Esas No: 2012/16467
Karar No: 2012/16709
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2012/16467 Esas 2012/16709 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul 9. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/02/2011
NUMARASI : 2010/768-2011/47
Davacı vekili, davalı A. T."ün davacı şirketin büyük hissedarı ve yönetim kurulu başkanı olan E. T."ün oğlu ve aynı zamanda hisse sahibi olduğunu, genel müdür sıfatı ile görev yaptığını, görev yaptığı süre içinde işini gereği gibi yapmaması nedeni ile iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu"nun 25/11. maddesi gereğince feshedildiğini, davalının açtığı 2010/377 esas sayılı işe iade davasında şirket vekilinin yönetim kurulunun herhangi bir kararı olmaksızın ilk duruşma günü gelmeden duruşma açtırarak davayı kabul ettiğini ve temyiz hakkından da feragat ederek kararı kesinleştirdiğini, tüzel kişiliğin kararı ve rızası bulunmaksızın işe iade davasını kabul eden şirket vekilinin vekâletnamesinin 26.07.2007 tarihli imza sirkülerine dayandığını, imza sirküsünde şirket adına vekâletname veren yönetim kurulu üyesine sadece sulh ve ibra yetkisinin verildiğini, ilgili yönetim kurulu üyesinin kabul yetkisinin bulunmaması nedeniyle avukata kabul yetkisini vermesinin mümkün olmadığını, kabul beyanının şarta bağlı olması nedeniyle de geçerli olmadığını, yargılamanın iadesi talebinin kabulü ile işe iade davasının yargılamasının yeniden yapılarak reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacı tarafından ileri sürülen sebeplerin şirket uygulamaları ile örtüşmediğini, mahkeme kararının kesinleşmesi üzerine işe başlamak için müracaatta bulunulduğunu, şirket tarafından davacının işe başlatılmayacağının bildirildiğini ve diğer haklarının ödenmesi için hesaplama yapıldığını, mutabakat halinde ödeme yapılacağının elektronik posta ile bildirildiğini, yapılan hesaplamanın hatalı olması sebebi ile kabul edilmediğini, Av. V. A."nın davacı şirketin kadrolu çalışanı olduğunu, ödeme yapılacağı yönündeki açıklamaları elektronik posta ile şirket adına açıkladığını, yetkisiz işlem yaptığı bildirilen Av. V. A. hakkında yasal yollara başvurulmadığını, bu kişinin davacı şirketin vekilliğini halen yaptığını, tüzel kişiler adına vekillik yapan avukatların aldıkları yetkiye dayanarak vekâlet görevini yürüttüklerini, beyanları arasında müvekkillerinin kararı bulunup bulunmadığı hususunun asil ile vekil arasındaki bir sorun olduğunu, imza sirkülerindeki yetkilerin mahkemeler için öngörülmüş yetkiler olmadığını, genel olarak kullanılacak sulh ve ibra yetkisi olduğunu, şirketlerde temsil yetkisi alan kişilerin görevlerini belirli süreler içinde ifa ettiklerini, bu sürelerin uzatılabildiğini veya yeni temsilciler atanabildiğini, temsilcisinin görevi sona erse bile o dönemde atmış olduğu imzaların daha sonraki dönemde şirketi bağlamayacağını ve yargılamanın iadesi talebin yasal olmadığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacı şirket tarafından imza sirkülerinde davayı kabul yetkisinin bulunmadığı ve bu nedenle kabul beyanının geçerli olmadığı ileri sürülmüş ise de, imza sirkülerinde ilgili kişinin münferit imzaları ile şirketi hangi konularda temsil edeceğinin düzenlendiği, ayrıca işlerin takibi için "avukata yetki verme" konusunda da yetki verildiği, A. T."ün buna dayalı olarak Av. V. A."ya şirket adına vekâletname verdiği ve Av. V. A."nın bu vekâletname ile şirketi temsil ettiğinin anlaşıldığı, tüzel kişiliklerin sürekli olduğu dikkate alındığında tüzel kişilik bünyesindeki görevi sona eren kişi tarafından görev sırasında onay verilen veya yapılan işlemlerin yok sayılmasının mümkün bulunmadığı ve A. T."ün imza sirkülerine dayanarak vermiş olduğu vekâletnamesinin de A. T."ün işyerinden ayrılmasından sonra geçersiz sayılmasının söz konusu olamayacağı ve Av. V.A."nın bu vekâletnameye dayalı olarak yapmış olduğu tüm işlemlerin de geçersiz sayılmasının aynı şekilde mümkün bulunmadığı, davacı tarafın vekâletnamenin geçersiz ve buna bağlı olarak kabul beyanının da geçersiz olduğu yönündeki iddialarının yerinde olmadığı ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 445. maddesinde sayılan koşulların gerçekleşmediği gerekçesi ile yargılamanın iadesi talebinin reddine karar verilmiştir.
Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davalının davacı şirketin yönetim kurulu üyesi ve aynı zamanda şirkette iş sözleşmesi kapsamında genel müdür unvanı ile çalışmakta iken, iş sözleşmesinin davalı şirketçe izinsiz ve mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesi ile 4857 sayılı İş Kanunu"nun 25/11. maddesi gereğince feshedildiği anlaşılmaktadır. Davalı Ahmet Toksöz tarafından İstanbul 9. İş Mahkemesinde açılan işe iade davasının ilk duruşma günü olan 03.06.2010 tarihi davalı şirkete usulüne uygun olarak 27.04.2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. İki taraf vekilinin duruşma gününden önce birlikte müracaatları neticesinde 20.05.2010 tarihinde açılan duruşmada şirket vekilinin davayı kabul beyanı üzerine mahkemece davanın kabulüne ilişkin hüküm kurulmuş ve taraf vekillerinin temyizden feragat etmeleri üzerine karar kesinleşmiştir.
Davalı A. T. tarafından açılan işe iade davasında şirket vekili tarafından dosyaya Beyoğlu 36. Noterliğinin 22.11.2007 gün ve 51587 sayılı vekaletname sunulmuş olup, vekaletname şirket adına münferiden temsile yetkili A. T. tarafından imzalanmıştır. Vekâletnamenin dayanağı Beyoğlu....Noterliğinin 26.07.2007 gün ve 35113 sayılı imza sirkülerinde E. T., A. T. ve Z. T."ün şirketi temsil ve ilzama yetkili oldukları belirtilmiştir. Davacı şirket tarafından 24.11.2009 tarihinde yapılan olağanüstü Genel Kurul toplantısı sonucunda yönetim kurulu üyeliklerine E. T., S. T. ve A. A. seçilmiş olup, Yönetim Kurulunun 24.11.2009 gün ve 14 sayılı kararı ile E. T. şirketi münferit imzası ile temsil ve ilzama yetkili kılınmış, bu husus Ticaret Sicil Gazetesinin 11.12.2009 tarih ve 7456 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.
Mahkemece davalı vekilinin kabul beyanı üzerine davanın kabulüne karar verilmiş ise de, davalının davayı kabulü bir taraf işlemi olup, bu şekilde davanın sona ermesi üzerine mahkemece sadece bu durumun tespiti ile yetinilmesi gerekirken ayrıca hüküm kurması doğru olmamıştır. Ne var ki, bu husus davanın taraf işlemi ile sona erdiği gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle somut olayda yargılamanın yenilenmesi talebinin konusu bir mahkeme kararı değil, yargılamayı sona erdiren taraf usûl işlemidir.
Halen hukuk yargılamasında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte olmakla birlikte, 6100 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi sebebiyle, yargılamanın yenilenmesi
de dahil olmak üzere kanun yolu bakımından 1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu hükümleri yürürlüğünü sürdürmektedir (kaldı ki, yargılamanın yenilenmesi bakımından 6100 sayılı HMK ile 1086 sayılı HUMK arasında çok az farklılık vardır). Kural olarak, davanın taraf usûl işlemi ile (feragat, kabul veya sulh şeklinde) sonuçlanması halinde davayı sona erdiren bu taraf usûl işlemlerine karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna değil, iptali yoluna başvurulabilmekle birlikte, öğretide davanın taraf işlemi ile sonuçlanması durumunda sınırlı sebeplerle, istisnaen yargılamanın yenilenmesi yoluna da gidilebileceği kabul edilmektedir. Bu çerçevede, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 445.maddesinin yedinci bendinde yer alan "Mahkumünleh tarafından hükme müessir diğer bir hile ve hud"anın kullanılmış olması" ve sekizinci fıkrasında belirtilen "vekil ve mümessil olmayan kimseler huzuriyle davanın rüyet ve hükmedilmiş olması" hükümlerine dayanılarak taraf işlemi ile (feragat veya kabul) sonuçlanan davaya karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulabilir (Dr. İbrahim ERMENEK, Medenî Usul Hukukunda Davayı Kabul, Ankara 2009, s. 116; Prof. Dr. Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, C. IV, 6. Baskı, İstanbul 2001, s. 3727 ve s. 3640 vd.).
