Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/544 Esas 2022/123 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2017/544
Karar No: 2022/123
Karar Tarihi: 24.02.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/544 Esas 2022/123 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2017/544 E.  ,  2022/123 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi


    Davacı ... ... ... vekilinin, müvekkili ...'in silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla 14.04.2012 tarihinde yakalanıp gözaltına alındığı, 16.04.2012 tarihinde tutuklandığı, tutuklandığı suç nedeniyle hakkında 12.04.2013 tarihinde kamu davası açıldığı, ilgili mahkemece 24.04.2013 tarihinde tensip zaptı düzenlenmesine rağmen 22.08.2013 tarihinde duruşmaya çıkarılarak tahliye edildiği, yakalama anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu kaldığı hâlde hâkim huzuruna çıkarılmadığı ve bu nedenle uğranılan 5.000 TL manevi zararın gözaltına alındığı tarihten itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte davalı ... Hazinesinden tahsili talebiyle açtığı davanın reddine ilişkin ... 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.01.2014 tarihli ve 286-5 sayılı hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 14.12.2015 tarih ve 19906-19237 sayı ile;
    "...1- Dosya kapsamı itibarıyla 16.04.2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hâli farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/3. maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hâli ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,
    2- 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 142/7. maddesi gereğince taraflar adına açıklamalı çağrı kağıdı çıkarılarak, kararın duruşmalı olarak verilmesi gerektiği gözetilmeden, Cumhuriyet savcısından yazılı mütalaa alınarak davanın reddine karar verilmesi suretiyle, CMK’nın 142/7 ve 188/1. maddelerine muhalefet edilmesi,
    3- Hüküm duruşmasında hazır bulunduğu anlaşılan Cumhuriyet savcısının isim ve sicil bilgilerinin gerekçeli karar başlığına yazılmaması suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 232/2-b maddesine aykırı davranılması," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    (2) ve (3) numaralı bozma nedenlerine uyan Yerel Mahkeme ise 10.03.2016 tarih ve 55-105 sayı ile;
    "Her ne kadar davacının ... 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/79 esas sayılı dosyasında tutuklu sanık olarak yargılandığı tespit olunmuş ise de, ... bu dosyada davacı hakkında açılmış kamu davasının hâlen derdest olduğu nihai hükmün verilmediği, CMK'nın 142/1. maddesinin hiç yorumlanmaya izin vermeyecek şekilde 'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin' ilgilisine tebliğinden itibaren 3 ay içinde ve her hâlde karar ve hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen 1 yıl içinde tazminat talebinde bulunulabilir.' hükmünü düzenlediği, ... bu hükme göre CMK'nın 141/1. maddesindeki durumlara uygun hak ihlâline uğradıklarını ihlâl edenlerin CMK'nın 142/1. maddesi gereğince maddi manevi tazminat talebinde bulunabilmeleri için kararın kesinleşmesi gerektiği, davacının talebinin soruşturma evresinde uzun süre tutuklu kaldığına ilişkin olduğu, davanın derdest olduğu, davacının uzun süre tutuklulukta kalması nedeniyle haklarının muhtel olup olmadığının tespit olunabilmesi için ... 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/79 esas sayılı dosyasında verilmiş bir mahkûmiyet hükmüne ve bu mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olmasına kanunun açık hükmü karşısında ihtiyaç bulunduğu, zikrolunan kamu davasında kesinleşmiş bir kararın bulunmaması hâlinde ... bu tazminat davasının açılmasına CMK'nın 142/1. maddesinin izin vermediği değerlendirilmiş,
