Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/225 Esas 2022/169 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2021/225
Karar No: 2022/169
Karar Tarihi: 15.03.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/225 Esas 2022/169 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2021/225 E.  ,  2022/169 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi


    Sanık ...'nın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 11.04.2017 tarihli ve 61-57 sayılı kararıyla TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiş, bu karara karşı sanık tarafından yapılan istinaf başvurusu ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 18.10.2017 tarihli ve 197-379 sayılı kararıyla düzeltilerek esastan reddedilmiş, bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 01.11.2018 tarih ve 194-3748 sayı ile;
    '' Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
    Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
    Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
    Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
    Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanığın temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA'' şeklinde açıklanan gerekçeyle hükmün onanmasına karar verilmiş,
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 25.06.2020 tarih ve 50124 sayı ile;
    ''...... Ağır Ceza Mahkemesi 11/04/2017 tarih ve 2017/61 E, 2017/57 Karar sayılı kararıyla; sanık ... hakkında, TCK 314/2, 3713 sy 5/1, TCK 62 maddeleri uyarınca " Silahlı Terör Örgütü Üyeliği " suçundan dolayı 6 YIL 3 AY HAPİS cezasına mahkumiyetine karar verdiği, sanığın istinaf başvurusu üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi 18/10/2017 tarih ve 2017/197 E, 2017/379 Karar sayılı kararıyla; İstinaf Başvurusunun Düzeltilerek Esastan Reddine karar vermesi üzerine bu sefer sanığın temyiz başvurusu üzerine Dairenizin yukarıda tarih ve sayısı zikredilen kararı ile hükmün oybirliğiyle; temyiz başvurusunun Esastan Reddiyle Onanmasına karar verilmiştir.
    Sanık vekili 26/03/2020 tarihli dilekçesiyle; sanığın TCK 314/2 maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılandığını, duruşmalara başlandıktan sonra hüküm verilinceye kadar, yargılama sırasında hiçbir aşamada müvekkile müdafi yardımından yararlanma hakkı verilmediği, yargılamada kesin hukuka aykırılık hali bulunduğundan, hukuka aykırılık halinin ortadan kaldırılması için olağanüstü itiraz kanun yoluna gidilmesini talep etmiştir.
    Sanık TCK 314/2 maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yargılanmış, ... Ağır Ceza Mahkemesi ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesindeki yargılamalarında sanığın müdafisiz yargılanmış olduğu tespit edilmiştir.
    İTİRAZ NEDENLERİ : Tüm dosya kapsamı, oluş ve kabule göre;
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06/12/2016 tarih ve 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararı ve 16. Ceza Dairesinin birçok kararıyla birlikte 18/06/2019 tarih ve 2019/41 E, 2019/4315 Karar sayılı kararında detaylı şekilde gerekçelendirilerek, sonuç olarak belirtildiği üzere;
    Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafii bulunmadığı gibi CMK'nın 156. maddesi gereğince de re'sen bir müdafii görevlendirilmediği, sanığa isnat edilen “silahlı terör örgütü üyeliği” suçunun niteliği dikkate alındığında, CMK'nın 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca hakkında müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun anlaşılması karşısında, Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesine aykırı olacak ve savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde kovuşturmada müdafii hazır bulundurulmaksızın mahkumiyet hükmü kurulmak suretiyle CMK 150/3, 188/1, 197/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi kararınıza istinaden, yasaya aykırılığı değerlendirildiğinden,
    Sanık hakkındaki hüküm talep üzere itiraza konu edilmiştir'' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 09.03.2021 tarihli ve 4535-2004 sayılı kararıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
    1- 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuksuz olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediğinin,
    2- Sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılması gerektiği sonucuna ulaşılması hâlinde, usule ilişkin mahkeme içtihatlarındaki değişimin kesinleşen davalar hakkında sonuç doğurup doğurmayacağının,
    Belirlenmesine ilişkindir.
    I) İDDİA:
    ''...Darbe teşebbüsüne ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında, örgüt üyesi bir kısım asker ve kamu görevlilerinin aşağıda yer alan ifadelerinden; darbe teşebbüsünün anılan Terör Örgütünün Lideri Fetullah Gülen’in bilgisi ve talimatı ile yapıldığı ve sivillerin katledilmesi, kamu görevlilerinin şehit edilmesi başta olmak üzere ortaya çıkan maddî ve manevî zarardan adı geçenin başında olduğu terör örgütünün sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, yürütülen soruşturmaların devam etmesi nedeniyle, her geçen gün örgüt bağlantısını tüm yönleriyle ortaya koyan yeni delillere ulaşılmaktadır.
    Cumhuriyet Başsavcılığımızca FETÖ/PDY ile irtibatı bulunması nedeniyle kapatılan kurumlarda çalışan kişiler hakkında soruşturma başlatılmış olup, şüpheli hakkında adli soruşturma başlatıldığı, şüphelinin üniversiteyi Marmara Universitesinde okuduğu, okurken birbuçuk yıl örgüte bağlı bir yurtta kaldığı, mezun olduktan sonra ... ilinde ... Kolejinde çalıştığı, daha sonde ... iline gelerek 2013-2014 yılları arasında dersaneler kapanıncaya kadar ... fen dersanesinde çalıştığı, bank asya hesabının bulunduğu, ayrıca şüphelinin bylock kullanıcısı olduğunun anlaşıldığı,
    17 Aralık 2013 tarihinden sonra FETO/PDY üyeleri tarafından telefon dinlemeleri ile ilgili tedbir alınmaya başlanıldığı, Türkiye de bulunan tüm telefonların güvenlik zafiyetleri ve dinlenmesinin çok kolay olduğunun örgüt tarafından bilindiği, bu konunun sohbetlerde anlatılıp toplantılarda örgüt görüşmelerinin "Line, Whatsapp, Viber, Hi, Cacao Talk, Cover Me" gibi programlar üzerinden yapıldığı, bu programların güvenlik zafiyeti olduğundan örgütün bu programları kullanmaktan vazgeçtiği, FETÖ/PDY örgütünün özellikle kritik noktalara bakan tüm üyelerinin by Lock denilen programı kullandığı, örgüt üyelerinin bu programlar üzerinden mesajlaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağladıkları, by lock ile ilgili FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'den gelen talimatla "tüm üyeler by lock programı üzerinden görüşmeler yapsın, normal telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur" denildiği, by lock programının flash bellek ile kurulum dosyasının telefona kopyalama ile başlayan bir mesajlaşma programı olduğu, giriş şifresi oluşturduktan sonra sisteme Türkiye haricinden başka bir ülkenin serveri üzerinden bağlantı sağlanabildiği, bu bağlantının genellikle ABD üzerinden gerçekleştirildiği,
    By lock veri tabanının Kanada ülkesinde olduğu, by lock üzerinden gönderilen mesajları gönderdikten sonra alıcı tarafından silinmemiş ise 24 saat içerisinde sistem tarafından otomatik olarak silindiği, ancak gönderici mesajı gönderdikten sonra mesajı telefonundan silmesi halinde alıcı mesajı okuduktan sonra sistemin mesajı otomatik olarak sildiği, by lock içerisinde gelen mesajlardan telefonların özelliklerine göre ekran görüntüsü kopyası alınabildiği, by lock programının ilk başta İngilizce olarak kullanıma sunulduğu, daha sonra Türkçe yazılım güncellemesi yapılarak Türkiye de FETÖ/PDY hizmetine sunulduğu, Türkiye de örgüt tarafından yazışma ve mesajlaşma olarak bu iki Türkçe ve İngilizce versiyonun kullanıldığı, bu programlara ait BY LOCK ve .... isimli versiyonların ... mağazalarında bulunmadığı, emirlerin örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından bölge imamlarına, bölge imamları vasıtasıyla il ve ilçe imamlarına gelen tüm emir ve talimatların ise by lock üzerinden diğerlerine ulaştırıldığı, örgüt içerisindeki gizlilik seviyesinin en üst düzeyde olduğu,
    Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 09.12.2016 tarihli 10.2.001.01.000.390.1960.249- 2236/691-94292157 sayılı yazıları ile ... Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuş olduğu dosya içerisinde bir sureti bulunan "By Lock Uygulaması Teknik Raporu"nda şüphelinin kullandığı tespit edilen by lock uygulamasının FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş örgütsel temas ve faaliyetler ile ilgili mesajlaşmaları içeren örgütün hücre tipine uygun olarak karşılıklı kullanıcı adları ve şifreleme ile başkaları tarafından kullanılamayan bir sistem olduğu ve anılan uygulamanın global bir uygulama maskesi altında FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulmuş olduğunu ayrıntıları ile açıklandığı,
    Tüm dosya kapsamının incelenmesinde şüphelinin okurken birbuçuk yıl örgüte bağlı yurtta kaldığı, mezun olduktan sonra da örgüte bağlı kurumlarda çalışmaya devam ettiği, bank asya hesabının bulunduğu, ayrıca by lock programı kullanıcısı olduğunun anlaşıldığı, yukarıda izah edildiği üzere by lock programının örgüt lideri Fetullah Gülen'in talimatı ile kullanılmaya başlanıldığının açık olduğu, örgüt içi gizli haberleşmenin bu yolla sağlandığı, bu bağlamda şüphelinin örgüt hiyerarşisi içerisinde hareket ettiğinin sabit olduğu anlaşılmakla;
    1-Şüpheli hakkında mahkemenizce yargılama yapılarak; eylemlerine uyan yukarıda belirtilen sevk maddeleri uyarınca CEZALANDIRILMASINA,
    2-Şüpheli hakkında 5237 Sayili ...nun 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının UYGULANMASINA,
    3- El konulan dijital metaryellerin ve adli emanetin 2017/188 sırasında kayıtlı bulunan emanetlerin 5237 Sayılı ...nun 54. maddesi uyarınca MÜSADERESİNE
    Karar verilmesi KAMU ADINA İDDİA VE TALEP OLUNUR.'' ifadelerine yer verilerek sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle TCK'nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın 53, 54. maddeleri gereğince dava açılmıştır.
    II) SAVUNMA;
    Sanık yargılama aşamasında özetle; suçlamaları kabul etmediğini, herhangi bir örgüt üyesi olmadığını, üniversitede beş yıl KYK'da kaldığını, daha sonra tıpçılarla bir ev tuttuğunu, buranın örgüt evi olmadığını, anlaşamayınca yurtta kaldığını, önce İhlas Vakfının yurduna gittiğini, burada 70 civarında kitapları olduğunu, bunların okunması gerektiğini söylediklerini, kabul etmediğini, oradan Menzil grubunun yurduna gittiğini, referans olmadığı için almadıklarını, en son bu yapıya ait olduğunu öğrendiği yurda gittiğini, burada 1,5 yıl kadar kaldığını, okulu bitirdikten sonra yine bu yapıya ait Beylikdüzü'ndeki ... Kolejinde yarım dönem kadar İngilizce öğretmenliği yaptığını, anlaşamayınca istifa ettiğini, ...'ya geldikten sonra bir süre Devlet okulunda ücretli öğretmenlik yaptığını, askere gidip geldikten sonra ... şehir merkezindeki ... Fen Dershanesinde derslere girmeye başladığını, bu süre içerisinde hiç kimsenin "sohbete gel, para ver, abone ol" şeklinde bir şey söylemediğini, hiçbirini yapmadığını, Bylock yüklemediğini, bu programın telefonuna başkaları tarafından yüklenmiş olabileceğini, bu programı kendi telefonuna yüklemediğini, eski telefonunu sattığını, sonradan telefon aldığını, Bylock yüklemiş olsaydı çok daha öncesinde bu telefonu atacağını, bir ara Boyabat'ta bulunan ve yine bu örgüte ait olan ...Kolejinde ders başı ücret karşılığı öğretmenlik yaptığını, Bank Asya'daki hesabının sadece maaşla ilgili olduğunu, çağrı üzerine para yatırmadığını, evlendikten sonra altın hesabı olduğunu, bunu bozdurup borçlarını ödediklerini, yurttayken sigara içtiği için kendisiyle çok ilgilenmediklerini, ... Fen Dershanesine gitmesinde o dönem Zaman Gazetesi dağıtan eniştesinin referansı olduğunu, Boyabat'taki okula girmesi konusunda ise yine aynı dershanede çalışan Selim Bey'den haber aldığını,
    Bölge Adliye Mahkemesinde alınan savunmasında özetle; 543 632 36 86 ve 545 974 64 75 numaralı 2 ayrı cep telefonu hattı olduğunu, 543 ile başlayan numarayı 7-8 yıldır kullandığını, 545 ile başlayan numarayı ise 2015 yılının başından itibaren kullanmaya başladığını, 545 ile başlayan numarayı genellikle ... amaçlı, 543 ile başlayan diğer numarayı aile arasındaki görüşmelerde kullandığını, 2014 yılında Gonca Atıcı (Kayış) ile evlendiğini, evlenmeden önce eşinin ...'da kız yurdunda yönetimde memur olarak çalıştığını, evlendikten sonra eşinin bu görevden ayrılmasını istediğini ve o tarihten sonra işi bıraktığını, Bylock kullanımına ilişkin iddiaları ve örgüt suçlamasını kabul etmediğini, bilirkişi tarafından hazırlanan raporu tarafsız olmadığını düşündüğü için kabul etmediğini,
    İfade etmiştir.
