Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/232 Esas 2022/74 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2019/232
Karar No: 2022/74
Karar Tarihi: 10.02.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/232 Esas 2022/74 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2019/232 E.  ,  2022/74 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi


    Sanık ...’nun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan TCK’nın 125/1-2, 3-a, 4 43, 62 ve 52/2-4. maddeleri gereğince 13.260 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ... 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 19.04.2016 tarihli ve 316-130 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 06.12.2018 tarih, 17204-16622 sayı ve oy çokluğu ile;
    "Sanık tarafından davaya konu yazı okuyucunun ilgisini çekmesi için çarpıcı bir ifade tarzıyla kaleme alınmıştır. Ancak AİHM içtihatlarında da belirtildiği üzere, özellikle gazeteciler bir dereceye kadar abartma hakkına sahiptirler. Yazı içeriğindeki ifadeler, söylendiği yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta değildir. Aksi düşünülecek olursa, suçla korunmak istenen değer ölçüsüz bir şekilde genişleyecek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı gözetilmeden sanığın beraati yerine, hükümlülük kararı verilmesi,
    Kabule göre ise;
    Sanık hakkında tayin olunan gün karşılığı adli para cezası paraya çevrilirken, uygulama maddesinin gösterilmemesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
    Daire Üyesi C. Köksal ise; "Sanığın yazı içeriğinde, müştekilere somut olgu içeren suç isnadında bulunması karşısında, atılı suçtan verilen mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne katılmıyorum." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da 16.01.2019 tarih ve 302846 sayı ile;
    "......'in, imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü olduğu Türk Solu Gazetesi'nin, 06.04.2014 tarihli nüshası incelendiğinde, gazetenin kapak sayfasında yayın tarihi itibarıyla T.C. Başbakanı olarak görev yapan ...'ın fotoğrafının yayımlandığı, bu fotoğrafın üzerinde 'Hırsız oyları da çaldı!' başlığının yazıldığı, Gazete'nin 3. sayfasında yayımlanan ve yazının kenarında ismi ve fotoğrafının bulunması nedeniyle sanık ...'nun eser sahibi olduğu anlaşılan '...'nin Seçim Gecesi Operasyonu'nu açıklıyoruz! Oylar nasıl çalındı?' başlıklı ve 'Üçlü Çete: Tayyip, Fidan, Ala' şeklindeki beyan ile başlayan yazı içeriğinde ..., İçişleri Bakanı ... ve Milli İstihbarat Müsteşarı olarak görev yapan ...'ı yaptıkları görev ile bağlantı kurarak çete şeklinde faaliyet gösterdikleri yönünde açıklamalara yer verildiği, yine suçtan zarar görenlerin ifa ettikleri görev ile bağlantı kurularak '...'nin devletin kasasını nasıl soyduğu, artık belgelidir. Tıpkı paraları çaldıkları gibi oyları da çaldılar ve muhalif oyları sıfırladılar!' şeklinde beyanlarda bulunulduğu, bu arada suçtan zarar görenlerin fotoğraflarının bir üçgen şekli çevresinde yayınlandığı, yazının yapılan seçimler sırasında kullanılan oylar ile ilgili iddia ve beyanlarda bulunulurken, konu ile ilgisi bulunmayan ve açıklanmasında yarar bulunmayan bir şekilde suçtan zarar görenlerin yaptıkları görev kapsamında ve bu görevleri ile ilişkilendirilerek onur ve şereflerini zedeleyici mahiyette beyanlarda bulunulduğu, bu suretle sanıkların TCK'nın 43/2 maddesi yollaması ile zincirleme suç kapsamında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçunu işledikleri ileri sürülerek açılan kamu davasında,
    Sanık ...'nun eser sahibi olduğu 3. sayfadaki baş yazısında;
    '...'nin seçim gecesi operasyonunu açıklıyoruz, oylar nasıl çalındı' şeklindedir. Onun altında yazı girişinde şu ibareler yer almıştır. '... hile ile hırsızlık ile iktidarda kalamaz yıkılacaktır, Allah'ın bir olduğuna inandığımız gibi buna inanalım morali bozmayalım, mücadeleyi bırakmayalım'. Sanık ... yazısına böyle bir giriş yapmıştır.
