Esas No: 2021/223
Karar No: 2022/47
Karar Tarihi: 25.01.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/223 Esas 2022/47 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2021/223 E. , 2022/47 K."İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Hukuk Dairesi
Mahkemesi :İcra Ceza
Sayısı : 166-308
Ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan sanıklar ... ve ... hakkında şikâyetçi ...’nın vekili aracılığıyla şikâyetçi olması üzerine yapılan yargılama sonucunda sanıkların İİK’nın 333/a, TCK’nın 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 3.600 TL ve doğrudan verilen 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve taksitlendirmeye ilişkin Edirne İcra Ceza Mahkemesince verilen 12.07.2016 tarihli ve 318-433 sayılı hükümlerden yalnızca sanık ... hakkında verilen hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 19. Ceza Dairesince 05.11.2018 tarih ve 5396-11354 sayı ile;
"02.12.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle CMK'nın 253. maddesinde değişiklik yapılarak madde içeriğinden 'etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile' ibaresinin çıkarılması nedeniyle özel bir etkin pişmanlık hükmü olan 2004 sayılı İİK'nın 354. maddesinin aynı Kanun'un 333/a maddesinde düzenlenen suç yönünden uzlaştırma kurumunun uygulanmasına engel teşkil etmemesi, suçun işlenmesinden sonra fail ile mağdur arasındaki çekişmeyi bir uzlaştırmacının girişimiyle kısa zamanda tarafların özgür iradeleriyle ve adli merciler daha fazla meşgul edilmeden sonuçlandırmayı amaçlayan uzlaştırmanın soruşturma ve kovuşturmalarda mutlaka öncelikle uygulanması zorunlu bir maddi ceza ve ceza muhakemesi hukuku kurumu olması ve İİK'nın 354. maddesinin yerine geçip anılan maddenin uygulanmasını ortadan kaldırmaması karşısında, sanık hakkında 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle değişik CMK'nın 253 ve 254. maddelerinin uygulanması zorunluluğu..." isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 28.05.2019 tarih ve 837-307 sayı ile; sanıklar ... ve ...’in ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan İİK’nın 333/a, TCK’nın 50/1-a, 52/2 ve 52/4. maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 3.600 TL ve doğrudan verilen 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve taksitlendirmeye karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 25.02.2020 tarih ve 700-1751 sayı ile;
“İcra ve İflas Kanunu’nun 333/a maddesinde ‘Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların; ticari işletmenin borcu ödeyebilecek ekonomik güce sahip olmasına karşın kasıtlı olarak ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara sokmaları ve ayrıca bu eylemlerinin başka bir suçu oluşturmaması hâlinde cezalandırılacaklarının’ hükme bağlanmış olması, aynı Kanun’un 351. maddesinde de şikâyetçinin dilekçe ve beyanında göstermiş olduğu delillerle bağlı olduğunun belirtilmiş olması, şikâyet dilekçesinde borçlu şirketin borcu ödeyebilecek güçte olduğuna dair bir iddiada bulunulmadığı gibi, sanığın hangi kasıtlı eylemleri ile alacaklıyı zarara uğratmak kastıyla hareket ettiği somut olarak bildirilmediğinin anlaşılması karşısında, suçun unsurlarının oluşmayacağı hususu gözetilmeksizin sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyetlerine dair hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 03.11.2020 tarih ve 166-308 sayı ile;
“...Müşteki vekilince ticaret şirket yöneticileri olan sanıkların takibe konu edilen borcu kasten ödemedikleri iddia edilerek İİK’nın 333/a maddesi gereğince cezalandırılmaları talep edilmiş olup mahkememizce yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda ibraz edilen mahkememizce de uygun bulunan rapor gereğince takibin kesinleştiği tarihi itibarıyla borçlu şirketin borcu ödemeye yeter hazır değerinin bulunduğu hâlde yönetici olarak sanıklar ... ve ...'in borcu ödemedikleri müşteki vekilinin şikâyeti üzerine mahkememizce belirlendiği” gerekçesiyle direnerek, önceki hükümlerdeki gibi sanıkların mahkûmiyetlerine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.01.2021 tarihli ve 3410 sayılı "onama" istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesi ile değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 27.04.2021 tarih ve 1734-4537 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı sanık ... hakkında ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan açılan davanın ölüm sebebiyle düşürülmesine ilişkin karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme sanıklar ... ve ... hakkında aynı suçtan kurulan mahkûmiyet hükümleriyle sınırlı olarak yapılacaktır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara atılı ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Yerel Mahkemenin 12.07.2016 tarihli ilk hükmünü temyiz etmeyen sanık ... hakkında verilen direnme kararına konu mahkûmiyet hükmüne yönelik sanık müdafisinin temyiz talebinin incelenip incelenemeyeceği,
2- Sanıklara atılı ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının tespiti bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı,
Hususlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
I- Yerel Mahkemenin 12.07.2016 tarihli ilk hükmünü temyiz etmeyen sanık ... hakkında verilen direnme kararına konu mahkûmiyet hükmüne yönelik sanık müdafisinin temyiz talebinin incelenip incelenemeyeceğine ilişkin ön sorunun değerlendirilmesinde;
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemenin 12.07.2016 tarihli ilk hükmünün 11.04.2017 tarihinde sanık ...’ye, 12.04.2017 tarihinde ise sanık ...’e usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği, sanık ... müdafisinin 13.04.2017 tarihinde bu hükmü temyiz ettiği, sanık ...’in ise bu hükmü temyiz etmediği, Yargıtay (Kapatılan) 19. Ceza Dairesince 05.11.2018 tarih ve 5396-11354 sayı ile; yalnızca sanık ... müdafisinin temyiz talebi doğrultusunda inceleme yapılarak adı geçen sanık hakkındaki hükmün uzlaştırma hükümlerinin uygulanmaması isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Yerel Mahkemece düzenlenen 12.05.2017 tarihli tutanağa göre; Mahkemenin 12.07.2016 tarihli ilamının, sanık ... müdafisi Av. ... tarafından 13.04.2017 tarihinde temyiz edildiği, sanık ... yönünden ise hükmün temyiz edilmediği anlaşılmış ise de sanık ... müdafisinin temyizinin sanık ...’e de sirayet etmesi ihtimaline binaen sanık ... yönünden kesinleştirme işlemi yapılmadığı,
