Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/6-158 Esas 2009/263 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2009/6-158
Karar No: 2009/263

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/6-158 Esas 2009/263 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2009/6-158 E.  ,  2009/263 K.

    "İçtihat Metni"

    Tebliğname : 2009/106576
    Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : AKŞEHİR Ağır Ceza
    Günü : 18.03.2009
    Sayısı : 30-52

    Sanıkların nitelikli yağma suçundan 5237 sayılı Yasanın 37/1 ve 148/2. maddeleri yolla¬ma¬sıyla 149/1-c, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, koşulları oluşmadığından TCY’nın 150/2. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, sanık M.’nın sabıkası bulunduğundan cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektiril¬me¬sine ilişkin, Akşehir Ağır Ceza Mahkemesince verilen 25.06.2008 gün ve 38-85 sayılı hüküm, sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 29.01.2009 gün ve 25968-674 sayı ile;
    “…B)- Sanıklar hakkında yağma suçu nedeniyle kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarına gelince;
    Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre; suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
    Ancak;
    1- Sanıkların baba-oğul olup birlikte beyaz eşya ticareti ile uğraştıkları, olay tarihinden önce Mağdur F. G.’ün kefil olması sonucunda, M.A. isimli kişiye pancar hasadı zamanında ödenmek üzere bir adet televizyon ve çamaşır makinesi satıp karşılığında Adli Emanette bulunan suça konu bonoyu aldıkları, senet bedelinin vade tarihinden bir hayli zaman geçmesine karşın, ödenmemesi üzerine, alacaklarını tahsil amacıyla adı geçen mağduru zorla ıssız bir yere götürüp orada basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte dövüp tehdit ederek önceki senede kefil olarak imza attırdıktan sonra bir miktar parasını da aldıklarının dosya içeriğinden anlaşılması karşısında; eylemlerinin 5237 sayılı TCY’nın 150/1. madde¬sin¬deki suçu oluşturduğu ve anılan madde yollamasıyla aynı Yasanın 86/2. ve 106/2-c maddeleri uyarınca cezalandırılması gerektiği, ancak mağdurun yakınmasından vazgeçmesi nedeniyle etkili eylem suçu ile ilgili aynı Yasanın 73/4. maddesi uyarınca düşme kararı verilmesinin zorunlu olduğu gözetilmeden, kanıtların takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı biçimde karar verilmesi,
    2- Suça konu Adli Emanette kayıtlı bononun onaylı bir örneği dosyaya alındıktan sonra ‘F. G.’e ait kefil imzasının geçerli olmadığı’ açıklaması düşülerek sanıklara iadesi yerine, senetteki M. A. ve A. U. ait imzaların geçerli olduğu ve yasal bir alacağa dayandığı gözetilmeden, dosyada delil olarak saklanmasına karar verilmesi” isabet¬siz¬liğinden bozulmuştur.
    Yerel mahkeme ise 18.03.2009 gün ve 30-52 sayı ile;
    “…Taraflar arasındaki borç ilişkileri hukuksal işlemlerden, haksız fiilden veya sebepsiz zenginleşmeden doğabilir. Somut olayda hukuksal işlemden doğduğu iddia edilen bir borç ilişkisi söz konusudur. Hukuksal işlem, hukuksal sonuca yönelik olan bir irade açıklamasıdır. Borçlar Kanunu’nun 1. maddesi, ‘iki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde, akit tamam olur, rızanın beyanı sarih olabileceği gibi zımni dahi olabilir’ hükmünü içermektedir. Bu hüküm uyarınca bir sözleşmenin kurulabilmesi için öncelikle iki tarafın muvafakati ile icap ve kabul gereklidir. Dosyamız kapsamında, geçerli olan hukuki işlem, tanıklar M.ve A. ile sanıklar arasında yapılmıştır. Şöyle ki, sanıklar alacaklı, M. asıl borçlu konumunda olup, A. ise kefil konumundadır. Mağdur F.’ye yönelmiş bir icabın varlığı saptanamadığı gibi, mağdurun kabul beyanının varlığını destekler nitelikte bir kanıt da dosya kapsamında bulunmaktadır. Prof. Dr. A. K.tarafından da açık¬landığı üzere, ‘Susma, kural olarak kabul değil, red anlamındadır. Kural bu olmakla birlikte, istisnai olarak susmanın kabul olarak öngörüldüğü durumlar da bulunmaktadır (vekalet sözleş¬mesi gibi)’. Ancak bu durumda dahi, usulüne uygun sarih veya zımni bir icabın bulunması gerekmektedir ki, sanıklar ile mağdur arasında hiçbir şekilde icap ve kabulü içeren irade açıklamalarında bulunulmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.
