Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/278 Esas 2022/163 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2019/278
Karar No: 2022/163
Karar Tarihi: 10.03.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/278 Esas 2022/163 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2019/278 E.  ,  2022/163 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 18. Ceza Dairesi


    Sanık ...’ın kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan TCK’nın 125/1-2, 125/3-a, 62 ve 52/4. maddeleri uyarınca 6.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin ... (Kapatılan) 31. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 22.04.2014 tarihli ve 933-367 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 18. Ceza Dairesince 16.10.2017 tarih ve 41119-11017 sayı ile;
    "...Yargılamaya konu somut olayda; sanığın, katılana söylediği kabul edilen '... Allah belanı versin' şeklinde ve beddua niteliğindeki sözlerinin, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi..." isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    ... 37. Asliye Ceza Mahkemesince 09.10.2018 tarih ve 719-538 sayı ile;
    "TCK'nın 125. maddesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekçesinde;
    Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer kişinin haysiyeti ve toplum içindeki itibarı diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. Kişiye her hangi bir olayla irtibatlandırmadan soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması halinde de hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği ifade eden sözler somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları halde yine de hakaret suçunun oluşacağı belirtilmiştir. Burada davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Açıklamaları vardır.
    Genelde şiddet içerikli fiillerin gerçekleşmesi öncesinde fail mağdur arasında hakaretleşme ile suç olgusunun başlatıldığı, ilerleyen aşamalarda maddi şiddet fiillerinin gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu nedenle hakaret suçlarının basitliği değerlendirme merciindeki kişilerin bakış açısından ziyade mağdurun ruhsal yapısında uzun veya şiddetli etki yapması yönü üzerinde düşünülerek bir sonucu gidilmesi gerekir. Özetle, hakaretin serbest bırakılması, cezalandırılmaması hâlinde hakaret sonrasında çok daha ağır yaralama, çok daha ağır hakaret ve öldürmeyle sonuçlanan olayların gerçekleşmesi kolaylaşmış olacaktır. Hakaret suçu seçimlik hareketli bir suçtur. Her türlü sözcüğün mecazi anlamlara çekilerek hakaret kapsamına dahil edilmesi hâlinde de TCK'nın 2. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesiyle suç sayılan fiillerin maddi olaya uygulanmasında kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlama yasağı ihlal edilmiş olacaktır.
    Hakaret fiillerinin ortak yönü, kişinin psikolojisi üzerinde rencide edici, üzücü, haleti ruhiyesini bozucu niteliğidir. Somut olayda, şikâyetçiye tehdit olayı ile birlikte 'Allah belanı versin' deyimi sarf edilmiştir. Allah belanı versin deyimi kişinin Allah tarafından cezalandırılmaya değer nitelikte olduğu anlamını ifade eder. Türk toplumunun genelindeki anlayışa göre Allah başkalarına zarar veren mütecaviz insanlara sonunda bela verir. Allah belanı versin deyimi kişinin kuşkusuz gayri ahlaki yönlerinin bulunduğu, kötü insan tiplemesi anlamını da zorunlu olarak bünyesinde barındırıp ortaya koyar. Her hakaret deyimi herkes üzerinde aynı etki oluşturmaz. Örneğin kendi dalında çok başarılı bir doktora acemi çaylak doktor denmesi hâlinde muhatabı aşırı tepki vermeyebilir. Fakat heyet hâlinde çalışan doktorlar arasında aynı deyimin birbirlerine karşı sarf edilmesi hâlinde mesleki hakaret suçunun oluştuğu kabul edilebilir. Kahvehanelerde köylerde sıklıkla telafuz edilen 'lan' kelimesi sarf edildiği ortama göre muhatabı üzerinde hakaret etkisi oluşturmayabilir. Lan kelimesinden hoşlanmayan günlük dilde telafuz etmekten kaçınanlar üzerinde hakaret etkisi yaptığı kuşkusuzdur. Bir kamu görevlisine lan diye hitap edilemez. Burada hakaret suçunun en önemli özelliğinin kişinin iç dünyasında oluşturduğu tahribat, rahatsızlık ve mağduriyet hissidir. Allah belanı versin deyimi dini vecibelerinde hassasiyet gösteren duyarlı insanların ruhsal yapısı üzerinde oldukça fazla etki yapacağı kuşkusuzdur. Türk toplumunda Allah belanı versin deyimi ahlaki yönden kötü insanlara karşı sarf edilmeye değer bir sözcük olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle Allah belanı versin deyiminin hakaret dışında anlamının olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Allah belanı versin deyiminin kamu görevlilerine karşı her talebi yerine getirilmeyen kişiler tarafından sarf edilmesinde kamu çalışanlarının çalışma şevkini disiplinini düzenini olumsuz yönde etkileyeceği de gayet açıktır." gerekçesiyle bozma kararına direnilmiştir.
    Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 07.01.2019 tarihli ve 391300 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesi ile dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 18. Ceza Dairesince 15.04.2019 tarih ve 1238-7404 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanık hakkında tehdit suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün kesin nitelikte olması sebebiyle Özel Dairece temyiz isteminin reddine karar verilmiş olup, direnme kararının kapsamına göre inceleme sanık hakkında hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Katılanın aşamalarda değişiklik göstermeyen anlatımları, sanığın, hakaret kastı olmamakla birlikte direnme kararına konu mailleri katılana gönderdiğine dair ikrarı, tanık ... Akçael'in vekâlet ücretinin katılan tarafından ısrarlı bir şekilde talep edildiğine ilişkin anlatımları, e-mail çıktıları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanık ile avukat olan katılan arasında vekâlet ücretinden kaynaklanan ihtilaf bulunduğu, bu nedenle aleyhine icra takibi başlatılan sanığın 01.02.2011 tarihinde saat 18.48.32 ve 18.48.44’te katılana; ''Hakkımı çok kötü alacağım! Bunun sonu çok kötü olacak! Benim helal ekmeğim senin sonun olsun! Sahtekârlığın bu kadarı! Öbür tarafta görüşeceğiz! Allah belanı versin!'' şeklinde iki ayrı mail gönderdiği hususunda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
    Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.
    Bu bağlamda;
    İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
    "Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını gerektirir.",
    İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
    "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir." hükümlerine yer verilmiştir
    Anayasamıza bakıldığında;
    25. maddesinde "Düşünce ve kanaat hürriyeti" başlığı altında;
    "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."
    26. maddesinde, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
    "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976). Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
    Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
    Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
    Bu bağlamda TCK’nın "Hakaret" başlıklı 125. maddesi;
    "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
    (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
    (3) Hakaret suçunun;
    a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
    b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
    c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
    İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
    (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
    (5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, ... Yayınevi, ..., 2013, s. 430).
    Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
    Eleştiri ise herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
    Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.
    Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
    AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek "yeterli bir altyapı"nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
    Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanık ile avukat olan katılan arasında vekâlet ücretinden kaynaklanan ihtilaf bulunduğu, bu nedenle aleyhine icra takibi başlatılan sanığın 01.02.2011 tarihinde saat 18.48.32 ve 18.48.44’te katılana; ''Hakkımı çok kötü alacağım! Bunun sonu çok kötü olacak! Benim helal ekmeğim senin sonun olsun! Sahtekârlığın bu kadarı! Öbür tarafta görüşeceğiz! Allah belanı versin!'' şeklinde iki ayrı e-mail gönderdiği olayda;
    Sanığın direnme kararına konu e-mailleri suç kastı ile göndermediğine dair savunması, tanık ...'in vekâlet ücretinin katılan tarafından ısrarlı bir şekilde talep edildiğine ilişkin anlatımları, bu sebeple e-maillerin katılanın bu davranışına tepki olarak gönderilmiş olması, e-maillerde yer verilen sözlerin bütünlüğü ve amacı da birlikte gözetildiğinde kullanılan ifadelerin nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu anlaşılmış ise de katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek boyutta somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
    Öte yandan sanığın avukat olan katılana gönderdiği e-maillerin, katılanın üstlendiği kamu görevi dolayısıyla değil, sanığın ikrarı ile de anlaşılacağı üzere aralarındaki özel vekâlet ilişkisinden kaynaklanması nedeniyle sanığa yüklenen hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmediğinin kabulünde zorunluluk bulunmamaktadır.
    Bu itibarla, sanığın katılana; ''Hakkımı çok kötü alacağım! Bunun sonu çok kötü olacak! Benim helal ekmeğim senin sonun olsun! Sahtekârlığın bu kadarı! Öbür tarafta görüşeceğiz! Allah belanı versin!'' içerikli e-mailler göndermesi şeklindeki eyleminin hakaret suçunu oluşturduğuna ilişkin Yerel Mahkemenin direnme gerekçesinin isabetli olmadığına ve sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün unsurları oluşmadığı hâlde hakaret suçundan sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- ... 37. Asliye Ceza Mahkemesinin 09.10.2018 tarihli ve 719-538 sayılı hükmünde yer alan, sanığın katılana; ''Hakkımı çok kötü alacağım! Bunun sonu çok kötü olacak! Benim helal ekmeğim senin sonun olsun! Sahtekârlığın bu kadarı! Öbür tarafta görüşeceğiz! Allah belanı versin!'' içerikli mailler göndermesi şeklindeki eyleminin hakaret suçunu oluşturduğuna ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLMADIĞINA,
    2- Yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün unsurları oluşmadığı hâlde hakaret suçundan sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
    3- Dosyanın mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 10.03.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.


    .

    Hemen Ara