Esas No: 2021/97
Karar No: 2022/155
Karar Tarihi: 08.03.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/97 Esas 2022/155 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2021/97 E. , 2022/155 K."İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Sanıklar ... ve ... hakkında resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanıkların TCK’nın 207/1 ve 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin ... (Kapatılan) 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.12.2012 tarihli ve 251-403 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 09.06.2016 tarih ve 8291-5129 sayı ile;
"...Sanıkların 'sahte protokol düzenlemek' suretiyle özel belgede sahtecilik suçunu, bu belgeyi kullanarak 'mahkemeden içeriği itibariyle sahte olan ödemeden men kararı' alıp bunu bankaya ibraz ederek kullanmak suretiyle de, 'resmi belgede sahtecilik' suçunu işledikleri; özel belgede sahtecilik ve resmi belgede sahtecilik suçlarının 'zincirleme suç' hükümlerinin uygulanması açısından aynı suç sayılacağı ve bu nedenle sanıklar hakkında TCK'nın 204/1, 43/1. maddeleri uyarınca ceza tayini gerekeceği; belirtilen eylemlerin iddianame metninde açıkça anlatılmış ancak sevk maddesinde gösterilmemiş olması nedeniyle 'ek savunma' verilerek uygulama yapılabileceği düşünülmeden, yazılı şekilde TCK'nın 207. maddesi uyarınca özel belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması suretiyle eksik ceza tayini" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, sanıkların TCK’nın 204/1, 43/1 ve 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin ... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.11.2017 tarihli ve 374-371 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 05.11.2020 tarih ve 3456-6555 sayı ile;
"Fikir ve eylem birliği içerisinde hareket eden sanıkların 26.02.2011 tarihli çek teslim protokolünü sahte olarak düzenleyip kullanarak mahkemeden içeriği itibarıyla sahte ödemeden men kararı aldıkları iddiasıyla açılan kamu davasında; özel belge niteliğinde olan suça konu çek teslim protokolüne yönelik tahrifat yapıldığına veya bir başkası yerine o kişinin bilgisi ve rızası dışında imza atıldığına ilişkin herhangi bir iddianın bulunmaması, sahteciliğin özel belgenin içeriğine ilişkin olması nedeniyle, bu belge yönünden TCK’nin 207. Maddesinde düzenlenen 'özel belgede sahtecilik' suçunun oluşmayacağı; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1 ve Anayasa’nın 36. maddelerinde açıklanan 'hak arama özgürlüğü' kapsamında mahkemeye müracaat eden kişinin beyanında geçen veya dilekçesinde belirtilen iddianın araştırılması, bu iddianın, uyuşmazlığın ve yargılamanın niteliğine göre, maddi veya şekli gerçeğe uygun olup olmadığının denetlenmesi konusunda görevli ve yetkili olan mahkemenin, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilmesine ilişkin takdir hakkının bulunduğu dikkate alındığında; sanık ... tarafından çek iptali davası açılması üzerine ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesince dosya üzerinden yapılan değerlendirmede uyuşmazlığa konu çekler hakkında ödemeden men yasağı kararı verilmesinden ibaret olayda, sanıkların resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturabilecek şekilde TCK’nin 204/1. maddesinde sayılan hareketlerinin ya da bu hareketlere yönelik kasıtlarının bulunmadığının anlaşılması karşısında, ödemeden men kararı yönünden 'resmi belgede sahtecilik' suçunun oluşmayacağı gözetilmeden, sanıklara yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle, beraat kararı verilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçe ile sanıklar hakkında mahkumiyet hükümleri kurulması..." isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Başkanı ..."... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinde sanık ... ve ... hakkında açılan kamu davası ile yapılan yargılama sonucunda mahkemenin sanıklar hakkında, özel belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün, Yargıtay 21. Ceza Dairesinin temyiz incelemesinde sanıkların üzerine atılı eylemlerine göre resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması gerektiğine dair bozma ilamından sonra ... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükmünün Dairemizce yapılan temyiz incelemesinde Yüksek 11. Ceza Dairemiz çoğunluğunun ... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet kararına ilişkin bozma ilamında; 'şüphelilerin gerçekte zayi olmayan çeklerin zayi olmuş gibi ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinden 'Ödemekten Men' kararı alması şeklinde kabul edilen eyleminin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1 ve Anayasa'nın 36. maddesinde açıklanan 'hak arama özgürlüğü' kapsamında mahkemeye müracaat eden kişinin beyanında geçen veya dilekçesinde belirtilen iddianın, uyuşmazlığın ve yargılamanın niteliğine göre, maddi veya şekli gerçeğe uygun olup olmadığının denetlenmesi konusunda görevli ve yetkili mahkemenin uyuşmazlık konusu hakkında takdir hakkının bulunduğu dikkate alındığında; sanık ... tarafından çek iptali davası açılması üzerine ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesince dosya üzerinden yapılan değerlendirmede uyuşmazlığa konu çekler hakkında ödemeden men yasağı kararı verilmesinden ibaret olayda, sanıkların resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturabilecek şekilde TCK’nin 204/1. maddesinde sayılan hareketlerinin ya da bu hareketlere yönelik kasıtlarının bulunmadığının anlaşılması karşısında, ödemeden men kararı yönünden 'resmi belgede sahtecilik' suçunun oluşmayacağı şeklinde yapılan bozma kararına aşağıdaki gerekçelerle katılmıyorum.
Çoğunluk kararının sanıkların üzerine atılı resmi belgede sahtecilik suçunun gerçekleşmediği ve bu suçlardan beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin çoğunluk görüşüne iddianame kapsamına göre suçun vasfı, suçun faili, hak arama özgürlüğü, suçların içtimaı hükümlerine göre sanıkların eylemini değerlendirerek sanıkların üzerine atılı resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiğine dair karşı oya gerekçesi izah edilecektir.
İddianame kapsamına göre suçun vasfı;
Kanunlarda umumi kurallar ve kaideler belirlenir. Bu kuralları ihlal halinde ilgili yaptırımları gösterilir. Toplum hayatında gerçekleşen hukuki ihtilafa neden olan namütenahi olayların her birine ilişkin önceden öngörülerek her olaya ilişkin bir kanun düzenlemesi yapmak mümkün olmadığına göre; kanunu uygulayan Cumhuriyet savcısı kendi hukuk anlayışı, olayın izah şekli, kullandığı dil, muradını anlatma uslubu ile birlikte soruşturma konusu yaptığı olayın ilgili hangi maddeye karşılık olduğuna dair şahsi bir yorumlama yapar. Cumhuriyet savcısı yaptığı muhakeme sonucunda davanın tarafına uygun sanık elbisesini giydirir. Mahkeme de Cumhuriyet savcısının öncelikle iddianame içerisinde anlattığı olayı ve iddianame ile neyi dava konusu ettiğini iddianamenin anlatım şeklinde iddianame içeriğinden yorumlayarak sanığa giydirilen elbisenin eylemlerine uygun olup olmadığını değerlendirir. Mahkeme Hakimi; İddianamede anlatılan olayın fail hakkında cezalandırılmasını istenen sevk maddelerine uygun olmadığı kanaati oluşursa CMK'nin 226. maddesine göre cezanın artırılmasını veya cezaya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektiren haller olduğu durumda ek savunma alınarak yargılamaya devam eder.
5271 sayılı CMK'nin 170/4 'iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.' Aynı şekilde 225. maddede 'hüküm ancak iddanamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde idda ve savunmalarla bağlı değildir.' Görüldüğü üzere görevli Cumhuriyet savcısı soruşturma konusu kendi kullandığı hukuk dili, yazım tekniği, detaylandırma usulu ve kullandığı edebiyat dili ile birlikte ortaya iddanameyi oluştururken CMK'nin 170. maddeki çerçeve içerisinde bir izahat yapar. Dava konusu olayın ne olduğunu izah ederek suçun vasıflandırılmasını yapar; yaptığı bu vasıflandırmaya ilişkin sevk maddelerini göstererek sanığın cezalandırılmasını ister. Ancak mahkeme Cumhuriyet savcısının sevk mahkemelerine bağlı değildir. İddianamede anlattığı eylem ile bağlıdır, CMK'nin 225. maddesinde hüküm iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir. Dava konusu olayın hangi suça nümas olduğunu öncelikle Cumhuriyet savcısı daha sonra hükmü veren mahkeme belirler.
Görüldüğü üzere öncelikle iddianamenin kapsamını belirlenmesi için iddianamedeki anlatılan olaya bakmak gerekir.