    III) MAHKEME GEREKÇESİ;
    ''...... Cumhuriyet Başsavcılığının 14.02.2017 tarih, 2017/136 esas sayılı iddianamesi ile, sanık ... hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, 3713 Sayılı Yasaya Muhalefet suçunu işlediği belirtilerek, sanığın TCK'nun 314/2, Terörle Mücadele Kanunu 5, TCK' nun 53, 54 maddeleri uyarınca cezalandırılması talebi ile mahkememize kamu davası açılmıştır.
    Sanık ... Alınan Savunmasında: "Ben suçlamaları kabul etmiyorum. Ben herhangi bir örgüt üyesi değilim daha önce hazırlık aşamasında ifade vermiştim. O ifademi tekrar ederim. Üniversitedeyken beş yıl KYK'Da kaldım. Daha sonra kendime tıp'çılarla bir ev tuttum. Burası örgüt evi değildir. Anlaşamayınca yurtta kalmaya karar verdim. Önce İhlas vakfının yurduna gittim. Burada 70 civarında kitapları olduğunu bunların okunması gerektiğini söylediler. Ben bunu kabul etmedim. Oradan Menzil grubunun yurduna gittim. Referans olmadığı için onlarda almadılar. En son bu yapıya ait olduğunu öğrendiğim yurda gittim. Burada 1,5 yıl kadar kaldım. Okulu bitirdikten sonra yine bu yapıya ait Beylikdüzündeki ... Kolejinde yarım dönem kadar İngilizce öğretmenliği yaptım. Anlaşamayınca istifa ettim. ...'ya geldikten sonra bir süre devlet okulunda ücretli öğretmenlik yaptım. Askere gidip geldikten sonra ... şehir merkezindeki ... Fen Dershanesinde derslere girmeye başladım. Bu süre içerisinde hiç kimse bana sohbete gel, para ver, abone ol şeklinde bir şey söylemedi. Bende hiç birini yapmadım. Bylock yüklemedim. Bu program cep telefonumdaki internetin bilgisayarda oyun oynarken kullandığım sırada başkaları tarafından girilerek yüklenmiş olabilir. Ancak ben kendim telefonuma yüklemedim. Eski telefonumu ben sattım. Sonradan telefon aldım. Eğer Bylock yüklemiş olsaydım çok daha öncesinde bu telefonu atardım, bu kadar beklemezdik. Ayrıca ben bir ara Boyabat'ta bulunan ve yine bu örgüte ait olan ...Kolejinde ders başı ücret karşılığı öğretmenlik yaptım. Bank Asya'daki hesabım sadece maaşla ilgili, çağrı üzerine para yatırmadım. Evlendikten sonra altın hesabımız vardı bunu bozdurup borçlarımızı ödedik. Suçlamaları kabul etmem. Beraatime karar verilmesini talep ederim. Yurttayken de ben sigara içtiğim için benle çok ilgilenmediler. Benim ... Fen Dershanesine girmem de o dönem Zaman Gazetesi dağıtan eniştem olan Hayrettin Kuş'un referansı vardı. Boyabat'taki okula girmem konusunda ise yine aynı dershanede çalışan Selim bey'den haber almıştım. Okunan bilgi ve belgelerdeki aleyhe olan hususları kabul etmiyorum. Benim zaten dijitürk'ün hiç olmadı. Ben mümkünse Bylock kullandığım iddia edilen cep telefonumun bulunup incelenmesini istiyorum. Zira ben Bylock kullanmadım. Ben beraatime karar verilmesini talep ederim. Adalete güveniyorum. Mümkünse eski cep telefonum bulunsun inceleme yapılsın. Bylock içeriklerinin çözüldüğü belirtilmektedir. Mesaj içerikleri gelirse benimle bir ilgisi olmadığı anlaşılacaktır. Beraatime karar verilmesini talep ederim. Ceza alacaksam da tecil edilmesini talep ederim" demiştir.
    ... İl Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğü'nün 08.02.2017 tarihli yazı ekindeki raporda; Sanık ...'nın 0545 974 6475 nolu hatta 04.06.2015 tarihinde Bylock programının yüklendiği belirtilmiştir.
    Sanığın kullanmış olduğu belirtilen Bylock kaydına ilişkin numaraya ait HTS kayıtları getirtilmiş, Bylock'un yüklenmiş olduğu belirtilen tarihte söz konusu 35216605499333 Ime numarası ile kullanmış olduğu internet bağlantısının sağlandığı anlaşılmıştır.
    Dosyada mevcut Bank Asya'dan gelen 05.03.2017 tarihli yazı cevabında: "Sanık ...'nın 15.11.2013-31.05.2015 tarihleri arasında gerçekleşen işlemlerinin olduğu anlaşılmıştır.
    ... İl Emniyet Müdürlüğünün 06.03.2017 tarihli yazı cevabında: "Sanık ...'nın 03.03.2017 tarihine kadar yurda giriş-çıkış yapmadığı" bildirilmiştir.
    SGK Kayıtlarının incelenmesinde: Sanığın FETÖ/PDY irtibatı bulunan kurumlarda 10.08.2010-20.02.2011 ile 11.09.2013-23.02.2016 tarihleri arasında çalışmış olduğu anlaşılmıştır.
    ... Valiliği İl Dernekler Müdürlüğünün 02.03.2017 tarih ve 1779 sayılı yazı cevabında: "Sanık ...'nın ilimizde faaliyet gösteren denkelre ile FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantılı olduğu değerlendirilen ve 667 ve 677 sayılı KHK'lar ile kapatılan, fesih olan yada faaliyetten men edilen derneklere üye olmadığı" bildirilmiştir.
    DELİLLER ;
    1-İddia
    2-Nüfus ve sabıka kaydı
    3-Sanık savunması
    4-Bank Asya Yazı cevabı
    5-... Emniyet Müdürlüğü cevabi yazısı
    6-KOM şube müdürlüğü cevabi yazısı
    7-İl Dernekler Müdürlüğünün yazı cevabı
    8-Arama El Koyma Tutanakları
    9-Emanet Makbuzu
    10-HTS kaydı
    11-Abone Sorgu Kaydı
    12-SGK Kayıtları
    CUMHURİYET SAVCISI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASINDA: "Cumhuriyet Başsavcılığımızca sanık ...; hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, 3713 Sayılı Kanunun 7/1 Yollamasıyla 5237 Sayılı TCK'nın 314/2, 3713 Sayılı Kanunun 5/1,53,54 maddeleri gereğince cezalandırılması için iddianame tanzim edildiği, Bu iddianame sonrasında yapılan yargılama ve toplanan deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde ;
    Sanık ...''nın, bylock programı kullanıcısı olduğu ayrıca bylock programının örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimata ile kullanılmaya başlandığının açık olduğu, örgüt içi gizli haberleşmenin bu yolla sağlandığı, sanığın okurken 1,5 yıl örgüte bağlı yurtta kaldığı, mezun olduktan sonra da örgüte bağlı kurumlarda çalışmaya devam ettiği, ayrıca bankasya hesabının bulunduğu, tüm bu hususlar dikkate alındığında; sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik arz eden organik bağının bulunduğu ve sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7'inci maddesinin birinci fıkrasının yollamasıyla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 314'üncü maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen Silahlı Terör Örgütü üyesi olma suçunu oluşturduğu, yine sanık hakkında 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 5. Maddesinde düzenlenen artırıcı nedenin uygulanma şartlarının oluştuğu,
    Bu haliyle sanık ...'nın Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, 3713 Sayılı Kanunun 7/1 Yollamasıyla 5237 Sayılı TCK'nın 314/2, 3713 Sayılı Kanunun 5/1, 53, 58/9 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına, hakkındaki adli kontrolun devamına, yargılama giderlerinin CMK 325 maddesi gereğince sanığa yükletilmesine karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur" demiştir.
    Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda: Kendisini uzun yıllar hizmet hareketi olarak tanıtan FETÖ/PDY nin gerçek yüzü tüm dünya tarafından 15.07.2016 tarihinde görülmüş olup, sanığın üyesi olmakla suçlandığı bu örgütün kuruluş ve yapısı hakkında yapılan değerlendirme aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
    FETÖ/PDY'NİN KURULUŞU:
    Örgütün temelleri, sözde lider Fetullah Gülen tarafından 1966 yılında atılmış, 1970'li yıllara kadar ....Grubu içerisinde yer alan Gülen, bu tarihten sonra ......Kuran Kursu'nda görev yaptığı dönemde çevresinde bulunan arkadaşları ile dini motifleri istismar etmek suretiyle örgütün çekirdek kadrosunu oluşturarak müstakil hareket etmeye başlamış, faaliyetlerini daha ziyade l3-18 yaş grubundaki öğrenciler ve genç kesim üzerinde yoğunlaştırarak, teyp ve video kasetlerine çekilen konuşmaları ve sohbet toplantıları aracılığıyla görüşlerini ulaştırdığı sempatizan grubu ile birlikte kendi adıyla anılan örgütü kurmuştur. İslami düşünceyi topluma yayma gayretinde olduğu izlenimi veren, kendini içinde bulunduğu sosyo-politik koşullara çok iyi uyarlayan, dönemsel iktidar dengelerini okuyarak siyasi partilerden özerk kalmaya özen gösteren Gülen, “Din, siyaset ve para” üçgeninde etkinliğini artırarak örgütünü geliştirmiş, duygusal (ağlamaklı tarzı) ve fiziksel öğeleri de katmak suretiyle kullandığı hitabet tarzı ile dini çevreleri etkilemiştir.
    Örgüt, 1978 yılında yayınlanmaya başlayan Sızıntı Dergisi ile basın yayın ve propaganda alanında yeni bir güç kazanmıştır. Bir din adamının tersine, içinde bulunduğu güç dengesine ve şartlara göre tutum ve davranışlarını değiştiren Gülen, hakkında arama kaydı konulmasına rağmen, 12 Eylül Askeri Darbesinin hemen öncesinde, yapılan askeri darbelere desteğini vurgulamış, kendisine bağlı Sızıntı Dergisi’nin Haziran 1979 tarihli sayısında yer alan “Asker” adlı başyazısını; “Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçilmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve onu tutan sancağa binlerce selam” cümleleriyle; 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında yine Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli sayısında kaleme aldığı “Son Karakol” başlıklı yazısını da; “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” ifadeleriyle sonlandırmıştır.
    1990'lı yılların başından itibaren yurt dışına açılmaya başlayan örgüt, hızlı bir büyüme ile kısa bir zaman dilimi içerisinde, dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale gelmiştir.
    FETÖ/PDY'NİN TERMİNOLOJİSİ
    - Cemaat, Camia, Hizmet Hareketi; Örgüt elebaşı Fetullah Gülen, hiç bir sıfat veya isimi kullanmayı tercih etmemektedir. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün belirli, somut bir isim kullanmamasının nedeni, bu örgütlenmenin hata yapmama, son ilahi ... olma, ahir zamanda ortaya çıkma ve seçilmiş olma gibi öğretilerinden kaynaklanan olağanüstü bir kibir ve gururun sonucu olduğu ve sözde lider Fetullah Gülen'in kendisini "Mehdi" olarak görmesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir .
