beklenen; deneyimlerin zorunlu kıldığı, teknik açıdan uygulanabilir ve iş yerinin özelliklerine uygun olan önlemleri almakla yükümlüdür.
    Aynı maddelere paralel olarak, 4857 sayılı İş Kanununun "İşverenlerin ve İşçilerin Yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu fıkraya göre "İşverenler iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler."
    Bundan başka işveren, mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.
    Bu önlemler konusunda işveren iş yerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini, bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını, benzer iş yerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan kurtulamaz. Gerçekten, çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. Işverenlerce, iş güvenliği açısından yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında, kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir.
    Nitekim, günümüzde gelişen sanayi ve teknoloji karşısında yukarıda açıklanan hükümler yeterli görülmemiş, insan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin, iş yerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğu iken, İş Kanununun 77. ve devamı bir kısım maddeler 30/06/2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 37. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış olup, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümlülüğünü daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.
    6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun "İşverenin Genel Yükümlülüğü" kenar başlıklı 4. maddesine göre;
    (1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup, bu çerçevede;
    a) Mesleki risklerin önlenmesi eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
    b) İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
    c) Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.
    ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğu göz önüne alır.
    d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.
    (2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
    (3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.
    (4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.
    Aynı kanunun "Risklerden Korunma İlkeleri" kenar başlıklı 5. maddesine göre;
    (1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler gözönünde bulundurulur.
    a)Risklerden kaçınmak.
    b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.
    c) Risklerde kaynağında mücadele etmek.
    ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı çalışma şekli ve üretim metodlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.
    d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.
    e) Tehlikeli olanı tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.
    f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.
    g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.
    ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek.
    Yine 6331 sayılı Kanun "Risk Değerlendirmesi; Kontrol, Ölçüm ve Araştırma" karar başlıklı 10. maddesinde şu hüküm düzenlenmiştir.
    (1) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür. Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar dikkate alınır.
    a) Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu,
    b) Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi,
    c) İşyerinin tertip ve düzeni,
    ç) Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu,
    2) İşveren, yapılacak risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı belirler.
    (3) İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri ve üretim yöntemleri, çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir nitelikte olmalıdır.
    (4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaların yapılmasını sağlar.
    Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, "Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı bir takım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5.maddede işverenin anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir. (HGK. 09/10/2013 tarih, 2013/21-102 Esas, 2013/1456 Karar)
    6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu işverenlerin yükümlülüklerini belirlerken aynı zamanda çalışanların da yükümlülüklerini belirlemiştir.
    Kanunun 19. maddesine göre;
    (1) Çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşünmemekle yükümlüdür.
    (2) Çalışanların, işveren tarafından verilen eğitim talimatları doğrultusunda yükümlülükleri şunlardır.
    a) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını kurallara uygun şekilde kullanmak, bunların güvenlik donanımlarını doğru olarak kullanmak, keyfi olarak çıkarmamak ve değiştirmemek.
    b) Kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve korumak.
    c) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalarda sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde bir eksiklik gördüklerinde, işverene veya çalışan temsilcisine derhal haber vermek,
    ç) Teftişe yetkili makam tarafından işyerinde tespit edilen noksanlık ve mevzuata aykırılıkların giderilmesi konusunda, işveren ve çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmak.
    d) Kendi görev alanında iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için işveren ve çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmak.
    İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanunun 2. maddesinin dördüncü fıkrası, 63. maddesinin dördüncü fıkrası, 69, maddesinin dördüncü, beşinci ve altınca fıkraları, 77,78,79,80,81,83,84,85,86,87,88,89,95,105 ve geçici 2. maddeleri yürürlükten kaldırılmış, 4857 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan " İş Sağlığı ve güvenliği hükümleri saklı kalmak üzere" ifadesi ile 98. maddesinin birinci fıkrasında yer alan " 85. madde kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası" ifadesi metinden çıkartılmıştır.
    Yine 6331 sayılı Kanunun "Atıflar" kenar başlığını taşıyan geçici 1. maddesinde "(1) Diğer mevzuatta iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak 4857 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu kanuna yapılmış sayılır" hükmü düzenlenmiştir.
