Esas No: 2021/424
Karar No: 2022/41
Karar Tarihi: 20.01.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/424 Esas 2022/41 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2021/424 E. , 2022/41 K."İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
İftira suçundan sanık ...'nin beraatine ilişkin ... Anadolu 29. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.07.2015 tarihli ve 149-359 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 25.01.2021 tarih ve 15158-910 sayı ile;
"İftira suçunun oluşabilmesi için; yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında, oluşa, katılanın aşamalardaki istikrarlı anlatımını doğrulayan tanık Kadriye'nin beyanlarına ve tüm dosya kapsamına göre; sanığın karakola müracaat ederek kendisine ve diğer mirasçılara ait 34 ... 53 plakalı aracı içinde bulunan 83.000 (bin) USD para ile birlikte annesinin çalışanı olduğunu bildiği katılanın hırsızladığını belirterek şikâyette bulunduğu, bu nedenle katılan hakkında hırsızlık suçundan başlatılan soruşturmada, hakkında 'Kovuşturmaya yer olmadığına' kararı verilmesi karşısında; sanığın eyleminin, yasal unsurları itibarıyla TCK'nın 267/1. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturduğu gözetilmeden, mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
... Anadolu 29. Asliye Ceza Mahkemesi ise 17.06.2021 tarih ve 128-411 sayı ile bozmaya direnerek ilk hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.10.2021 tarihli ve 95756 sayılı "Onama" istekli tebliğnamesiyle dosya, CMK'nın 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.11.2021 tarih ve 14850-21915 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı iftira suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme kararı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece, bozma sonrası yapılan yargılama sırasında duruşmadan haberdar edilmeyen sanığın aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan müdafisinin beyanıyla yetinilerek önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması hâlinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafinin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK'nın 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK'nın 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemece verilen direnme kararına konu hükmün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...;
"Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun, Yerel Mahkemece verilen beraat kararının bozulmasından sonra bozma kararına karşı sanığın diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündeki kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
Sanık hakkında Yerel Mahkemece verilen beraat kararının aleyhe bozulmasından sonra, bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan, direnme kararı verilip verilemeyeceği hususunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak; 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi delaletiyle hüküm tarihi itibarıyla hâlen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 223/son, 309, 326. maddeleri ile sonradan yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 193/2, 290 ve 307. maddelerinin, Anayasa'nın 141/4 ve A.İ.H.S. 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından birisi olan davaların makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesi ile irtibatlandırılması suretiyle sanığın en lehine olan kararın (Beraat) verilmesi hâlinde dahi sırf bozmaya karşı diyecekleri sorulmadığından bahisle hükmün bozulmasının yasal bir dayanığının bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; 'Ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır'.
Ceza muhakemesinin amacı yukarıda açıklandığı üzere maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, ... gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı bu şekilde açıklandıktan sonra; şimdi konumuzu ilgilendiren ilgili hukuki düzenlemeleri aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
Temyiz üzerine verilen bozma kararı sonrasında mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi delaletiyle hüküm tarihi itibarıyla hâlen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 326. maddesinin 2. fıkrasında; sanık ya da müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi yargılamaya devam edilerek davanın gıyapta bitirilebileceği, ancak 'sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği' belirtilmiştir. Yani kural, davetiyeye rağmen duruşmaya katılma olmasa da yargılamaya devamla karar verilebileceği, istisnası ise, verilecek ceza bozma konusu olan cezadan daha ağır ise sanığın mutlaka dinlenilmesi zorunluluğudur. Sonradan yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 307. maddesinin ikinci fıkrasında; aynı hükme yer verilmiş, sanığın dinlenmesi zorunluluğu tıpkı 1412 sayılı CMUK’nın 326/2. maddesinde olduğu gibi verilecek cezanın bozmaya konu cezadan fazla olması hâline hasredilmiştir.
1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 309. maddesi; 'Maznunun lehine olan hukuki kaidelere muhalefet, maznunun aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet Müddeiumumîliğine bir hak vermez', 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 290. maddesi de; 'Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık sanık aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez.' şeklinde hüküm altına alınmıştır. CMK'nın 290. maddesinin gerekçesinde ise; 'Cumhuriyet savcısı gerçeğin araştırılması amacına yönelik veya kamu yararına ilişkin olmayan, yalnızca sanık yararına kabul edilmiş hukuk kuralının uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanmış olması nedeniyle hükmün sanık aleyhine bozulması için temyiz yoluna başvuramaz.' denilmiştir. Bu düzenlemeler uyarınca Cumhuriyet savcısı, amacı yalnızca sanığın hak ve menfaatlerini korumak olan bir hukuk kuralının ihlal edilmiş bulunması durumunda sanığın lehine olan bu ihlali ileri sürerek, temyiz kanun yoluna müracaat edip hükmün sanık aleyhine bozulmasını isteyemeyecektir.