    Her ne kadar Yüksek Mahkeme bozma ilamında bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için davanın esası ile ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığını bozma nedeni yapmış ise de, neticesi itibariyle doğru olan bu tespite götüren muhakemeye katılmaya yasal imkan bulunmadığı, zirâ esasen CMK'da temel hak ve özgürlüklerin zedelenmemesi için müesseseler ihtas edildiği, her müessesenin kanunun ilgili bölümünde hükümlerinin bulunduğu, CMK'da yer alan arama, el koyma, gözaltına alma, yakalama, tutuklama, adli kontrol tedbiri altına koyma, iletişimin tespiti gibi müesseselerin her birinin birer Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu müessesesi olduğu ve bu müesseselerin bu müesseselere ilişkin hükümlerin de kanunda açıkça vaaz edildiği, bir soruşturma veya kovuşturma yapılırken soruşturma yada kovuşturma makamının bu müesseselerde tanzim edilen açık hükümlere aykırı kararlar vermiş olması hâlinde örneğin, gözaltı süresinin kanundaki süreden fazla olarak uygulanmış olması hâlinde, ortada bir CMK müessesesinin temel kuralına aykırı tanzim edilmiş bir karar olduğu ve ... bu karara karşı CMK'nın 141-142. maddesi gereğince tazminat istenmesinde hukuki bir sakınca olmayacağı, zirâ bir CMK müessesesinin açık hükmünü ihtiva eden bir kuralın ihlâli ile ilgili soruşturma yada kovuşturma makamının bir kararının bulunmakta olduğu, bu kararı o soruşturma veya kovuşturma dosyası ile ilgili verilecek son kararın mahiyetinin değiştirmeyeceği, dolayısıyla Yüksek Mahkemenin neticesini doğru olarak tespit ettiği gibi her bir müessesenin temel kurallarının apaçık ihlâli halinde ortada esasen soruşturma ve kovuşturma makamlarınca verilen ve itiraza tabi olan ve itiraz edilmemekle kesinleşen bir karar bulunduğundan bu ihlâl kararları açısından tazminat talebinde bulunulmasına yasal engel bulunmadığı,
    Ancak davacının talebinin soruşturma evresinde kanuna uyguna tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamak suretiyle uğranılan manevi zarar ilişkin olduğu, davacının zikrolunan dosyada PKK/KCK terör örgütüne üye olmak suçundan hakkında isnadın bulunduğu, tutuklama müessesesine bakıldığında CMK'nın 100. maddesinde tutuklama nedenlerinin, 101. maddesinde tutuklama kararı ile ilgili usül ve şartların, 102. maddesinde ise tutuklama sürelerinin belirtildiği, CMK'nın 102. maddesi gereğince tutuklama müessesesi açısından temel kuralın ve ihlâlinde tazminat sorumluluğu gerektirebilecek olan kuralın ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda yapılan uzatmalar ile birlikte tutukluluk süresinin azami süresinin 5 yıl olduğuna dair kural olduğu, dolayısıyla ... bu somut dava dosyasında davacı asilin 5 yıldan fazla tutuklulukta kalmış olması hâlinde soruşturma makamlarının vermiş olduğu tutukluluğun devamına dair kararların tutuklama müessesesinin temel kurallarına aykırı olacağı ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda kesinleşmiş olduğundan davacının tazminat talebinde bulunmaya hakkı olduğunu kabul etmek gerekeceği, ancak davacı asil için soruşturmada tutuklulukta kaldığı süre zarfında soruşturma makamlarının davacının tutukluluğunu devam ettirmek ile ihlâl etmiş oldukları tutuklama müessesesine ilişkin temel bir kuralın bulunmadığı, davacının soruşturma evresinde uzun süreli tutuklulukta kalıp kalmadığının ve bu sürenin uzun sayılıp sayılmadığının tespitininde temel mahiyette bir kural ihlâli bulunmadığından ancak ... 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/79 esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda davacı asilin beraat etmesine veya ceza almasına göre ve ceza alması hâlinde alacağı hapis cezasının süresine göre tespit olunabileceği, dolayısıyla ... 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/79 esas sayılı dosyasında davacı asilin hapis cezasına mahkûm edilmesi hâlinde almış olacağı hapis cezasının süresinin davacı asilin soruşturma evresinde makul sürede yargılama makamının huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığını da belirleyeceği,
    Öte yandan bir CMK müessesesinin temel kurallarının ihlâli mahiyetinde olmayan tazminat taleplerini esas mahkemesi kararının kesinleşmesi beklenmeden karşılama yönünde kişilere kanuna aykırı olarak imkan sağlanması hâlinde bu durumun yargıda kaosa neden olacağı, davacının tazminat talebinin kabülü hâlinde esasen davacı asile geçirmiş olduğu soruşturmada hak ihlâli yapıldığının da tespitinin yapılmış olacağı, daha açık bir anlatımla hâlen derdest oaln bir soruşturma ve kovuşturmada bir başka mahkemenin soruşturmayı veya kovuşturmayı yapan merciin eylemini tazminat talebi altında denetleyeceği, eylemlerin yerinde olup olmadığına karar vereceği, soruşturma ve kovuşturma mercilerinin zaten hukuku uygulayan merciler oldukları, soruşturma makamlarının kararlarına, sulh ceza hakimliklerinin kararlarına, kovuşturma makamlarının, mahkemelerin kararlarına karşı yasa yollarının yine CMK'da açıkça