    Yazı bir bütün olarak incelendiğinde; sanığın, özetle müdahillerin üçünü de üçlü çete olarak tanımlamış seçimden hezimetle çıkmamak adına bir plan yapılmış alınan ilk kararın seçimlerin sonuçlarını halkın bilmemesi olduğunu, kaç sandığın açıldığı ve sonucun ne olacağını ... ve ...'nın karar vereceğini, ... Genel Merkezi Emniyet Genel Müdürlüğü ve... tarafından üç ayrı seçim veri tabanı hazırlandığını, sandıkların kapatıldığı 17.00 den bir saat sonra aslında...'nin oyunun % 33 olduğunu, ... ve ...'nın az oyla kaybedildiğini, o anda Başbakan ...'ın sandıklara müdahale emri verdiğini, ...'a büyük ...'ya küçük bir müdahale yapılacağını, Anadolu Ajansına sonuçları gecikme emri verildiğini, böylelikle sandıkların % 10-15'inin açıldığını görenlerin şüphelenmeyeceğini, bu arada da... görevlilerinin sandık sonuçlarını adım adım değiştireceğini, saat 24.00'da operasyonun tamamlandığını, bunun tarihin en büyük seçim hilesi olduğunu açıklamaktadır.
    Sanığın, yazı içerisinde muhalefet ve vatandaşın ne yapması gerektiğini de bildirmektedir. Bu seçimler hileli olduğuna göre...'nin devletin kasasını nasıl soyduğunu artık belgeli olduğunu tıpkı paraları çaldıkları gibi oyları da çalıp muhalif oyları sıfırladıklarını bildirmektedir. Yazının devamında sanığın siyasi görüşleri yer almıştır. Yine yazının 2. sayfasında her üç müdahilin birer resmine yer verilerek hırsızlığın üç katılan tarafından gerçekleştiği algısı yaratılmaktadır.
    Hakarete konu eylemlerin gerçekleşme şekli ve saiki çerçevesinde sanık eyleminin demokratik düzen içerisinde yer alan seçim konusunda üç müdahili sıfatları ile değerlendirip çete kurarak seçime hile karıştırıp sadece bir partinin oylarının yükselmesi için gereken müdahalelerde bulunmak şeklinde isnatta bulunduğu,
    Söz konusu eylemler nedeni ile bu sanık yönünden de iç hukuka göre hakaret suçunun unsurlarının gerçekleştiği kabul edilmelidir.
    Zira, bir ...., bir İçişleri Bakanı ve bir M.....hakkında hilekâr tanımlaması yapmak onların sadece kendi lehlerine seçimde hile yaptıklarını bildirmek taşıdıkları sıfat ve oturdukları makam itibari ile bu müdahillerin ... gözünde küçük düşürülmesini sağlamaya elverişli olduğu açıkça görülmektedir.
    T.C. Hükümetinde görev alan müdahillere bu şekildeki gerçeğe uygun olmayan yüklemelerin katılanlar nezdinde küçültücü değer yargısı taşımaktadır. Kamuoyu önünde suçlu oldukları algısı yaratılmaktadır.
    Bu itibarla sanığın katılanların, kişiliğine yönelik olarak yapılan açıklamaların kamuoyunu bilgilendirme kapsamında olmayıp, eleştiri boyutunu aştığı ve katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte bulunduğu anlaşıldığından,
    Sanığın, kamu görevlilerine karşı görevinden dolayı alenen hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleştiği kabul edilmelidir...." görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
    CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 07.03.2019 tarih, 477-4690 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    İtirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan verilen mahkumiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    İddia, suça konu ifadelerin yer aldığı “Türksolu” isimli siyasi gazetenin 06.04.2014 tarihli ve 443 sayılı baskısının sureti, ... İl Emniyet Müdürlüğünün sanık tarafından “Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesinde paylaştığı içeriklere ilişkin 05.06.2014 tarihli ve 93675 sayılı yazısı, katılan vekillerinin sanık tarafından yazılan ve paylaşılan içeriklerin suç teşkil ettiğine dair beyan ve dilekçeleri, inceleme dışı sanık ...’in suça konu ifadelerin yer aldığı yazıların gazetede yayımlandığına ilişkin anlatımı ve sanığın söz konusu yazı ve içeriklerin kendisi tarafından yazılıp paylaşıldığı yönündeki savunmaları ve tüm dosya kapsamından; inceleme dışı sanık ...'in imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü olduğu “Türksolu Gazetesi'nin 06.04.2014 tarihli nüshasının kapak sayfasında yayın tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yapan katılan ...'ın fotoğrafının yayımlandığı, bu fotoğrafın üzerinde “Hırsız oyları da çaldı!” başlığının yazıldığı, Gazete’nin üçüncü sayfasında yayımlanan ve yazının kenarında ismi ve fotoğrafının bulunması nedeniyle sanığın eser sahibi olduğu anlaşılan “...’nin Seçim Gecesi Operasyonu'nu ... Oylar nasıl çalındı?” başlıklı ve ....şeklindeki beyan ile başlayan yazı içeriğinde katılanlar .... Müsteşarı ...'ın yaptıkları görevler ile bağlantı kurarak çete olarak faaliyet gösterdikleri yönünde açıklamalara yer verildiği, yine katılanların ifa ettikleri görev ile bağlantı kurularak “...’nin devletin kasasını nasıl soyduğu, artık belgelidir. Tıpkı paraları çaldıkları gibi oyları da çaldılar ve muhalif oyları sıfırladılar!" biçiminde açıklamaların yapıldığı, bu arada katılanların fotoğraflarının bir üçgen şekli çevresinde yayımlandığı hususunda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