Sanıklar hakkında hazırlanan İddianamede;
'Müşteki ...’un bir ticari ilişki nedeni ile şüpheli ...’ın yetkilisi ve temsilcisi olduğu..... Şirketine ait ve bu şirket yetkilisi tarafından keşide edilen... çek numaralı her biri 85,000,00 TL bedelli olan 4 adet çeki aralarında düzenledikleri 01/04/2011 tarihli çek teslim protokolü ile teslim edilmesine rağmen şüpheli ...’ın çeklerin müştekiye tesliminden sonra çeklerin ödenmemesini sağlamak için çek teslimi protokolüne konu çekleri diğer şüpheli ... ile 26/02/2011 tarihli çek teslim protokolü ile teslim edilmiş gibi gösterdikleri, şüpheli ...’in gerçekte hamili olmadığı çeklerin ihtiyati tedbir niteliğinde ödemeden men kararı verilmesi talebini içerir mahiyette ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesine 24/06/2011 tarihli dilekçesi ile talepte bulunduğu, talebi değerlendiren ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2011/585 esas ve 27/06/2011 tarihli kararı ile daha önceden müştekiye teslim edilen 4 adet çek ile birlikte başkaca çeklerin zayi oldukları gerekçesi ile ödemekten men kararı verilmesine karar verdiği, böylece şüphelilerden ...’ın keşideci olması sıfatıyla yukarıda anılan çek iptali talebinde bulunamaması nedeniyle çeklerin iptalinin sağlanması için şüpheli ...'i azmettirdiği her iki şüphelinin birlikte hareket ederek mahkemeyi aracı kullanarak müştekinin çek alacağını tahsil edilmemesini sağlayarak dolandırıcılık ve resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarını işledikleri anlaşılmakla;
Savunma ve delillerin nihai takdiri Mahkemenize ait olmak üzere Şüphelinin atılı suçtan yargılamasının yapılarak TCK'nin md.158/1-d, 53, 37/1 maddesi delaletiyle 206/1, 53, 38/1 maddesi delaletiyle 206/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur.'
Cumhuriyet savcısı iddianame anlatımında özetle şüpheli ...’ın kasdı müştekiye borcunu ödememek veya geciktirmek amacıyla bu çekleri müştekiye değilde; diğer sanık ...'ya vermiş gibi göstermek amacıyla hukuk dünyasında geçerli içeriği sahte resmi bir belge hazırlamak için ilgili mahkemeyi aracı kullanarak ödemeden men kararı almaktır. Mahkeme tarafından hazırlanan bu ödemeden men kararı bankaya ibraz edip müştekinin çeki gününde ödenmemesini sağlamak şeklinde gerçekleşen olayı anlatmıştır. Cumhuriyet savcısı nitelemesinde eylemi dolandırıcılık ve yalan beyanda bulunmak şeklinde nitelemişse de iddianame anlatımında açıkça görüldüğü üzere sanıkların muradının mahkemeyi aracı kılarak dolandırıcılık suçunun yanında, içeriği sahte olan ödemeden men kararı alınmasını sağlamak ve bu ödemeden men kararı ile ödemenin durdurulmasını amaçladıkları aşikardır.
Nitekim Yargıtay 21. CD. bozma ilamında da;
Temyizin kapsamına göre; sanıklar hakkında özel belgede sahtecilik suçundan kurulan hükme hasren yapılan incelemede;
Sanık ...'ın aralarındaki ticari ilişki nedeniyle müşteki ... adet çeki 01.04.2011 tarihli protokol ile teslim etmesine rağmen, çeklerin ödenmemesini sağlamak amacıyla diğer sanık ...'e teslim etmiş gibi 26.02.2011 tarihli özel belge niteliğinde çek teslim protokolü düzenledikleri, daha sonra bu protokolle sanık ...'nın çekleri kaybettiğinden bahisle ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne ödemeden men talebi ile başvurup resmi belge niteliğinde tedbir kararı aldığı olayda;
Sanıkların 'sahte protokol düzenlemek' suretiyle özel belgede sahtecilik suçunu, bu belgeyi kullanarak 'mahkemeden içeriği itibariyle sahte olan ödemeden men kararı' alıp bunu bankaya ibraz ederek kullanmak suretiyle de, 'resmi belgede sahtecilik' suçunu işledikleri; özel belgede sahtecilik ve resmi belgede sahtecilik suçlarının 'zincirleme suç' hükümlerinin uygulanması açısından aynı suç sayılacağı ve bu nedenle sanıklar hakkında TCK'nin 204/1, 43/1. maddeleri uyarınca ceza tayini gerekeceği; belirtilen eylemlerin iddianame metninde açıkça anlatılmış ancak sevk maddesinde gösterilmemiş olması nedeniyle 'ek savunma' verilerek uygulama yapılabileceği düşünülmeden, yazılı şekilde TCK'nin 207. maddesi uyarınca özel belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması suretiyle eksik ceza tayini,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca istem gibi bozulmasına, aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle CMUK'nin 326/son maddesinin gözetilmesine, 09.06.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.'
Görüldüğü üzere Yargıtay 21. Ceza Dairesi de Bozma kararında iddianamede anlatılan olayın sanıkların çeklerin ödenmesini engellemek için içeriği sahte olan 'ödemeden men kararı'nı mahkeme aracı kılarak alınmasını sağlamak ve bu karar ile ödemenin engellemesini amaçlamaktadır. Aşağıda mahkemenin aracı kılınmasını ilişkin dolaylı faillik, iştirake ilişkin hükümler ayrıca değerlendirilecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararlarında iddianamede kapsamı;
'Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 sayılı CMK'nin 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisnai hükümler dışında kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Anılan Kanun'un 170. maddesinin 4. fıkrasında da; 'İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır' düzenlemesine yer verilmiştir.
CMK'nin 225. maddesinde de; 'Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.' Bu madde gereğince hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise, ancak o fail ve fiil hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.
Soruşturma aşamasında elde ettiği delillerden ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı tarafından düzenlenen iddianame ile CMK'nin 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırları belirlenmektedir. Bu bakımdan iddianamede, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık; iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunabilmelidir.
Anılan kanuni düzenlemelere göre, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide 'davasız yargılama olmaz' ve 'yargılamanın sınırlılığı' olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.' (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2020/14-65 Esas, 2020/345 Karar)
İddianame kapsamına göre suçun vasfı belirlenirken Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş bazı özel suç tiplerinde görülen suçun ağırlaştırılmış hali, geçitli suç ve suçların içtimaı hükümlerini birlikte değerlendirilerek sanığın hangi suçu işleme kastıyla hangi hareketleri gerçekleştirdiği, bu gerçekleşen eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nun düzenlenmiş suç tiplerinden hangisine uyduğu değerlendirilerek belirlenmelidir.
Suçların içtimaı, geçitli suç ve hedef suç teorisi Türk Ceza Kanunu'nda 42 ve 44. maddesinde düzenlenen bileşik suç ve fikri içtima maddelerinde ve aşağıda gösterdiğimiz ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları ile doktrin görüşlerinde açıklandığı üzere, bazı suç tiplerinin gerçekleşebilmesi için daha önce ceza kanununun farklı maddelerinde düzenlenmiş cezai yaptırımlara karşı olan yasa ihlalleri yapılarak kasdedilen hedef suça ulaşmak zorunludur. Örneğin; adam öldürme suçundan öncelikle şahsın bir bıçak darbesiyle basit yaralanması daha sonraki aşamada organ veya uzuv zaafı olabilecek organların yaralanarak işlevini kaybetmesi suçları işlendikten sonra şahsın ölümüne netice veren eylem gerçekleştiğinde sanık hakkında sadece adam öldürmek suçundan cezai yaptırım düzenlenir. Aşamalarda geçen basit yaralama, nitelikli yaralama, organ ve uzuv zaafı gibi gerçekleşen eylemlerden verilmez. Aynı şekilde ırza geçme suçundan daha önce söz atma, arkasından cinsel amaçlı sarılma vs. gibi eylemler gerçekleştirildikten sonra cinsel ilişki eylemi sonuçlandığında şahıs hakkında sarkıntılık, cinsel saldırı, cinsel istismar, cinsel taciz suçlarından ayrıca ceza verilmez. Sanığın zorla gerçekleştirdiği kabul edilen eylemin ırza geçme suçundan tek suç olarak kabul edilip ona göre hüküm kurulur.
Türk Ceza Kanunu 44. maddesinde işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet verildiğinde bu eylemlerden en ağır cezayı gerektiren suçtan sanığa ceza verilir. Fikri içtima olarak kabul edilen bu kural sanığın eylemlerinin her ne kadar birden fazla aşama olup sonuçta tek hedefe yönelmiş olduğundan 'hedef suç' olarak kabul edilen adam öldürme veya ırza geçme suçu olarak kabul edilir. Geçitli suç tiplerinde sonuç suçun gerçekleşmesi için Türk Ceza Kanunu'nun değişik maddelerinde düzenlenmiş eylemler gerçekleştirilmiş olsa bile sanığa tek suçtan ceza verilir.