düzenlendiği, bu durumun toptan hukuk disiplinini oluşturmakta olduğu, bir yargılama sırasında haklarının ihlâl edildiğini iddia eden kişinin soruşturma, kovuşturma, temyiz davası sonucunda yargı yolları tüketildikten ve karar kesin yargı hâlini aldıktan sonra CMK'nın 141-142. maddelerine göre tazminat talep etmesinin yargı yolu disiplinine uygun olduğu, ancak kesinleşmemiş bir karara karşı temel müesseselere ilişkin tesis edilmiş ihlâl kararı da olmadığı hâlde bu mahiyette tazminat taleplerinin kabulüne ilişkin kararların verilmesi hâlinde devam eden soruşturmaların ve kovuşturmaların içerisine başka mahkemelerin el uzatmış olacağı, bu durumun ise yargıda kaos ve karmaşa olacağı, yargı disiplininin ve yargı yasa yolları disiplinini bozacağı, zaten kanun koyucununda kesinleşmeyi CMK'nın 142/1. maddesinde bu nedenle aradığı, kanunun hükmü açık iken ve mutlaka kesinleşme aranması gerekmekte iken kanun koyucunun açık emrini ortadan kaldıracak şekilde yargısal yorum yapılmasının da hukuka uygun olamayacağı,
    Tüm bu nedenlerle; davacının tazminat talebinin esas mahkemesinin son hükmü kesinleşmemiş olduğundan reddine karar vermek hususunda direnilmesinin hukukun emri olduğu düşünülmüş ve değerlendirilmiştir." şeklindeki gerekçe ile (1) numaralı bozma nedenine direnerek önceki hüküm gibi karar vermiştir.
    Direnme kararına konu bu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.05.2016 tarihli ve 166530 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 726-933 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, Yargıtay 12. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 141-2418 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5271 sayılı CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca açılacak tazminat davaları açısından tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Davacı ... vekilinin, 05.09.2013 tarihli dilekçesi ile; davacının, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla 14.04.2012 tarihinde yakalanarak gözaltına alındığı, üç gün gözaltında kaldıktan sonra ... Özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası tutuklanma talebiyle sevk edildiği ... 12. Ağır Ceza Mahkemesince 16.04.2012 tarihinde tutuklandığı, tutuklandığı suç dolayısıyla ... Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 12.04.2013 tarihli ve 2013/174 sayılı iddianame ile ... 23. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında hakkında kamu davası açıldığını, anılan Mahkemece 24.04.2013 tarihinde tensip zaptı düzenlendiği ancak davacının 22.08.2013 tarihinde ilk duruşmaya çıkabildiği ve aynı tarihte de tahliye edildiği, davacının yakalama anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu kaldığı hâlde hâkim huzuruna çıkarılmadığını belirterek ve bu nedenle uğranılan 5.000 TL manevi tazminatın yakalama va gözaltı tarihinden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte ... Hazinesinden tahsili talebinde bulunduğu,
    ... 6. Ağır Ceza Mahkemesince 16.01.2014 tarih ve 286-5 sayı ile; davacının CMK’nın 142. maddesinin birinci fıkrası uyarınca tazminat talebinde bulunabilmesi için tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesi gerektiği, ancak davacı hakkında ... 23. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında yapılan yargılamanın devam ettiği ve henüz nihai bir karar verilmediği anlaşıldığından tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği,
    Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 14.12.2015 tarih ve 19906-19237 sayı ile; somut olayda tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlâli yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebinin asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek olmadığı, bu nedenle soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hâli ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
    ... 6. Ağır Ceza Mahkemesince 10.03.2016 tarih ve 55-105 sayı ile; CMK’nın 142. maddesinin birinci fıkrasında, tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesi gerektiğinin açıkça belirtildiği, kanun koyucunun açık emrini ortadan kaldıracak şekilde yargısal yorum yapılmasının da hukuka uygun olamayacağı gerekçesiyle Özel Daire kararına direnildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası'nda düzenlenmiş, 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.” hükmü yer almıştır.