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece sanıklar ... ve ... için dosyanın uzlaştırma bürosuna gönderilmesine karar verildiği, 02.04.2019 tarihli uzlaştırma raporuna göre; sanıklar ve şikâyetçi arasında uzlaştırma işlemlerinin olumsuz sonuçlandığı, Yerel Mahkemece 28.05.2019 tarih ve 837-307 sayı ile; sanıklar ... ve ...’in ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan mahkûmiyet kararı verildiği, sanıklar ve müdafisinin yokluğunda verilen kararın ve sanık ... müdafisine ve sanık ...'e 21.11.2019 tarihinde tebliğ edildiği, sanık ... tarafından 28.11.2019 tarihinde Av. ...’in vekil olarak tayin edildiği, bu hükümlerin de sanıklar müdafisi Av. ... tarafından sanık ... için 29.05.2019 ve sanık ... için 28.11.2019 tarihlerinde ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 25.02.2020 tarih ve 700-1751 sayı ile; İİK’nın 333/a maddesi, aynı Kanun’un 351. maddesinde de şikâyetçinin dilekçe ve beyanında göstermiş olduğu delillerle bağlı olduğunun belirtilmiş olması, şikâyet dilekçesinde borçlu şirketin borcu ödeyebilecek güçte olduğuna dair bir iddiada bulunulmadığı gibi, sanığın hangi kasıtlı eylemleri ile alacaklıyı zarara uğratmak kastıyla hareket ettiği somut olarak bildirilmediğinin anlaşılması karşısında, suçun unsurları oluşmadığından bahisle sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi gerekçesiyle hükümlerin bozulmasına karar verildiği,
Yerel Mahkemece 03.11.2020 tarih ve 166-308 sayı ile; bilirkişi incelemesi sonucunda ibraz edilen rapor gereğince takibin kesinleştiği tarih itibarıyla borçlu şirketin borcu ödemeye yeter hazır değerinin bulunduğu hâlde yönetici olan sanıklar ... ve ...'in borcu ödemediklerinin şikâyetçi vekilinin şikâyeti üzerine belirlendiği gerekçesiyle direnerek, önceki hükümlerdeki gibi sanıkların mahkûmiyetlerine karar verildiği, direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Ön sorun bakımından isabetli bir çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle sirayet kurumunun, daha sonra da kesinleşmiş hükümlerin infazı sırasında verilen ek kararların hangi yasa yolu denetimine tabi olacağı hususu ile "Yargıtayca temyiz isteğinin reddi" konusunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; bozma kararının “sirayeti”, “genişleme etkisi” ya da “teşmili (yayılma) etkisi” denilmektedir.
1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca ve ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken “Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti” başlıklı 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbiki kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.” şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK'nın “Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı 306. maddesi ise “Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.” biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır. Diğer taraftan temyiz incelemesi sırasında, bozma nedeninin hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilmesine işaret edilmesi de zorunlu olmayıp lehe bir bozma sebebinin bulunması durumunda mahkemelerce bu hususunun kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış 12.07.1948 tarihli ve 163-121 sayılı, 07.12.1987 tarihli ve 322-588 sayılı, 31.01.2017 tarihli ve 982-29 sayılı, 09.06.2020 tarihli ve 39-272 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK'nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Öte yandan ceza hukukunda genel kural, suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan kanunun uygulanmasıdır. Sonradan yürürlüğe giren bir kanunun, yürürlük tarihinden önce işlenen suçlara tatbik edilebilmesi, ancak lehe sonuçlar doğurması durumunda mümkündür. Önceki ve sonraki kanunlara göre hükmedilecek cezalar ve güvenlik tedbirleri aynı ise, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunun uygulanmasına imkân bulunmamaktadır.
5237 sayılı TCK'nın “Zaman bakımından uygulama" başlıklı 7. maddesi, mülga 765 sayılı TCK'nın 2. maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup her iki maddede de ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, "failin lehine olan kanunun geçmişe etkili olması", “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren kanun, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.
Hukukumuzda lehe yasanın tespiti yöntemine ilişkin herhangi bir pozitif hukuk normunun bulunmaması nedeniyle, lehe yasa, 1412 sayılı CMUK'nın, mahkûmiyet hükmünün yorumunda doğan tereddüdün giderilmesi bakımından hâkimden karar istenmesi yöntemini düzenleyen 402. maddesi uyarınca yapılmakta iken, her ikisi de 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 04.11.2004 tarihli ve 5252 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 98 vd. maddelerinde, lehe yasanın saptanması ve uygulanmasında başvurulacak yöntemle ilgili ayrıntılı hükümler getirilmiştir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 98. maddesinin birinci fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” hükmüne yer verilmiş, aynı Kanun'un 101. maddesinde ise, cezanın infazı sırasında, 98 ilâ 100. maddeler gereğince mahkemeden alınması gereken kararların duruşma yapılmaksızın verileceği ve bu kararların itiraza tabi olacağı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, 5275 sayılı Kanun'un 98. maddesi, herhangi bir ceza normunun, hükmün kesinleşmesinden sonra değişmesi hâlinde yapılacak uyarlama yargılamasına ilişkin genel bir düzenlemeyi içermektedir.
Gelinen aşamada "Yargıtayca temyiz isteğinin reddi" konusuna da değinilmelidir.
5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi ve karar tarihi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın "Temyiz talebinin kabule şayan olmamasından dolayı hükmü veren mahkemece reddi" başlıklı 315. maddesinde; “Temyiz isteği kanuni sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmişse veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan mahkeme bir karar ile temyiz dilekçesini reddeder.