    Her ne kadar mağdur F.’nin, tanıklar M.A.ve A.U."yı sanıklara ait beyaz eşya mağazasına götürerek sanıklarla tanıştırdığı ve bu tanışıklık akabinde tanık M.’in ihtiyaçlarını sanığa ait dükkândan satın aldığı ve tanık A.’in kefil olduğu mahkememizce kabul edilmiş ise de; sözleşmenin tanıklar ile sanıklar arasında kurulduğu ve mağdur F.’nin sözleşmenin hiçbir şekilde tarafı olmadığı tespit edilmiştir. Zira Borçlar Kanunu’nun 483. maddesinde düzenlenen kefalet akdinin kurulabilmesi için, öncelikle usulüne uygun irade açıklamalarının (icap-kabul) yapılmış olması, bu anlaşmanın yazılı şekilde yapıl¬ması ve kefilin sorumlu olduğu miktarın kefalet sözleşmesinde açıkça gösterilmesi gereklidir. Yazılılık, sözleşmenin sıhhat şartı olup, geçerliliği bu şekle bağlıdır. Sanıkların ticaretle iştigal ettikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu kuralı bilmemeleri hayatın olağan akışına uygun değildir. Nitekim sanıklar, asıl borçlu M.’e imzalattıkları senedi kefil sıfatıyla A.’e de imzalatarak, bu hususun bilgileri dâhilinde olduğunu göstermişlerdir. Eğer sanıklar ile mağdur F. arasında sözlü olarak akdedilen bir kefalet sözleşmesi bulunsa idi, sanıkların alışveriş esnasında kefil A.senedi imzalarken, mağdura da senedi imzalatacaklarına kuşku yoktur. Ticaretle iştigal eden sanıkların, tanıklardan olan alacaklarını yazılı şekilde senede bağlama¬ları, bu esnada basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüklerini yerine getirmeleri, ancak mağdurun da kefil olduğunu iddia etmelerine karşın aynı senedi alışveriş anında yanlarında olan mağdura da imzalatmamaları başlı başına bir çelişki oluşturmaktadır. Zira senedi tanık¬lara imzalatan sanıklar, hukuki ilişki çerçevesinde doğan bir borcun hangi suretle tahsili¬nin kolay ve mümkün olduğunu gayet iyi bir şekilde bilmektedirler. Sanıkların eylem ve beyan¬ları arasındaki bu çelişki ve suçun icrasından önce senedin mağdura imzalatılmaması, ancak mağdur ile aralarında bir hukuki ilişkinin bulunmadığı şeklinde yorumlanabilir.
    Diğer yandan, sanıklar savunmalarında mağdurun, tanık M.’in borcuna sözlü olarak kefil olduğunu iddia etmişlerdir. Sözlü bir kefaletin de mevcut olmadığı dosya kapsa¬mın¬da bulunan beyanların incelenmesi ve delillerin takdiri sonucu mahkememizce kabul edilmiştir.
    Bu kabul çerçevesinde, mağdurun jandarmada alınan beyanında, mahkememizdeki beya¬nından farklı olarak, sanıklardan beyaz eşya satın alan tanık M.’e, tanık A.in kefil olup senedi imzaladığını beyan ettiği, ancak suçtan önce kendisi ile sanıklar arasında mevcut herhangi bir kefalet ilişkisinin varlığından söz etmediği görülmüştür. Yine tanıkların beyanlarının incelenmesinde, tanık M.A.’ın jandarmada alınan beyanında ‘F. G.isimli şahsın alışveriş ile hiçbir alakası ve ilgisi bulunmadığını” beyan ettiği, tanık A.U.’nın jandarmada alınan beyanında ise ‘senette sadece kendisinin kefil sıfatıyla imzasının olduğunu, F. G.’ün diğer tanık M. A.’la herhangi bir ilişkisinin olup olmadı¬ğını bilmediğini’ beyan ettiği görülmüştür...Tanık beyanlarının, sanıklar ile mağdur arasında yapıldığı iddia edilen kefalet akdinin varlığını ispattan çok uzak olduğu, bilakis akdin yokluğu¬nu gösterir mahiyette olduğu, zira sanıklar ile mağdur arasında icap ve kabule yönelik iradelerin sarih ya da zımni olarak beyan edilmediği ve sözlü dahi olsa kefalet sözleşmesinin kurulmadığı mahkememizce takdir edilmiştir.