    Uyuşmazlık konusu ile ilgili mevzuat incelendiğinde;
    Uyuşmazlık konusunun ifade ve basın hürriyetleriyle doğrudan ilgisi nedeniyle, öncelikle bu hususlar ulusal ve uluslararası düzenlemeler kapsamında değerlendirilmeli, ardından haber verme, eleştiri ve ayrıca hukukumuzda içtihatlar yoluyla yer edinen unutulma hakkı ile TCK’nın 125. maddesinde düzenlenen hakaret suçunun unsurları üzerinde durulmalıdır.
    Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.
    Bu bağlamda;
    İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
    "Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir",
    İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
    "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir" hükümlerine yer verilmiştir
    Anayasa'mıza bakıldığında;
    25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında;
    “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”
    26. maddesinde, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
    "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir" hükümleri yer almıştır.
    Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
    Basın hürriyeti ise Anayasa'nın 28. maddesinde;
    "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.
    Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
    Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır" şeklinde düzenlenmiş,
    Maddenin atıf yaptığı "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddenin ikinci ve devamı fıkralarında;
    "Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
    Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
    Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir" hükümlerine yer verilmiştir.
    AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında da;
    "Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir" denilmiştir.
    Basın özgürlüğü, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde, "Basın Özgürlüğü" başlığı altında;
    "Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
    Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir" biçimindeki düzenleme altına alınmış ve sınırları çizilmek istenilmiştir.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü Demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu halinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. 10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir" şeklinde görüş belirtmiştir. (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976).
    Ceza Genel Kurulunun 20.03.2007 tarihli ve 65-70 sayılı kararında da belirtildiği gibi; geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser ortaya koyma haklarıdır.
    Temelini AİHS'nin 10. maddesi ile Anayasa'nın 28. ve devamı maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü ve bu kapsamda bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser ortaya koyma hakkı, TCK'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında; "Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez." düzenlemesi kapsamında bir hukuka uygunluk nedenidir. Ancak habere ulaşma, haberi yorumlama ve eleştirme ile haberi kamuya ulaştırmayı kapsayan bu hakkın hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesi için; haberin gerçek ve güncel olması, haberin kamuyu ilgilendirmesi yani kamuoyunun haberi öğrenmekte menfaatinin bulunması ve haber ile haberin veriliş şeklinin uyumlu olması gereklidir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, ..., 2013, 3. Bası, s. 323; ... Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, ..., 2010, 6. Bası, s. 336-338; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, ... Yayınevi, ..., 2011, 12. Bası, s. 279-282).
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.02.1998 tarihli ve 386-52 sayılı kararında da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.
    Anayasa'nın 2, 13, 14 ve 26/2. ile AİHS’nin 10/2 ve 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; hürriyetlerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak; ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için kanunla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabii tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için, önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada aşırıya gidilmemesi ve her halükârda gelişimi zedelemeyecek ölçüde yapılması görüşü genel bir kabul görmüştür.
    Sınırlama veya müdahale için; yasal bir düzenleme, sınırlamanın meşru bir amacı, fıkrada sayılan sınırlama nedenlerinin bulunması, sınırlamanın meşru amaçla orantılı ve önlemin demokratik toplum bakımından “zorunlu” olması gerekmektedir.