Temyiz eden taraf ret kararının kendisine tebliğinden itibaren bir hafta içinde Temyiz Mahkemesinden bu hususta bir karar verilmesini talep edebilir. Bu takdirde dosya Temyiz Mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki, bu sebepten dolayı hükmün infazı tehir olunmaz.”,
"Yargıtayca temyiz isteğinin reddi" başlıklı 317. maddesinde de; "Yargıtay, süresi içinde temyiz dilekçesinin verilmediğini veya beyanının yapıldığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını görürse, temyiz isteğini reddeder, görmezse incelemesini yapar." düzenlemelerine yer verilmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 315. maddesinde, temyiz talebinin kabule değer olup olmadığı ön incelemesinin ilk derece mahkemesince yapılması öngörüldüğü hâlde, 317. madde ile aynı incelemenin Yargıtayca da yapılması hüküm altına alınmıştır.
Buna göre temyiz başvurusunda bulunulması hâlinde hükmü veren mahkemece ya da Yargıtayın ilgili dairesi tarafından öncelikle, temyiz başvurusunun kabul edilebilir olup olmadığı araştırılacak, bu bağlamda da temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı, kararın temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı ve başvuruda bulunanın hükmü temyiz etmeye hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı incelenecektir. Temyiz başvurusu kanuni süre geçtikten sonra yapılmışsa ya da karar temyiz edilebilir nitelikte değilse veya başvuruda bulunanın temyiz etme hakkı bulunmuyor ise temyiz talebi reddedilecek; temyiz talebinin reddi nedenlerinin bulunmaması durumunda da esas yönünden temyiz incelemesi yapılacaktır.
Bununla birlikte, hukuken geçerli olmayan karar veya hükümlere karşı temyiz yasa yoluna başvurulması hâlinde ise ilk derece mahkemesince ya da Yargıtayın ilgili dairesi tarafından, kararın temyiz edilebilir nitelikte olmaması nedeniyle temyiz isteminin reddi kararı değil, hukuki sonuç doğurmaya elverişli olmayan bu karara yönelik temyiz istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan sanıklar ... ve ... hakkında şikâyetçi ...’nın vekili aracılığıyla şikâyetçi olması üzerine yapılan yargılama sonucunda Edirne İcra Ceza Mahkemesince 12.07.2016 tarih ve 318-433 sayı ile, sanıklar ... ve ... hakkında aynı suçtan mahkûmiyet kararı verildiği, sanık ... hakkındaki hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik sanık müdafisince temyiz talebi üzerine bu sanık hakkındaki hükmün, Özel Dairece; "02.12.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle CMK'nın 253. maddesinde değişiklik yapılarak madde içeriğinden 'etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile' ibaresinin çıkarılması nedeniyle özel bir etkin pişmanlık hükmü olan 2004 sayılı Kanun'un 354. maddesinin aynı Kanun'un 333/a maddesinde düzenlenen suç yönünden uzlaştırma kurumunun uygulanmasına engel teşkil etmemesi," gerekçesiyle uzlaştırma hükümlerinin uygulanması için lehe bozulmasının ardından, aynı Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda sanık ...’in lehe bozmadan yararlandırılması suretiyle uzlaştırma işlemlerinin olumsuz sonuçlanması üzerine kurulan 28.05.2019 tarihli ve 837-307 sayılı mahkûmiyet hükmünü sanıklar ... ve ... müdafisinin temyiz ettiği, Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 25.02.2020 tarih ve 700-1751 sayı ile hükümlerin bozulmasına karar verildiği, Yerel Mahkeme ise 03.11.2020 tarih ve 166-308 sayı ile bozmaya direnerek önceki hükümlerdeki gibi sanıkların mahkûmiyetlerine karar verdiği, direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edildiği anlaşılmıştır.
Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesinin zorunlu olması karşısında; Yerel Mahkemece lehe bozma sebebi, ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ...'e resen sirayet ettirilerek yargılamaya devam olunmuş ise de uzlaştırmanın olumsuz sonuçlanması üzerine sanıkların önceki hüküm gibi mahkûmiyetine karar verildiği, başka bir ifadeyle sanıklar lehine yeni bir karar verilmediği, bu kapsamda, sanık ... hakkında sirayet üzerine verilmiş bir hüküm bulunmadığı, kaldı ki Özel Dairece, ilk hükümden sonra uzlaştırmaya ilişkin yapılan kanun değişikliği sebebiyle sanığa atılı suçun uzlaştırma kapsamına alındığına ilişkin kabule göre, 28.05.2019 tarihli ikinci kararın da kesinleşmiş hükmün infazı aşamasında 5275 sayılı Kanun’un 98. maddesi kapsamında yapılan uyarlama yargılaması sonucu verilen bir karar niteliğinde olduğu ve söz konusu bu karara karşı başvurulacak yasa yolunun aynı Kanun'un 101. maddesinin 3. fıkrası uyarınca itiraz kanun yolu olduğu, sanık ... hakkında kurulan 12.07.2016 tarihli ilk hükmün ise temyiz edilmeden kesinleştiği gözetilmeden adı geçen sanık hakkında aynı suçtan kurulan 03.11.2020 tarihli hüküm ile Özel Dairenin 25.02.2020 tarihli kararının hukuki değerden yoksun olduğu anlaşıldığından, 03.11.2020 tarihli direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün temyiz edilemeyeceği ve sanık ... müdafisinin temyiz talebinin incelenemeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanık ... hakkında ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan kurulan ve hukuki değerden yoksun olan 03.11.2020 tarihli hükme yönelik sanık müdafisinin temyiz istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmelidir.