    Bir diğer hukuki sorun; mağdurun, tanıkları sanıklara ait beyaz eşya dükkanına götür¬mesinin, zımni olarak tanıklara kefil olduğu yönünde yorumlanıp yorumlanamayacağına iliş¬kin¬dir. Bu hususun kabul edilmesine olanak bulunmadığı mahkememizce takdir edilmiştir. Çünkü mağdur, tanık M.’e kefil olduğuna yönelik, sanıklarda inanç doğuracak bir işlem yapmamış, bu yönde bir davranışta bulunmamıştır. Aksinin takdiri ile, günlük yaşamda sıkça ortaya çıkan bu eylemin, kefalet iradesinin açığa vurulması olarak kabulü halinde, tarafların iradelerini aşan şekilde ve bilgileri dışında kurulan sözleşmelere cevaz verilmiş olacaktır. Bu durum ise; Borçlar Kanunu’nun sözleşmenin unsurlarına, genel ilkelerine ve borç ilişkilerinin nisbiliğine ilişkin hükümlerine aykırılık teşkil edeceği gibi, Türk Medeni Kanunu’nun 2. ve 3. mad¬delerinin bertaraf edilmesine de olanak sağlayacaktır. Öte yandan kanun koyucunun, ‘irade sahibini bunu açıklamadan önce düşünmeye sevk etme, iradelere açıklık sağlama ve ispat kolaylığı sağlama amaçlarıyla sözleşmelere koyduğu sıhhat şekillerinin de bertaraf edilmesi sonucu doğacaktır ki, bu durum da ticari hayatta karışıklığa yol açacak ve borç ilişkilerini nisbi olmaktan çıkaracaktır. Bu nedenle, mağdurun, tanıkları sanıklar ile tanış¬tırmaktan ibaret eyleminin, kefalet iradesinin açık ya da zımni olarak açığa vurulması olarak anlaşılmasının hiçbir şekilde mümkün olmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.
    Yukarıda açıklanan nedenlerle, sanıklar ile mağdur arasında kurulmuş bir hukuki ilişki bulunmadığı, sanıkların mağdurdan alacaklı konumda olmadıkları ve işledikleri suçun ceza¬sından kurtulmak amacıyla hukuki ilişkinin mevcut olduğu iddiasında bulundukları sonuç ve kanaatine varılmıştır...
    DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
    Olay tarihinden bir yıl kadar önce sanıklar tarafından tanık M."e vadeli beyaz eşya satımı yapıldığı, karşılığında onu borçlu ve tanık A."i kefil gösteren bono nitelikli senedin alındığı, adlî emanetin 2008/121 sırasında kayıtlı bu senedin düzenlendiği tarih itibariyle senette mağdura ait imzanın bulunmadığı, alacaklarını vadesinde ve daha sonra verdikleri ek sürede tanıklardan tahsil edemeyen sanıkların fikir ve eylem birliği içerisinde hareket etmek suretiyle olay günü mağduru ......İlçesindeki kahvehanede bulup kendi araçlarına davet ederek kırsal kesimde ıssız bir alana götürdükleri, orada mağduru darp ve tehdit ederek borçlusu M.A., kefili A. U.olan, 1.545.00 TL bedelli senedi kefil sıfatı ile ona imzalattıkları, ayrıca mağdurun üzerinde buldukları 245.00 YTL tutarındaki parayı aldıkları ve daha sonra onu ....Köyü yakınlarında serbest bıraktıkları Mahke¬memizce sabit kabul edilmiştir…
    Yukarıda açıklandığı gibi sanıklar ile mağdur arasında hukuken korunmaya değer bir hukukî ilişki mevcut değildir ve bu nedenle TCK"nun 150/1. maddesinin sanıklar yararına uygulanmasına yasal olanak bulunmamaktadır…” şeklindeki kabulle 1 nolu bozma nedenine direnmiştir.