Her iki hüküm de sanıkların haklarını korumak ve lehlerine doğmuş olan bir durumun, aleyhlerine olacak şekilde ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, maddedeki 'sanık yararına' sözcüğünün; 'sadece sanık yararına konulmuş olan' örneğin; sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, önceden kendisine tebliğ olunan iddianamenin sorgudan önce okunmaması gibi, 'hukuki kaideler' ibaresinin 'usul hükümleri' olarak anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. Sadece sanık yararına değil, aynı zamanda kamu düzenine veya yargılamanın işleyişine ilişkin usul kurallarının ihlâli hâlinde bu hüküm uygulanmayacaktır. Yalnız sanık yararına kabul edilmiş usul kurallarına aykırılık hâlinde sanık aleyhine bir netice meydana gelmişse Cumhuriyet savcısının hükmü sanık lehine temyiz etmesinin önünde ise herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 25.09.2007 günlü ve 189-188 ile; 06.11.2007 günlü ve 212-229 sayılı kararlarında; 'Ceza muhakemesinin temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına doğrudan veya dolaylı olarak hizmet eden, yargılamanın diğer süjelerinin hukukunu ilgilendiren ve ceza yargılamasının sair temel ilkeleriyle irtibatlı olan usul kuralları, maddede tanımlanan 'salt sanık yararına vazedilmiş kurallar' kapsamında sayılmamaktadır.' sonucuna ulaşılmıştır.
5271 sayılı CMK'nın 193. maddesinin ikinci fıkrasında; 'Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.' hükmüne benzer bir şekilde 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi delaletiyle hâlen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 223/ son maddesinde yer verilmiştir.
Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında;
'Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.' hükmüne yer verilmiştir.
Aşağıda örnek olarak gösterilen içtihatlarda açıklandığı üzere; 1412 sayılı CMUK’nın 309. maddesi ile buna karşılık olarak düzenlenen 5271 sayılı CMK’nın 290. maddesi uyarınca sanık yararına hukuk kuralına aykırılığın, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına hak verdirmeyeceği hususunda teoride ve uygulamada herhangi bir duraksama yaşanmamış (Örnek CGK. 2014/112 K.), ancak yerel mahkemece beraat kararına direnilse dahi Yargıtay bozma ilamına karşı sanıkların diyeceklerinin sorulmaması istikrarlı bir şekilde bozma nedeni olarak kabul edilirken yasal dayanığın doyurucu bir gerekçeyle açıklanmadığı gibi kanaatimizce gerçekçi olmayan gerekçelere yer verilmesine karşın yıllar öncesine dayanan ve zaman içerisinde istikrar kazanan içtihatlar yerleşik uygulamaya dönüşmüştür (2016/361 K.) .
YCGK'nın 2014/112 karar sayılı ilamında;
Hakkında kamu davası açılan kişilerle, yargılama yapılıp hüküm kurulan faillerin aynı olup olmadığının belirlenmesi açısından önem arzeden nüfus ve sabıka kayıtlarının getirtilip duruşmada okunması ile mahkemenin kanuna ve usulüne uygun olarak teşekkül edip etmediği ve yargılama usulüne uyulup uyulmadığının ispatını sağlayan duruşma tutanağının bütün sayfalarının zabıt kâtibi tarafından imzalanmasına ilişkin kurallar,'sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları' olmamakla birlikte yargılanıp haklarında hüküm kurulan kişilerin, hakkında kamu davası açılan kişilerle aynı kişiler olmadıkları yönünde bir iddianın olmaması, duruşmanın kanuna ve usulüne uygun olarak oluşturulmamış bir heyet tarafından gerçekleştirildiği ya da tutanakların gerçeğe aykırı veya sahte olarak düzenlendiğine ilişkin herhangi bir itirazın bulunulmaması ve hükmün şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme olması hususları göz önüne alındığında, bu kuralların ihlali hâlinde Cumhuriyet savcısının CMK'nın 290. maddesi kapsamında hükmü temyize hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
YCGK'nın 2016/361 karar sayılı ilamı;
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK'nın 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.