    Öğretide de, ifade hürriyetinin, demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden ve toplumun gelişip ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiği, bu bağlamda sadece geniş bir kabul gören, zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgi ve fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğu, demokratik bir toplumda olmazsa olmaz tölerans ve hoşgörünün bunu gerektirdiği vurgulanmaktadır (Durmuş Tezcan, M. Ruhan Erdem, Oğuz Sancakdar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yayıncılık, 2. Baskı, 2004, s. 462.).
    Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
    Mutlak haklardan olmayan ifade ve basın özgürlüğünün, gerek bilgiye ulaşmada/haber almada, gerekse düşünce ve kanaati açıklama ve yaymada sınırsız bir özgürlük vadetmediği de tartışmadan varestedir. AİHS kişilere her türlü bilgiye erişim hakkı tanımamıştır (AİHM, Loiseau/Fransa Başvurusu). Nitekim hem AİHS, hem Anayasa, hem de Basın Kanunu, demokratik toplumun zorladığı bir gerekliliğin varlığı durumunda, meşru amaçlar için, hakkın özüne dokunmayan ölçülü sınırlamaların getirilebileceğini öngörmüştür.
    Ancak toplum hayatında temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kaçınılmazdır. Çünkü toplumsal yaşama gerçeği ve bu gerçeğin zorunlu unsuru olan "ortak düzen" realitesi, özgürlükler idealitesinin sınırlılığını koşullamaktadır. (Eren 2004 sy. 15) Düzensizlik, kargaşa ve huzursuzluk içinde gerçek özgürlüğün varlığından bahsedilemez. Hürriyetlerin sınırlandırılmadığı bir ortam, toplum hayatı ve kamu düzeni açısından tehlikeli olduğu gibi bireylerin kendi menfaatlerinin de aleyhinedir. Sınırları belirtilmeyen özgürlükler, özgürlük vaadinden başka bir şey değildir. Bu vaadin sosyal hayat içinde bir kargaşa ortamı yaratmadan, gerçek manada vücut bulabilmesi için ham madde halindeki hürriyetlerin kanun yoluyla işlenmesi ve herkesin hak ve hürriyetlerinin nereye kadar uzanıp nerede bittiğinin açıkça belli edilmesi gerekir." (Münci Kapani 1970, sy. 204)
    "Medyanın 4. Kuvvet olarak yasama, yürütme ve yargı erklerine zaruri bir ek olarak görülmesi nedensiz değildir. Bu şekilde tanımlanmasının altında medyanın demokratik toplumda siyasi ve adli mercilere karşı bir denge sağlayacak biçimde bağımsız dolayısıyla da değerli bir faktör olarak rolünün vurgulanması yatar.... Ancak yazılı ve görsel medya çeşitliliği ve içeriği üzerinde uygulanan farklı biçimde ki kontrol ve baskı, medyanın bağımsızlığı ve çoğulculuğunu engelleyebilmektedir. Bazen medyanın gücü demokrasinin işleyişini tehdit etme derecesine varabilecek şekilde kötüye kullanılabilmektedir. Bazı medya organları, azınlıkları, savunmasız başka gruplara karşı düşmanlık, nefret ve şiddeti körüklemek için kullanılmaktadır." (Avrupa da Medya Özgürlüğü ve İnsan Hakları, Tohomas Hammarberg, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri
    Ne var ki, düşüncelerin şiddete teşvik etmediği durumlarda, yani şiddete başvuru veya kanlı intikam yollarını övmediği, yandaşlarının amaçlarını gerçekleştirme doğrultusunda terör eylemlerinin işlenmesini haklı göstermediği ve kimliği belirli şahıslara karşı telkin ettikleri derin ve mantıksız nefretle şiddete teşvik edebilecekleri şeklinde yorumlanamadıkları takdirde, Sözleşmeci Devletlerin, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen amaçları, yani toprak bütünlüğünün korunmasını, milli güvenliği, kamu düzeninin korunmasını ve suçun önlenmesini ileri sürerek bile, halkın haber alma hakkını kısıtlayamayacağı yerleşik içtihadlarla kabul edilmektedir. (... ... Altan Türkiye Başvuru No: 13237/17, 20 Mart 2018 ve Sürek/Türkiye no. 24762/94, 8 Temmuz 1999)
    Diğer taraftan Anayasanın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarının da bulunduğuna gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla ifade ve basın özgürlüklerinin kullanımı yönünden basın için geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar" da bulunmaktadır. (Anayasa Mahkemesi 15.02.2017 tarih, 2014/2983 ve 25.02.2016 tarih, 2015/18567 Başvuru)
    İfade hürriyeti başkalarının şöhret ve haklarının korunması için sınırlandırılabilir. Bir yanda gazetecinin ifade hürriyeti diğer yanda şeref ve itibarın korunma hakkı karşı karşıya geldiğinde, demokrasi için olduğu gibi bazı ölçütler göz önünde bulundurularak şeref ve itibarın korunma hakkı tercih edilmelidir. Şüphesiz, bir olayın olup olmadığı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanması istenemez. Bunun için yazının hedef aldığı kişinin kimliği, yazının amacı, değer yargısının belli bir olgusal temel içerip içermediği belirlenmelidir.