    Bu hükmün de sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay C. Başsavcılığının 19.06.2009 gün ve 106576 sayılı “bozma” istemli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanıklar hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hüküm Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleştiğinden, inceleme yağma suçundan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmaktadır.
    Sanıkların nitelikli yağma suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanıklara atılı yağma eylemin 5237 sayılı TCY’nın 150/1. maddesi kapsamında bulunup bulunmadığına ilişkindir.
    İncelenen tüm dosya içeriğine göre;
    Mağdur F. G.kollukta; D. K.isimli şahsın kahvehanesinde oturmakta iken sanık R.’nin küçük oğlunun gelip kendisini çağırması üzerine dışarı çıktığında R.’nin kendisine “F., şu .....Pınarbaşı Mahallesi muhtarı M.’ten alaca¬ğı¬mızı alamadık, yardımcı ol da muhtarı bir bulalım” dediğini, bunun üzerine aracın ön kotlu¬ğuna bindiğini ve hep birlikte G..’a doğru hareket ettiklerini, 1,5 km kadar sonra aracın yoldan ayrılıp durduğunu, arka koltukta oturan sanık R..’nin kafa ve yüz bölgesine yirmi otuz kez vurup küfür ederek “sen benim malımı muhtar M..’e yedirdin, götürüp kim bilir hangi pavyonda yediniz” dediğini, daha sonra kendisini aracın ön tarafından indirip arka koltuğuna bindirdiklerini, bir yanına R..’nin diğer yanına ise büyük oğlunun oturduğunu, ... Köyü yakınındaki bir sazlığa götürdüklerini, orada R..’nin cebir ve tehdit ile kendisine M.A. ve A.U. isimli şahısların imzalarının bulunduğu bir senedi imzalattığını, kendisinin imzalamak istemeyince R..’nin; “ben sana açık senet imzalatmı¬yorum, onların senedine seni kefil yapıyorum, üç gün içinde senet ödenmezse seni öldürürüm” dediğini, ayrıca cüzdanında bulunan 200 YTL para ile cebindeki 35–40 YTL civarındaki parayı da zorla aldığını, daha sonra kendisini .... Beldesine getirip yolun kenarına bıraktık¬larını söylemiş, C.Savcılığında; olay nedeni ile hiç kimseden şikâyetçi olmadığını, suçlamaya konu olan senedi beş altı gün önce isteyerek imzaladığını, olay günü kendisini saat 12.30 sıralarında ....Kıraathanesinden aldıklarını, sanık R..’nin yanında iki oğlunun da bulunduğunu, onlardan birinin kendisini çağırıp “şu muhtardan parayı nasıl alacağız?” diye sorduğunu ve kendisini arabaya bindirdiklerini, “muhtardan parayı alıp niye bize vermiyorsun, muhtara kefil oldun şimdi de parayı alamıyoruz” dediklerini ve kendisini dövdüklerini, kavga¬dan sonra şaka yaptıklarını söylediklerini, kendisine zorla senet imzalatılmadığını beyan etmiş, mahkeme huzurunda ise; kendisinin aracı olması üzerine sanık R..’nin M..A.. ve A.. U..ya beyaz eşya verdiğini, borcun ödenmemiş olması nedeniyle sanık R..’nin suç tarihinden bir hafta önce gelip “sen kefil oldun, borç ödenmedi, senedi de imzala” dediğini, bunun üzerine A.U. ve M. A.’ı çağırdığını, onların ödeyeceğiz demeleri üzerine de yine onların yanında senedi imzaladığını, bir hafta kadar sonra üç sanığın birlikte gelip kendisini kahvehaneden çağırdıklarını ve parayı istediklerini, kendisinin onlara G..’a gidip parayı asıl borçlulardan istemeyi önerdiğini, ancak yolda "şu 250 Lirayı alın köye gitmeyelim, ben parayı sonra getirip size vereceğim" dediğini, sanık M..’nın arabayı yolun kenarına çektiğini, orada beş on dakika oturup konuştuklarını, parayı bu konuşma sonrasında verdiğini, kendi kendine sinirli bir şekilde söylenirken elini salladığını, eli sanık R..’nin yüzüne değdiği için onun kendisini iteklediğini, yüzünün oturağa çarpıp kanadığını, sanık R..’nin özür dilediğini, A..’a birlikte gittiklerini, .... Köyü yol ayırımında kendi isteğiyle indiğini, rahatsızlığı sebebi ile oturduğunu, karakola telefon açıp dövüldüğünü, zorla parasının alındığını ve kendisine zorla senet imzalatıldığını söylediğini, ancak bunların doğru olmadığını, senedi imzalayıp parayı verdikten sonra pişmanlık duyduğu ve kalan parayı ödeyemeyeceğini düşündüğü için bu yola başvurduğunu ifade etmiştir.