II- Birinci ön sorun bakımından ulaşılan sonuç karşısında, sanık ... müdafisinin bu sanığa yönelik temyiz talepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda, sanık ...’ye atılı ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının tespiti bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin ikinci ön sorunun değerlendirilmesinde;
İncelenen dosya kapsamından;
Şikâyetçi ... tarafından borçlu Kale Tarım San. ve Tic. AŞ’den 45.746,21 TL alacağının tahsili amacıyla Edirne 1. İcra Müdürlüğünün 2014/2230 esas sayılı dosyasında 14.03.2014 tarihinde işçi alacakları ve kıdem tazminatına ilişkin Uzunköprü 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.02.2014 tarihli ve 565-36 sayılı ilamını icraya koyarak icra takibine başlanıldığı,
Ödeme emrinin, borçlu şirkete ait adrese 25.03.2014 tarihinde tebliğ edildiği,
İcra dosyasında alacaklı vekilinin talebi üzerine ...... plakalı araçlara dosya üzerinden haciz şerhi eklendiği, bankalara yazılan cevaplara göre ise şirketin borcu karşılayacak bir mal varlığı bulunmadığının belirtildiği, öte yandan borçlu şirketin şikâyetçiye ödeme yaptığına ilişkin bir belgenin de icra dosyasında bulunmadığı,
2015 yılına ait kurumlar vergisi beyannamesine göre; borçlu şirketin ticari bilanço kârının 0 TL, zararın 1.819,47 TL ve matrahın da 0 TL olduğu,
Şikâyetçi vekilinin 28.05.2014 havale tarihli dilekçesi ile; şirket yetkilileri olan sanıklar hakkında;
“1- 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun ticari işletmede yöneticinin sorumluluğu başlığını taşıyan 333/a maddesi ‘Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları taktirde, bu işlem veya eylemlerin başka bir suç oluşturmaması halinde alacaklının şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır...’ buyurucu kuralını getirmiştir.
2- Sanıklar, Uzunköprü Vergi Dairesinin 4910020411 vergi numarasına kayıtlı borçlu şirketin (Kale Tarım Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi) hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olan pay sahibi ve yetkilisidirler (Uzunköprü Ticaret Sicili Memurluğu kayıtları ile ispatlanacaktır.).
3- Borçlu şirketi hukuken ve fiilen yöneten sanıklar ilama dayalı olan Edirne 1.İcra Dairesi'nin 2014/2230 sayılı takip dosyası kesinleşmiş olmasına rağmen bu güne kadar hiçbir ödemede bulunmamışlardır.
Sanıkların, bir aile şirketleri olan borçlu şirketi korumak ve alacaklı olan müvekkilimizi zarara sokmak kastıyla kolayca ödeyebilecekleri takip dosyasına hiçbir ödeme yapmadıkları açıkça ortadadır/bellidir (Edirne 1. İcra Dairesi 2014/ 2230 sayılı takip dosyası, borçlu şirket kayıtları, gerekirse bilirkişi incelemesi ve gerekirse tanık (1) beyanı ile ispatlanacaktır.)” şeklindeki ifadelerle ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan şikâyette bulunduğu,
Uzunköprü Ticaret Sicili Müdürlüğünün 27.10.2014 tarihli yazısına göre; Kale Tarım Sanayi ve Ticaret AŞ’nin en son 21.11.2009 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyeliğine 3 yıl süre ile görev yapmak üzere şirket ortaklarından ..., ... ve Şadıman Kale’nin seçildiği, yönetim kurulunun 01.07.2010 tarih ve 2 nolu kararı ile yönetim kurulu başkanı ...’nin münferiden, başkan vekili Şadıman Kale ve üye ...’nin müştereken imzaları ile temsile yetkili kılındıkları, anılan şirketin bundan başka temsil yetkisi tescil müracaatlarının bulunmadığı,
02.06.2016 tarihli bilirkişi raporunda; borcun kesinleştiği belirtilen 06.02.2014 tarihi itibarıyla şirket defterleri üzerinde şirketin borcunu ödeme gücünün bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yapılan incelemede; şirketin borcu ödeme gücünü, 31.12.2014 tarihli bilançosuna göre 348.537,05 TL olan öz varlığını koruduğunun belirtildiği,
Sanık ... müdafisinin 13.04.2017 tarihli temyiz dilekçesinde “Şirketin Türkiye İş Bankası’na Tekirdağ 2. İcra Müdürlüğünün 2011/5402 esas sayılı dosyada ipotekli borcu olduğunun” belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık ... Mahkemede; alacaklının şirketin muhasebe ve müdürlüğünü yaptığını, şirketin borca batık olduğunu onun da bildiğini, esasen bu suç oluşursa alacaklının da bu suçtan mesul olduğunu, suçun unsurlarının oluşmadığını savunmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli ve 16-28 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK'da cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun’a uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanunu’nda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nun 16. babı kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak düzenleyip hapis ve adli para cezası şeklinde yaptırıma bağlamış, diğer bir kısım eylemleri ise kabahat olarak düzenlemek suretiyle yaptırımlarını disiplin veya tazyik hapsi şeklinde belirlemiştir. Bir kısım suçların resen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmış, bu husus suç tanımının yer aldığı maddelerde; "Bu suçlar alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur.", "alacaklının şikâyeti üzerine", "ilgilinin şikâyeti üzerine", "zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine" ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu’ndaki yaptırım sistemi ile ilgili yapılan bu değişikliklere karşın, bu Kanun'daki suçlar bakımından kabul edilen özel muhakeme usulünü düzenleyen maddelerde köklü herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle İİK'da düzenlenen suçlar bakımından, yeni dönemde de 5271 sayılı CMK hükümleri değil, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanmalıdır. Atıf yapılan hâllerde ise CMK hükümlerinin uygulanabileceği açıktır.
Diğer taraftan İcra ve İflas Kanunu’nda kendine özgü bir özel yargılama sisteminin öngörülmüş olması, bu Kanun'da düzenlenen suçlara ilişkin yargılama işlemlerinin ceza muhakemesi faaliyeti olmadığı anlamına gelmemekte olup aksine sınırlayıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde ve özel kanunun amaç ve prensiplerine uygun düştüğü ölçüde ceza muhakemesi kural ve ilkeleri, İİK'da düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da uygulanabilecektir.
