Esas No: 2022/7504
Karar No: 2022/10903
Karar Tarihi: 21.09.2022
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2022/7504 Esas 2022/10903 Karar Sayılı İlamı
10. Hukuk Dairesi 2022/7504 E. , 2022/10903 K.Özet:
Davacı, davalı işverenle çalıştığı sürelerin hizmet tespiti yapılması için dava açmıştır. Mahkeme, yapılan yargılama sonucunda davacının tam zamanlı olarak çalışmadığı sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Ancak bu karar, iş sözleşmesinin bağımlılık unsurlarının bulunup bulunmadığının araştırılmaması nedeniyle usul ve yasaya aykırıdır. Karar, temyiz edilerek bozulmuştur.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun tanımı yapılmayan hizmet akdinin tanımı, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun düzenlediği iş sözleşmesi ve iş mevzuatında tanımlanan hizmet akdini ifade ettiği belirtilmiştir. Sigortalı sayılmanın koşulları ise hizmet akdine göre çalışma, akitte öngörülen edimin (hizmetin) işverene ait işyerinde veya işyerinden sayılan yerlerde görülmesi, maddelerde belirtilen “sigortalı sayılmayan” kişilerden olmamak olarak açıklanmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 13. maddesinde işçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda sözleşmenin
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, uyulan bozma ilamı sonrası davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 2. maddesinde genel bir tanım yapılarak, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları belirtildikten sonra, 3. maddesinde kimlerin bu Kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmayacakları ve hangi kişiler hakkında bazı sigorta kollarının uygulanmayacağı açıklanmış, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4., 5., 6. maddelerinde de benzer düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre sigortalı sayılmanın koşulları; hizmet akdine göre çalışma, akitte öngörülen edimin (hizmetin) işverene ait işyerinde veya işyerinden sayılan yerlerde görülmesi, maddelerde belirtilen “sigortalı sayılmayan” kişilerden olunmamasıdır. 506 sayılı Kanunda tanımı yapılmayan hizmet akdinin 5510 sayılı Kanunun 3. maddesinde, 818 sayılı Borçlar Kanununda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade ettiği bildirilmiştir.
Pozitif hukukumuzda 818 sayılı Kanunun 313 – 354. maddelerinde düzenlenen akit; işçinin belirli veya belirsiz bir zaman süresince hizmet görmeyi, iş sahibinin de kendisine ücret ödemeyi taahhüt ettiği bir sözleşme olarak tanımlanmış, aksine hüküm bulunmadıkça, sözleşmenin özel şekle tabi olmadığı belirtilmiş, ücretin, zaman itibarıyla olmayıp yapılan işe göre verilmesi durumunda da işçinin belirli veya belirsiz bir zaman için alınmış veya çalışmış olduğu sürece akdin “parça üzerine hizmet” veya “götürü hizmet” adı altında varlığını koruduğu açıklanmıştır. Belirtilmelidir ki “ücret” unsuruna her ne kadar tanımda ve iş sahibinin borçları belirtilirken yer verilmiş ise de 506 ve 5510 sayılı Kanunların sistematiği ve diğer maddelerinin düzenleniş şekline göre, anılan unsurun sigortalı niteliğini kazanabilmek için zorunlu olmadığının kabulü gerekmektedir. Baskın olan bilimsel ve yargısal görüşlere göre, iş sözleşmesinin ayırt edici ve belirleyici özelliği, “zaman” ile “bağımlılık” unsurlarıdır. Zaman unsuru, çalışanın iş gücünü belirli veya belirsiz bir süre içinde işveren veya vekilinin buyruğunda bulundurmasını kapsamaktadır ve anılan sürede buyruk ve denetim altında (bağımlılık) edim yerine getirilmektedir. Bağımlılık ise her an ve durumda çalışanı denetleme veya buyruğuna göre edimini yaptırma olanağını işverene tanıyan, çalışanın edimi ile ilgili buyruklar dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte bir bağımlılıktır. İş sözleşmesi çoğu kez 818 sayılı Kanunun 355. maddesinde tanımlanan eser sözleşmesi (istisna akdi) ile karıştırılabilmekte, ikisinin ayırt edilebilmesi bazı durumlarda güçleşmektedir. Çalışan, iş gücünü belirli veya belirsiz bir zaman için çalıştıranın buyruğunda bulundurmakla yükümlü olmayarak, işveren buyruğuna bağlı olmadan sözleşmedeki amaçları gerçekleştirecek biçimde edimini görüyorsa, sözleşmenin amacı bir eser meydana getirmekse, çalışma ilişkisi eser sözleşmesine dayanıyor demektir. İş sözleşmesinde ise çalışan, emeğini iş sahibinin emrine hazır bulundurmaktadır ve ücret, faaliyetin meydana gelmesinin sonucu için değil, bizzat yapılan faaliyetin karşılığı olarak ödenmektedir. 313. madde hükmünün açıklığı gereği, çalışanın kendi aletleri ile çalışması veya götürü hizmet sözleşmelerinde ücretin, yapılacak işe göre toptan kararlaştırılması olanaklı bulunduğundan, tarafların belli bir fiyat üzerinden anlaşmaları eser sözleşmesinin varlığını göstermediği gibi, götürü sözleşmelerde, bir süre için hizmet etme borcunun mu, yoksa önceden belirlenmiş bir sonucun meydana getirilmesi borcunun mu yüklenildiğinin kuşkulu bulunduğu durumlarda, araştırma yapılarak tarafların amacı, durumu ve yaşam deneyimleri gözetilip hukuki ilişki saptanmalıdır.