CGK'nın 2016/229, 364, 365 ve 369 karar sayılı ilamları da aynı doğrultudadır.
Ceza Genel Kurulunun yukarıda özetlenen 2016/361 karar sayılı içtihadı ile uzun yıllar öncesine dayanan bu doğrultudaki içtihatlarındaki çelişkileri şu şekilde özetlemek mümkündür.
1-) Gerek 1412 sayılı CMUK’nın 326, gerekse 5271 sayılı CMK’nın 307. maddelerinin ikinci fıklarının ikinci cümlelerindeki; 'sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği' şeklindeki istisnai düzenlemenin; sanığın bozma sonrası dinlenme zorunluluğunu sadece daha fazla ceza verilmesi hâline hasretmesine karşın, uzun yıllara yansıyan içtihatların, dinlenme zorunluluğunu bozma kararının aleyhe olması hâline hasrederek bütün çağdaş anayasalarda temel bulan 'kanunkoyucu abesle iştigal etmez' kuralına aykırı davranılmıştır. Zira kanun koyucu tarafından dinlenme zorunluluğunun rahatlıkla bozma ilamının sanık aleyhine olması durumuna hasredilme imkânı varken, böyle yapılmayıp önceki cezadan daha fazla ceza verilmesi durumuna hasredilerek bozmaya konu hükümden daha ağır cezanın tayininde; uyulmadığı için askıda olan bozma ilamının değil mahkeme tarafından verilen cezanın esas alınması gerektiği dolaylı bir şekilde ifade edilmiştir. Zira önceki cezadan daha ağır cezaya ancak yerel mahkeme tarafından hükmedilebileceği, temyiz incelemesi sırasında yerel mahkemece verilen hükmü denetleyen özel dairenin ceza vermesinin söz konusu olamayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
2-) Bir taraftan sanığın bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulmadığından bahisle savunma hakkının güvence altına alındığı belirtilirken, diğer taraftan en lehe karar olduğu konusunda gerek öğretide gerekse uygulamada herhangi bir duraksama bulunmayan beraat kararı bozularak kanaatimizce çelişkiye düşüldüğü gibi sanığın çok uzun yıllar tekrar ceza tehdidi altında kalmasına sebebiyet verilmesi suretiyle Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrası ile AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından birisi olan yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesine aykırı davranılmıştır. Zira, adil yargılanma hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez bir hak olarak, yargılamanın insan haklarına ve demokratik kurallara en uygun şekilde yapılmasının ve bunun sonucu olarak da insan hakları ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının garantisidir. Makul bir sürede yargılanma unsurunun amacı, hak arayışına giren herkesi, yargılama işlemlerinin uzamasına karşı korumak ve kişinin uzun yargılama süreçlerinden etkilenmesini önlemektir. Ayrıca en önemli nokta, yapılan yargılamanın adil olması için, her şeyden önce makul sürede bitirilmesi gerekliliğidir. Çünkü geç tecelli etmiş ..., adaletsizlik olarak kabul edilmektedir.