    Tanık A.U..kollukta, mağdurun borç ile bir ilgisinin ve kefaletinin bulunmadığını beyan etmesine karşın yargılama sırasında; kendisinin M.A.. ile birlikte sanıklardan beyaz eşya satın aldığını, mağdur F.."nin kendilerine sözlü kefil olduğunu, sanıkların parayı mağdurdan istemiş olduklarını, mağdura olaydan ve imzadan önce 240 Lira parayı verdik¬lerini, bu parayı alacaklılara vermesini söylediklerini, bir kaç gün sonra mağdurun çağırması üzerine tanık M.. ile birlikte Ç..’e gittiklerini, R.ve F. ile parkta buluştuklarını, R.’nin “borcunuzu ödeyin” demesi üzerine ödeme sözü verip bir ay süre istediklerini, orada bulunan mağdurun senede ayrıca imza attığını borçlarını söz verdikleri tarihte ödediklerini söylemiştir.
    Tanık M.A..kollukta, mağdurun borç ile bir ilgisinin ve kefaletinin bulun¬ma¬dığını beyan etmesine karşın yargılama aşamasında; sanık R.’nin beyaz eşya sattığı dükkândan mağdurun sözlü, tanık A.U.’nın yazılı kefaleti ile çamaşır makinesi ve televizyon aldığını, ayrıca A.’in de satın aldığını, ayrı ayrı senetler imzalayıp birbirlerine kefil olduklarını, borçlarını zamanında ödeyemediklerini, sanık R.’nin bir kaç kez köye gelip parasını istediğini, ancak ödeme imkânlarının olmadığını, bir gün mağdurun kendisine telefon açıp “gelin şu işi temizleyelim, R.de burada” demesi üzerine A.’i de alıp .....’e gittiklerini, .... kahvesinde sanık R..ile mağdurun kendilerine “borcunuzu ödeyin” dediklerini, kendilerinin yanında mağdurun senet imzaladığını, kendisinin olaydan on beş gün sonra borcunu ödediğini, ayrıca mağdurun kendi adlarına 240 Lira ödemede bulunduğunu söyleyip 120’şer Lira istemesi üzerine ona bu parayı verdiklerini, sanıkların mağduru zorla götürüp senet imzalattıkları ve parasını aldıkları iddiası konusunda bilgisinin bulunmadığını beyan etmiştir.
    Mağdur F.. G..hakkında düzenlenen adli raporlarda, alın sol tarafta ödem, burun sırtında deri sıyrığı, burun köküne doğru ekimozlu ödem, sağ yanakta ekimoz, dudak sağ kena¬rında sıyrık, sağ yanakta büyük küçük ekimozlar, boyun sol tarafında, çene altında hassasiyet olduğu ve yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği belirtilmiştir.
    Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Polis Kriminal Laboratuarının raporlarında da; bahse konu senet üzerindeki "F.G., 0535 421 91 70" yazısı ve aynı tonda atılan iki adet imzanın, sanıkların kullandıkları araçta yapılan aramada elde edilen tükenmez kalem ile yazılmış olmasının kuvvetle mümkün olduğu ve mağdurun kan örnekleri ile sanıklara ait araç içerisindeki bulunan kan örneklerinin uyumlu olduğu bildirilmiştir.