Hedef suç teorisi olarak tanımlayabileceğimiz bu teoriye göre, sanığın kastı, hedeflediği amaç, suç tipinin özelliği, suçun aşamaları birlikte değerlendirildikten sonra Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş eylemlerde birden fazla eyleme aykırılık olması durumunda bu eylemlerin aynı suç tipi içerisinde olduğu kabul edildiğinde sanığa bu eylemlerin sonucunda en ağır cezayı gerektiren eylemi ne ise sanığa o eylemden ceza verilir. Görüldüğü üzere dava konusu iddianamede anlatılan eylem sanıkların müştekiye verdikleri 5 adet çekin gününde ödenmemesini sağlamak amacıyla görevli mahkemeden içeriği sahte resmi bir belge üretmek amaçlanmaktadır. Ödenmeyi engelleyen belge Ticaret Mahkemesi’nin 'ödemeden men' belgesidir. Bu belge sağlandıktan sonra sanıklar tarafından bankaya ibraz edilerek ödemenin engellenmesi amacına da ulaşılmıştır. Sanıklar bu amaca ulaşmak için öncelikle gerçekte olmayan bir teslim ve tesellümü varmış gibi göstermek amacıyla ...’ın ...ya çekleri belli bir hukuki ilişki varmış gibi göstererek aslı ele geçmeyen ancak mahkemeyi ikna eden özel belge sayılabilecek sahte özel belge niteliğinde teslim tesellüm belgesi hazırlanarak devamında ...nın kendisinin elinde olduğu iddia ettiği çekleri ödemeden menini sağlamak için ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinden içeriği gerçek olmayan yazılı talepte bulunduğu. Ticaret Mahkemesi’nin acil mevattan görerek dosya üzerinden içeriği gerçek olmayan ödemeden men kararı çıkarıldığı böylece hedef belgenin 'ödemeden men kararı' olduğu aşikardır. Burada aşamalarda gerçekleşen özel belge düzenlenmesi, yalan beyanda bulunma, içeriği sahte olan resmi belge olarak kabul edilen 'ödemeden men kararı'nın alınmasını sağlayan eylemlerdir. Hedef suç teorisine göre iddianemede anlatılan eylem TCK’nin 44. maddesine göre sanığın üzerine atılı en ağır ceza olan resmi belge olarak kabul edeceğimiz mahkemenin ödemeden men kararıdır. Nitekim Yargıtay 21. Ceza Dairesi’de yukarıda bozma ilamında görüleceği üzere sanığın üzerine atılı eylemin ödemeden men kararı olan Ticaret Mahkemesi’ndeki resmi belgenin içerik sahteciliği suçu olarak kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararlarında;
'Bu aşamada ilgisi nedeniyle 'geçitli suç' kavramına da değinilmesi gerekmektedir.
Failin bir suçu işlemek için aynı hukuki değeri koruyan daha hafif bir suçu işlemek zorunda kaldığı hâllerde 'geçitli suç' söz konusu olur. Geçit suçları cezalandırılmayan önceki eylemlerin kapsamında sayılırlar ve bu nedenle bütün cezalandırılmayan önceki eylemlerle birlikte görünüşte içtimanın bir türünü oluştururlar. Bu tip görünüşte içtimada, bir suçun işlenmesi için daha hafif suçu basamak yapmak zorunluluğu vardır ve basamak durumunda bulunan suçu düzenleyen normun yardımcı norm oluşu nedeniyle, ağır suçu düzenleyen normun uygulanması ile yetinilir. Geçitli suçun söz konusu olabilmesi için, görünüşte içtima eden normlar arasında açık nitelikte asli-yardımcı norm ilişkisinin bulunmaması, ağır suç ile bu suça ulaşabilmek için aşılması zorunlu basamak durumunda bulunan hafif suçu düzenleyen normların korudukları hukuki değerlerin aynı nitelikte ve aynı türden olmaları, ağır suçun işlenmesi için mutlaka geçit durumundaki daha hafif bir suçun işlenmesinin gerekmesi, hafif suçun faili ve mağduru ile ağır suçun faili ve mağdurunun aynı kişiler olmaları, failin hareketi ile ağırlaşan neticeler arasında nedensellik bağının bulunması ve failin kastının başlangıçtan itibaren ağırlaşan neticeleri gerçekleştirmeye yönelmiş olması gerekir.' (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/8-420 Esas, 2020/7 Karar)
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 1994/4605 K. sayılı ilamı;
Sanığın kavganın devamı sırasında silah çekme ve boşaltmaktan ibaret eyleminin geçit suçu niteliğindeki TCK'nin 466/2. maddesindeki tek suçu oluşturduğunun gözetilmemesi,
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 1984/378 K. sayılı ilamı;
'Sanığın ırza tasaddiyi ifade eden hareketleri yaparak bununla yetinmeyip, daha ileri aşaması olan ırza tecavüz suçunu işlemesi durumunda; daha hafif sonuç olan tasaddi, daha ağır sonuç olan tecavüz içinde erimekte ve faile daha ağır olan sonuçtan ceza verilmektedir.' (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/8-420 Esas, 2020/7 Karar)
Dolaylı faillik
Türk Ceza Kanunu'nun 37/1- Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştirenlerden her biri fail olarak sorumludur,
2- Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur.
Türk Ceza Kanunu'nun 37, 38, 39 ve 40 maddelerinde düzenlemesine göre sanığın üzerine atılı eylemi şahsen kendisi gerçekleştirebileceği gibi, azmettirici yardım eden veya birlikte işleyen şeklinde eylem gerçekleştirilebilir. Ceza Kanunu faillik kavramı ile eylemden sorumlu olma kavramı irdelemek gerekir. Her zaman eylemi gerçekleştiren kişi fail olmayabilir. Fail olması için Türk Ceza Kanunu'nda suç olarak belirtilen düzenlemelere aykırı hareket etme kastıyla eylemi gerçekleştirmesi gerekir. Olayımızda sanıklar ...’in Ticaret mahkemesinde ödeme emrinin men kararını almak amacı ile sanık ...’ın, katılan ... Karabağ’a ticari ilişki nedeni ile verdiği çekleri sanki katlanan değil de beraber hareket ettiği diğer sanık ...’e vermiş gibi sahte bir tutanak hazırlayarak bu tutanakla Ayla'nın Ticaret mahkemesine mücaraatını sağlayıp ödemeden men kararı alınmasında; ödemeden men kararını veren Ticaret mahkemesi hakimi, mahkeme katibi, mahkemeyi araç olarak kullanılarak hukuki sonuç doğuran ödemeden men kararı hazırlanması sağlanmıştır. Burada mahkeme hakimi ve katip sanıkların yanıltıcı beyanları ve hileli davranışları ile sanıkların isteği doğrultusunda resmi belge sayılabilecek bir belge hazırlanmıştır. Sanıklardan ... aldığı bu belgeyi ilgili bankaya ibraz ederek çeklerin ödemeden men edilmesi amacına ulaşmıştır. Sahtecilik suçlarında bu olayda da olduğu gibi her zaman belge hazırlayan suçun faili olmaz. Örneğin nüfus müdürlüğü kardeşinin kimliğiyle giden fail yıprandığını söylediği nüfus cüzdanının yenilenmesi için kendi fotoğrafını nüfus idaresine vererek görevli nüfus memurundan kendisinin kardeşinin olduğunu gibi gösterip sahte nüfus cüzdanının hazırlanmasını sağlanan olayda nüfus memurunu gerekli yeterli özeni göstermediğinden sahtecilik suçuna iştiraki olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Nüfus memurunun asıl faille birlikte sahtecilik suçunu iştirak halinde gerçekleştirdiğini kabul etmek için ancak memurunun sahte evrak hazırlama kasdıyla hareket ettiğinin ispatlanması halinde iştirakı kabul edilir. Ancak unsurları var ise görevi ihmal suçu tartışılabilir.
Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiş bazı suç tipleri niteliği itibariyle dolaylı faillik veya doğrudan faillik arasında yapılan tercih ile suçun faili tespit edilir. İddianame ile anlatılan eylemde sanıkların hedefi katılana olan borçlarını ödememek veya geciktirmektir. Bu amaçla ulaşmak için resmi belge niteliğinde 'ödemeden men kararı'na ihtiyaçları vardır. Bu belgeyi düzenleyen yetkili ilgili ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'dir. ... Asliye Ticaret Mahkemesi'ni aracı kılarak belgeyi hazırlatmak amacıyla çekleri keşide eden sanık ... Çorak'ın diğer sanık ... ile birlikte çekin teslim edildiğine dair sahte teslim tesellüm belgesi düzenleyerek sanık ...'nın ilgili mahkemeye gerçeği ifade etmeyen yalan beyanda bulunan müracaatını sağlayıp içeriği gerçeği yansıtmayan bir ödeme emri kararı çıkartılması amaçlanmış ve mahkemeden aldıkları kararı da ilgili bankaya ibraz ederek ödemenin men'ini sağlamışlardır. Görüldüğü üzere sanıklar ilgili mahkemeyi hedeflerine uluşmak için aracı kullanmışlardır.