    1961 Anayasası'nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun'un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
    Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası'nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
    Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
    Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 18. maddesiyle 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun'un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden ele alınmış, 141. maddesinde hangi durumlarda tazminat talep edilebileceği, 142. maddesinde tazminat isteminin şartları, 143. maddesinde tazminatın geri alınması, 144. maddesinde ise tazminat isteyemeyecek kişiler düzenlenmiştir.
    5320 sayılı Kanun'un 6. maddesinde yer alan;
    "(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
    (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." hükmü uyarınca somut uyuşmazlığın, davacının gözaltına alındığı ve tutuklandığı tarihler de göz önünde bulundurularak 5271 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda çözülmesi gerekmektedir.
    5271 sayılı CMK'nın "Tazminat istemi" başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası davacının gözaltına alındığı ve tutuklandığı tarihler itibarıyla;
    "(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
    a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
    b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
    c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
    d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
    e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
    f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
    g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
    h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
    i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
    j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı hâlde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
    Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebilirler."
    Şeklinde düzenlenmiş, koruma tedbirleri nedeniyle tazminatın hangi hâllerde isteneceği on bent hâlinde sayılmış, 30.04.2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle anılan fıkraya “k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,” bendi eklenmiş, fıkranın son cümlesinde de kişilerin koruma tedbirleri nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi her türlü zararlarını talep edebilecekleri belirtilmiştir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle "yakalama", "gözaltı" ve "tutuklama" tedbirleri hakkında açıklamada bulunulması, daha sonra 5271 sayılı CMK'nın 141. maddesinin birinci fıkrasının konuyla ilgili (d) bendinin incelenmesi gerekmektedir.
    Yakalama, suç şüphesi altında olan kişinin, henüz bir hâkim kararı olmaksızın özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Yakalama, kişinin özgürlüğünün kısıtlandığı anda başlar ve durumun Cumhuriyet savcısına bildirilmesinden sonra Cumhuriyet savcısının emri ile gözaltına alma veya serbest bırakmaya kadar devam eder.
    Yakalanan kişi, Cumhuriyet Başsavcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. 5271 sayılı CMK'nın 91. maddesinin ikinci fıkrasında gözaltına almanın, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlı olduğu düzenlenmişken 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun'la bu fıkrada yer alan “işlediğini düşündürebilecek emarelerin” ibaresi “işlediği şüphesini gösteren somut delillerin” şeklinde değiştirilmiştir.
    Tutuklama ise şüpheli veya sanığın kaçmasını ya da delillerin karartılmasını yahut tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı kurulmasını önlemek amacıyla başvurulan bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı verilebilmesi için öncelikle, 6526 sayılı Kanun ile CMK'da yapılan değişiklik öncesi kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların, anılan Kanun'la yapılan değişiklik sonrası ise kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması gereklidir. Ayrıca bir tutuklama nedeni olmalı, ölçülülük ilkesine uyulmalı, tutuklama yasağı bulunmamalı, sanığa güvence belgesi verilmemiş olmalı, muhakeme şartı gerçekleşmeli, muhakeme ehliyeti bulunmalıdır. Hâkim veya mahkeme, kanunda yazılı tutuklama nedenleri bulunsa dahi tutuklama kararı vermek zorunda değildir.
    Öte yandan, tutuklama kararı verildiği zamanki koşullar ileride değişip tutuklama nedenleri ortadan kalktığında, tutuklama kararının derhal geri alınması gerekir. Bunu yaparken mutlaka şüpheli veya sanık hakkında verilen tutuklama kararının hukuki temellerinin aradan geçen süre içinde varlığını koruyup korumadığının araştırılması zorunludur.
    Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasına göre bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişiler yargılamanın makul sürede bitirilmesini isteme hakkına sahiptir. Tutuklu yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Bu nedenle başta savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma sürelerinin (adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla) süratli bir şekilde sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar. (Anayasa Mahkemesi, ... Ölmez, Başvuru No:2014/19800, 10.01.2019 tarihli) Buna uyulmaması sonucunda, tutuklu yargılanan şüpheli veya sanık hakkında, makul süre içinde hüküm verilmemesi tazminat nedeni olarak düzenlenmiştir.
    Kişinin makul süre içinde hâkim önüne çıkarılmaması yahut geç çıkarılması, yargılamanın uzun sürmesi kişinin ruhen baskı altına alınması ve ceza adaletinin işkenceye, tutuklama tedbirinin cezaya dönüşmesi sonucunu doğurur. Dikkat edilmelidir ki, tutuklu yargılanmanın daha sonra verilen cezadan mahsup edilmesi, AİHS’nin 5/3. madde hükmünün ihlâlini önlememektedir. Devlet, ceza muhakemesi işlemleriyle suç şüphesi altındaki tutukluyu en kısa sürede yargılayarak suçlu ise cezasını en kısa sürede vermek zorundadır. Öyle ki Anayasanın 141. maddesi gereği davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir. Nitekim muhakemede tutuklu bulunması durumunda devletin davayı hızlandırma yükümlülüğü daha da fazladır. Bu husus, AİHS’nin 5/3. maddesi bağlamında adil yargılanma hakkının sonucu olarak makul süre içinde davanın sona erdirilmesinin de bir gereğidir. Yargının inandırıcılığı ve etkinliğinin sağlanması bakımından devletten davayı veya işlemleri en kısa sürede ve en iyi şekilde, hukuka uygun davranarak çözümlemesi beklenir. Bunu gerçekleştirememekte kusursuz da olunsa devlet veya kamu görevlileri sorumluluk altına girebileceklerdir. Dolayısıyla tutuklu işlerle sınırlı olarak hakkında makul süre içinde hüküm verilmeyen kişi de tıpkı tutuklunun makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan kişi gibi tazminat talebinde bulunabilecektir.
    CMK'nın 141. maddesinin birinci fıkrasının uyuşmazlık konusuyla ilgili (d) bendinde; kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat talebinde bulunabilecekleri öngörülmüştür. Bu hüküm 466 Sayılı Kanun’da yer almayan ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olarak 5271 sayılı CMK ile getirilen bir düzenlemedir. Bu bentte tutuklu kişiler bakımından iki tazminat nedeni düzenlenmiştir. Bunlardan ilki, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama merciinin önüne çıkarılmaması; ikincisi ise, tutuklu kişi hakkında makul sürede hüküm verilmemesidir. Tutukluluktaki makul süre ile yargılamadaki makul süre birbirinden farklıdır. Bir dava uzun süre devam etmesine rağmen AİHS’nin 6/1. maddesi kapsamında “makul sürede yargılanma hakkı” ilkesine aykırılık teşkil etmeyebilir. Ancak bu yargılama esnasında kişi makul süreyi aşan şekilde tutuklu kalmış ise AİHS’nin 5/3. maddesi ihlâl edilmiş olacaktır. Her iki durumda da tutuklamanın kanuna uygun olması gerekir. Tutuklama kararının kanuna aykırı olması hâlinde bu bent değil, CMK’nın 141/1-a bendi kapsamında tazminat talep edilebilecektir. Tutuklama kararının verilmesi aşamasında olduğu kadar tutukluluğun devamı sırasındaki işlemlerde de hukuka uygun davranılması zorunludur. Suç şüphesi altında olup da tutuklanan kişinin makul sürede yargılama merciinin huzuruna çıkarılması ve bu kişi hakkında makul süre içinde hüküm verilmesi soruşturma ve yargı makamlarının uyması gereken zorunlu görevlerindendir.