    Sanık R. P.mahkeme huzurunda; “Benim .... Merkezde beyaz eşya dükkânım vardır. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, M. A.ve A. U.isimli kişiler olaydan yaklaşık bir yıl önce benden pancar parasına çamaşır makinesi ve televizyon aldılar, bu eşyaları almak için gelirken de yanlarında mağdur F..G..’ü getirmişlerdi, onun sözlü kefaleti ile biz bu kişilere eşyaları verdik ve senet aldık. Ancak zamanı geldiğinde yani Nisan 2007 tarihinde borçlarını ödemediler. Kendilerine harmana kadar yani Ağustosa kadar süre verdik, borçlarını yine ödemediler, ben bunun üzerine olaydan 15 gün önce Faki ile görüştüm kendisinin sözlü kefil olduğu M.ve A.’ in borçlarını ödemediğini ve ken¬disi olmasa idi malı vermeyeceğimi açıkladım. Kendisi ‘ben de borçluyum’ dedi. Senedinin altına kefil olarak kendisinin imzasını aldım. İmza atılırken senet borçluları da yanımızda idi. İmza alma olayı, olaydan bir hafta önce ....’te parkta oldu. Bir hafta sonra gelip paramı almamı söyledi, bir hafta sonra çocuklarım ile birlikte sanığın yanına gittik kahvehaneden kendisini çağırıp parayı vermesini söyledik, ‘şu anda bu parayı alamayız, 250 Lira civarında para var şu parayı al diğerlerini sonra getireceğim’ diyerek cebindeki parayı verdi, sonrasında kendi kendisine söylenirken eli benim gözüme dokundu, ben de ‘ne yapıyorsun’ dedim yüzünü oturağa çarptı, yoksa ben kendisine zorla senet imzalatmadım parasını da zorla almadım” demiştir.
    Sanıklar M.ve D. P.de, mahkeme huzurunda diğer sanıkla benzer savun¬ma¬da bulunmuşlardır.
    Dosya içeriğindeki kanıtlardan; sanıkların ...İlçesinde birlikte beyaz eşya ticareti ile uğraştıkları, olay tarihinden önce M.A.isimli kişiye pancar hasadı zamanında ödenmek üzere beyaz eşya sattıkları, karşılığında borçlusu M. A., kefili A.U.olan 1575 Lira bedelli ve 07.05.2007 vadeli senedin düzenlendiği, vadesinin gelmesine karşın borcun ödenmediği, sanıkların olay günü borçlu M..’in evini gösterme bahanesiyle araçlarına aldıkları mağduru zorla ıssız bir yere götürüp orada basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte dövdükleri, tehdit ederek bahse konu senede kefil olarak imza attırdıktan sonra 240 Lira civarındaki parasını da aldıkları anlaşılmaktadır.
    Olayın gerçekleşme şekli açısından; yerel mahkeme mağdurun hiçbir aşamada bahse konu senetteki borç için kefaletinin bulunmadığını, Özel Daire ise mağdurun alışverişin yapıldığı tarihte borca sözlü olarak kefil olduğunu kabul etmektedir.
    5237 sayılı TCY’nda, 765 sayılı TCY’nın 308. maddesindeki “kendiliğinden hak alma” suçuna benzer bağımsız bir suç tipine yer verilmemiş, onun yerine Yasada belirtilen bazı suçların bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla işlenmesi halinde failin daha az ceza ile cezalandırılması öngörülmüş, bu bağlamda hırsızlık suçunda 144, yağma suçunda 150/1, dolandırıcılık suçunda 159, belgede sahtecilik suçunda 211. maddeler düzenlenmiştir. Nitekim 5237 sayılı TCY’nın “daha az cezayı gerektiren hal” başlığı altındaki 150. maddesinin konumuzu ilgilendiren 1. fıkrası; “kişinin bir hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla tehdit veya cebir kullanması halinde, ancak tehdit veya kasten yaralama suçuna ilişkin hüküm¬ler uygulanır” şeklindedir.
    765 sayılı TCY’nın 308. maddesinde adliye aleyhine işlenen bir suç olarak koruma altına alınan eylemlerin bir kısmı, 5237 sayılı TCY’nın 150/1. maddesiyle malvarlığına ilişkin bir suç haline dönüştürülmüştür. Bu düzenlemeye göre, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla cebir veya tehdit kullanılması halinde eylem yağma suçunu oluşturmakla birlikte, bu özel düzenleme nedeniyle fail kasten yaralama ve/veya tehdit suçundan cezalan¬dırılacaktır. Böylece, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla hareket edilmiş olması daha az ceza verilmesini gerektiren bir hal olarak kabul edilmiş, başka bir anlatımla failin saikine önem verilmiştir.
    Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için fail ile mağdur arasında alacak hakkı doğuran herhangi bir hukuksal ilişkinin bulunması gereklidir. Bu hukuki ilişkinin, ilgili Yasada belirtilen şekil şartına uygun olarak kurulmuş olması zorunlu olmayıp hukuk düzenince kabul edilebilir meşru bir ilişki olması yeterlidir.