Sanıklar ... ve ...’in baştan itibaren içeriği sahte ödemeden men kararını almak ve bu karar ile katılana olan borçlarını ödememek veya geciktirmek kastı ile hareket etmektedir. Mahkeme Hakimi ve Katibi tarafından hazırlanan bu resmi belgenin hazırlanmasında; sanıklar tarafından yanıltıcı beyan ve belgeler kullanılarak, ödemenin men kararına ilişkin resmi belgenin hazırlanması için mahkeme bir araç olarak kullanılmıştır. Gerçek fail, sanıklar ... ve ...’dir. Mahkeme sadece belgenin hazırlanması için bir araçtır.
Hak Arama Hürriyeti:
Hak kavramı kısaca; 'hukuken kurulan ve yararlanılması hak sahibinin iradesine bırakılan menfaatler', 'hukukun kişilere tanıdığı yetki', 'devlet ve toplumun hukuki düzen içerisinde ve yasalarla güvence altına alınmış durumlar' gibi tanımlanabilir.
Görüldüğü gibi hak kavramı içerisinde aynı zamanda hukuken korunan yasal, meşru bir talep olarak kabul edilir. Hukuken korunmayan yasal ve meşru olmayan bir talebin meşru hukuk düzeninde 'hak' kavramı olarak kabul edilemez. Anayasanın 14. maddesinde belirtildiği üzere temel hakların kötüye kullanılması yasağında; hakkın kötüye kullanılmasını hiçbir şekilde hiçbir hukuk düzeni korumaz. Hukukun genel ilkelerinden sayılan ve Latince 'neminem laedit qui suo iure utitur' biçiminde ifade edilen kötüye kullanma yasağı özel hukukta da geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Mahkeme kararlarında da sık sık bu gerekçe gösterilerek hakkın tanımı ve sınırı çizilmektedir. Eski medeni kanununumuzda 'Bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suistimalini kanun himaye edemez.' (Bir hakkın bir başkasına zarar veren kötüye kullanımını kanun korumaz) şeklinde genel kaide vardır. Aynı şekilde yeni medeni kanunda da 'Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz' şeklinde düzenlenmiştir.
MK.2/I’de 'herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir.'
Anayasanın 14. maddesine göre, temel hak ve hürriyetler kötüye kullanılamaz.
18. maddeye göre 'Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.'
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 22.03.2006 tarihli ve 2006/4-66 E. - 2006/99 sayılı karar. Kararın bir kısmında Yargıtay görüşünü şu şekilde somutlaştırmıştır: 'Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.'
- 'Kendisine ait olmayan taşınmazları, kendisininmiş gibi göstererek, gerçeğe aykırı açıklamada bulunan borçlunun iyiniyetli sayılmayacağını' 53 ... 2. Asliye Tic. Mah. 9.3.1989 T. E:1988/1060, K:206 (ALTAY, S. a.g.e. sh:737)
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 30. maddesine göre 'İşbu beyannamenin hiçbir hükmü içinde ilan olunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert tarafından yok edilmesini amaçlayan bir faaliyete girişmeye veya bu faaliyeti gerçekleştirmek için bir kazandırıcı hak mahiyetinde yorumlanamaz.' 1950 tarihli AİHS’nin 17. maddesine göre 'Bu sözleşme hükümlerinin hiçbiri devlete, topluluğa veya ferde işbu sözleşmede tanımlanan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya sözleşmede öngördüğünden daha geniş bir ölçüde sınırlamalara tabii tutulmasını hedef alan bir faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya yönelik herhangi bir hak sağladığı şeklinde yorumlanamaz.'
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, sanık ...’ın katılan ...’a ticari ilişki nedeniyle keşide ettiği her biri 85.000 TL olan beş adet çekin ödenmemesini sağlamak amacıyla, diğer sanık ...’e teslim etmiş gibi, sahte bir protokol hazırlayarak, sanık ...’nın ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne gerçeği ifade etmeyen yazılı dilekçe ile başvurarak, mahkemenin içeriği sahte resmi belge niteliğinde 'ödemeden men' kararı alması ve bu kararın içeriği sahte resmi belgenin bankaya ibrazı ile katılana olan borcunu ödemesinin durdurması şeklinde gerçekleşen eylemin; sanıkların yasalar tarafından korunan meşru bir talebi mahkemeden talep etmediği, sanıkların mahkemeyi içeriği sahte olan sahte resmi belgenin hazırlanmasında aracı olarak kullandığı, sanıkların hakkında sübut bulan eylemlerine göre TCK'nin 204/1. maddesindeki resmi belgede sahtecilik suçundan mahkemenin verdiği mahkumiyet kararının onanması gerektiğinden çoğunluk kararına katılmıyorum." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 06.02.2021 tarih ve 19893 sayı ile;
"...Sanık ...'ın aralarındaki ticari ilişki nedeniyle müşteki ...... adet çeki 01.04.2011 tarihli protokol ile teslim etmesine rağmen, çeklerin ödenmemesini sağlamak amacıyla diğer sanık ...'e teslim etmiş gibi 26.02.2011 tarihli özel belge niteliğinde çek teslim protokolü düzenledikleri, daha sonra bu protokolle sanık ...'nın çekleri kaybettiğinden bahisle ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne ödemeden men talebi ile başvurup resmi belge niteliğinde tedbir kararı aldığı olayda; sanıkların eylemlerinin teselsül eden resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmadığı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır...
...Konunun anlaşılması bakımından aşağıdaki müesseselere değinmekte fayda vardır.
5237 sayılı TCK’nun 'Resmi belgede sahtecilik' başlıklı 204. maddesi;
'(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır' şeklindedir.
Buna göre, resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlenmiş olup, resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkaları aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hüküm altına alınmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
Öte yandan, resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmi belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği ya da başka bir ifadeyle iğfâl kâbiliyeti suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığı ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir.
Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012 gün ve 335-1804 ile 14.10.2003 gün ve 232-250 sayılı kararlarında da; muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfalin, aldatma yeteneğinin varlığını göstermeyeceği ve bu nedenle aldatma keyfiyetinin belgeden objektif olarak anlaşılması gerektiği belirtilmiştir. Sahteciliğe konu olan belgenin aldatma yeteneğinin olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle yargılamayı yürüten mahkemeye ait olup, hakim olayın çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alarak, sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamayacağını bizzat belirlemeli ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir.
Görüldüğü gibi, mahkemece, mümkün olması halinde suçun konusunu oluşturan belge aslı getirtilerek resmi belgede bulunması gereken başlık, sayı, tarih, imza, mühür gibi zorunlu öğeler incelenmeli, nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığı belirlenmeli, tereddüt halinde ise; mahkemeye yardımcı olma ve aydınlatma bakımından konusunda uzman bilirkişinin görüşüne başvurulmalıdır.
Belgenin ele geçmediği durumlarda ise, suça konu belgenin somut olayda muhatapları öznel (subjektif) olarak aldatması, yani fiili iğfal tek başına yeterli görülmeyerek, mutlaka diğer yan deliller göz önüne alınmalı, bu bağlamda; evrakın varsa suretinin imza, mühür, şekil, sayı vb. yönlerden incelenmesi, mümkün olduğu takdirde evrakın ibraz edildiği muhatapların dinlenmesi gibi deliller değerlendirildikten sonra objektif olarak aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir. Fikri sahtecilik ya da içerik sahteciliği de denilen belgenin yetkili kişi ya da kurum tarafından düzenlendiğinin sabit olduğu hallerde ise, suça konu belge ele geçirilemese bile yetkili kişi ya da kurum tarafından düzenlenmiş olması nedeniyle iğfal kâbiliyetinin bulunduğu kabul edilmelidir.
Bununla birlikte ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi olan, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' şeklinde, Latincede ise 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesi uyarınca, suça konu belgenin iğfal kâbiliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda oluşacak şüphe sanık lehine yorumlanmalıdır.
Özel belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nun 207 maddesinde;
'(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.' şeklinde hükme bağlanmıştır.
Özel belgeler de resmi belgeler gibi kanıt gücü ve hukuken sonuç doğurma yeteneği bulunan belgelerdir. Fakat özel belgeler daha çok bireyler arasındaki ilişkilerle ilgili ve etkileri sınırlı bulunduğu gibi, resmi belgelerde olduğu gibi içeriğinin doğru olduğunu değil, salt bir belge olarak gerçek olduğunu göstermesi nedeniyle korunması gereken belgelerdendir. Bu nedenle suçun oluşması için kullanılmış olması zorunlu görülmüştür. Resmi belgede sahtecilik işlendiğinde, özel sahte belge ise kullanıldığında suç kabul edilmektedir. Özel belgede sahtecilik suçu ile korunan yarar kamu güvenidir.