    Yukarıda yapılan bu açıklamalardan sonra 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında; "İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü" olacağı belirtilerek, İş Kanununun 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasında; "İşverenin yukarıdaki hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi" olduğu hükme bağlanmak suretiyle, hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
    4857 sayılı İş Kanununun 77. ve devamı maddelerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 4. ve 5. maddelerde işverenin yükümlülüklerini, 19. maddede de çalışanların yükümlülüklerinin çağdaş anlaşıyla daha ayrıntılı ve somut olarak ortaya koymuş ve kusur sorumluluğunun sınırlarını kusursuz sorumluluğun sınırlarına yaklaştırmıştır.
    6331 sayılı Kanunun 4. ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hükümleri işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirilmelidir. Bu sebeple mevzuatta yer alan tenik iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir. Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamalıdır.
    Öte yandan objektifleştirilen kusur, kusur sorumluluğunu kusursuz sorumluluğa yaklaştırsa da, onu kusursuz sorumluluk haline dönüştüremez. Çünkü, bazı istisnalar dışında işverenin sorumluluğu için kusurun varlığı şarttır. Ancak Türk Borçlar Kanununun 417/2. maddesi, Anayasa ve 6331 sayılı Kanun hükümleri objektifleştirilmiş kusur sorumluluğu ilkesi gereğince işverenin sorumluluğunu oldukça genişletmiştir.
    Öte yandan işvereni, zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet rabıtasının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. (HGK, 20/03/2013 tarih, 2012/21-1121 Esas, 2013/386 Karar)
    Somut olayda, müteveffa sigortalının davalı asıl işveren ... Şirketine ait işyerinde davalı alt işveren ... Elektirik Şirketi işçisi olarak gece vardiyasında çalışmaktayken kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldığı ve kaldırıldığı hastane vefat ettiği anlaşılmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun olayı iş kazası olarak kabul ettiği, ilk derece mahkemesince mahallinde keşif yaparak tek iş güvenliği uzmanından alınan kusur raporunda iş kazasının gerçekleşmesinde asıl işveren şirketim %20, alt işveren şirketin %40, müteveffa sigortalının %10 oranında kusurlu olduğu tespit edilmişken olayın gerçekleşmesinde %30 oranında kaçınılmazlığın etkisi olduğu kabul edilmiştir.
    Somut olayda kusur oranının belirlenebilmesi için öncelikle sigortalının kaza öncesi döneme ait tüm tıbbi belge ve raporlarının dosyaya celp edilmesi, davacının yaptığı işte çalışmasına engel bir durumun bulunup bulunmadığını her türlü şüpheden uzak bir şekilde açıklığa kavuşturulduktan sonra, söz konusu işyerinin 6331 sayılı kanun kapsamında işyeri hekimi istihdamının zorunlu olduğu işyerlerinden olup olmadığını değerlendirerek; işyerinin zorunlu hekim istihdamı gereken işyerlerinden olması halinde, işyeri hekiminin olay anında işyerinde bulunması durumunda, ölüm olayının gerçekleşmesinin engellenip engelleyenemeyeceği hususunun da rapor yerinde gerekçeleriyle değerlendirilmesi için alanında uzman bir Kardiyolog hekim bilirkişinin de yer aldığı, iş kazasının gerçekleştiği alanda uzman A Sınıfı İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı bilirkişilerin bulunduğu 3 kişilik heyetten rapor alınıp, yukarıda işaret olunan hukuki açıklamalar da irdelenmek suretiyle gerekçeli rapor düzenlenmesinin temini suretiyle, işverenin iş kazası olarak kabul edilen olayda alabileceği önlemlerin bulunup bulunmadığı, hangi önlemleri alıp, hangi önlemleri almadığı, hususu somut verilerle belirlenmek suretiyle tarafların kusur oranlarının tespitinin sağlanması, öte yandan kalp krizi olaylarında kaçınılmazlığın değil sigortalının bünyesel yapı (kronik hastalıklar, görülen tedavi ve kullanılan ilaçlar vb.) ve yaşam tarzının (sigara, alkol vb kalp krizini tetikleyen beslenme şekli, fiziksel aktivite rutini vb.) etkisinin bulunduğu gözetilerek, bünyesel faktör ve yaşam tarzının kalp krizi sonucu ölüm olayının gerçekleşmesinde etkisinin raporda tartışılarak, sonucuna göre alınacak bu raporla beraber, kararın davacı tarafça temyiz edilmemiş olması nedeniyle davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak kapsamında, tespit edilecek davalılar kusur oranının hükme esas alınan 11.12.2017 tarihli hesap raporuna uygulamak, bu raporda işlemiş/bilinen devre tarihi olarak esas alınan tarihten sonra yürürlüğe giren asgari ücret değişikliklerinin rapora yansıtmadan davacıların maddi tazminat alacaklarını tespit ederek, sonucuna göre davacının tazminat istemleri hakkında bir karar vermekten ibarettir
    Mahkemece, açıklanan bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
    O hâlde, davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve bozma sebebine göre bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin ... Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesinin istinaf başvurularının esastan reddine ilişkin kararı kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
    SONUÇ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak, temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle bu aşamada davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde yatıran davalıya iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, Üye ...'ın muhalefetine karşı; Başkan ... ile Üyeler ..., ... ve ...'ün oyları ve oyçokluğuyla, 28/06/2022 tarihinde karar verildi.