    - Mahrem Yerler; Örgüt dilinde Askeri Harp Okulları, GATA, bütün TSK, Polis Kolejleri, ... Akademisi, Yargı Kurumları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatını ve bazı özel kurumları (TİB, ÖSYM, Tübitak) ifade eder. Özel mahrem yerler ise silah bulunduran TSK, Emniyet ve MİT' i ifade eder.
    - Mahrem Hizmet; Örgütün, mahrem yer sayılan devletin en önemli kurumlarındaki faaliyetlerine vermiş olduğu isimdir.
    - İmam; Örgütün sorumlu yöneticisi olan erkek kişiyi ifade eder. Din bilgisine sahip olması aranmaz. Hiyerarşi içerisinde yer alan örgütün yöneticisi ve raporları toplayan emirleri veren kişidir. Örgüt içerisinde çeşitli adlarla imamlar mevcuttur. Kainat İmamı, Kıta İmamı, Ülke İmamı, Bölge İmamı, Şehir İmamı, Semt ve Mahalle İmamı, Kurum İmamı, gibi bir çok değişik pozisyonu vardır. Örgütün organizasyon yapılanması;
    1-) Kainat İmamı: FETÖ/PDY elebaşı sözde Mesih/Mehdi Fetullah Gülen'i ifade eder. 2-) İstişare/Danışma Kurulu; Onaltı kişiden oluşur. 3-) Dünya İmamı: Tek kişidir. Fetullah Gülen'in bütün sekreteryasının özel hizmetlerini yürütür. Bütün mahrem yerler doğrudan ona bağlıdır. Bütün emirler onun tarafından hazırlanır ve gelen raporlar da onun tarafından örgüt elebaşına sunulur. 4-) Kıta İmamları, 5-) Ülke İmamı, 6-) Bölge İmamı, 7-) Şehir İmamı, 8-) Semt Mahalle İmamı, 9-) Işık Evi Sorumlu İmamı/Ablası şeklindedir .ayrıca coğrafi imamlar dışında her kurumun (Hususi Gruplar) ayrı bir imamı bulnur. TSK, Emniyet, Yargı, Mit imamı bu yapılanmaya örnek olarak gösterilebilir.
    -Tedbir; Örgüt elebaşı Fetullah Gülen soruşturmaya ve kovuşturmaya uğramamak, örgütün amacının tehlikeye düşmesini engellemek amacıyla kendince bir görüş geliştirerek; yalan söylemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı, ahlaki kural kabul etmeme ve benzeri aldatıcı uygulamaların adına tedbir (takiyye) diyerek, bu uygulamaların mensuplarınca hayata geçirilmesini emretmiştir.
    - Işık Evi: Örgütün "Hücre evi" ışık evleridir. 1986 yılından sonra evler Türkiye geneline yayılmıştır. Bu evler 1994 yılından sonra Işık evleri adını almıştır. Işık evleri, örgüte taban kazandırmak, yardım toplamak, çevreye hakim olmak, zeki beyinleri işleyerek Altın Nesil oluşturmak için kurulmaktadır. Genellikle çocukların küçükken beynini yıkmak amacıyla çocuk yaşta örgüte kazandırma ve eğitime önem verilmektedir. Örgüte sonradan katılanlar ilerde önemli gizli görülen mahrem hizmetlerde ve örgüt yönetiminde görev alamamaktadır. FETÖ’nün örgüt amacına göre yetiştirilecek kişi önce “Işık Evi” ile tanıştırılıp alıştırılır. Kişilere genellikle ders çalıştırma, sınava hazırlama vaadi ile yaklaşılır. Belli bir kıvama gelen öğrencilere önce dini telkinler yapılır. Dini bakımdan da belli bir kıvama gelen öğrenci yavaş yavaş örgütsel sohbete alıştırılır. Uygun kıvama gelen öğrenciye daha sonrada FETÖ ile ilgili örgütsel eğitim başlar. Sohbetler zamanla örgüt elebaşısının konuşmalarının dinlenmesi ve anlamlandırılmasına dönüşür. Bütün bunlar olağanüstü bir gizlilik içinde yapılır. Işık evleri "mesul imam" tarafından yönetilir. Öğrenci sayısı ortalama beş civarındadır. Başlarında kıdemli olan öğrencilerden bir "abi" bulunur, evi yönetir. Evin ihtiyacını karşılayan ve sorunlarıyla ilgilenen kişi ise mesul imamdır. İmamlar genellikle esnaf kesiminden seçilirler. Mesul imama böyle üç-beş ev bağlıdır. Işık evleri ülkede ve yurt dışında örgüt mensubu bulunan her yerde yayılmıştır.
    - Hususi (özel) evler; Büyükşehirlerde, askeri ve polis okullarının bulunduğu şehirlerde mahrem hizmetlerin organize,icra ve takip edildiği evlerdir.
    - Hücre tipi yapılanma: Kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı birimdir. Hiç bir hücre diğer bir hücreden haberdar değildir. Bu örgütlenme modelinin geliştirilmesinin sebebi, bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetine devam ederek deşifre olmamalarını temindir.
    - Himmet; Örgütün finansmanı için toplanan gerekli ekonomik kaynak elde etmeye verilen isimdir. Bir anlamda örgütün kestiği vergidir. Değişik şekillerde alınmaktadır; Örgütün bedelsiz çalıştırması suretiyle emekten himmet (askerlik ödevi yerine), para toplayarak gelir elde etmesi suretiyle paradan himmet (vergi ödevi niteliğinde), yüklü ödeme alarak gelirden himmet (vergi benzeri), evlenme ve aile kurmayı geriye atarak örgüte çalışarak eşten himmet olmak üzere örgüte kaynak sağlanmaktır.
    - Kutsal Hoca Payı; Himmet olarak toplanan paranın bir kısmı örgüt elebaşı Fetullah Gülen'in kutsal payı olarak kendisine gönderilmektedir.
    - İstişare; Bir ... yapılmadan önce örgütün ilgili abisinin veya ablasının emrinde toplanıp karar verme ve icraya geçmek için yapılan örgütsel toplantıdır. Günlük, haftalık, aylık veya yıllık belli periyotta rutin yapılan cemaat hücre evi toplantısıdır. Üst yöneticilerden gelen emirlerin uygulanması için bir araya toplanmaya verilen isimdir.
    - Tart; Emre uymamak, itaat dışına çıkmak veya disipline başkaldırmak, verilen görevi yapmamak suretiyle diğer şekillerde ikaza rağmen bunda devam eden ve örgüte tekrar kazandırılması mümkün olmayacağı anlaşılan ve hain ilan edilen kişinin örgütten kovulmasıdır.
    - Şefkat Tokadı; Örgütten ayrılmak isteyenlerin bu iradesi fark edildiğinde bir diğer metot onları şefkat tokadı yalanıyla ikna ederek elde tutmaktır.
    - Abi: Bir hücre evi ya da en küçük örgüt biriminin sorumlusudur. Ev abisi, yalnızca evin idaresinden mesuldür. Abilik, örgütte hocalık makamıdır. Üyeler abiye itaat etmek mecburiyetindedir. Abilik görevine üst yapı tarafından atanılır ve üst yapı tarafından görevine son verilir.
    - Ablalık; Abiliğe paralel olarak kadınlar ve kızlar için ablalık makamı mevcuttur. Kadınlar örgütün içerisinde hiç bir zaman üst düzey yönetici olamazlar. Bir kadının en fazla yükselebileceği örgüt yöneticiliği ablalık seviyesidir. Kadın ve kızlardan sorumlu ablalar nihayetinde o bölge il veya ilçedeki abiye bağlıdırlar. Örgütün üst düzeyinde faaliyet yürüten hiç bir kadın yönetici yoktur.
    -Sadakat Testi; Örgüte kazandırılan ve örgüt amaçlarına göre eğitilen bir üyenin adanmışlığını ve yeterince örgüte bağlanıp bağlanmadığının abi veya abla tarafından sınanması, teste tabi tutulmasıdır.
    - Kafalama; Örgütle organik bağı olmayan bir kişinin, örgüt sempatizanı haline getirilmesi veya himmet vermeye razı edilmesidir.
    - Parlatma; Örgüt çok iyi reklam ve imaj yapıcıdır. İstediği kişilerin reklamını yapıp bu kişiler üzerinden kendisine çıkar sağlamaktadır. Buna örgüt terminolojisinde parlatma denir.
    - Mahrem Toplantı: Örgütün çok gizli toplantıları bu şekilde adlandırılmaktadır. Bu toplantıya örgütün has üyeleri katılabilir ancak örgüte sonradan girenler mahrem toplantılara alınmazlar. Mahrem toplantı, örgüt merkezinde Pensilvanya'dan gelen emirlerin birimlere nasıl icra edileceğinin kararlaştırıldığı operasyon toplantılardır. Çok gizli olduğundan bu kararlar dışarıya sızdırılamaz konuşulanlar toplantıya katılanlar arasında sır olarak kalır. Örgütün birimlerini yöneten üst düzey yöneticileri bu toplantılara katılabilir.
    - Fetih, Fethetme, Fetih Okutma: Örgüt, kamu idarelerinde kadrolaşmaya fetih demektedir. Fetih okutma ise kamu idarelerine giriş için yapılan sınavlardan önce soruların elde edilerek öğrenci veya gençlere önce yemin ettirip daha sonra cevaplarıyla birlikte çözdürülerek sınavı kazanmalarının sağlanmasıdır.
    - Altın Nesil: FETÖ/ PDY Silahlı Terör Örgütüne ve elebaşı Fetullah Gülen' e sadakatle itaat eden, örgüt mensubu kişilerin genel adıdır.
    - Mütevelli Toplantısı: Haftada en az bir kez yapılan, ihtiyaçların belirlendiği, giderilmesi için kararların alındığı, örgütü ayakta tutan sistemi yürüten işlerin yapıldığı toplantıdır.
    FETÖ/PDY'NİN AMACI,
    Kuruluş yıllarından itibaren toplumun dini duygularını suiistimal ederek ‘Himmet’ adı altında topladığı finans ile yurtiçi/yurt dışında faaliyete geçirdiği eğitim müesseseleri üzerinden amaç ve ilkeleri doğrultusunda yetiştirdiği öğrencilerini, elde ettiği finans ve siyasi gücünü, örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek olduğu 17-25 aralık ve 15 Temmuz Darbesi teşebbüsü sonrasında anlaşılmaktadır .
    Örgüt 1970’li yıllardan günümüze kadar uygulamış olduğu 'örgütlenme yöntemleri', 'taktik' ve 'stratejiler' çerçevesinde bütüncül bir bakış açısıyla incelendiğinde; uygulanan yöntemler değişse de amacının değişmediği, temel hedefinin Türkiye'de devletin bütün Anayasal kurumlarını ele geçirmek ve sonrasında Örgüt elebaşı Fetullah Gülen' i İran devrimi sonrasında İran'a dönen Hümeyni gibi Türkiye'ye getirmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün tabanında bulunan insanları istismar ederek kaynak ve meşruiyet devşirme, öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtlerden topladığı gençleri, bünyesindeki vakıf, ışık evleri, okul ve dershaneleri marifetiyle ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek insan gücü elde etme, Devlet modeline uygun bir paralel örgütlenme ile gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, ..., askeriye ve emniyet olmak üzere devletin tüm kılcal damarlarına sızma, yurt, okul, dershane ve ışık evlerinde, beyin yıkama metotları ile sorgulamayan, düşünmeyen, mutlak itaati esas alan yapıya bağlı insan tipi yetiştirme, dinler arası diyalog çerçevesinde, semavi dinlerin temsilcileri ile görüşerek, kendisini İslam adına muhatap göstermeye çalışma, Devlet dışında kendisine bağlı bir ekonomik sistem kurma, şirket birlikleri ve konfederasyonlar kurarak zenginler kulübü oluşturma böylelikle ulusal ve uluslararası ticarette söz sahibi olma, Kamu, ÖSYS vb. sınavlarda soruları hukuka aykırı yollarla ele geçirip, kendi mensuplarının sınavlarda başarılı olarak kamu kurumlarına ve etkin okullara girmesini sağlamanın yanında, ürettiği sahte belge ve delillerle, örgüt mensubu olmayan kişiler hakkında adli ve idari soruşturmaların açılmasını sağlayarak devlet kadrolarından tasfiye etme ve bu kadrolara kendi örgüt elemanlarını yerleştirme yöntemlerini amacına ulaşmak için kullandığı, ayrıca Devlet içine yerleştirdiği adamları aracıyla Kamu Kurum ve Kuruluşunda yapılan sözlü sınavlarda örgüt elemanlarına yüksek puanlar vererek kurumlara girmeleri sağlandığı bir çok bilgi ve belge ile istihbarat raporlarına yansıdığı anlaşılmaktadır.