Özel belgede sahtecilik suçu bir sahtecilik suçu olarak, kamu güvenine karşı suçlar içerisinde düzenlenmiştir.
Özel belgede sahtecilik suçunda fail herhangi bir kimse olabilir. Suçu herkes işleyebilir. Özgü suç olarak düzenlenmemiştir.
Suçun maddi konusu ‘belge’ olarak öngörülmüştür.
Ceza hukukunda belge; belirli bir düşünce, hukuki ilişki veya vakayı yansıtan, başka deyişle hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir irade beyanını içeren ve düzenleyicisinin kim olduğunu da gösteren yazılı evrak olarak tanımlanabilir.
Belgenin temel unsurlarının başında yazılı olması gelmektedir. Belgeyi oluşturan iradenin yazı ile belirlenmiş, tespit edilmiş olması halinde bu unsur gerçekleşir.
Yazılı evrakın belge olarak kabul edilebilmesi için; hukuken korunmaya değer bir içeriğinin bulunması gerekir.
Yazılı materyalin belge olarak kabul edilebilmesi için, kim tarafından düzenlendiğinin belli olması gerekir.
Özel belgeler, resmi belge sayılmasını gerektiren unsurları taşımayan belgelerdir . Ancak, özel belgenin de belge niteliğinin, yani belge sayılması için gereken öğelerin bulunması aranmalıdır. Bu nedenle, belge kavramı ve unsurları ile ilgili açıklamalar özel belgeler hakkında da geçerlidir. Başka bir anlatımla; yazılı bir evrakın, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir biçimde kamu görevlisi olmayan belirli bir kimse tarafından düzenlenmesi durumunda özel belgenin varlığı söz konusu olur. Örnek verirsek; bir bankanın hesap bilgileri hakkındaki yazısı, kredi sözleşmesi, teminat mektubu, adi senet, fatura, mal beyanı, vergi beyanı, gümrük beyanı, sigorta giriş bildirimi, mektup, özel bir vaka hakkında ilgililerince düzenlenen tutanak, kira sözleşmesi, tahliye taahhüdü, dilekçe, ihbar yazısı, vb. belgeler özel belge sayılmaktadır.
Kimi özel belgelerin (hisse senedi, kambiyo senedi, tahvil vs.) kanun tarafından resmi belge gibi kabul edildiğini (m.210/1) hatırlamak gerekir. Fakat, resmi belge sayılan belgelerdeki unsur eksikliği nedeniyle bu niteliğini kaybetmesi durumunda, özel belge sayılmaktadır. Örneğin bono veya çek’in yasal öğelerinin eksik bulunması durumunda özel belge kabul edilmektedir. Yine kanun hükmü gereği bazı durumlarda kişinin memur gibi cezalandırıldığını görmekteyiz. Bu durumda de belge resmi belge niteliğini almaktadır.
Kamu görevlisi tarafından düzenlense dahi, göreviyle ilgisi olmayan belgeler de özel belge sayılır .
Özel belgenin suça konu olması için, doğrudan hukuki sonuç doğurması gerektiği kabul edilmektedir .
5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, 'kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza' söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus ... Komisyonu raporunda da; 'Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır' şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır' şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun 'suçların içtimaı' bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; 'Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır' şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı TCK'nun 43/1. maddesinin ilk cümlesinde; 'Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır' biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında ise; 'Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır' denilmek suretiyle de aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK'nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCK’da yer alan 'muhtelif zamanlarda vaki olsa bile' ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda, diğer şartların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim 765 sayılı TCK’nun yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir. 5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan,'değişik zamanlarda' ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.
5237 sayılı Kanunun 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Bağımsız kastları birleştiren suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü birkaç defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılmalıdır. Fail, önceden belirlediği böyle bir plân veya niyet kapsamında, bunu bir defada gerçekleştirmek yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plâna göre hareket etmiş olduğundan, birden fazla olan kısımlar, yani ayrı suçlar, tek bir müteselsil suç meydana getirirler. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Beta Yayınevi, Cilt I, 14. bası, s.398)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 30.05.2006 gün ve 173/145, 13.10.1998 gün 305/304, 20.03.1995 gün ve 48/68 ile 02.03.1987 gün ve 341/84 sayılı kararlarında, öğretideki yukarıda değinilen görüşlere yer verildikten sonra 'aynı suç işleme kararından' yasanın aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, bu plan çerçevesinde hareket etmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm bu hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması, aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerektiği, suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması, suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin ... ve hakkaniyete uygun bulunmayacağı hususlarının genel bir kabul gördüğü de kabul edilmiştir.
Sahtecilik suçunun farklı kişilere yönelik gerçekleşmiş olması nedeniyle, 5237 sayılı TCK'nun 43. maddesinin 2. fıkrası üzerinde de durmak gerekir. Aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacak, ancak bu ceza TCK’nun 43/1. maddesine göre artırılacaktır. Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki 'tek bir fiili' oluşturmaktadır.
5237 TCK'nda, bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması halinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür (TCY’nın 172/2. md.). Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCY’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.
Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;
1- Hareket ya da fiilin hukuksal anlamda tek olması,
2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,
3- İşlenen birden fazla suçun 'aynı suç' olması,
4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.
Bu dört şart birlikte gerçekleştiğinde, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Somut olayda sanıkların sahtecilik eylemlerinin farklı zamanlarda gerçekleşmiş olmaları nedeniyle tek bir fiil olarak kabulü mümkün olmadığından 5237 sayılı TCK’nun 43/2. maddesinin uygulanma şartları bulunmamaktadır.
Birden çok belgede sahtecilik suçunun, zincirleme ya da ayrı suçlar mı oluşturacağı problemini çözümlerken, korunan hukuki yarar, suçun mağduru ve suçtan zarar gören kavramları da ele alınmalıdır.
Belgede sahtecilik suçları 765 sayılı TCK'nun 'Cürümler' başlıklı ikinci kitabının, 'Ammenin İtimadı Aleyhinde Cürümler' başlıklı altıncı babının, 'Evrakta Sahtekarlık' başlıklı üçüncü faslında düzenlenmişken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun ise 'Özel Hükümler' başlıklı ikinci kitabının, 'Topluma Karşı Suçlar' başlıklı üçüncü kısmının, 'Kamu Güvenine Karşı Suçlar' başlıklı dördüncü bölümünün 204 ila 212. maddelerinde düzenlenmiş olup, her iki kanun yönüyle de belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir.
Nitekim 765 sayılı Kanun döneminde Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.2004 gün ve 94-132 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında istikrarlı olarak, suçla korunan yararın kamu güveni olduğu kabul edilmiş ve; 'Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı düzenlenmesi, gerçek belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi, eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp, yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir' denilmiştir. Hatta, 765 sayılı TCK’nun 339 ve 355. maddeleri ile ilgili olarak ceza miktarlarını belirlemede kanun koyucunun suçun kamu güvenini bozmadaki etkinliğini ölçü aldığı kabul edilmiştir. (CGK’nun 06.11.2007 gün ve 223-224 sayılı kararı)
Aynı şekilde Yargıtay bu görüşünü 5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden sonra da sürdürmekte olup, Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 276-55 sayılı kararında bu husus; 'Evrakta sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye ekleme yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılmıştır' şeklinde ifade edilmiştir. Özel Daire kararları da aynı yöndedir, Örneğin; 'Belgede sahtecilik … suçunun hukuki konusu kamunun güveni olup, suçun oluşması için genel kast ve zarar olasılığı yeterlidir' (Yargıtay 11. CD’nin 05.03.2008 gün ve 1232-1298 sayılı kararı).
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, 'haksızlığa uğramış kişi' olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır.
Mağdurun belirlenmesi, suçun unsurlarının veya nitelikli hallerinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti ile özellikle 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının çözümü konusu başta olmak üzere bir çok ceza hukuku hükmünün doğru ve isabetli uygulanabilmesi açısından önemli olmasına rağmen, 5237 sayılı TCK başta olmak üzere ceza kanunlarımızda mağdurun bir tanımı yapılmamıştır. Öğretide de kabul olunduğu üzere kanun koyucunun bu tercihi öncelikle kapsayıcı bir tanım yapmanın zorluğundan kaynaklanmakta, diğer taraftan kavramın bazen dar bazen de geniş yorumlanmasına duyulan ihtiyaç bu yönde bir tercihi zorunlu kılmaktadır.
Mağdur kavramı gibi kanunda açıkça tanımlanmamış olan 'suçtan zarar görme' kavramı ise, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; 'suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali' olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 gün ve 155–80, 04.07.2006 gün ve 127–180, 22.10.2002 gün ve 234–366 ile 11.04.2000 gün ve 65–69 sayılı kararlarında; 'dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez' şeklinde açıkça belirtilmiştir.
Mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (... ...Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 3. Bası, ..., 2007, s.444; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, ..., 2013, s. 212 - 215; .. Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, ..., 2013, s.107 - 109; Osman Yaşar-... Tahsin Gökcan–... Artuç, Türk Ceza Kanunu, ..., ... Yayınevi, 2014, 6. cilt, s.7958-7959)
Mağdurun kim olduğunun belirlenmesinde öncelikle madde metnine bakılmalı, madde metninin yeterli olmadığı durumlarda hükmün konuluş amacı, suçun düzenlendiği yer gibi hususlar birlikte değerlendirilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Bu bağlamda gerek 765 sayılı TCK'nun, gerekse de 5237 sayılı TCK'nun belgede sahtecilik suçlarının düzenlendiği madde metinlerinde suçun mağdurunun kim olduğuna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesi, belgede sahtecilik suçlarının hukuki konusunun kamunun güveni olması ve bu suçların kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, bu suçların mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğunun, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir. Aksinin kabulü halinde, somut olayda olduğu gibi birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan sahtecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları gözönünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı TCK'nun '... ve kanun önünde eşitlik ilkesi' başlıklı 3. maddesinin gerekçesinde, 'Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir' şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış olunacaktır.
Öğretide, belgede sahtecilik fiilinin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi halinde ilgili kişinin de mağdur sayılacağı yönünde bir kısım görüşler olmakla birlikte, çoğunluk itibariyle, anılan suçların mağdurunun kamu olduğuna ilişkin, 'Sahtekarlık suçlarının mağduru daima Devlettir. Bu suçlar dolayısıyla maddi ya da manevi bir zarara uğrayan kimse ise, mağdur olmayıp, 'suçtan zarar gören kişi' sayılır ve böyle bir veya bir kaç kişinin bulunması, suçun kukuki konusunu etkilemez' (Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku Cilt III, Sahtekarlık Suçları, ... 1981, 4. Baskı, s.10), 'Resmi evrakta sahtecilik suçları TCK'da topluma karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenmiş olduğu için bu suç tiplerinin toplumu oluşturan bireylerin tamamına karşı işlenmiş olduğunun kabulü gerekir.' (Veli ... Özbek, ... Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, 2012, s. 759) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü açısından 'aynı suç' kavramı da irdelenmelidir.
Aynı suç 5237 sayılı TCK’nun 43. maddesinde; 'Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır' denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de 'aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu', kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Buna göre suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz etmek mümkün iken, suçun ismi değiştiğinde artık aynı suçtan bahsetmek mümkün değildir. Örneğin dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hali de dahildir. Zincirleme suç oluşturan eylemlerden bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı da teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, işlenen suçların isimleri değişmediği sürece, aynı suç sayılacaktır. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi 18. Baskı, ..., 2012. s.339; ...Türk Ceza Kanunu, 1. cilt, ..., 2014, s.1241-1242; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 8. bası, ..., 2015, s. 492-493; ...Yeni Türk Ceza Kanunun da 'Zincirleme Suç', TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253)
Sahtecilik suçları bakımından ise, Kanun koyucunun resmi belgede sahtecilik ve özel belgede sahtecilik suçlarının benzer şekilde düzenlemesi, her iki suçta korunan hukuki yararının kamu güveni olması, suçların mağdurunun geniş anlamda toplumu oluşturan tüm bireyler olması ve suç isimlerinin aynı olması nedeniyle, resmi belgede sahtecilik suçu ile özel belgede sahtecilik suçunun 'aynı suç' kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte sahtecilik suçları bakımından özel bir içtima hükmü getiren TCK’nun 212. maddesinin de ayrıca ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
TCK’nun 'İçtima' başlıklı 212. maddesi; 'Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur' şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükme göre, sahte belgenin başka bir suçun işlenmesinde kullanılması durumunda, fail hem sahtecilik, hem de belgenin kullanıldığı suçtan dolayı sorumlu tutulacaktır. Başka bir anlatımla sahte belge başka suçun işlenmesi sırasında kullanıldığında fail, hem sahtecilik hem de belgenin kullanıldığı suçtan cezalandırılacaktır. Anılan madde sahte belgenin sahtecilik dışında başka bir suçta kullanılması durumunu ifade etmekte olup, madde anlatımdan sahte belgenin başka bir sahtecilik eyleminde kullanılması durumunda diğer sahtecilik suçundan da ayrıca ceza verilmesi gerektiği sonucuna ulaşmak mümkün değildir.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenmesi için 'cezayı aleyhe değiştirememe' kuralı üzerinde durulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı öğreti ve uygulamada; 'temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması' şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince 'reformatio in pejus judici appellato non licet' olarak adlandırılan, 'bir hükmün aleyhe değiştirilmesi caiz değildir' şeklinde tecrüme edilen, öğreti ve uygulamada ise, 'lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı' olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz' şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK'nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan 'cezayı aleyhe değiştirememe' veya 'aleyhte düzeltme yasağı'nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz' düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan 'cezanın aleyhe değiştirilmemesi' ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran 'cezalar' ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK'nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamda değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; sanık ...'ın aralarındaki ticari ilişki nedeniyle müşteki ...a 4 adet çeki 01.04.2011 tarihli protokol ile teslim etmesine rağmen, çeklerin ödenmemesini sağlamak amacıyla diğer sanık ...'e teslim etmiş gibi 26.02.2011 tarihli özel belge niteliğinde çek teslim protokolü düzenledikleri, daha sonra bu protokolle sanık ...'nın çekleri kaybettiğinden bahisle ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne ödemeden men talebi ile başvurup resmi belge niteliğinde tedbir kararı aldığı olayda; sanıkların eylemlerinin teselsül eden resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, mahkeme hükmünün bu bakımdan yerinde olduğu ancak Yargıtay 21. Ceza Dairesinin 09.06.2016 tarih ve 2015/8291-2016/5129 sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilen Mahkemenin 10.12.2012 tarih ve 2012/251-403 sayılı hükmünün yalnızca sanıklar müdafiileri tarafından temyiz edildiği ve anılan hükme yönelik sanıklar aleyhine temyiz talebi bulunmadığı, bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 326/son maddesi uyarınca sanıkların ceza miktarı itibarıyla kazanılmış haklarının bulunduğunun gözetilmemesi ve Yargılama giderlerinden olan vekalet ücretinin CMK'nin 326/2. maddesi gereğince iştirak halinde işlenen suçlardan dolayı mahkûm olanlara eşit oranda yükleneceği gözetilmeden, 'maktu ücreti vekaletin sanıklardan alınıp katılana verilmesine' şeklinde hüküm kurulması, Yasaya aykırı; sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca bozulması; ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususların düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından 'Katılan vekille temsil edildiğinden 3960 TL maktu ücreti vekaletin sanıklardan alınıp katılana verilmesine' ibaresinin çıkartılıp yerine 'Katılan vekille temsil edildiğinden 3960 TL maktu ücreti vekaletin sanıklardan eşit oranda alınıp katılana verilmesine.' ibaresinin yazılması, hüküm fıkralarından sonra 'CMUK'nın 326/son maddesi uyarınca sanıkların kazanılmış hakkı gözetilerek sonuç itibarıyla 1'er yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına' ibaresi eklenmek suretiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerektiği..." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 11.03.2021 tarih, 3485-2482 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanıklar hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıkların eylemlerinin zincirleme şekilde resmî belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan ...’un, ... Cumhuriyet Başsavcılığına vekili aracılığıyla verdiği 31.10.2011 tarihli şikâyet dilekçesi ile; sanık ... tarafından kendisine protokol ile teslim edilen.. olarak görünen 30.07.2011, 30.08.2011, 30.09.2011 ve 30.10.2011 keşide tarihli 4 adet çek bedelinin karşılığının ödenmemesi için sanık ...’ın diğer sanık ... ile belirtilen çekler de dahil toplam 19 adet çekin sanık ...’ya verildiğini belirten 26.02.2011 tarihli sahte bir protokol tanzim ettiklerini ve sanık ...’nın bu protokolü ... Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı çek iptali davasında kullanarak çekler hakkında ödemeden men kararı aldığını, çekleri tahsil için ilgili bankaya başvurduğunda ödemeden men kararı nedeniyle kendisine ödeme yapılmadığını beyanla sanıklar hakkında şikâyetçi olduğu ve soruşturmanın bu şekilde başladığı,
Dosya içerisinde bir örneği bulunan 01.04.2011 tarihli belge içeriğinin; “Firmamıza ait aşağıda seri no, vade ve miktarları yazılı bulunan çekleri rızam doğrultusunda ... ve ...’a verdim. Söz konusu çekler çek tarihinde muteberdir.” şeklinde olduğu, aynı belgede .. ibaresinin alt kısmında çeklerin her biri ayrı ayrı olmak üzere 4 ayrı satırda ... seri no, 30.07.2011 vade,... seri no, 30.08.2011 vade, ... seri no,... vade, 85.000, 2982780 seri no, 30.10.2011 vade, 85.000” biçiminde belirtildiği, belgenin alt kısmının sol bölümünde, üzerinde bir adet imza bulunan .... kaşesi, sağ bölümünde ise el yazısı ile sanık ... ismi ve imzasının yer aldığı,
Dosya kapsamına göre sahte olduğu iddia edilen “Protokoldür” başlıklı,.. antetli ve 26.02.2011 tarihli belge içeriğinde; sanık ... tarafından katılana verilen 4 adet çeke ilişkin bilgilerin de yer aldığı toplam 19 adet çekin diğer sanık ...’le aralarındaki ticari ilişkiye istinaden adı geçen sanığa teslim edildiği hususunun belirtildiği, 3 sayfalık belgenin her bir sayfasının altında sanık ...’in adı ve.... kaşesinin bulunduğu, bu isim ve kaşe altında da birer imzanın yer aldığı,
... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/585 esas sayılı dosyasının, incelemeye konu dosya içerisine alınan ilgili evrakına göre; sanık ...’in vekili aracılığıyla Mahkemeye ibraz ettiği 24.06.2011 tarihli dilekçesi ve ekinde yer alan “Protokoldür” başlıklı belge ile bu belgede bahsedilen 19 adet çekin kaybolduğundan bahisle çeklerin iptali için dava açıldığı, aynı dilekçe ile çek iptaline karar verilmeden önce ilk aşamada ödemeden men kararı verilmesinin talep edildiği, bu istemler ile açılan davada adı geçen Mahkemece 27.06.2011 tarihli tensip tutanağıyla katılana verilen protokole konu çekleri de kapsayacak şekilde ödemeden men kararı verildiği, bu kararın ilgili yerlere bildirildiği,
Dosya içerisinde aslı gibidir kaşeli katılana verilen 01.04.2011 tarihli protokole konu çekler incelendiğinde; 30.10.2011, 30.09.2011 ve 30.07.2011 keşide tarihli çeklerin bankaya ibraz edilmesi üzerine bu çekler hakkında ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 27.06.2011 tarihli ve 2011/585 sayılı ödeme yasağı bulunduğundan hiçbir işlem yapılmadığını belirten banka kaşesinin çeklerin arkasına basıldığının görüldüğü,
Anlaşılmıştır.