    Bu kapsamda TCK'nın “Hakaret” başlıklı 125. maddesi incelendiğinde:
    “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
    (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
    (3) Hakaret suçunun;
    a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
    b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
    c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
    İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
    (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
    (5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” şeklindeki düzenlenmelere yer verildiği görülmektedir.
    Bu düzenlemeyle, 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir (Mahmut Koca, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, ... Yayınevi, ..., 2013, s. 430.).
    Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
    Eleştiri ise, herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
    Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunludur. Bununla birlikle demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasa'dan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de, eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
    Öte yandan, her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    İnceleme dışı sanık ...'in imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü olduğu “Türksolu Gazetesi”nin 06.04.2014 tarihli nüshasının kapak sayfasında yayın tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yapan katılan ...'ın fotoğrafının yayımlandığı, bu fotoğrafın üzerinde “Hırsız oyları da çaldı!” başlığının yazıldığı, Gazete’nin üçüncü sayfasında yayımlanan ve yazının kenarında ismi ve fotoğrafının bulunması nedeniyle sanığın eser sahibi olduğu anlaşılan “...’nin Seçim Gecesi Operasyonu'nu Açıklıyoruz! Oylar nasıl çalındı?” başlıklı ve.... şeklindeki beyan ile başlayan yazı içeriğinde katılanlar.....'ın yaptıkları görevler ile bağlantı kurarak çete olarak faaliyet gösterdikleri yönünde açıklamalara yer verildiği, yine katılanların ifa ettikleri görev ile bağlantı kurularak “...’nin devletin kasasını nasıl soyduğu, artık belgelidir. Tıpkı paraları çaldıkları gibi oyları da çaldılar ve muhalif oyları sıfırladılar!" biçiminde açıklamaların yapıldığı, bu arada katılanların fotoğraflarının bir üçgen şekli çevresinde yayımlandığı olayda;
    Sanık tarafından kaleme alınan yazıdaki 30 Mart 2014 tarihli yerel seçimlerle bağlantılı hususlar AİHS'nin 10, Anayasa'nın 28 ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddelerinde düzenlenen basın özgürlüğü ile bu kapsamdaki bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser ortaya koyma hakları bağlamında TCK'nın 26. maddesinin birinci fıkrası uyarınca en azından siyasi kimliği bulunan kamu görevlileri açısından bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilir ise de;
    Olay tarihi itibarıyla Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı olarak görev yapan katılanlardan ...'ın siyasi bir kimliğinin bulunmaması, yerel seçimler ile ilgisi olmayan "...'nin devletin kasasını nasıl soyduğu artık belgelidir. Tıpkı paraları çaldıkları gibi..." şeklindeki ifadelerin itiraza konu dosyaya yansıyan herhangi bir dayanağının olmaması ve "Hırsız oyları da çaldı!" cümlesindeki "-da" bağlacı ile kanıtlanamayan başka hırsızlık iddialarına da vurgu yapılması nedenleriyle gerçek ve güncel nitelik taşımayan bu haberlerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla hakkın kullanılması boyutunu aşan ve katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici nitelikte bulunan itiraz konusu ifadelerin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
    Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire'nin bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün sanık hakkında tayin olunan gün karşılığı adli para cezasının paraya çevrilmesi sırasında uygulama maddesinin gösterilmemesi eleştirisiyle onanmasına karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 06.12.2018 tarihli ve 17204-16622 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
    3- ... 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 19.04.2016 tarihli ve 316-130 sayılı hükmün, sanık hakkında tayin olunan gün karşılığı adli para cezasının paraya çevrilmesi sırasında uygulama maddesinin gösterilmemesi eleştirisiyle ONANMASINA,
    4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 10.02.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.


    Hemen Ara