Yargılamanın yenilenmesine konu işe iade davasında, davacı taraf, davalı şirketin yönetim kurulu üyesi sıfatıyla anılan davada şirketi temsil eden avukata vekâlet veren kişidir. Şirket temsilcisi kendisine verilen temsil yetkisi ile sınırlı olarak avukata vekâlet verebilir. Somut olayda, avukata vekâletname veren yönetim kurulu üyesine sadece sulh ve ibra yetkisi verilmiş olup, avukata davayı kabul yetkisini verme yetkisi verilmemiştir. Buna rağmen şirket avukatının vekâletnamesinde davayı kabul yetkisinin bulunduğu belirtilmiştir.
Kaldı ki, somut olayın özelliği dikkate alındığında şirket avukatının bu durumda şirket yönetiminden davayı kabul konusunda talimat alması 1136 sayılı Avukatlık Kanunu"nun 34. maddesi gereğidir. Anılan hükme göre "Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler".
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları"nın 3 üncü maddesinde; "Avukat mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işini tam bir sadakatle yürütür." hükmüne yer verilmiştir.
Avukatlar mesleki faaliyetlerini yürütürken, kamunun mesleğe olan güvenini sarsan eylem ve işlemlerden kaçınmak zorundadır. Bu çerçevede avukatlar müvekkillerinin davada sulh olmak, feragat veya davayı kabul etmek gibi hususları yerine getirirken yazılı talimat almalıdırlar. Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulunun 2006/154 Esas, 2006/ 227 Karar sayılı kararında da belirtildiği gibi bir haktan vazgeçme anlamındaki işlemlerden dolayı müvekkilin yazılı muvafakatinin alınması zorunludur.
Dosya içeriğine göre şirketin 24.11.2009 tarihinde yapılan olağanüstü Genel Kurul toplantısında davacı ve kardeşinin yerine yeni yönetim kurulu üyelerinin seçildiği ve Yönetim Kurulunun 24.11.2009 gün ve 14 sayılı kararı ile E. T."ün şirketi münferit imzası ile temsil ve ilzama yetkili kılındığı ve bu hususun Ticaret Sicil Gazetesinin 11.12.2009 tarih ve 7456 sayılı nüshasında yayınlandığı anlaşıldığına göre şirket vekilinin işe iade davasında yeni yönetim kurulunu bilgilendirmesi ve davayı kabul ile ilgili yazılı talimat alması gerekirdi.
Öte yandan, işe iade davasında şirket vekili 28.04.2010 tarihli dilekçesinde "Müvekkil şirket her ne kadar feshin haklı olduğunu düşünse de, şirket kural ve uygulamalarına riayet etmek ve devam kurallarına uymak şartı ile açılan huzurdaki davayı kabul etme kararı almıştır. Müvekkil şirketin bu kararı doğrultusunda huzurdaki davayı kabul
ettiğimizi beyan ve arz ederiz" ifadelerine yer vermiş, ardından 20.05.2010 tarihli duruşmada "28.04.2010 tarihli cevap dilekçemizi tekrar ediyoruz. Açılan davayı kabul ediyoruz" şeklinde kabul beyanında bulunmuştur. Şirket vekilinin yukarıda belirtildiği gibi davayı kabul yetkisi bulunmadığı gibi, şarta bağlı kabulün geçerli olmaması nedeniyle esasen beyanın geçerli olduğundan da söz edilemez. Sözü edilen dilekçede belirtilen şirket kararı ise sunulmamıştır. Buna göre şirket vekili yetkisiz olarak ve usule aykırı bir kabul beyanı ile işe iade davasına son vermiş bulunmaktadır. İşe iade davasında davacının, şirket vekilinin davayı kabul yetkisinin bulunmadığını bildiği ve davayı kabul konusunda şirket kararından söz edildiği halde böyle bir kararın sunulmadığı da dikkate alındığında; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 445.maddesinin yukarıda belirtilen 7 ve 8.fıkralardaki sebeplerin gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır. Bu konuda ayrıca belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 29.maddesinde de belirtildiği üzere taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı şirketin yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 12.07.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.