    CMK’da, tutuklama için azami süreler düzenlenmiş olmakla birlikte, tutuklama için makul bir süre öngörülmemiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de tutuklamada makul süre hususunda kesin bir süre öngörülmemiştir. Bu bakımdan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığını incelerken her somut olayın koşullarına göre değerlendirmektedir. Mahkeme, tutuklulukta makul sürenin tespitinde; özgürlüğün kısıtlandığı süre, isnat edilen suçun niteliği, mahkûmiyet halinde verilmesi olası ceza, özgürlüğün kısıtlanmasının kişi üzerindeki etkileri, kişinin davranışları, soruşturmanın yürütülme şekli ve ilgili adli işlemlerin niteliği gibi ölçütleri dikkate almaktadır. Anayasa Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda karar vermektedir. Anayasa Mahkemesine göre, tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir kişinin tutuklu olarak kaldığı sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği, özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde durmakta ve tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri dikkate almaktadır. Yargılama süresinin makul olup olmadığını da, somut olayın özelliklerine göre, davanın karmaşık bir yapıya sahip olup olmamasına, davanın taraflarının davranışlarına göre belirlemektedir.
    CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan 142. maddesinin birinci fıkrasında; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde” bulunulabileceği hükme bağlanmış, 466 sayılı Kanun’un ikinci maddesinde ise; “zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan dâvalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde,” uğranılan zararın tazmininin istenebileceği belirtilmiştir. 466 sayılı Kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.
    Ancak CMK’nın “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hâkim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir. Ancak asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen karar veya hükmün kesinleşmesi zorunludur. Örneğin, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır. Zira, davacının tazminat isteme hakkı bu hallerde verilen karar veya hükmün kesinleşmesiyle doğmaktadır.
    CMK’nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) ve (f) bentleri kapsamında dava açma süresinin başlayabilmesi için karar veya hükmün kesinleşmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır. Zira davacının tazminat isteme hakkı bu hâllerde verilen karar veya hükmün kesinleşmesiyle doğmaktadır. Karar veya hükmün kesinleşmesi beklenilmeden davanın açılması hâlinde dava şartı bulunmadığından davanın reddine karar verilecektir. Zira doğmamış bir hakkın dava yoluyla talebi hukuken mümkün değildir. Dava açıldığında karar ve hüküm kesinleşmemiş olsa bile, davanın reddine karar verilmeden önce, bozma sonrasında olsa dahi, karar veya hüküm bilahare kesinleşirse, dava şartı yargılama aşamasında gerçekleştiğinden, davanın esası hakkında karar verilmesi gerekir. Buna karşın CMK’nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) ve (f) bentleri dışındaki tazminat nedenlerine dayanılarak açılan davalar bakımından tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Davacının, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla 14.04.2012 tarihinde yakalanarak gözaltına alındığı, akabinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesi sonrası tutuklanma talebiyle sevk edildiği ... 12. Ağır Ceza Mahkemesince 16.04.2012 tarihinde tutuklandığı, tutuklandığı suç dolayısıyla hakkında 12.04.2013 tarihinde düzenlenen iddianame ile ... 23. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığı, anılan mahkemece 24.04.2013 tarihinde tensip zaptı düzenlenmesine rağmen 22.08.2013 tarihinde ilk duruşmaya çıkabildiği ve aynı tarihte de tahliye edildiği, yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu kaldığı hâlde makul sürede hâkim huzuruna çıkarılmadığını belirterek manevi tazminat talebinde bulunduğu,
    Yerel Mahkemece, davacının CMK’nın 142. maddesinin birinci fıkrası uyarınca tazminat talebinde bulunabilmesi için tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olduğu, ancak davacı hakkında yapılan yargılamanın devam ettiği ve henüz nihai bir karar verilmediğinden tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği,
    Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece, davacının tazminat talebinin asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek olmadığı, bu nedenle soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hâli ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği ve Yerel Mahkemece; tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesi gerektiğinin kanunda açıkça düzenlenmesi ve kanun koyucunun açık emrini ortadan kaldıracak şekilde yargısal yorum yapılmasının hukuka uygun olamayacağı gerekçesiyle Özel Daire kararına direnildiği dosya kapsamında;
    CMK’nın 141. maddesinde belirtilen bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, tazminat talebine dayanak teşkil eden davanın sonuçlanmasına gerek olmadığının yasal düzenlemeden açıkça anlaşıldığı, bu kapsamda davacının CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmediği yönündeki tazminat istemi konusundaki talebinin asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler olmaması nedeniyle tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkemece hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini bekleme zorunluluğunun bulunmadığı, gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin, davacının mahkûmiyeti hâlinde cezasından mahsubu imkânının bulunmasının da ulaşılan bu sonucu değiştirmeyeceği hususları birlikte dikkate alındığında; davanın esasıyla ilgili henüz hüküm verilmediği ve derdest davalarda koruma tedbirlerine dayalı olarak dava açılamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
    Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca açılacak tazminat davaları açısından tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olmadığı gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızdaki görüş ayrılığı, ilk derece mahkemesi kararı kesinleşmeden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141/1-d maddesi gereğince açılacak tazminat davalarında, tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olup olmadığına ilişkindir.