Uyuşmazlığın daha iyi çözümü için 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenen icra ceza muhakemesine ilişkin bir takım kuralların öngörüldüğü maddeler üzerinde durulacaktır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun, “Görev ve birleştirilme yasağı” başlıklı 346. maddesi;
“Bu Kanun hükümlerine göre disiplin veya tazyik hapsine icra mahkemesi karar verir.
İcra mahkemesinin görevine giren bu işler, diğer mahkemelerde görülen ceza davaları ile birleştirilemez.
Bu Bapta yer alan suçlarla ilgili davalara, icra mahkemesinde bakılır.”,
“Şikayet süresi” başlıklı 347. maddesi;
“Bu Bapta yer alan fiillerden dolayı şikâyet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer.”,
“Yetki” başlıklı 348. maddesi;
“Bu Bapta yer alan fiillerden dolayı yetkili icra mahkemesi, icra takibinin yapıldığı yerdeki mahkemedir.”,
İcra ceza mahkemelerindeki muhakeme usulünü düzenleyen “Yargılama usulü” başlıklı 349. maddesi;
“Şikayet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikayetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.
İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeye veya vekil göndermeye mecburdurlar.
İcabında icra mahkemesi, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.
Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.
Maznun, şikayeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir.
Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.
Şikayetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikayet hakkı düşer.
Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur.”,
“Duruşma” başlıklı 350. maddesi;
“İcra mahkemesi iki tarafı ve delillerini dinler ve gerek tarafların gerek şahitlerin ifadelerini duruşma tutanağına geçirir.
Cumhuriyet Savcısı hazır bulundurulmaz.”,
“Tahkikat” başlıklı 351. maddesi;
“Şikayetçi dilekçe veya beyanında gösterilmiş olduğu delillerle bağlıdır.
Maznun müdafası için tahkikatın tevsiini ancak bir kere isteyebilir.”,
“Karar” başlıklı 352. maddesi;
“İcra mahkemesi iki tarafın ifadelerini ve bütün delillerini ve iddia ve müdafaalarını dinledikten sonra nihayet beş gün içinde kararını verir ve hulasasını Cumhuriyet Savcısına bildirir.
Takibi şikâyete bağlı suçlarda dava ve cezanın 354 üncü maddede yazılı sebeplerle düşeceği kararda belirtilir.”,
“İtiraz” başlıklı 353. maddesi;
“İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir.
İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır.”,
“Davanın ve cezanın düşmesi ile ceza verilemeyecek hâller” başlıklı 354. maddesi;
“Kanunun bu babında yazılı suçlardan takibi şikayete bağlı olanların müştekisi feragat eder veya borcun itfa edildiği sabit olursa dava ve bütün neticeleriyle beraber ceza düşer...” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 346 ila 354. maddelerine göre;
1- İİK’nın on altıncı babında düzenlenen suçlarla ilgili davalara icra mahkemesinde bakılacak olup bu davalar diğer mahkemelerde görülen ceza davaları ile birleştirilemeyecektir.
2- Bu bapta yer alan suçlardan dolayı yetkili icra mahkemesi, icra takibinin yapıldığı yerdeki mahkemedir.
3- Bu bapta yer alan suçlardan dolayı şikâyet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde kullanılması gerekir. Aksi takdirde şikâyet hakkı düşecektir.
4- a) Şikâyet, dilekçe veya şifahi beyanla yapılacak olup dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip imza karşılığında şikâyetçiye kalemde tebliğ edecektir.
b) Mahkemece sanığa ve varsa tanığa duruşma davetiyesi tebliğ edilmelidir. Sanığa çıkarılacak duruşma davetiyesi, İİK’nın 349. maddesinin beşinci fıkrasına uygun şekilde gelmediği takdirde yargılamanın gıyabında görüleceğine ilişkin açıklamayı içermelidir.
c) İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeye veya vekil göndermeye mecburdur. İcabında icra mahkemesi, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.
d) Sanığın başka yerde ikamet etmesi durumunda, savunması istinabe yoluyla alınır.
e) Sanık, usulüne uygun olarak tebliğ edilen duruşma davetiyesine rağmen, yargılamayı yapan veya istinabe edilen mahkeme önüne gelmez veya müdafi göndermez ve duruşmada bulunmasına lüzum görülmezse, ancak bu takdirde yokluğunda yargılama yapılması mümkündür.
f) Şikâyetçi, mazeretsiz olarak belirlenen gündeki duruşmaya gelmez veya vekil de göndermezse şikâyet hakkının düşürülmesine karar verilir. Şikâyete bağlı suçlarda, şikâyetçi veya vekilinin duruşmada hazır bulunması zorunlu olup mazeretinin kabulüne karar verilse dahi sanığın mahkûmiyetine veya beraatine karar verilemez.
g) Mahkeme tarafından çağrılmalarına rağmen gelmeyen tanıklar ve sanığın yokluğunda verilen karara karşı eski hâle getirme talebi hakkında CMK’da yazılı hükümler uygulanır.
5- Kanun’un on altıncı babında düzenlenen suçlar ile ilgili davalar duruşmalı görülür. Duruşmada Cumhuriyet savcısı hazır bulunmaz. Yargılama sırasında icra mahkemesi hâkimi iki tarafı ve varsa tanıkları dinleyecek, gösterilen delilleri toplayacaktır. Tarafların ve tanıkların ifadeleri duruşma tutanağına geçirilir.