Katılan ... aşamalarda ve beyan dilekçelerinde özetle; 2009 yılı içerisinde... İnşaat isimli firmanın hissedarları olan Nejdet Selim, Karakim Bedikoğlu ve İsmail Özdemir’e kaba inşaat hâlindeki bir yeri devrettiğini, karşılığında da bu kişilerden 340.000 TL tutarında çek aldığını, ancak bu çeklerden bir tanesinin karşılıksız çıkması üzerine bu şahısların alacaklı olduklarını belirttikleri sanık ...’ın yetkilisi olduğu... ait 4 adet, her biri 85.000 TL bedelli toplamda 340.000 TL’lik çekleri protokol ile kendisine teslim ettiklerini, bu çeklerden ilkini bankaya tahsil için ibraz ettiğinde, diğer sanık ...’in söz konusu çeklerin elinden çıkmış olması nedeniyle ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/585 esas sayılı dosyası üzerinden ödemeden men kararı aldığını ve çek iptali davası açtığını öğrendiğini, her iki sanığın birlikte hareket ederek alacağının tahsilini güçleştirmek için gerçekte 01.04.2011 tarihli belge ile kendisine teslim edilen ve hâlen de kendisinde bulunan çeklerin sanki 26.02.2011 tarihinde sanık ...’e teslim edilmiş gibi protokol düzenlediklerini ve sanık ...’nın gerçeğe aykırı olarak düzenlenen bu protokolü kullanarak adı geçen Mahkemeden ödemeden men kararı aldığını, zararının giderilmediğini, sanıklardan şikâyetçi olduğunu,
İfade etmiştir.
Sanık ... aşamalarda ve savunma dilekçelerinde özetle; iddianamede bahsi geçen....nin yetkilisi olduğunu, diğer sanık ...’in inşaat mühendisi olduğunu ve adına daire alacağı için toplam 19 adet çeki ...’e verdiğini, adı geçenin zaman içerisinde birkaç çekini iade ettiğini, ancak kalan çekleri kaybettiğini söylediğini, bunun üzerine ...ya “Avukatınla görüş, çekler benim olduğu için beni zarara uğratma.” dediğini,...’nın mahkemeye başvurarak ödemeden men kararı aldığını ve kararı bankasına teslim etmiş olduğunu sonradan öğrendiğini, davaya konu olan 4 adet çeki daha önceden iade etmiş olduğunu, kendisinin de bu çekleri Nejdet Selim adlı şahsa yine adına daire alınması için verdiğini, katılan ...'u tanımadığını, katılanın şirketini Nejdet adlı şahsın almış olduğunu, karşılığında da kendisine ait olan çekleri verdiğini öğrendiğini, kendisine de daire vereceklerinden çeklerle ilgili protokol istendiğini, bunun üzerine çekleri teslim ettiğine dair protokolü imzaladığını, haklarında ödemeden men kararı olduğu için davaya konu bu dört adet çekin karşılığını ödemediğini, harici olarak da ödeme yapmadığını, adına bir kısım daireler de alındığını,
Sanık ... aşamalarda ve savunma dilekçelerinde özetle; diğer sanık ...’ın mimar, kendisinin de mühendis olduğunu, sanık ...’ın kendisine biraz borcunun bulunduğunu ve ayrıca yapacakları işle ilgili olarak da ...’la bir protokol düzenlediklerini, bu protokolle sözü edilen çeklerin kendisine teslim edildiğini, seyahatleri sırasında çekleri kaybettiğini düşünerek avukatına danıştığını ve kimsenin mağdur olmaması için çeklerle ilgili ödeme yapılmasın diye dava açtıklarını, mahkemece bu konuda karar alındığını, bir süre sonra başka çantasında olduğunu fark ettiği çekleri diğer sanık ...’a teslim ettiğini, çekleri bulduktan sonra da davanın devam etmesine gerek görmediğini, sanık ...’tan alacağının bulunmasına ve yapılacak ... karşılığı olarak bu çeklerin düzenlenen protokolle kendisine teslim edilmiş olmasına rağmen, çalındıklarını düşündüğü için panik yaptığından ve aradan da zaman geçtiğinden çeklerin sanık ...’a iadesini uygun bulduğunu, suç işlemek kastıyla hareket etmediğini,
Savunmuşlardır.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, öncelikle resmî belgede sahtecilik ve özel belgede sahtecilik suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
Resmî belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nın 204. maddesinde;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu suç, maddenin birinci fıkrasında seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmış olup resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması hâlinde cezanın yarı oranında artırılması gerektiği belirtilmiştir.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, tamamen veya kısmen değiştirilmesi ya da gerçek bir belgeye eklemeler yapılması eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
TCK’nın “Özel Belgede Sahtecilik” başlığını taşıyan 207. maddesi;
"Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir.
Özel belge, kamu görevlisinin görevi nedeniyle düzenledikleri dışında kalan, resmî belgeden sayılmayan, resmî bir işlem nedeniyle düzenlenmiş olmayan, ancak; doğrudan hukuken hüküm, sonuç meydana getiren, bir hakkın doğmasına veya kanıtlanmasına yarayan yazıdır (Kubilay Taşdemir, Belgelerde Sahtecilik Suçları, ..., 2013, s. 441.). Başka bir deyişle, resmî belgenin özelliklerini taşımayan tüm yazılar özel belge olarak nitelendirilebilir.
Bu suçun seçimlik hareketleri özel belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir özel belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte özel belgenin bu özelliği bilinerek kullanılması olarak gösterilmiştir. Bununla birlikte bir belgenin sahte olarak düzenlenmesi ve gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesine ilişkin seçimlik hareketlerin özel belgede sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için bu belgelerin ayrıca kullanılması da gerekmektedir. Kullanmadan maksat, bu sahte belgenin herhangi bir hukuki ilişkide veya herhangi bir hukuki işlem tesisinde dikkate alınmasını sağlamaya çalışmaktır.
Suç konuları farklı olmakla birlikte, resmî ve özel belgede sahtecilik suçları unsurları itibarıyla benzer şekilde düzenlenmiştir. Her iki suç yönünden de belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için, sahteciliğe konu belgenin aldatma yeteneğinin de bulunması gerekir.
Diğer taraftan, resmî belgede sahtecilik suçundan farklı olarak özel belgede sahtecilik suçunu düzenleyen TCK’nın 207. maddesinin metninde, gerçeğe aykırı belge düzenlemek olarak tanımlanan içerik sahteciliğine (fikri sahtecilik) yer verilmediği, yalnızca "Belgenin sahte olarak düzenlenmesi ve gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi" hareketlerine, başka bir deyişle maddi sahtecilik eylemlerine yer verildiği görülmüştür.