3-) Ceza Genel Kurulu tarafından, sanığın aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan verilecek beraat kararının bozulması durumunda, bu karara karşı direnilemeyeceği için bir anlamda sanık hakkında savunması alınmadan mahkûmiyet kararı verilebileceği ve buna bağlı olarak sanığın aleyhine bir durumun oluşacağı şeklindeki kaygının da yerleşik uygulamalar karşısında gerçeklerle bağdaşmayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zira Ceza Genel Kurulu tarafından direnme kararının bozulması hâlinde yerel mahkeme tarafından bu bozma kararına uyulması zorunlu olsa dahi, bozma sonrası yargılamayı yapan yerel mahkeme tarafından uyulduğu için artık askıda olmayan ve aleyhe olduğu konusunda kuşku bulunmayan Ceza Genel Kurulunun ve hatta özel dairenin bozma kararlarına karşı, zorunlu olarak sanıktan diyecekleri sorularak sonuca etkili bir beyanda bulunması ya da yeni delil ibraz etmesi hâlinde değişen delil durumuna göre delillerin serbestçe takdiri ilkesinden hareketle yeni bir karar verilebileceğinden hiçbir şekilde savunma alınmadan beraat kararı verilmesinden ötürü hak kaybının yaşanması söz konusu olmayacaktır. Ceza Genel Kurulu tarafından verilen bozma kararına delil durumunda değişiklik olmaması hâlinde uyma zorunluluğunun bulunmasına karşın bozma kararından sonra ileri sürülen iddiaların ya da ibraz edilen delillerin mahkûmiyet hükmünü etkilemesi durumunda yeni bir değerlendirme yapılarak değişen delil durumuna göre yeni bir karar verilebileceği hususunda gerek öğretide gerekse uygulamada herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Hükmün kesinleşmesinden sonra dahi ibraz edilen delillerin maddi gerçeği etkilemesi durumunda yargılamanın yenilenmesi müessesesini ihdas ederek sunulan yeni delillerin değerlendirilmesini zorunlu kılan kanun koyucunun, yürüyen davada ibraz edilen delili dikkate almaması asla düşünülemez. Hatta Ceza Genel Kurulu tarafından verilen bozma kararından sonra savunmada ileri sürülen hususlar daha önce ileri sürülmemiş ise yeniden yapılan değerlendirme sonucunda verilen hüküm yeni hüküm sayılacak ve bu aşamadan sonra temyiz incelemesi özel daire tarafından yapılıp, uyuşmazlığın devam etmesi durumunda diğer koşullarında gerçekleşmesi hâlinde son karar Ceza Genel Kurulu tarafından verilecektir.
4-) Sanıkların haklarını korumak ve lehlerine doğmuş olan bir durumun, aleyhlerine olacak şekilde ortadan kaldırılması, 412 sayılı CMUK'nın 309. maddesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 290. maddesindeki düzenlemeler ile önlenirken, belli koşulların gerçekleşmesi durumunda beraat kararının önündeki engeller 1412 sayılı CMUK’nın 223/son maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 193. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeler ile kaldırılırken; davaların makul süre içerisinde bitirilmesi Anayasa'nın 141/4. maddesi ile AİHS'nin 6. maddesi ile güvence altına alınırken, somut olayımızda olduğu gibi uyulmaması nedeniyle yerel mahkemece verilen direnme kararına hiçbir etkisi olmayan bozma kararına karşı, sırf sanığın diyeceklerinin sorulmadığından bahisle sanığın en lehine olan bir kararın hiçbir şekilde incelenmeksizin bozulmasının, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 223/son, 309, 326/2 ve sonradan yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 193/2, 290, 307/2. maddeleri ile Anayasa'nın 141/4, AİHS'nın 6. maddelerinin düzenleniş amacına ve bu hususta yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlara (Örnek CGK 2014/112 karar) aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
5-) Yazılı metinlerin yorumlanmasında; pozitif temeli bulunmadığı için uygulayıcılar açısından bağlayıcı yanı olmayan ancak Prof. Dr. ... Gözler’in deyimiyle eşyanın tabiatından kaynaklanan yorum ilkelerine uyulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde önceden bilinen ve olay sırasında değişmeyecek olan kurallar sayesinde hukuki güvenlik sağlanarak, keyfiliğin önüne geçilmiş olur. Herkes için aynı olması gereken yorum ilkelerine uyulmaksızın yapılacak yorumlarda; kişisel iradeler ön plana çıkacağından; maddi gerçeğe ulaşmayı ideal bir hedef olarak belirleyen ceza muhakemesinin amacından uzaklaşılarak davaların makul süre içerisinde bitirilememesi tehlikesi ortaya çıkacaktır. Keyfiliği önleyebilmek ve maddi gerçeğe ulaşabilmek için yorum ilkeleri arasında yer alan istisnalar dar, kurallar geniş yorumlanmalıdır kuralına uyulması gerekmektedir.