6- Şikâyetçi dilekçe veya beyanında göstermiş olduğu delillerle bağlıdır. Şikâyetçi, hangi suçtan şikâyette bulunulmuş ise ancak o suça ait yargılama yapılacaktır. Şikâyet dilekçesinde, sanığın işlediğini ileri sürdüğü suçun unsurlarına uygun olarak delillerini somut olarak göstermelidir. Sanık savunması için tahkikatın genişletilmesini ancak bir kere isteyebilir. İcra mahkemesi iki tarafın ifadelerini, bütün delillerini, iddia ve savunmalarını dinledikten sonra beş gün içinde kararını verir. Verilen kararın özetini de Cumhuriyet savcısına bildirir. Takibi şikâyete bağlı suçlarda dava ve cezanın İİK’nın 354. maddesinde yazılı sebeplerle düşeceği kararda belirtilir.
7- İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilecek olup İİK’nın on altıncı babında yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak ise CMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır.
8- İİK’nın on altıncı babında yazılı suçlardan takibi şikâyete bağlı olanların müştekisi feragat eder veya borcun itfa edildiği sabit olursa dava ve bütün neticeleriyle beraber ceza düşer.
5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 8. maddesine göre; ceza mahkemeleri, asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleridir. İcra ceza mahkemeleri de İİK’ya göre kurulmuş olup anılan mahkemelerde yargılama makamı olarak özel bir muhakeme usulü uygulanmaktadır.
Öte yandan İİK’da kabul edilen icra ceza muhakemesi ile CMK’da düzenlenen ceza muhakemesi arasında belirgin farklar mevcut olup bu farkları ortaya koyarken icra ceza muhakemesinin ceza muhakemesinden ayrıştığı noktalara değinmekte fayda bulunmaktadır.
İcra ceza muhakemesinde soruşturma aşaması bulunmamaktadır. İİK’nın on altıncı babındaki takibi şikâyete tabi suçlar yönünden dilekçe veya sözlü beyan ile yapılan şikâyetle birlikte icra ceza davası açılmış ve kovuşturma başlamış olacaktır. CMK’nın 2/1-f. maddesinde yer alan “kovuşturma”ya ilişkin tanım, iddianame ve iddianamenin kabulü bulunmaması sebebiyle icra ceza muhakemesinde geçerli değildir.
Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli ve 16-28 sayılı kararında belirtildiği üzere şikâyet, İİK’nın 347. maddesinde belirtilen süreler içerisinde yetkili icra mahkemesine yapılmalı, bu suçlarla ilgili yargılamada İİK hükümleri uygulanmalıdır. Şikâyet doğrudan icra ceza mahkemesine yapılması gerektiğinden CMK’nın 170. maddesi uyarınca iddianame düzenlenmesine gerek bulunmadığı gibi aynı madde ve devamında yer alan hükümlerin bu suçlar yönünden uygulanması mümkün değildir. Bu nedenle şikâyetin kabulü veya iadesi şeklinde bir uygulama söz konusu olmayacak, şikâyet dilekçesi veya sözlü beyanla açılması gereken dava, yanlışlıkla iddianame ile açılmış olsa dahi, dava kamu davasına dönüşmeyecektir.
Ceza muhakemesinden farklı olarak icra ceza muhakemesinde sanığın savunması alınmaksızın dahi hapis cezası verilebilir. Resen araştırma ilkesi geçerli değildir. Yetkili mahkeme suçun işlendiği yer değil icra takibinin yapıldığı yerdeki icra ceza mahkemesidir. Duruşmalarda Cumhuriyet savcısı hazır bulundurulmaz. Ceza muhakemesinde bağlantılı davaların birleştirilmesi mümkün iken icra ceza mahkemesinin görevine giren suçlara ilişkin davalar, diğer mahkemelerde görülen ceza davaları ile birleştirilemez. İcra ceza muhakemesinde iki tarafın ifadeleri, bütün delilleri, iddia ve müdafaaları dinlendikten sonra nihayet beş gün içinde kararın verilmesi gerektiği ve sanığın savunması için yargılamanın genişletilmesini ancak bir kere isteyebileceği kabul edilmiştir.
Ceza muhakemesinde şikâyet, kural olarak sadece soruşturma evresini başlatırken icra ceza muhakemesinde şikâyet, kovuşturma evresini başlatmaktadır. TCK’da şikâyet süresi zamanaşımı süresini geçmemek kaydıyla fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden itibaren 6 ay iken icra ceza muhakemesinde fiilin öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten itibaren 1 yıldır. Ceza muhakemesinde şikâyet kural olarak Cumhuriyet savcılığına veya kolluğa yapılmakta iken icra ceza muhakemesinde doğrudan icra ceza mahkemesine yapılmaktadır. Ceza muhakemesinde şikâyetle birlikte delil sunma zorunluluğu yokken icra ceza muhakemesinde şikâyetle birlikte deliller somut olarak gösterilmelidir. Ceza muhakemesinde şikâyetçinin kovuşturmayı takip etme zorunluluğu yokken icra ceza muhakemesinde şikâyetçi bizzat veya vekili aracılığıyla duruşmaları takip etmek zorundadır. TCK’da hükmün kesinleşmesinden sonra şikâyetten vazgeçildiğinde cezanın infazına engel olunamazken icra ceza muhakemesinde şikâyetten feragat edildiğinde dava ve bütün neticeleriyle beraber ceza düşmektedir.