    Davacı PKK/KCK terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmıştır. Davacının talebi makul sürede yargılama merci önüne çıkarılmamak suretiyle uğranılan manevi zarara ilişkindir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesinde tutuklama nedenleri, 101 inci maddesinde tutuklama kararı ile ilgili usul ve şartları, Ceza Muhakemesi Kanunu 102/2. maddesinde sanığın eylemine uyan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren terör suçlarında tutukluluğun azami süresi 5 yıl olarak düzenlenmiştir.
    Ceza Muhakemesi Kanunu'nda tutuklanan kişinin tutuklama kararlarını veren hâkim ve mahkeme kararlarına karşı soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında tutukluluğa itiraz hakları bulunduğu açıkça düzenlenmiştir. Tutuklu kişilerin soruşturma ve yargılamanın her aşamasında tutuklamalara itiraz hakları vardır. Ayrıca Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 108/1 maddesinde en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluk durumu incelenerek, tutukluğun devamının gerekip gerekmediği konusunda karar verilmesi emredici hüküm olarak düzenlenmiş olup, tutukluğun her aşamasında tutuklama işleminin devam edip etmeyeceği konusu resen denetime tabi tutulmuştur.
    Ceza Muhakemesi Kanunu'nun temel kurallarının ihlâli mahiyetinde olmayan tazminat taleplerini esas mahkemesi kararının kesinleşmesi beklenmeden, temel müesseselere ilişkin tesis edilmiş ihlâl kararı da olmadığı hâlde, bu mahiyette tazminat taleplerinin kabulüne ilişkin kararların verilmesi devam eden soruşturmaların ve kovuşturmaların içerisine başka mahkemeler el uzatmış olacak, bu durumun yargıda kaosa neden olacaktır.
    Davacının tazminat talebinin kabulü hâlinde esasen davacı asile geçirmiş olduğu soruşturmada hak ihlâli yapıldığının da tespitinin yapılmış olacaktır. Daha açık bir anlatımla hâlen derdest olan bir soruşturma ve kovuşturmada bir başka mahkemenin soruşturmayı veya kovuşturmayı yapan mercinin eylemini tazminat talebi altında denetleyip eylemlerin yerinde olup olmadığına karar vermesi adil yargılamayı ve yargı bağımsızlığını etkileyecektir.
    Bu durumun ise yargıda kaos ve karmaşa olacağı, yargı disiplininin ve yargı yasa yolları disiplinini bozacağı, zaten kanun koyucununda kesinleşmeyi Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 142/1. maddesinde bu nedenle aradığı, kanunun hükmü açık iken ve mutlaka kesinleşme aranması gerekmekte iken kanun koyucunun açık emrini ortadan kaldıracak şekilde yargısal yorum yapılmasının da hukuka uygun olamayacaktır.
    Tüm bu nedenlerle; davacının tazminat talebinin esas mahkemesinin son hükmü kesinleşmemiş olduğundan, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141/1-d maddesi gereğince açılacak tazminat davalarında tazminata karar verilemeyeceğine karar verin ilk derece mahkemesinin, Yargıtay 12 Ceza Dairesinin kararın kesinleşmesinin gerekmediğine dair bozma karına direnmesini isabetli olduğu kanaatinde olduğumdan;
    Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141/1-d maddesi gereğince açılacak tazminat davalarında, tazminat davasına dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olmadığına karar veren Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum." görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- ... 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.03.2016 tarihli ve 55-105 sayılı direnme kararına konu hükmünün, 5271 sayılı CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca açılacak tazminat davaları açısından tazminat talebine dayanak teşkil eden mahkeme hükmünün kesinleşmesinin gerekli olmadığı gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 24.02.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


    Hemen Ara