Madde metninde belirtilen seçimlik hareketler, anılan maddenin gerekçesinde de; “...Söz konusu suçu oluşturan hareketlerden biri, özel belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Özel belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.
Suç, gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmek suretiyle de işlenebilir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan özel belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır...” şeklinde açıklanmış olup suça konu eylemlerin yalnızca maddi sahteciliğe ilişkin hareketler olduğu anlatılmıştır. Belgeyi düzenleyen olarak görünen kişinin gerçek olmasına rağmen, belge içeriğinin gerçeğe aykırı görünmesi durumuna, yani içerik sahteciliğine ne madde metninde, ne de gerekçesinde yer verilmemiştir.
Buna göre, düzenleyenin imzası gerçek olmakla birlikte salt yalan beyanı içeren özel belgeler, açıklanan ve unsurları gösterilen özel belgede sahtecilik suçunun maddi konusunu oluşturmamaktadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
...nin yetkilisi olan sanık ...’ın, ...Bankasına ait keşidecisi ... ve Endüstri San. Tic. Ltd. Şti. olarak görünen 30.07.2011, 30.08.2011, 30.09.2011 ve 30.10.2011 keşide tarihli 4 adet çeki 01.04.2011 tarihli protokol ile katılan ...’a teslim etmesine rağmen, fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettiği diğer sanık ... ile bu çek bedellerinin ödenmemesini sağlamak için belirtilen çeklerin de içinde bulunduğu toplam 19 adet çekin sanık ...’ya verildiğini gösteren 26.02.2011 tarihli sahte bir protokol tanzim ettikleri ve sanık ...’nın bu protokolü ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı çek iptali davasında kullanarak çekler hakkında ödemeden men kararı aldığının iddia edildiği olayda;
Özel belgede sahtecilik suçunu düzenleyen TCK’nın 207. maddesinde, gerçeğe aykırı belge düzenlemek olarak tanımlanan içerik sahteciliğine yer verilmediği göz önünde bulundurulduğunda, özel belge niteliğinde olan iddianameye konu 26.02.2011 tarihli “Protokoldür” başlıklı belgeye yönünden dosya kapsamında tahrifat yapıldığına veya bir başkası yerine o kişinin bilgisi ve rızası dışında imza atıldığına ilişkin herhangi bir iddia veya delilin bulunmaması, sahteciliğin özel belgenin içeriğine ilişkin olması karşısında, bu belgenin, bu hâliyle TCK’nın 207. maddesinde düzenlenen “özel belgede sahtecilik” suçunun maddi konusunu oluşturmayacağı,
İddianameye konu ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen ihtiyati tedbir niteliğindeki ödemeden men kararının ise hak arama özgürlüğü kapsamında Mahkemeye başvuran sanık ...’in beyanında geçen veya dilekçesinde belirtilen iddiaların Mahkemece araştırılması, maddi veya şekli gerçeğe uygun olup olmadığının denetlenmesi sonucunda takdir hakkı kullanılarak verilmiş olması, yalnızca beyana veya sunulan belgeye dayalı olarak düzenlenen bir belgenin bulunmaması, bu hâliyle Mahkemeye başvuru sırasında sunulan ve özel belgede sahtecilik suçunun konusunu oluşturmayacağı kabul edilen 26.02.2011 tarihli “Protokoldür” başlıklı belge ile Mahkemenin iradesinin sakatlandığından veya kararın hile ile elde edildiğinden söz edilemeyecek olması nedeniyle verilen ödemeden men kararı yönünden de resmî belgede sahtecilik suçunun unsurları itibarıyla oluşmayacağı, iddianameye konu eylemler bakımından sanıklar hakkında beraat hükümleri kurulması gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyet hükümleri kurulmasının usul ve kanuna aykırı olduğu,
Sonucuna varılmalıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızdaki ihtilaf; sanıklara isnat edilen sahtecilik suçunun oluşup oluşmadığına ilişkindir.
... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinde sanık ... ve ... hakkında açılan kamu davası ile yapılan yargılama sonucunda mahkemenin sanıklar hakkında, özel belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün, Yargıtay 21. Ceza Dairesinin temyiz incelemesinde sanıkların üzerine atılı eylemlerine göre resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması gerektiğine dair bozma ilamından sonra ... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükmünün Dairemizce yapılan temyiz incelemesinde Yüksek 11. Ceza Dairemiz çoğunluğunun ... Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet kararına ilişkin bozma ilamında; 'şüphelilerin gerçekte zayi olmayan çeklerin zayi olmuş gibi ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinden 'Ödemekten Men' kararı alması şeklinde kabul edilen eyleminde, TCK 207. maddesinde düzenlenen 'özel belgede sahtecilik' ve TCK’nin 204/1. maddesinde düzenlenen 'resmi belgede sahtecilik' suçunu işleme kasıtlarının bulunmadığı sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozma kararı vermiştir.
Katılan ... bir ticari ilişki nedeni ile şüpheli ...’ın yetkilisi ve temsilcisi olduğu, ... End. San. Tic. Ltd. Şirketine ait ve bu şirket yetkilisi tarafından keşide edilen 2988277, 2982778, 2982779 ve 2982780 çek numaralı her biri 85,000,00 TL bedelli olan 4 adet çeki aralarında düzenledikleri 01/04/2011 tarihli çek teslim protokolü ile teslim almıştır. Sanık ... çeklerin müştekiye tesliminden sonra çeklerin ödenmemesini sağlamak için, çek teslimi protokolüne konu çekleri diğer şüpheli ... ile 26/02/2011 tarihli çek teslim protokolü ile teslim edilmiş gibi gösteren içeriği sahte belge düzenlemişlerdir. Sanık ...’in gerçekte hamili olmadığı çeklerin ihtiyati tedbir niteliğinde ödemeden men kararı verilmesi talebini içerir mahiyette ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesine 24/06/2011 tarihli dilekçesi ile talepte bulunmuştur. Sanığın talebini değerlendiren ... 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2011/585 esas ve 27/06/2011 tarihli kararı ile daha önceden müştekiye teslim edilen 4 adet çek ile birlikte başkaca çeklerin zayi oldukları gerekçesi ile ödemekten men kararı verilmiştir. Böylece sanıklardan ... keşideci olması sıfatıyla yukarıda anılan çeklerin ödenmesinin men edilmesi ve iptalinin sağlanması için şüpheli ...'i azmettirdiği her iki şüphelinin birlikte hareket ederek mahkemeyi aracı kullanarak resmi evrakta sahtecilik suçunu işledikleri anlaşılmaktadır.
Sanık ...’ın kastının müştekiye borcunu ödememek veya geciktirmek amacıyla bu çekleri müştekiye değilde; diğer sanık ...'ya vermiş gibi göstermek amacıyla hukuk dünyasında geçerli içeriği sahte resmi bir belge hazırlamak için ilgili mahkemeyi aracı kullanarak içeriği sahte olan ödemeden men karar alınmasını sağlamak olduğu aşikardır.
Sanıkların 'içeriği sahte protokol düzenlemek' ve bu içeriği sahte olan özel belgeyi kullanarak 'mahkemeden içeriği itibariyle sahte olan ödemeden men kararı' alıp bunu bankaya ibraz ederek kullanmak suretiyle de, 'resmi belgede sahtecilik' suçunu işledikleri; sanıkların eylemlerinin Türk Ceza Kanunu 44. maddesinde işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet verildiğinde bu eylemlerden en ağır cezayı gerektiren suçtan sanığa ceza verilir düzenlemesine göre fikri içtima olarak kabul edilerek ağır olan Resmi Belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmaları gerekmektedir.
İzah edilen nedenlerle;
1- Sanıkların TCK'nin 204/1. maddesindeki resmi belgede sahtecilik suçundan mahkemenin verdiği mahkumiyet kararının isabetli olduğundan, sanıkların bu suçtan beraatlarına ilişkin 11. Ceza Dairesinin Bozma kararının isabetli olmadığına CMK 326/son maddesi gereğince aleyhe temyiz olmadığından kazanılmış haklar saklı tutularak düzelterek onanması gerektiğine dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabul edilmesi,
2- Sanıklara isnat edilen özel evrakta sahteciliğin içerik sahteciliği olduğu, TCK 44 maddesi gereğince sadece ağır olan resmi belgede sahtecilik suçundan ceza verilmesi gerektiğinden ayrıca Özel evrakta içerik sahteciliği suçundan 43/1 artırımı yapılarak fazla ceza verilmemesi gerektiğinden itirazın değişik gerekçe ile kabul edilmesi;
Görüşünde olduğumdan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar veren Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum." düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi de; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 08.03.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.