Bir taraftan davaların makul süre içerisinde bitirilmesini hedefleyen kanun koyucunun, sırf adaletin sağlanabilmesi ve savunma hakkının kısıtlanmaması için genel kuraldan ayrılarak, sadece ilk hükümden daha fazla ceza verilmesi hâlinde sanıkların dinlenmesini zorunlu kılarken, diğer taraftan bozma kararına uymayarak sanığın lehine beraat kararı veren yerel mahkemenin direnme kararının, sırf askıda olan özel dairenin bozma kararına karşı sanığın diyeceklerinin sorulmadığından bahisle bozulması suretiyle sanığın uzun süre ceza tehdidi altında bırakılmasına seyirci kalması elbetteki beklenemez. Mevcut normlar arasında sanığın en lehine olan beraat kararında direnen yerel mahkemenin uyulmadığı için askıda olan bozma kararına karşı sanığın dinlenmesinin zorunlu olacağına dair bir sonuca ulaşmayı haklı gösterecek yasaklayıcı bir düzenlemenin mevcut olmamasına karşın, yorum ilkelerine aykırı davranılarak içtihat yoluyla kanuni dayanağı olmayan üstelikte sanık lehine olduğu varsayımından hareket edilerek gerçekte sanık aleyhine sonuç doğuran istisna bir hükmün doğmasına yol açılmıştır.
6-) Sayın çoğunluğun görüşüne iştirak etmemekle birlikte, aleyhe bozmaya karşı sanıktan diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilmesinin tek sakıncasının kanaatimizce sanığın aleyhe olan bozma ilamından sonra suçunu ikrar etme ya da mahkûmiyeti gerektirecek şekilde beyanda bulunma ihtimali olarak kabul edilse dahi, Yüksek Ceza Genel Kurulunun içtihatlarında böyle bir gerekçeye yer verilmediği gibi, ayrıca böyle bir kabulde derhal beraat kararı verilmesi gereken hâller dışındaki bütün beraat kararlarında, zaman aşımı süresinin sonuna kadar böyle bir ihtimal düşünülerek davaların sürüncemede bırakılması gerekir ki, çağdaş hiçbir hukuk sisteminin böyle bir kabule izin vermesi beklenemez. Aksine düşüncede, çoğu davada hükümlerin kesinleştirilmesi hemen hemen imkânsız hâle gelecektir. Zira gerek beraat gerek mahkûmiyet kararlarında zaman aşımı süresinin sonuna kadar hükmü etkileyen delillerin ibraz edilme ihtimali teorik olarak mümkün olacaktır. İdeal amaç olarak maddi gerçeğe ulaşmayı hedefleyen ceza muhakemesinin her zaman yüzde yüz maddi gerçeğe ulaşması da mümkün değildir. Bunu düşünen kanun koyucu, olağan üstü yasa yollarını ihdas ederek, kusurlu olarak belirlenen maddi gerçeğe istinaden tesis edilen ve kesinleşen hükümleri belli koşullarda düzeltme olanağını tanımıştır. Son aşamaya kadar maddi gerçeği etkileyen beyanda bulunmayan sanığın, aleyhe bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulması hâlinde kendi aleyhine beyanda bulunma ihtimali milyonda bir bile değildir. Bir tarafta sadece ve sadece direnmeye konu davalarda gerçekleşmesi milyonda bir ihtimal için beklenmesi, diğer tarafta sanığın uzun yıllar boşu boşuna ceza tehdidi altında bırakılması seçeneklerinden birisinin tercih seçeneğine tabi tutulması durumunda elbetteki sadece ilk derece mahkemesi ile temyiz mahkemesinin farklı düşündüğü davalarda üstelik de gerçekleşmesi milyonda birin altında olan ihtimalin görmezlikten gelineceğinin tercih edileceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zaten kanun koyucu CMK'nın 193/2, 207 ve 290, Anayasa'nın 141/4 ve AİHS'nin 6. maddelerindeki düzenlemeler ile davaların makul süre içerisinde bitirilmesi yönünde tercih kullandığını çok net bir şekilde ifade etmiştir.
Sonuç itibarıyla Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun somut olayımızdaki görüşünü destekleyen Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2016/229, 361, 364, 365 ve 369 karar sayılı ilamlarının maddi gerçeğe ulaşmayı en ideal bir hedef olarak belirleyen ceza muhakemesinin temel ilkelerine, hukuk devletinin olmazsa olmazını teşkil eden kanunların anası konumundaki Anayasa'ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve CMK’nın 290. maddesiyle ilgili yıllardır tereddütsüzce uygulandığı için yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlara (CGK 2014/112 karar) aykırı olacağı düşüncesiyle beraat kararından önce sanığın mutlaka bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulması gerektiğine dair görüşe yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir."
Düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurul Üyesi de; benzer gerekçelerle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- ... Anadolu 29. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.06.2021 tarihli ve 128-411 sayılı direnme kararına konu hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 20.01.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.