    Borçlar Yasasının 484. maddesindeki; “kefaletin sıhhati, tahriri şekle riayet etmeğe ve kefilin mes"ul olacağı muayyen bir mikdar iraesine mütevakkıftır” şeklindeki düzenlemesine karşın, kefalet akdinin başlangıçta yazılı olarak yapılmayarak şekil şartına uyulmamış olması, mağdur ile sanıklar arasında kefalet ilişkisinin kurulmadığı anlamına gelmeyecektir. Başka bir anlatımla, şekil şartına uyulmadan kurulan bu ilişkinin Borçlar Hukuku alanında hukuki sonuç doğurmayacak olması, Ceza Hukuku alanında dikkate alınmasına engel olmayacaktır. Burada önemli olan şekil şartına uyulsun veya uyulmasın meşru bir hukuki ilişkinin bulunup bulunma¬dığı ve bu hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hareket edilip edilmediğidir.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanıkların, M. A..isimli kişinin borcu için konuyla hiçbir ilgisi olmayan mağdur F. G..’ü bulunduğu kahvehaneden alarak hürriyetini kısıtlamaları, kasten yaralayarak borçlusu M. A. olan senedin altına zorla kefil olarak imza attırmaları ve üzerindeki 240 Lira parayı almaları yaşamın olağan akışına ve dosya içindeki kanıtlara uygun düşmediğinden, mağdurun M.A.isimli kişinin sanıklara ait beyaz eşya dükkânından aldığı beyaz eşyalar nedeniyle doğan ve senede bağlanan borca sözlü olarak kefil olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Cebir ve tehdit kullanarak etkisiz hale getirdikleri mağdura borçlu sıfatıyla yüksek meblağlı açık senet imzalatmaları olanaklı iken sadece bahse konu senedi kefil olarak imzalatmaları da sanıkların amacının hukuki ilişkiye dayanan alacaklarını tahsil etme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında, sanıkların senede zorla kefil olarak imza attırdıkları mağdurun üzerinde bulunan 240 Lirayı almaları, borcun vadesinin üzerinden suç tarihi itibarıyla beş aya yakın bir zaman geçmesi ve alacak miktarının asıl alacağın yanında faizi de kapsaması hususları göz önüne alındığında, hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hareket edildiği gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.
    Bu nedenle, suç tarihinde hukuki ilişkiye dayanan alacaklarını tahsil etme amacıyla hareket eden sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı TCY’nın 150/1. maddesi kapsamında kabul edilmesi gerekmektedir.
    Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararı isabetsiz olduğundan bozulmasına karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Hukukumuzda sözlü kefaletin geçerli olmadığı, somut olayda sanıklar ile mağdur arasında Borçlar Yasasında yazılı koşullar yerine getirilerek kurulan bir kefalet akdinin bulunmadığı, bu nedenle taraflar ara¬sında hukuk düzenince kabul edilen geçerli bir hukuki ilişkinin varlığından sözedilemeyeceği ve yerel mahkeme direnme hükmünün isabetli olduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
    Diğer taraftan, bozma ilamında 2 nolu bent olarak gösterilen ve yerel mahkemece uyul¬masına karar verilen, suça konu senedin sanıklara iadesine ilişkin hususun bu aşamada Özel Daire tarafından incelenmesinde bir yarar bulunmamaktadır.
    Bozma kararına göre, sanıkların 5237 sayılı TCY’nın 150/1. maddesi uyarınca tehdit ve kasten yaralama suçlarından cezalandırılmalarının söz konusu olabileceği, mağdurun sanıklar¬dan şikayetçi olmadığı ve 25.06.2008 tarihinde tutuklanan sanıkların tutuklu kaldığı süre göz önüne alındığında tahliyelerine karar verilmesi gerekmektedir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Akşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 18.03.2009 gün ve 30-52 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
    2- Sanıkların tutuklu bulundukları bu suçtan TAHLİYELERİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadıkları takdirde derhal salıverilmelerinin temini için Yargıtay C.Başsavcılığına yazı yazılmasına,
    3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, uyuşmazlığın esasına ilişkin olarak 27.10.2009 günü yapılan müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 03.11.2009 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla, tahliye kararı verilmesine ilişkin olarak ise oybirliğiyle karar verildi

     

     

    Hemen Ara