    KARŞI OY GEREKÇESİ

    1. Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık “tazminata esas kusur yönünden eksik araştırma nedeni ile bozulması nedeni ile ilk derece mahkemesinin bozmadan sonra hesaplanacak ve hüküm altına alınacak tazminatı, davacının temyiz etmediği dikkate alınarak önceki raporun bilinen ve bilinmeyen dönem başlangıç ve bitiş tarihlerini değiştirmesinin davalı yararına lehine usulü kazanılmış hak olup olmayacağı, buna göre yeniden değerlemenin son karar tarihine yakın tazminata esas değerlere taşınıp taşınmayacağı” noktasında toplanmaktadır.
    2. Dairemizin 2021/6262 Esas, 2022/6811 Karar sayılı ilamında yazılı karşı oy gerekçelerinde açıklandığı üzere özellikle maddi tazminatın karar tarihine yakın verilerle hesaplanması gerektiğinden ve bu durum usulü kazanılmış hakkın istisnası olması nedeni ile çoğunluğun usulü kazanılmış hak teşkil ettiği” görüşüne katılınmamıştır. Zira;
    3. Maddi tazminat hesapları yapılırken, en son bilinen ücret unsurlarının hesaplamada gözetilmesi gerektiğinden, hüküm gününe en yakın güne kadar yürürlüğe giren tüm asgari ücretlerin uygulanması gerekir. Daha önce bir veya birkaç hesap raporu verilmiş olsa bile, dava bitinceye kadar yürürlüğe giren asgari ücretlerden dolayı yeniden değişen değerler nedeni ile ek rapor alınması zorunludur.
    4. Maluliyet oranı gibi zararın hesaplanmasına ilişkin diğer bir unsur da ücrettir. Asgari ücretin artması halinde, karar tarihine yakın ücrette değişeceğinden, bu ücrete göre zararın hesaplanması gerekmektedir. Zira asgari ücret, kamu düzeni ile ilgili olduğundan, davanın her aşamasında uygulanması zorunludur. Bozmadan sonra dahi asgari ücretlerde artış olmuşsa, yeniden tazminat hesabı yapılması gerekir. Yargıç, bir istek olmasa dahi, yargılamanın her aşamasında asgari ücret artışlarını doğrudan dikkate almakla yükümlüdür. Davacı, bilirkişi raporuna itiraz etmemiş olsa dahi, sonradan yürürlüğe giren asgari ücretlerin uygulanması kamu düzeni gereği ve zorunlu olduğundan, davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşmaz.
    5. Somut uyuşmazlıkta davacı tarafın itiraz etmediği hesap, karar tarihine en yakın bilinen ücret üzerinden hesaplanmıştır. Bozmadan sonra karar tarihine yakın veriler alındığında, hesabın unsurları değişeceğinden, tazminat miktarı da elbette değişecektir. Davacı taraf bozmadan önceki ilk kararda bilinen ücret üzerinden hesaplanan tazminata itiraz etmemiştir. Ancak bu bilinen ücret bozmadan sonra değişecektir. Bir tarafın ilerde değişecek diye kararı temyiz etmesi hayatın olağan akışına uygun olmayacaktır. Zira karar onanmış olsa idi hesaplama bilinen ücrete göre hesaplandığından sorun olmayacaktır. Ancak bozmadan sonra değişen durum nedeni ile daha önce doğmayan hesaba esas unsur olan ücrete itiraz etmeme usulü kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Sayın çoğunluğun bu yöndeki bozma nedenine katılınmamıştır.





    Hemen Ara