Görüldüğü üzere İİK’da hukuki sorunların en kısa ve basit şekilde çözümlenmesi yöntemi benimsenmiş, Kanun’da düzenlenen suçlara ilişkin farklı bir yargılama usulü öngörülmüştür. İcra ceza muhakemesinde takibi şikâyete bağlı suçlar bakımından ceza davasının kamusallığı ilkesi geçerli olmayıp ceza kovuşturmasının kişiselliği ilkesi kabul edilmiştir. İcra ceza muhakemesi, icra takip sisteminin verimli işlemesini, alacaklıların alacağını hızlı ve basit şekilde tahsil etmesini amaçlamaktadır. Bu nedenle takibi şikâyete bağlı suçlar yönünden dava açılma şekli, şikâyet süresi, davayı takip sistemi, delil sunma, savunma yapma, duruşmada gözetilecek usuller, duruşmaya katılacak taraflar, karar için belirlenen süre, şikâyetten vazgeçme veya borcun ödenmesi hâllerinde hiçbir koşula bağlı olmadan ve infaz dahil olmak üzere bütün aşamalarda geçerli olan davanın ve cezanın düşmesi şeklindeki özel düzenlemeler dikkate alındığında icra ceza muhakemesindeki asıl amacın borçlunun kötü niyetli davranışlarının önüne geçmek, ceza dosyasının temelini oluşturan icra dosyasında alacaklı olan şikâyetçinin alacağını tahsil etmesini sağlamak ve borçluyu borcun ifasına zorlamak olduğu, ceza muhakemesinde olduğu gibi icra ceza muhakemesinin, suç işlemeyen diğer kişilerin suç işlemekten çekinmesi (caydırma), suç işleyen kişinin bir daha suç işlemesinin önüne geçme, suçluyu topluma kazandırma, suçluyu ıslah etme gibi (uslandırma) amaçları bulunmamaktadır.
Gelinen bu aşamada ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçuna değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
2004 sayılı İİK’nın “Ticari işletmede yöneticinin sorumluluğu:” başlıklı 333/a maddesi;
“Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticarî işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka bir suç oluşturmaması hâlinde, alacaklının şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki suç taksirle işlendiği takdirde, alacaklının şikâyeti üzerine, fail hakkında zararın ağırlığına göre ikibin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında bir ticaret şirketinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip kişi ya da kişilerin alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıların maddi kayıplarına neden olmaları icra suçu olarak düzenlenmiştir. Ticari şirket yöneticilerin hukuki kurallara uymaları ve temsil ettikleri şirketin borçlarını ödemeleri genel kuraldır. Fakat ticaret hayatında bu kurala uygun hareket etmeyen yöneticilerin olduğu aşikârdır. Bu nedenledir ki kanun maddesi ile ticari işletme yöneticilerinin borç ödememek fiiliyle gerçekleştirdikleri hukuka aykırı davranışları cezai yaptırım altına alınmıştır (Adem Baştemür, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Düzenlenen İcra Suçları, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2019, s. 51.).
Suçun oluşumu için, takibin kesinleştiği gün itibarıyla ticaret şirketinin, borcu ödeme gücü olmasına rağmen, hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olan yetkilisinin, alacaklıları zarara uğratmak kastıyla şirket borcunu kısmen veya tamamen ödememesi gerekmektedir. Bu tarihte ödeme gücünün bulunup bulunmadığının belirlenmesi için ticaret şirketinin defter, kayıt ve belgeleri ile banka hesapları üzerinde uzman bilirkişi marifetiyle karşılaştırmalı olarak inceleme yaptırılmalı, şirket aleyhine başka icra takipleri bulunup bulunmadığı araştırılıp, ticaret şirketinin bütün aktif ve pasif durumu ortaya konularak, takibin kesinleştiği tarih itibarıyla ödeme gücü saptanmalıdır.
İİK’nın 333/a. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan “ticari şirket yöneticisinin alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticari işletme borçlarını ödememesi” suçunun oluşabilmesi için, öncelikle kanuna uygun ve kanun maddesinde belirtilen türlerde kurulmuş ve resmî olarak faaliyetlerine devam eden ticaret şirketlerinden birinin olması gerekmektedir. Bir kimsenin bu suçun faili olabilmesi için TTK’nın 124. maddesinde sayılan anonim, kollektif, komandit, kooperatif ve limited şirket türlerinden birinde hukuken veya fiilen yönetici vasfıyla görevli olması gerektiğinden İİK’nın 333/a maddesinde düzenlenmiş olan bu suç özgü suçtur.
Mağdur ise alacaklılardır. Borcun kısmen veya tamamen ödenmemesinden dolayı zarara uğrayan alacaklılar suçun mağdurudur. Suçun konusu ticaret şirketinin borçlarıdır. Kanun koyucu maddede ticaret şirketi kavramını kullanırken borçları ifade etmek için ticari işletmenin borçları belirlemesine yer vermiştir.
Anılan suçun fiili, borçların ödenmemesidir. İİK’nın 333/a. maddesindeki suçun oluşması için öncelikle ticaret şirketi hakkında bir icra takibi olmalı, ödeme emri şirket yöneticisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmeli ve ticaret şirketinin ödeme imkânı olmasına rağmen borcu ödememesi gerekir. Ödememe eylemi kısmen veya tamamen olabilir. Ödememe herhangi bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Ödeme yapmak için yeterli mali gücü bulunan ticari şirket yöneticisinin alacaklıyı zarara uğratmak kastıyla borcu ödemekten kaçınması failin cezalandırılabilmesi için yeterli değildir. Borcun ödenmemesi sebebiyle alacaklının zarar görmesi de gereklidir.
İİK’nın 333/a maddesinde düzenlenen ve ticari işletme yöneticisinin gerçekleştirdiği bu suçun oluşabilmesi için sanığın eyleminin başka bir suçu oluşturmaması gerekmektedir. Yani eylem İİK’da veya diğer kanunlarda düzenlenen başka bir suçu oluşturuyorsa İİK’nın 333/a maddesi uygulanmayacaktır.
Suçun manevi unsuru, ticaret şirketinin borcu ödeme gücü olmasına rağmen, hukuken ya da fiilen yöneticisi konumunda olan kişinin “alacaklıları zarara uğratmak kastıyla” ticari işletmenin borcunu ödememesidir.
Ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçu takibi şikâyete bağlı suçlar arasında sayılmıştır. Şikâyet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde kullanılması gerekir. Aksi takdirde şikâyet hakkı düşecektir.