    1970’li yıllardan itibaren devlet içerisine sızarak, özellikle, "Mülkiye, Adliye, Emniyet, Milli Eğitim ve TSK” ve "diğer kurumlar" içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal kadrolaşmaya gidildiğini Gülen'in internet ve görsel ve işitsel basın aracıyla rahatlıkla ulaşılabilecek bazı ifade ve açıklamalarında rahatlıkla görmek mümkündür.
    FETÖ/PDY'NİN HİYERARŞİK YAPISI VE ÖRGÜTLENMESİ
    FETÖ/PDY mensuplarınca “Kâinat İmamı” ve “Mehdi” olarak kabul edilen Fetullah Gülen’in liderliğini yaptığı örgüt; Danışman Kadrosu, Kıta İmamları, Ülke İmamları, Bölge İmamları, İl İmamları, İlçe İmamları, Esnaf İmamları, Semt İmamları, Ev İmamları üzerinden örgütlenmiş ve tabana yayılmıştır. Kıta, ülke, bölge, şehir, ilçe, semt ve ışık evi sorumlularının yanı sıra kamuda ve özel sektörde (Hukuk büroları, bilişim şirketleri, muhasebe firmaları vb.) faaliyet gösteren kurumların her birinin başına örgüt tarafından “imam” olarak adlandırılan ilgili kurumların hiyerarşik yapıları dışında sorumlular atanmaktadır. Kurumsal imamların genelde kurumun dışından olması söz konusu olmakla birlikte; her kurumun ayrıca kendi içerisinden sorumlu imamları da olabilmektedir. Bunlar kurum imamına karşı sorumludurlar. Mülkiye, Emniyet, TSK, MİT ve Yargı içerisinde faaliyet gösteren imamlar ise ayrı bir yapılanma içerisinde yer almakta, bu yapılanmada yer alanlar devletin hassas kurumlarında görev yapmaları nedeniyle takip edilmemek için diğer örgüt mensuplarına nazaran daha fazla önlemler almakta ve teknolojinin iletişim konusunda sağladığı imkânlardan kontrollü bir seviyede istifade etmektedir. Örgütün yurt içinde toplum tarafından bilinen eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, ekonomik kuruluşları, medya organları ve ... kuruluşlarının Türkiye Mütevellisine bağlı ayrı sorumluları bulunmaktadır. Bunlar örgütün önemli birer finans kaynağı olmasının yanı sıra, taban kazanmak ve algı operasyonları yapmak maksatlarıyla da kullanılmaktadır. Türkiye'den sorumlu imama, beş bölge imamı, ona da bu beş bölgeyi oluşturan şehirlerden sorumlu imamlar bağlıdır. Her şehir büyüklüğüne göre alt bölgelere, bölgeler semtlere bölünmüş olup; her birisinin başında ayrı bir yetkili (imam) atanmıştır. Semt imamlarının altında o semte bağlı evlerin, ışık evlerinin imamları yer alır. Her bölgenin başında da yine bir imam (bölge imamı) vardır. Başındaki imamla beraber bir de 'eğitim danışmanı' bulunmaktadır. İmam, daha çok işin finansal ayağını oluşturan esnaf sisteminin uygulanmasını sağlarken; paralel yapının temelini oluşturan talebe kısmının başında 'eğitim danışmanı' bulunur.
    Hiyerarşik düzen; il imamı, eyalet imamı, büyük bölge imamı ve küçük bölge imamı şeklindedir. İmamlar, işin para kısmından ve maddi anlamda her şeyden sorumludurlar. Küçük bölgelerin parası, büyük bölgenin muhasebecisinde toplanır. Her büyük bölgenin, her eyaletin ve her ilin birer muhasebecisi vardır. Yapı, yukarı doğru bu şekilde sıralanır. Ast-üst ilişkisi, askeri bir hiyerarşiden daha sistemlidir. Toplanan paralar için hiçbir zaman makbuz verilmez. Bölge imamına ve muhasebecisine sonsuz güven vardır.
    Bu arada her küçük bölge en az yedi - sekiz evden oluşur; kimi bölgelerde ise on üç-on dört ev bulunmaktadır. Her büyük bölgenin bir 'Zaman Gazetesi Sorumlusu' bulunmaktadır. Bu kişinin görevi, mütevelli esnaflar üzerinden gazeteye abone bulmak ve abonelerin takibini yapmaktır. Her mütevellinin belirli bir 'gazete aboneliği' hedefi vardır. Tiraj önemli olduğu için gazetelerin okunup okunmadığının önemi yoktur. Hatta bir kişinin gazeteye abone olması için 'okur-yazar' olmasına dahi gerek yoktur. Abonelikler 'yıllık' yapılır. Çoğunlukla kredi kartıyla yapılan bu abonelikleri 'iptal etmek' de mümkün değildir. Bazı dönemlerde bir esnaf '20 - 30 abone' hedefi alır ve bunu gerçekleştirir. Öğrenci evlerinde ev imamları, evde kalan her öğrenciyi abone yapmakla mükelleftirler. Bu uygulama, dershanelerdeki öğrenciler ve bunların velilerine kadar yaygınlaştırılabilmektedir. Hatta bir dönem, zorunlu abonelik 'Sızıntı Dergisi' için de söz konusu olmuştur.
    Herkes, haftalık istişarelerde bir üstüyle bir araya gelir ve kendisine bağlı kişilerin örgütle ilişkisinin düzeyindeki gelişmeleri anlatır. Gazete ya da dergiye yapılan abonelikler ile 'toplanan bağışlar' konusunda rapor verir. Kurban Bayramı'nda deri toplanması, okulda bir organizasyon düzenlenmesi gibi, 'proje bazlı' konular, 'istişare toplantıları' adı altında konuşulup karara bağlanır. Bu istişarelerde; daha üst abilerden gelen ve merdiven mantığıyla 'imamdan - imama' tüm örgüte ulaştırılan 'emir' ve 'tavsiyeler' paylaşılır. O günün siyasi ve aktüel gündem konularına karşı alınacak ortak tavırlar öğrenilir. Bu hususlar, daha sonra ev ve yurt odası istişarelerinde mensuplara aktarılır.
    Örgütün legal görünümlü eğitim, finans, medya gibi faaliyetlerinden sorumlu imamlar ile illegal yapılanmalardan sorumlu imamları arasında geçişler olabilmektedir. Eğitim alanında faaliyet gösteren bir imamın zamanla kamu kurumlarından sorumlu olması ya da illegal alanda görev alan bir il imamının medya faaliyetlerinde görevlendirilmesi mümkündür. Ayrıca örgütün yemin metninin de olduğu belirtilmektedir.
    Işık evlerinde kalan öğrenciler arasında lise öğrencileri de vardır. Üniversite öğrenci evlerine, lise öğrencileri de verilerek; hem öğrencilerin kaynaşması sağlanmış, hem de aileler nazarında güven sağlanmıştır. Ancak rakamlar büyüyünce bu evlerin finansmanı için maddi destek bulunması gerekliliği ortaya çıkmış; bu sorun 'şirketler' ya da 'küçük esnaflar' yolu ile aşılarak, evlerin ihtiyacı olan bütün eşyalar örgütün esnaf kadrosu tarafından alınmıştır. Öğrencilerin kendileri de güçleri yettiği kadar 'ışık evlerinin' ihtiyaçlarının karşılanması için katkıda bulunmuşlardır. Bu yardımlar FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün sayısal ve ekonomik olarak büyümesinde oldukça etkili olmuştur.
    FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü 'Lider merkezli' bir yapıya sahiptir. Lidere en yakın insanlar liderin koruyucusudurlar. 'Lider' etrafında örgütlenen hareketin en dışında ise, 'örgüte ilgi duyanlar' bulunur. Bu tür bireyler önemlidir; çünkü örgüt meşruiyetini sempatizanlarının sayıca çokluğuna dayandırmaktadır. Bu bireyler esas itibariyle ‘örgüt içinde değillerdir’, ancak ‘örgüt dışında’ da değillerdir. Sadece örgüte ilgi beslemektedirler.
    FETÖ/PDY örgütlenmesi; gizlilik, hiyerarşik yapılanma, pelür kağıtları ile haberleşme, özgeçmiş raporu verme (CV) ve kod adı kullanma gibi, açıktan namaz kılmama, ima ile namaz kılma gibi özellikleri ile yasadışı, terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullanmaktadır. FETÖ/ PDY Silahlı Terör Örgütünde F.Gülen’in verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavır kuvvetle ezilmekte, liderin ve ona bağlı diğer yöneticilerin tüm talimatları, aklın da ötesinde bir kutsiyet kazandırılarak uygulanmaktadır. Gülen başta olmak üzere örgüt yöneticileri, halka hitap ederken büyük bir tevazu sergilerken, örgüt içerisinde mutlak bir otorite ile hareket etmekte olup, örgüt içerisinde ödül ve ceza sistemi uygulanmaktadır.
    Örgüt mensuplarının evlilikleri dahi bağlı bulundukları imamların izin ve talimatları doğrultusunda gerçekleşmektedir. Ayrıca yapılanmada sırf bu işler için görevlendirilmiş kişiler bulundurmaktadır. Bu kişiler bağlı bulunduğu imam tarafından seçilmektedir. Evlilik kararı veren örgüt mensubu bu durumu kendisinden sorumlu imama iletmekte, müstakbel eşini yine örgüte bağlı olan bayanların resimlerinin bulunduğu bir katalogdan seçmektedir. Böylelikle hem mensupların örgüte bağlılığı artırılmakta hem de örgütten ayrılma durumunda ayrılan kişilerin eş ve çocukları örgüt talimatı ile kendisinden uzaklaştırılarak baskı oluşturulmaktadır. Örgüt mensuplarının ... ve özel hayatlarındaki bütün kararlarını örgütün tasarrufuna bırakmış olmalarının altında yatan sebeplerden en önemlisi, bağlı oldukları imamların ve Fetullah Gülen’in hata yapmayacağına inanmış olmalarıdır. Ayrıca örgüt mensuplarının tamamına belli görev ve sorumluluklar verilerek bağlılıkları perçinlenmektedir.
    Dini unsurları temel alarak hareket ettiğini iddia eden FETÖ/PDY’nin, dini değerleri zamana ve şartlara göre kendi idealleri doğrultusunda yorumlaması, ülkesi ve devleti ile barışık olmak yerine devleti kendisine hasım olarak görmesi, açık ve şeffaf olmak yerine bir istihbarat örgütü gibi “kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar” kullanması, yönetim kadrosunun faaliyetleri yurt dışından idare etmesi ve hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve yasadışı yöntemi kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen görüşmelerde bulunması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize olmuş bir örgüt olduğunu ortaya koyan unsurlardır.
    FETÖ/PDY'NİN MENSUPLARINI YÖNLENDİRMESİ
    Örgüt etkisi altına aldığı öğrencileri öncelikli olarak eğitim fakültelerine yönlendirmiştir. Hukuk, tıp, mühendislik fakülteleri gibi yüksek puanla kayıt alan bölümleri kazanabilecek öğrencilere bu bölümler yerine eğitim fakültelerinin tercih ettirilmesi toplumun değişik kesimlerince eleştirilmiştir. Ancak zaman göstermiştir ki eğitim fakültelerine yönelinmesi örgütün uzun vadeli planlarının bir parçasıdır. Örgüt eğitim kadrosunun nitelik ve nicelik açısından yeterli düzeye ulaşmasının ardından kendisine bağlı öğrencileri çağın gereksinimleri doğrultusunda yönlendirmiş ve geleceğin elitlerini yetiştirmeye başlamıştır. Eğitim gönüllüsü diğer kuruluşların ve dini referanslı yapıların aksine FETÖ/PDY, ihtiyaç sahibi olan öğrencileri değil, zeki ve başarılı öğrencileri hedef almış, hatta bu öğrencilere IQ testleri yaptırmıştır. Böylelikle örgütün devleti ele geçirme amacına ulaşmasına katkı sağlayacak kadrolaşma faaliyetlerini önü açılmıştır.