Diğer taraftan 4857 sayılı İş Kanununun 13. maddesinde, işçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda sözleşmenin kısmî süreli iş sözleşmesi olduğu belirtilmiş, 63. maddesinde, genel bakımdan çalışma süresinin haftada en çok 45 saat olduğu, aksi kararlaştırılmamışsa bu sürenin, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanacağı açıklanmıştır. Bu tür hizmet tespiti davalarında tam gün üzerinden veya kısmi zamanlı olarak çalışma olgusunun ortaya konulması önem arz etmekte olup çalışmanın kısmi zamanlı olduğu anlaşıldığı takdirde günde kaç saat hizmet verildiği ve giderek haftalık ve aylık çalışma süreleri belirlenmeli, sonrasında değinilen 63. madde kapsamında 7,5 saatlik çalışmanın 1 iş gününe karşılık geldiğinden yola çıkılarak hüküm altına alınması gereken aylık çalışma süresi belirlenmelidir.
Kurumda sigortalılık tescili bulunmayan davacının istemi, 18.10.1999 – 04.05.2010 tarihleri arasında davalı işverene ait işyerinde hizmet akdine tabi olarak geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ilişkin olup Mahkemece yapılan yargılamada, dinlenen tanık beyanları karşısında yapılan iş ve çalışma şekline göre davacının tam zamanlı olarak davalı işyerinde yemek yaptığı veya çay ve kahve servisi yaptığına ilişkin kesin net bir ifade bulunmadığı, davalı işyerinde yemek yapmak için gerekli tesisatın ve imkanların bulunduğuna dair net bir kanıt da bulunmadığı, bordo tanıklarının beyanlarında davacının öğlen yemeğini evde yaparak iş yerine getirdiği, servis yapmadığının belirtildiği, davalı şirket yetkilisinin beyanına göre yemeklik malzemenin davalı tarafından karşılandığı, davacının yemekleri evinde pişirmek suretiyle iş yerine getirdiği bu hali ile taraflar arasında hizmet akdinin bağımlılık unsurlarının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Mahkemece yapılması gereken iş; davacı ile davalı işveren arasında yazılı sözleşme olup olmadığının araştırılarak varsa dosya arasına celbinin sağlanması, sonrasında her ne kadar davalı şirket yetkilisince yemeklik malzemenin davalı tarafından karşılandığı beyan edilmiş ise de; iş yerinde yemek listesinin olup olmadığı, varsa günlük, haftalık ya da aylık yapılacak bu yemek listesinin iş veren tarafından mı verildiği, şayet öyle ise ne şekilde verildiği hususları açığa kavuşturulmalı; davacının yemekleri evden yapıp getirmesi iddiası karşısında, yemeklerin iş yerine getirildiğinde nasıl, kim tarafından servis edildiği, yemek yenilmesi esnasında davacının nerede bekleyip bu bekleme esnasında ne yaptığı, çay-kahve servisi yapıp yapmadığı, iş yerinde yemek kaplarını da yıkamak dahil herhangi bir temizlik işi yapıp yapmadığı hususları ile birlikte gerekirse tanık beyanlarına da bu açıklamalar doğrultusunda yeniden başvurulmak suretiyle taraflar arasındaki ilişkinin varlığı ve niteliği hiç bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde ortaya konularak sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurmaksızın, mahkemece verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden ilgiliye iadesine, 21.09.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.