Diğer taraftan İcra ve İflas Kanunu’nda kendine özgü bir yargılama sistemi öngörülmesinin bu Kanun’da düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılama işlemlerinin ceza yargılaması faaliyeti olmadığı anlamına gelmemesi, aksine sınırlayıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde ve özel kanunun amaç ve prensiplerine uygun düştüğü ölçüde “somut gerçeğin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde kesin olarak saptanması” amacı ve “adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, öne sürülen ve olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm yasal kanıtların araştırılıp tartışılması” zorunluluğunun anılan suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da aynen geçerli olduğu unutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Şikâyetçi ... tarafından borçlu Kale Tarım San. ve Tic. AŞ’den 45.746,21 TL alacağının tahsili amacıyla Edirne 1. İcra Müdürlüğünün 2014/2230 esas sayılı dosyasında 14.03.2014 tarihinde işçi alacakları ve kıdem tazminatına ilişkin Uzunköprü 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.02.2014 tarihli ve 565-36 sayılı ilamını icraya koyarak icra takibine başlanıldığı, ödeme emrinin borçlu şirkete 25.03.2014 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine itiraz edilmeksizin takibin kesinleştiği, takibin kesinleştiği gün itibarıyla sanıkların yönetim yetkisine sahip oldukları ticaret şirketinin, borcu ödeme gücü olmasına rağmen, alacaklıları zarara uğratmak kastıyla şirket borcunu ödemedikleri belirtilerek şikâyetçi vekili tarafından 28.05.2014 havale tarihli dilekçe ile sanıklar hakkında İİK’nın 333/a. maddesinde düzenlenen “ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi” suçundan şikâyette bulunulduğu anlaşılmıştır.
İcra mahkemelerinin hukuki dava ve şikâyetlerde uygulayacağı usuller ile ceza davalarında uygulayacağı usullerin İİK’da birbirinden farklı şekilde düzenlenmesi, İcra ve İflas Kanunu’nda kendine özgü bir yargılama sistemi öngörülmesinin bu Kanun’da düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılama işlemlerinin ceza yargılaması faaliyeti olmadığı anlamına gelmemesi, aksine sınırlayıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde ve özel kanunun amaç ve prensiplerine uygun düştüğü ölçüde “somut gerçeğin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde kesin olarak saptanması” amacı ve “adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, öne sürülen ve olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm yasal kanıtların araştırılıp tartışılması” zorunluluğunun anılan suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da aynen geçerli olması, icra ceza muhakemesinde İİK’nın on altıncı babında düzenlenen takibi şikâyete bağlı suçlar bakımından resen araştırma ilkesi kabul edilmemiş ise de bu hususun İİK’nın 351. maddesiyle sınırlı olması sebebiyle aynı Kanun’un 333/a maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru olan “alacaklıyı zarara uğratmak kastı” ile hareket edilip edilmediğinin icra ceza mahkemesi tarafından resen incelenmesinde zorunluluk bulunması, kaldı ki şikâyet dilekçesinde borçlu şirketi hukuken ve fiilen yöneten sanığın ilama dayalı olan Edirne 1. İcra Dairesinin 2014/2230 sayılı takip dosyası kesinleşmiş olmasına rağmen bugüne kadar hiçbir ödemede bulunmadıklarını, sanığın, bir aile şirketleri olan borçlu şirketi korumak ve alacaklıyı zarara sokmak kastıyla kolayca ödeyebileceği takip dosyasına hiçbir ödeme yapmadığının açık olduğu belirtilerek bu hususun takip dosyası, borçlu şirket kayıtları, bilirkişi incelemesi ve gerekirse tanık beyanı ile ispatlanacağının ileri sürülmesi ve 2015 yılına ait kurumlar vergisi beyannamesine göre 0 TL matrah ve 1.819,47 TL zarar bulunması karşısında;
Suçun oluşumu için, takibin kesinleştiği gün itibarıyla ticaret şirketinin, borcu ödeme gücü olmasına rağmen, hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olan yetkilisinin, alacaklıları zarara uğratmak kastıyla şirket borcunu kısmen veya tamamen ödememesi gerektiği, takibin kesinleştiği tarihte borçlunun ödeme gücünün bulunup bulunmadığının ve alacaklıları zarara uğratmak kastıyla hareket edilip edilmediğinin belirlenmesi için ticaret şirketinin defter, kayıt ve belgeleri ile banka hesapları üzerinde uzman bilirkişi marifetiyle karşılaştırmalı olarak inceleme yaptırılmalı, şirket aleyhine başka icra takipleri bulunup bulunmadığı araştırılıp, ticaret şirketinin bütün aktif ve pasif durumu ortaya konularak, takibin kesinleştiği tarih itibarıyla ödeme gücünün saptanması gerektiği hususları dikkate alınmadığı gibi sanık ... müdafisinin 13.04.2017 tarihli temyiz dilekçesinde “Şirketin Türkiye İş Bankası’na Tekirdağ 2. İcra Müdürlüğünün 2011/5402 esas sayılı dosyada ipotekli borcu olduğunun” ileri sürülmesine rağmen özellikle borçlu şirket aleyhine sanık müdafisi tarafından bildirilen veya başkaca icra takipleri bulunup bulunmadığına ilişkin araştırma yapılmadan yalnızca borçlu şirket defterleri üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak sanık tarafından alacaklıyı zarara uğratma kastıyla borcun ödenip ödenmediği tartışılmadan eksik araştırma ile hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemece sanık ...’ye atılı ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının tespiti bakımından eksik araştırmaya dayalı olarak verilen direnme kararına konu hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Sanık ... hakkında ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçundan kurulan ve hukuki değerden yoksun olan 03.11.2020 tarihli direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün temyiz edilemeyeceği anlaşıldığından, anılan hükme yönelik sanık müdafisinin temyiz istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
2- Edirne İcra Ceza Mahkemesinin 03.11.2020 tarihli ve 166-308 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanık ...’ye atılı ticari işletme yöneticisinin alacaklıları zarara sokmak kastı ile borcu ödememesi suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının tespiti bakımından eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.01.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.