    Sonuç olarak; F.Gülen’in 1970’lerin sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim oluştururken, tedrisattan geçenler başta Emniyet, Yargı, TSK ve Mülkiye olmak üzere, devletin önemli kademelerine yerleştirilmiş, bir kısmı ise 'işadamı' olmaya aday gösterilmiştir. Örgüt bir yandan eğitimle kadro yetiştirip, bir yandan da diğer alanlarda etkinliğini artırmıştır. Örgütün özellikle, TSK, Emniyet, Yargı, MİT, Mülkiye ve bürokrasideki örgütlenmesi ile yasadışı faaliyetleri, muhtelif tarihlerde resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli raporlarla devlet arşivlerine girmiştir. FETÖ/ PDY Silahlı Terör Örgütü Lideri F.Gülen ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş; bu nedenle, mevcut sistemi yıkmak yerine, devletin tüm kurumlarını ele geçirmeyi hedeflemiştir. Yurt içinde ve yurt dışında çok miktarda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane, öğrenci yurdu, yayın organı, gazete, TV istasyonu, faizsiz finans kurumu, sigorta şirketi ve radyo istasyonunu denetim altında bulundurarak; amacına uygun planlı, programlı ve gizli olarak faaliyetlerini yürütmüştür.
    FETÖ/PDY’nin, diğer devlet kurumları gibi polis teşkilatı içinde de örgütlendiği, öteden beri kamuoyu tarafından bilinmektedir. Örgütün ulaşmak istediği nihai hedefler göz önünde bulundurulduğunda, bu son derece 'anlaşılabilir' bir durumdur. Zira Emniyet Genel Müdürlüğü; adli, idari ve istihbari kolluk görevi ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet kurumudur. Bu nedenle, örgütün sızıp kontrolü altına almaya çalıştığı kurumların başında gelmesi de oldukça doğaldır. Örgüt, Emniyet Teşkilatı'ndaki kadrolaşmasını belirli bir düzeye ulaştırdıktan sonra, buradaki gücünü operasyonlarının ana aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Örgütün, devlet yapılanması içerisinde en güçlü olduğu alanların başında, güçlü bir istihbarat ağına sahip olması gelmektedir. Öyle ki, kamu kurumlarında çalışan örgüt mensupları elde ettikleri bilgileri örgüte aktarmakta ve toplanan bütün bilgiler yukarıda birleştirilerek, büyük bir havuz oluşturulmaktadır. Örgüt, hedeflerine ulaşmak için bu havuzdaki bilgi ve belgeleri amaca uygun hale getirerek hasım cephedeki kişi ve kurumlar aleyhinde kullanmaktadır. Süreç, önce olayın kendilerine yakın medyaya sızdırılması ve kamuoyu oluşturulması ile başlamaktadır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Mülkiye, MİT, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde örgütlenerek, 'güvenlik bürokrasisi' ve 'istihbarat' alanında bir ağ oluşturma yoluna gitmiştir. Bu kurumların yanı sıra, bu yapının paralel bir örgütlenmeye giderek istihbarat ağına katmaya çalıştığı kurumlardan birisi de 'TÜBİTAK' olmuş; son dönemde, Türkiye'nin en mahrem kurumlarından birisi olan TÜBİTAK'ta da derin bir oluşuma gittiği anlaşılmıştır. TÜBİTAK'ın özellikle en gizli birimlerinden olan 'Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi (BİLGEM)'deki kadroları sayesinde, devletin üst düzey siyasi ve bürokratlarınca kullanılan kriptolu telefonların dinlenildiği yapılan soruşturmalarda ortaya çıkmıştır.
    'Hizmet ve eğitim hareketi' olarak görünmesine rağmen, paralel kadrolaşma hedefinin, 'askeri' ve 'stratejik' birimlere yöneldiği; gücün, stratejik bilginin ve paranın olduğu her yerde örgütlendiği görülmektedir. Bu hedeflerden birisinin de askeri ve stratejik projelerin, kriptolu telefonların üretildiği, bilirkişi raporlarının verildiği TÜBİTAK birimleri olduğu anlaşılmıştır. Örgütün 'istihbarat ağı ya da gücü' konusunda bahsedilmesi gereken bir husus da F. Gülen'in sahip olduğu ileri sürülen arşivdir.
    FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün içerisinde bulunan imamın sorumluluğu altındaki örgüt üyeleri ile sohbetlere katılan esnaf, memur vb. listesini, bunların irtibat bilgilerini, anılanlardan ne kadar himmet alındığını, kendilerine bağlılık derecesini, ne ... yaptığını, sohbetlerdeki tutum ve davranışlarını, yeni atanan kamu kurum/kuruluş yetkililerinin tutum davranışlarını takip etmekte, kendilerinden olan ve olmayanları belirlemekte, kişisel zaafları dahil şahıslar hakkında biyografik bilgi formları tutarak insanları fişlemektedir . Bu şekilde kamu kurumlarında çalışan örgüt mensuplarının bilgileri de örgüt tarafından güncel olarak arşivlenmektedir. Ayrıca 'abilik' ve 'ablalık' müessesi sayesinde temas kurduğu öğrencilerin aileleri hakkında da bilgi toplayarak; ailelerin dini, siyasi, ekonomik, etnik köken vb. durumlarını kayıt altına almaktadır. Bu kapsamda ışık evlerinden, ilçe, il, bölge ve Türkiye geneline, yurt dışında ise yine örgütün faaliyet gösterdiği her bir yerleşim yerine ve alanına kadar, örgütün hafızası niteliğinde arşivleri vardır. Her bir sorumlunun, sorumluluğu altındaki birime ya da alana dair tuttuğu ve bir üstüne gönderdiği kayıtları/arşivi vardır.
    FETÖ/PDY'NİN HABERLEŞMEDE KULLANDIĞI YÖNTEMLER
    Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan örgüt için; haberleşme, talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması, faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi hayati öneme sahiptir. Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de çeşitlilik arz etmektedir. En önemli haberleşme aracı GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinden gerçek kullanıcısına ulaşılamayan hatlardır. Yaklaşık 3 ayda bir yeni bir GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi, legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir. İnternet üzerinden haberleşmeye imkan tanıyan Wechat, KakaoTalk, Skype, Tango, WhatsApp. By lock, Eagle vb. programlar, şifreli ve düşük maliyetli olması nedeniyle oldukça sık tercih edilen haberleşme yöntemlerindendir. Türkiye'de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir. Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir. Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya'ya gidilerek örgüt lideri F.Gülen ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina etmekte, "abi" ya da "hocam" şeklinde genel ifadeler kullanılmaya özen gösterilmekte, örgüt mensupları genel olarak "Kod" adı kullanmaktadırlar.
    Ayrıca 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün yoğun bir şekilde Bylock programını kullandığının tespit edilmiş ve bu kapsamda bu programın çözümü ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.
    BYLOCK UYGULAMASI;
    Örgütün örgüt içinde kullandıkları BYLOCK programı ile ilgili yapılan incelemede, Bylock Programı; flaş bellek ile kurulum dosyasını telefona kopyalama ile başlayan bir mesajlaşma programıdır. Giriş şifresi oluşturulduktan sonra sisteme Türkiye haricinden başka bir ülkenin Server üzerinden bağlantı sağlanabilmektedir. Bu bağlantı genellikle ABD üzerinden gerçekleşmektedir. Bylock veri tabanının yurt dışında olduğu, Bylock üzerinden gönderilen mesajlar, mesajı gönderdikten sonra alıcı tarafından silinmemiş ise 24 saat içerisinde mesaj sistem tarafından otomatik olarak silinmektedir. Ancak gönderici mesajı gönderdikten sonra mesajı telefonundan silerse, alıcı mesajı okuduktan sonra sistem mesajı otomatik olarak silmekte, Bylock içerisinde gelen mesajlardan telefonların özelliklerine göre ekran görüntüsü kopyası alınabilmektedir. Bylock programı ilk başta İngilizce yazılım olarak üretilmiş ve örgütün kullanımına sunulmuş, daha sonra Türkçe yazılım güncellemesi yapılarak TURQUOİSE ismi ile özellikle tüm Türkiye’de Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması hizmetine sunulmuştur. Türkiye’de örgüt tarafından yazışma ve mesajlaşma olarak bu iki Türkçe ve İngilizce versiyonu kullanılmaktadır.
    Bir dönem Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması örgütünün Lideri Fethullah Gülen’den Bölge İmamlarına, Bölge İmamları vasıtası ile il ve ilçe İmamlarına gelen tüm emir ve talimatlar Bylock (Turquoise Türkçe Versiyonu) üzerinden ulaştırıldığı bilindiği ve örgüt içerisinde gizlililiğin en üst seviyede olduğu anlaşılmıştır.
    FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının örgütün elebaşı Fethullah Gülen'in talimatıyla, özel bir server üzerinden yalnızca FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarının kullanabileceği özel bir yazılım olarak üretilen ve örgüt mensuplarının deşifre olmadan kendi aralarındaki haberleşmeleri sağlamaları amacıyla kullanımına sunulan ByLock isimli kriptolu program üzerinden haberleşmeyi sağladıklarının anlaşıldığı, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmış olduğu ByLock isimli kriptolu programın kurulum dosyası olmadan internet üzerinden temininin mümkün olmayacağı, yani bu programa erişimin, ancak örgüt üyeleri arasında birbirlerine kurulum dosyasını bluetooth, flash bellek vb. gibi digital ortamdan vererek sağlanacağı kesin ve net olduğu, dolayısıyla ByLock isimli programa FETÖ/PDY silahlı terör örgütü içerisinde faaliyet göstermeyen bir kişinin ulaşmasının mümkün olmayacağı açıktır.
    Bylock programı ile ilgili yapılan incelemede, 17 Aralık 2013 tarihinden sonra FETÖ/PDY üyeleri tarafından telefon dinlemeleriyle ilgili tedbir alınmaya başlandığı, Türkiye’de bulunan tüm telefonların güvenlik zafiyetleri ve dinlenmesinin çok kolay olduğunun örgüt tarafından bilindiği, bu konunun sohbetlerde anlatılıp toplantılarda örgüt görüşmelerinin line, whatsapp, viber, hi, kakoa talk, cover me vb. programlar üzerinden yapıldığı, bu programların güvenlik zaafiyeti olduğundan örgütün bu programları kullanmaktan vazgeçtiği, örgütün kritik noktalarına bakan tüm üyelerinin yoğun olarak bylock denilen programı kullandığı, örgüt üyelerinin Bylock üzerinden mesajlaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağladıkları tespit edilmiştir.
    FETÖ/PDY'NİN MALİ YAPISI
    Gülen, 1960'lı yılların sonlarında .../Merkez vaizi ve Kestanepazarı Camisi İmamı olarak görev yaptığı dönemde, küçük bir cami cemaatine hitap eden bir din adamı profilini taşırken, zamanla sayıları milyonlarla ifade edilen bir kitleye hitap eder hale gelmiştir. İlk yola çıkarken "Altın Nesil" oluşturma söylemleriyle ihtiyaç sahibi öğrencilere eğitim ve burs imkânları sağlamayı amaçladığını iddia ederek maliyesini de buna göre oluşturmuş, pek çok kişi ve kesim tarafından desteklenmiş ve takdir görmüştür. Yapılan hizmetler için gerekli olan maddi kaynaklar ise "ihtiyaç sahibi öğrenciler için yardım" adı altında gelenekçi tarzla fitre, zekât, bağış, hibe, himmet, vb. adlarla doğrudan para temini ya da kurban derisi, gıda yardımı, vb. ayni yardımlar yoluyla karşılanmıştır. Örgütün mali yapısı, zaman içerisinde örgütlenmesine paralel olarak Türkiye başta olmak üzere Dünya'nın pek çok ülkesinden gelir ve gider kalemleri olan, son derece geniş bir ağ haline gelmiştir. Bu kapsamda yapılanma zaman içerisinde profesyonelleşmiş, bünyesinde bankası, holdingleri, basın yayın kuruluşları, eğitim kurumları, ticari işletmeleri, hastaneleri, STK'ları vb. çok sayıda kurum/kuruluşu olan, milyar dolarla ifade edilen gelir/gider rakamlarına ulaşan dev bir organizasyon haline gelmiştir.
    Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır.Sohbet gruplarında zekat, burs, kurban ve himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır.Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır. Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir.
    FETÖ/PDY'NİN GELİR KAYNAKLARI
    1. Kamu kaynaklarından elde edilen gelirler, 2. İşadamlarından sağlanan gelirler, 3. Gönüllülük esaslı sağlanan gelirler (Himmet, Kurban), 4. Örgüte ait şirket, holding, banka, vakıf ve dernek faaliyetlerinden elde edilen gelirler, 5.Eğitim faaliyetleri gelirleri (Dershaneler, Özel Okullar, Öğrenci Yurtları, Yardımcı Sınav Kitapları), 6. Örgüte ait basın ve yayın organlarına verilen reklam ve aboneliklerden elde edilen gelirler, 7. STK’lardan sağlanan gelirlerdir.
    Eğitim Alanı: Dershaneler, PDY Evleri (Işık Evleri) ve Öğrenci Yurtları:
    Örgütün önemli bir ayağını toplumun çeşitli kesimlerinden özellikle de kırsal bölgelerden şehirlere gelen fakir aile çocukları oluşturmaktadır. Örgütün okul ve dershanelere yönelmesinin temel amacı örgüte öncülük edebilecek ve zamanla kadrolarında yer alabilecek zeki kişileri yetiştirmektir. Bu kapsamda, ortaokul ve lise döneminden başlayarak örgütün eleman kazanmak amacıyla piknik, yemek adı altında toplantılar düzenlemekte, bu toplantılarda öğrenciler örgüte bağlı etüt merkezlerine ve dershanelere yönlendirilmekte ve söz konusu yerlerde öğrencilerden sorumlu örgüt mensupları bulunmaktadır. Örgütle teması sağlanan öğrenciler, ağabeylerin veya ablaların sorumlu oldukları evlere dağıtılmaktadır. Öğrenciler belirli bir okula yerleştirilmek isteniyorsa, sınavlara birkaç ay kala gruplar halinde farklı yurtlara çıkarılmaktadır. Bu gruplar daha sonra daha küçük gruplara ayrılmaktadır. Her öğrenciye kod adı verilmektedir. Mülki idare, emniyet, TSK ve yargı gibi stratejik kurumlar için hazırlanacak öğrenciler, daha özel şartlarda seçilip, özel şartlarda hazırlanmaktadır. Bunlara hücre tipi yapılanma modeli uygulanmakta; askeri okullara, Polis Akademisi ve Polis Koleji'ne sokulacak öğrenciler, kesinlikle kendi dershanelerine gerçek isimleri ile kayıt edilmemektedir. Bu öğrencilere sınav soruları önceden verilerek ezberletilmekte ve bu husus örgüt jargonunda “Fetih okutmak” olarak adlandırılmaktadır.
    Üniversite döneminde, öğrencilerin örgüt mensuplarınca yurtlarına veya ışık evi olarak adlandırılan örgüt evlerine yerleştirilmekte, bazı örgüt mensupları ise Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlarda kalarak örgüte öğrenci kazandırmaya çalışmaktadır. Ev ve yurtlarda kalan öğrencilerden sorumlu olan ve kod isim kullanarak örgütün gizlilik kuralına riayet eden abi veya ablaların asıl görevi, öğrencilerin örgütle bağının kuvvetlendirilmesi ve takibidir. Eve gelen farklı gruptaki öğrencilerin birbirlerini görmemesine özen gösterilmekte, örgüt toplantılarında ve sohbetlerde genellikle Fetullah Gülen’in özel bir kişi olduğu, Hz. Muhammed ile farklı boyutlarda diyalogda bulunduğu, ondan nasihat ve kararlar aldığı vurgulanarak, örgütün sözde liderine kutsiyet sağlanmaktadır.
    Örgütün, özellikle hukuk fakültelerinde okuyan öğrencilere girecekleri ortamda kimliklerini gizlemeleri için stil çalışması yaptırdıkları bilinmektedir. Dershaneler, örgütün vesayet araçları aynı zamanda çocukların ve ailelerin bilgilerinin depolandığı bir veri tabanıdır. Bu yapının, her ilde en az bir okulu olmakla birlikte, aileler çocuklarının etiketlenmesi endişesi ile okullara pek rağbet göstermemekte, buna karşın dershaneler için bu ihtimal daha az olduğundan, dershanelerine daha fazla öğrenci gitmekte ve aileler de bu yapının içine çekilebilmektedir. Eğitim alanı, örgüt için bir “ara yüz” konumundadır. Zira eğitim alanı, örgüt açısından üç fonksiyon görmektedir. Her şeyden önce insan kaynağı sağlamakta, ikinci olarak ekonomik kaynak temin etmekte ve üçüncü olarak belki de her şeyin ötesinde, örgütün meşru görünmesini sağlamaktadır.
    TÜRK CEZA HUKUKUNDA SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN UNSURLARI ŞU ŞEKİLDE KABUL EDİLMEKTEDİR;
    Üye sayısı; en az 3 kişiden oluşur. (TMK 7/1, TCK 220-314 maddeleri.)
    Amaç ve saik; terör örgütü siyasi maksatla faaliyet gösterir. Türk Ceza Hukuku'nda terör örgütleri, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetlerini yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla faaliyet gösterir. (TMK mad.1)
    Yöntem; terör örgütü cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eder. (TMK 1-7.md.)
    Elverişlilik; terör örgütünün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması gerekir. (TCK 220.md.)
    Araç gereç; terör örgütü silahlı bir örgüt türüdür. (TMK 7.md. TCK 314.madde.)
    Örgüt Üyeliği
    Örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyeliği temadi eden bir suçtur. Örgüte üye olmak kişinin rızasıyla örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmasıdır. Örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Sadece örgüte sempati duymak bu suçu oluşturmaz.
    Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliğinden mahkum olduktan sonra tekrar örgütle hiyerarşik bağ kurup süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren faaliyetlere katılması halinde yeniden üyelik suçu oluşacaktır
    Bu bilgiler çerçevesinde FETÖ/PDY'nin,
    1)Cebir, şiddet ve diğer yasal olmayan yöntemleri de kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmak veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemek, devlet otoritesini baskı altına almak, zaafa uğratmak, yönlendirmek, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmak ve neticede devlet otoritesini ele geçirmek şeklinde bir amacın olduğu,
    2)Söz konusu amacın gerçekleştirilebilmesi adına hayatın normal akışı içerisinde beraber hareket etmeleri mümkün olmayan;
    -Kanunlarımıza göre silahlı, zor kullanma ve yaptırım uygulama yetkisine sahip ve mesleki hiyerarşi içerisinde görev yapan kamu çalışanlarını ve devlet memurlarını,
    -Diğer üst düzey çalışan veya emekli olmuş kamu görevlilerini,
    -Bürokratlar, Gazeteci, Yazar ve Akademisyenleri,
    -Sivil Toplum Kuruluşları mensuplarını aynı amaç etrafında faaliyet gösterecek şekilde bünyesinde barındıran, süreklilik arzeden gizli ve hiyerarşik bir yapılanma olduğu,
    3)Birbirinden bağımsız bir şekilde hücresel olarak yapılandığı,
    4)Örgüt içerisinde faaliyet alanları, ... bölümü ve sorumlulukların tespit edilerek şahıslara örgütsel sorumluluk dağılımı yapıldığı/verildiği,
    5)Geçmiş yıllarda başladığı anlaşılan örgütsel faaliyetlerin güncel gelişmelere bağlı olarak, farklı zamanlarda yeniden oluşturulduğu ve bir bütünlük ve süreklilik içerisinde devam ettiği,
    6)Örgütsel faaliyetlerin devamlılığının ve lidere bağlılığın sağlanması adına düzenli olarak önceden belirlenen evlerde gizli örgütsel toplantılar yapıldığı,
    7)Örgütün amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri güncel gelişmeler çerçevesinde yeni strateji oluşturma ve bu strateji kapsamında yeniden yapılanma vb. konularda alınan toplantı kararlarının verilen örgütsel talimatlar doğrultusunda hayata geçirildiği/uygulamaya konulduğu,
    8)Örgüt mensuplarının faaliyetlerine ilişkin örgüt sorumlularına rapor verdikleri, benzer şekilde örgütsel faaliyet alanları hakkında analiz içeren dokümanlar/raporlar düzenlendiği,
    9)Örgütsel faaliyetlerde gizliliğin ön planda tutulduğu, haberleşme, buluşma, rapor verme, doküman hazırlama, saklama ve arşivlemede özel şifreleme usullerinin kullanıldığı,
    10)1980 yıllardan günümüze kadar örgütün, dershanelerinde veya okullarında yetiştirmiş olduğu kalifiye insan kaynağı ve izlemiş oldukları tedbir ve takiyye politikaları sayesinde devletin stratejik kurumları içerisinde kadrolaşma imkânına kavuştuğu ve gün geçtikçe görev yaptıkları kurumların karar ve uygulama mekanizmalarını ele geçirdikleri/ele geçirmeye çalıştıkları,
    11)Örgüt içerisinde faaliyet gösteren kamu görevlilerinin makamlarını, çalıştıkları kurumların yetki, araç, gereç ve personelini örgütün amaçları doğrultusunda kullandıkları,
    12)Örgüt içerisinde faaliyet gösteren bazı kişilerin yazdıkları kitaplar, görsel, yazılı, sosyal paylaşım siteleri, dizi ve filmler ile internet medyası aracılığıyla ürettikleri köşe yazıları, makaleler, fikir beyanları, yorumlar vb. ile kamuoyunu siyasi, hukuki, ekonomik ve güncel konularda örgütün amaçları doğrultusunda yönlendirmek suretiyle algı oluşturdukları;
    13)Örgüt mensuplarına yönelik yapılan/yapılacak olan operasyonları önceden öğrenebilmek ve tedbir almak için örgütün devletin tüm resmi kurum ve kuruluşlarının bilgi işlem alt yapılarına (UYAP, POLNET, TÜBİTAK, TİB vb.) alınan adli ve idari tüm tedbirlere rağmen sızıldığı,
    14)Örgüte eleman temin etme hususunda düzenli ve sistemli olarak çalışıldığı, örgüte kazandırılması amaçlanan kişiyi İKRAM-İZZET-ZİYAFET yöntemlerinin uygulandığı ve özellikle küçük yaşta başarılı öğrencilerin sahilde deniz evinde ya da kırsal alanlarda bulunan yayla evlerinde yaz kampı şeklinde kampa çağrılarak eğitim verdikleri ve şahısların temaslarının kontrol edilip test edildikleri, planlanan bu kampların “DÜĞÜNE ÇAĞIRMAK”, kamp yapılacak evlerin ise “KÖŞK” şeklinde örgütsel olarak kodlandığı,
    15)İlgisiz kişilerin eline geçmesi yasak olan, ilgisiz kişilerin eline geçmesi durumunda devletin iç ve dış güvenliği ile kamu düzenini tehlikeye düşürecek özelliğe sahip, devlete ait gizlilik dereceli evrak, doküman, bilgi ve belgeler ile istihbarat toplama yetkisine sahip ilgili birimlerce hazırlanmış istihbari nitelikteki rapor ve değerlendirmelerin temin edilerek örgüt amaçları/stratejileri doğrultusunda kullanıldığı/kullanılmasının hedeflendiği,
    16)Bulundukları makam, yetkileri ve görevleri itibariyle yönlendirilmeleri durumunda örgütün amacına ulaşmasında fayda elde edileceği düşünülen şahıslar ile örgütsel faaliyetlerde kullanılan/kullanılması düşünülen kişiler başta olmak üzere yargı mensupları, akademisyenler, TSK personeli, Emniyet Teşkilatı personeli, üst düzey kamu görevlileri, bürokratlar, gazeteciler vb. kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, iletişim bilgilerine (e-mail, telefon), ... durumlarına ilişkin özel ve hassas bilgilerin/verilerin, görüntü, ses kayıtlarının gizli ve bazı teknik donanım uzmanlık gerektiren yöntemlerle usulsüz bir şekilde kişisel veri olarak kaydedilip arşivlendirildiği, söz konusu kişisel verilerin örgütün amaçları doğrultusunda şantaj amaçlı veya gerçekleştirilmesi planlanan eylemlerde kullanıldığı/kullanılmasının hedeflendiği,
    17)Örgütün amaçları doğrultusunda her türlü legal yapılar (STK, Dernek, Vakıf, Kamu Kurum ve Kuruluşları vb.) ile işbirliği yaparak, söz konusu yapı ve oluşumları sahip oldukları araç ve gereçleri kullanmayı/yönlendirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır.
    Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda : Sanığın üniversite öğrenimi sırasında Fetö/pdy ile bağlantılı yurtta bir süre kaldığı, bu örgüte bağlı kurumlarda çalıştığı, örgütün finans yapılanması olan Bank Asya'da hesabı bulunduğu ve ayrıca örgütün kendi iç haberleşmesinde kullanmış olduğu Bylock programını kullandığı belirtilerek cezalandırılması için kamu davası açılmıştır.
    Sanık aşamalarda alınan savunmasında, kendisinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmadığını, zorunluluk nedeniyle üniversitede 1,5 yıl kadar örgüt bağlantılı yurtta kaldığı, sonrasında yine maddi zorunluluklar sebebiyle örgüt bağlantılı farklı kurumlarda çalışmak zorunda kaldığı, gazete, dergi aboneliğinin bulunmadığı, toplantı ve sohbetlere katılmadığını, himmet, kurban gibi maddi yardım sağlamadığını, Bylock programı kullanmadığını belirterek kendisini savunmuştur.
    Yargılamada sanığın örgüt üyeliği ile ilgili herhangi bir tanık beyanı bulunmadığı anlaşılmıştır.
    Sanığın FETÖ/PDY ile ilgisinin tespiti amacıyla SGK kayıtları, HTS kayıtları, Bylock kayıtları, Bank Asya kayıtları, Dernek kayıtları gibi belgeler dosyaya getirtilmiştir.
    Tüm bu hususlar dikkate alındığında; Yukarıda belirtilmiş olduğu üzere FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün temellerinin 1960 lı yılların sonunda o dönem vaiz olarak görev yapmakta olan Fethullah Gülen tarafından atıldığı, ilk dönemler ... Cemaati olarak bilinen yapının içerisindeki Yeni Asya grubuna yakın bir çizgide bulunduğu, 12 Eylül 1980 darbesine kadar genel olarak yapmış olduğu vaazlar neticesinde kendisine yakın bir grubu oluşturmayı başardığı, vaazların teyp kasetlerine çekilerek etki alanının genişletildiği, 1980 li yıllarda kendisinin islam dinine hizmet ettiğini belirterek Müslümanların eğitime önem vermesi gerektiğini öne sürerek öncelikle eğitim alanında faaliyetler göstermeye başladığı, bu kapsamda ülke içerisinde öncelikle dershanecilik faaliyetlerine yoğunlaştığı, 1990'lı yıllarda SSCB'nin dağılmasının ardından öncelikle Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde okullar açılmaya başlandığı, bu süreçte Türkiye'de de bir çok ilk ve orta dereceleri okullarında kurulduğu, ilk önce çok daha yüksek puan almalarına rağmen mensuplarını öğretmen olma yönünde teşvik ettiği bu şekilde gerek ülke içerisinde ve gerekse ülke dışında bulunan örgüte eleman kazandırma konusunda en büyük kaynak olan eğitim kurumları kadrolarının genişletildiği, bu eğitim faaliyetleri sonrasında kendisine bağlı olan bir grup oluşturulmasının ardından bu kez kendi mensuplarının devlet kademelerinde yer alabilmesi için özellikle zeki çocukların seçilerek ve kendilerine ayrı bir özen göstererek Adliye, Mülkiye, TSK ve Emniyet birimlerinde görev yapabilecekleri bölümlerin tercih edilmesi istenilmiştir.Aynı dönemlerde dinlerarası diyolog ve hoşgörü terimlerini kullanarak ülke içerisinde ve dışında ön plana çıkmayı başaran Fethullah Gülen 28.02.1997 tarihli MGK kararlarının ardından post modern darbe olarak tanımlanan süreçte, seçilmiş hükumet yerine karşı tarafın yanında yer almayı kendisi ve örgütü için gerekli görerek gazete manşetlerine "Beceremediniz Bırakın" şeklinde geçen beyanatlarda bulunmuş, gerekirse tüm eğitim kurumlarını devlete devredebileceğini belirtmiştir.Bu süreçten en az zararla çıkmayı başarmış 1990 ların sonunda Türkiye'yi terk ederek ABD 'ye yerleşmiş bugüne kadar da ülkeye dönmemiştir.
    Dershane ve okullarında eğitim gören örgüte yakın durumdaki öğrencilerin üniversiteyi kazanmalarının ardından da örgütün bu kişileri yönlendirmeye devam ettiği, ucuz yurt ve evler vasıtayla maddi durumu iyi olmayan öğrencileri de kendi içerisine çektiği bilinmektedir. Beyanlara göre üniversite mezuniyeti sonrasına devletin hassas kurumlarına girebilmek için ilk yıllarda sınavlar için özel çalışma evleri kurulduğu ve bu şekilde sınavlarda başarı sağlandığı sonraki süreçte ise daha önce bu kurumlara giren mensupları vasıtayla sınav sorularının tamamının veya bir kısmının ele geçirilerek sınava girecek olan kişilere önceden verilerek ezberletildiği, bir kısım ifadelerden anlaşıldığı üzere sorular verilirken Kuranı Kerim'e el bastırılarak bu durumun ifşa edilmemesi konusunda yemin ettirildiği bu şekilde sınav sorularını önceden öğrenmiş olan örgüt mensuplarının sınavlara girerek Hakim-Savcılık, Kaymakamlık, Müfettişlik, Askeri Liseler, Harp okulları, Polis Akademisi, Polis Meslek Yüksek Okulu, KPSS gibi bir çok sınavda başarı göstererek bu kurumlara yerleştikleri, örgütün kendileri aracılığıyla illegal olarak bu kurumlara yerleşen mensuplarına yönelik olarak faaliyetlerini sonlandırmadığı, örgüt mensubunun bulunmuş olduğu görevin özelliğine göre bazen birebir bazen ise hücresel yapılar şeklinde örgüt mensuplarını abi adı verilen örgüt imamları ile kontrol altında tuttuğu, örgütsel bilincin ve beraberliğin devamına yönelik propaganda ve faaliyetlerin yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
    FETÖ/PDY terör örgütünün en temel eleman ve maddi kaynaklarından biri olan dershanelerin kapatılması yönünde çalışma başlatılması üzerine 28 Şubat sürecinde tüm eğitim kurumlarını devlete bırakmaktan bahseden örgütün bu duruma şiddetle karşı çıktığı, hükumete yönelik olarak birbiri ile ilgisiz bazı soruşturmaların birleştirilerek toplumda algı oluşturulması için 17-25 Aralık operasyonlarının gerçekleştirildiği bu sürecin ardından Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından örgütün milli güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verilmiştir.
    Bu bağlamda ilk karar 26.02.2014 tarihli toplantıda verilmiştir. Bu tarihten itibaren MGK toplantılarında düzenli olarak örgüte ilişkin değerlendirmeler yapılmış ve çeşitli kararlar alınmıştır. 30.12.2014 tarihli toplantı sonrasında yapılan açıklamada PARALEL DEVLET yapılanması vurgusu yapılmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesi yapılan 26.05.2016 tarihli MGK toplantısında, millî güvenliği tehdit eden paralel devlet yapılanması bir terör örgütü olarak kabul edilmiştir.
    ... Ağır Ceza Mahkemesinin 10 Haziran 2016 tarihli kararıyla da silahlı terör örgütü olduğu yargı kararıyla tespit edilmiştir.
    Ayrıca ülke genelinde gerek örgüt lideri Gülen, gerekse örgüt mensupları hakkında silâhlı terör örgütü kurmak ve yönetmek başta olmak üzere çeşitli suçlardan yargılamalar devam etmektedir.
    FETÖ/PDY mensuplarının devlet içerisindeki kritik noktalarda ve özellikle 2006 yılında başlatılan operasyonlar neticesinde büyük ölçüde kadrolaştığı TSK içerisindeki mensuplarının deşifre edilmesinin ardından 2016 yılı Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şurasında tasfiye edilebileceğinin TSK' daki örgüt mensupları tarafından anlaşılması üzerine örgüt mensuplarınca 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece saat 03.00 itibariyle T.C. Hükümetini devirmeye ve Anayasal rejimi değiştirmeye yönelik darbe girişiminin planlandığı, ancak durumun ilgili kamu kurumlarınca haber alınmasının ardından örgüt mensuplarınca saat 03.00 beklenmeksizin 15 Temmuz gecesi saat 21.30-22.00 sıralarında ... Boğaziçi Köprüsünün 1. ... Komutanlığına bağlı bazı askeri birliklerce Avrupa yönüne geçilen kısmın trafiğe kapatılması ile kamu oyunca öğrenilen darbe girişimine başlandığı, bu kapsamda otuzun üzerinde savaş uçağının da kullanılmış olduğu, kanlı bir darbe girişiminin uygulamaya konulduğu görülmüştür.
    Darbe girişimi sırasında ... da bulunan TBMM'nin, ...Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin, ... Gölbaşında bulunan Polis Özel Harekat Birimlerinin, iletişimi sağlayan Türksat verici istasyonlarının uçaklarla bombalandığı, yine Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın ....öldürülmesi için bir grup askerin helikopterle ...'te bulunduğu oteli basmaya çalıştığı, ancak Sayın Cumhurbaşkanının kısa bir süre önce otelden ayrılması nedeniyle amaçlarını gerçekleştiremedikleri, Cumhurbaşkanı Sayın .....'ın önce CNN Türk'de daha sonra ise çeşitli kanallarda yayınlanan ve halkı darbecilere karşı bulunmuş oldukları şehirlerin meydanlarına, hava limanlarına darbeye karşı direnmek amacıyla çağırması üzerine her tür fikir ve inançtan oluşan Türk Milletinin bulunmuş oldukları şehirlerin meydanlarında toplanmaya başlandığı, aynı şekilde darbecilerin ..., ... ve diğer statejik noktalarda işgal ettiği yerlerin temizlenmesi, bunun yanı sıra belirtilen noktalara asker göndermek amacıyla kullanılmaya çalışılan (... Çardak Hava Limanı, ... ... Füze Okulu çevresi, Akıncılar Hava üssü çevresi) noktalara giderek askerleri engellemeye çalıştıkları, bazı noktalarda darbeci askerlerin silahsız sivil vatandaşa ateş ederek ölüm ve yaralanmalarına sebep oldukları, kamuoyuna yansıyan ifade ve beyanlardan ele geçirilmiş olan yazışmalardan anlaşıldığı üzere gece saat 01.00 sıralarından sonra örgütün kendi iç haberleşme sistemleri ile mensuplarına darbe girişiminin başarısız olma ihtimaline karşı darbeye karşı tavır aldıklarına dair sosyal medya hesaplarından paylaşım yapmaları, gerekirse şehir meydanlarında gösterilere katılmaları ve burada kendilerinin fotoğraf paylaşmaları yönünde talimatlar verildiği, bir kısım örgüt mensuplarının da bu talimat çerçevesinde hareket ettiği anlaşılmıştır.
    16 Temmuz sabah saatlerinin ardından Türk Silahlı Kuvvetlerinin darbe girişimine katılmayan mensuplarının emniyet mensuplarının ve Cumhurbaşkanının çağrısı üzerine darbeye karşı duran Türk Milletinin çabaları sonrasında darbe girişimi akamete uğratılmıştır.
    Darbe girişiminin başarısız olmasının ardından örgüt lideri kendilerinin darbe ile hiç bir ilgisinin olmadığını ileri sürmüş ancak darbe girişimine katılması yada örgüt mensubu oluğu yönünde haklarında soruşturma başlatılan kişilerin konuşarak örgütü deşifre etmelerinin önüne geçmek içinde belli tarihlerin verilerek beklenilmesi gerektiği, her şeyin değişeceği yönünde beyanlarda bulunmaya devam ettiği görülmektedir.
    Bu şekilde örgütlenme, ve faaliyet içerisinde olan FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunun Mahkememizce de kabul edimiştir.
    Bu sebeple, her ne kadar sanık kendisinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmadığını ileri sürerek beraat kararı verilmesini talep etmiş ise de, sanığın üniversite eğitimi sırasında 1,5 yıl kadar FETÖ/PDY ile bağlantılı olan yurtta kalıp sonrasında ... ve ... Merkez'de yine bu örgüt bağlantılı özel okul ve dershanede çalıştığı hususlarının kendi ikrarı ile sabittir.
    Sanığın Bank Asya'da hesabının bulunduğu, ancak FETÖ/PDY silahlı terör örgütü liderinin Bank Asya'ya gerekirse yüzüklerin, küpelerin, araçların, evlerin dahi satılarak bedellerinin yatırılmasını istemiş olduğu dönem içerisinde sanığın Bank Asya hesabında ciddi bir artışın bulunmadığı anlaşılmıştır.
    SGK kayıtlarına göre sanığın, FETÖ/PDY ile irtibatı olduğu bilinen ve kapatılmasına karar verilen ... Kolejinde 10.08.2010-20.02.2011, ... Fen Dershanesinde ise 11.09.2013-22.02.2016 tarihleri arasında öğretmenlik yaptığı, ayrıca yine bu yapıya ait olan ve Boyabat'da bulunduğunu belirttiği ...Kolejinde ders başı ücret olarak haricen çalıştığını, her ne kadar sanık kendisinin bu örgüt ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını, sadece maddi zorunluluklar sebebiyle çalıştığını belirtmiş ise de, yukarıda izah edildiği üzere dershane, okul ve yurtların bu örgütün en önemli eleman kaynağı niteliğinde olduğu, dikkate alındığında örgütle ilgisi bulunmayan yabancı bir kişinin birden fazla kurumda çalıştırılmasının söz konusu olan gizliliğe çok önem veren FETÖ/PDY örgütü olduğu zaman mümkün olmadığı, sanığın bu kurumlara referanslar aracılığıyla girdiğini beyan ettiği, sanık savunmalarının bu konuda kabul edilebilir bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
    Sanığın, FETÖ/PDY nin örgüt içi haberleşmede kullanmış olduğu Bylock programını kendisinin kullanmadığını belirtmiş ise de, dosyamıza gönderilmiş olan Bylock kullanımına ilişkin cep telefonunun kendisine ait olduğunu belirtmesi, yükleme tarihi olarak gösterilen 04.06.2015 tarihinde sanığın ... Fen Dershanesinde çalışıyor olması, bu tarihi de kapsayacak şekilde getirtilen HTS kayıtlarında sanığın daha sonra değiştirdiğini beyan ettiği Imei numarasının Bylock kaydındaki numara ile örtüşmesi, yine aynı tarih itibariyle sinyal alınan baz istasyonunun ... olup aynı tarihte internet bağlantısının da bulunması karşısında sanığın Bylock programını kullanmadığını, Bylock programının kendisinin cep telefonunda bulunan internet paketinin bilgisayarında kullanmak için Wifi'sini açtığı sırada şifresiz olmasından yararlanarak bir başkası tarafından yüklenmiş olabileceğini içeren savunmalarına itibar edilmemiştir.
    Bu şekilde sanığın, FETÖ/PDY terör örgütü ile öğrenci olduğu dönemde yurtlarında kalma ile başlayan toplam üç adet farklı yerlerdeki kurumlarında öğretmenlik yapma ve örgüt için haberleşmede kullanılan şifreli mesaj programı Bylock isimli programı birden fazla telefonuna indirerek kullanmak şeklinde birbirinden farklı, örgüte bağlılığı gösteren, birden fazla sayıda ve farklı şekillerde süreklilik gösteren eylemlerinin bulunduğu anlaşılmakla üzerine atılı Silahlı Terör Örgütü Üyeliği suçunu işlediği anlaşıldığından cezalandırılmasına, hakkında TCK' nun 50, 51 ve CMK' nun 231 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.'' şeklinde açıklanan gerekçeyle sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.
    IV)- TEMYİZ
    Sanık temyiz dilekçesinde özetle; kararın haksız ve hukuksuz olması nedeniyle bozulması gerektiğini, delil olduğu iddia edilen unsurların hiçbirinin delil değeri taşımadığını, isnat edilen eylemlerin gerçekleştiği dönem içindeki şartlara göre değerlendirildiğinde suç teşkil etmediğinin görülebileceğini, suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı hareket edildiğini, silahlı terör örgütü üyeliği suçunun oluşması için kişinin örgütün amaçlarını bilmesi ve bunun somut delillerle ispatlanabilmesi gerektiği, şüpheden sanığın yararlanması gerektiğini,
    Beyan etmiştir.
    V) HUKUKİ DENETİM KAPSAMI VE GENEL AÇIKLAMALAR
    SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:
    Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
    a) Genel Olarak:
    Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
    Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
    Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
    Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
    Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması "tehlike tehlikesinin cezalandırılması" şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, .... s. 348)
    b) Örgüt kurma:
    Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
    Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
    Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için "amacı gerçekleştirmeye yeterli üye"nin, "hiyerarşik örgüt yapısı"nın, "şiddete dayanan eylem programı"nın varlığını aramak gerekir.
    Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir.
    c) Örgüt yönetme:
    Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda ... bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
    Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
    Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
    d) Örgüt üyeliği:
    Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
    Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
    Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf. 383 vd.)

    Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
    Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü; "Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." aynı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..." şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
    Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
    TCK'nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
    Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
    Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun'un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
    Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK'nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
    Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkânına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
    Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu'nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
    Terörle Mücadele Kanunu'nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli "Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar" şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası "7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır." hâlini almıştır.
    Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanunu'nunda yapılan örgüt tanımı ile TCK'nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/1. maddesinin, TCK'nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK'nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları hâlinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun'un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK'nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK'nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.
    VI)-UYUŞMAZLIĞIN DEĞERLENDİRİLMESİ
    1-5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuksuz olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediği:
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkı ve müdafi kavramlarının ayrıntılı şekilde açıklanması gerekecektir.
    İnsanlık tarihi boyunca toplumlar tarafından, haklarını korumak ve hukukun üstünlüğünü benimsemek önemli bir amaç olmuş ve savunma hakkı, hukuk devleti olma yolundaki en büyük adım olarak görülmüştür (Önder SAV (1993), Savunma Hakkı ve Barolar, ... Barosu Dergisi,S.4,s. 549, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/1993-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Savunma, sözlükte “saldırıya karşı koyma”, “müdafaa”, “koruma” kavramlarıyla tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlüğü, http://www....gov.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Şüpheli veya sanık konumundaki kişileri koruyabilmek amacıyla ortaya çıkan savunma hakkı ise, bir suç isnadı ile iddia ve yargılama makamları karşısında bulunan şüpheli veya sanığa, bu suçlamadan kurtulması için tanınan düşüncelerini açıklayabilme hakkı olarak ifade edilmiştir. (... Başar CENTEL (1984), Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ..., Kazancı Kitap, s. 11). Ceza muhakemesi hukuku anlamında savunma, şüpheli veya sanığın yararına olarak yürütülen, hakkındaki suç isnadına karşı konulması ile fiili ve hukuki korumayı amaçlayan bir faaliyettir. (Recep KİBAR, (1997), Türk Hukukunda Sanık Hakları, Yetkin Yayınları, ..., s. 51, Salih OKTAR, (2018), Ceza Muhakemesi Hukukumuzdaki Son Gelişmeler Karşısında Müdafi, “Dr. Dr. h. c. Silvia Tellenbach’a Armağan”, Seçkin Yayıncılık, s. 1128).
    Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde olup hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve özgürlüğü hüküm altına alınmış ve bunun tabii sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
    Savunma hakkının güvencesi olan Anayasa’nın 36. maddesi her ne kadar müdafi ile savunulma hakkından açıkça ve ayrıca bahsetmemiş olsa da meşru yol olan savunmaya aracı konumda müdafi yer almaktadır. Böylece bir anlamda bu madde müdafi yardımından yararlanmanın Anayasal güvencesi sayılmaktadır. Şüpheli veya sanık veya onların müdafileri gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile güvence altına alınan savunma hakkını kullanırken baskı altında olmamalıdırlar. Bu hakkını kullanan şüpheli veya sanığın veya onların savunmasını üstlenen müdafinin, bu görevini yerine getirirken herhangi bir yaptırım ile karşılaşma riski bulunmamalıdır. Ancak bunun güvencesiyle gerçek bir savunmadan bahsedilebilecektir (Serhat Sinan KOCAOĞLU, (2012), Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı”, ... Barosu Dergisi, S. 4, s. 24, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2012-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 21.10.2020).
    Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Bir suç ile itham edilen herkes:... c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek, …haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle, sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafi de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır” (Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ... Centel, Kazancı Hukuk Yayınları, ..., 1984, s. 13).
    AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme'nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27.11.2008, § 50).
    Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25.04.1983).
    AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23.11.1993, § 34; Demebukov/..., B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını ... etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).
    Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
    Uyuşmazlığın çözümü için Türk Ceza Hukuku sisteminde müdafi kavramı ile ihtiyari ve zorunlu müdafilik düzenlemelerinden de bahsedilmesi gerekecektir.
    5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-... Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, ... 2010, s. 401 vd.; ... Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, 12. Baskı, ..., 2015, s. 180 vd.; Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-... Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erdem, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, ... 2015, s. 245 vd.; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12. Baskı, Beta, ..., 2007, s. 184; Sinan Kocaoğlu, Müdafi, 2. Baskı, Seçkin, ..., 2012, s. 57).
    Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hallerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Beta, Kunter- Yenisey- Nuhoğlu, s. 409; Centel- Zafer, s. 187; Yurtcan, s. 192; Kocaoğlu, s. 120; Öztürk-Tezcan-M. R. Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan- E. Erdem, s. 250).
    1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hâllerde zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini önemli ölçüde genişletmiştir. Şüpheli veya sanığın Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu tuttuğu hâller dışında bir müdafinin hukuki yardımından faydalanması, ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmektedir. İsteğe bağlı olarak yapılan ihtiyari müdafi seçimi yargılamanın her aşamasında yapılabilecektir. Görevlendirilmiş ihtiyari müdafilik ise 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup, "Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir." şeklindedir. Bu hüküm müdafi bulundurmanın zorunlu olmadığı ve fakat şüpheli veya sanığın istemi üzerine yapılan görevlendirmeleri kapsamaktadır. Maddi gücü müdafi bulundurmaya yetersiz olan şüpheli veya sanığa, suçun niteliğine veya cezanın ağırlığına bakılmaksızın, müdafi görevlendirilmesi ihtiyari müdafilik kapsamındadır. Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu saydığı durumlar dışında, şüpheli veya sanıktan müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde kendisine barodan bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Bu kapsamda kendisine müdafi görevlendirmesi yapılmasını isteyen şüpheli veya sanık, istemini soruşturma evresinde ifadeyi alan merciye veya sorguyu yapan hâkime, kovuşturma evresinde ise mahkemeye bildirir. Bu makamlar da soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan görevlendirme isteminde bulunur. Ancak şüpheli veya sanık henüz bu makamlar karşısında adli bir işleme tabi tutulmamışsa istemini Baro Adli Yardım Bürosuna yapacaktır. Bu durumda istemi adli yardım hükümlerine göre değerlendirilecektir (Yenisey- Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 202; Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 195).
    Zorunlu müdafilik ise, soruşturma veya kovuşturma aşamasında şüpheli veya sanığın ruhsal ve fiziksel durumu ile isnat edilen suçun ciddiliği ve kişisel savunmanın özellikle desteklenmesini gerektiren özel bazı hâllerde, adil bir muhakemenin zorunlu kılması nedeniyle, şüpheli veya sanığın bir müdafi ile savunulmasının zorunlu tutulmasıdır. Zorunlu müdafiliği gerektiren durumlarda, şüpheli veya sanık kendisine müdafi görevlendirilmesini açıkça istemeyip karşı da çıksa resen müdafi görevlendirilir. Zorunlu müdafilik kapsamında seçilen veya görevlendirilen müdafiye "zorunlu müdafi" denmektedir. Zorunlu müdafiliğin uygulandığı hâllerde, müdafi seçilmeden veya görevlendirilmeden yahut seçilen ya da görevlendirilen müdafi hazır bulundurulmadan ifade alma ve sorguya çekme işlemleri gerçekleştirilemez, savunma alınamaz, duruşma yapılamaz ve hüküm kurulamaz. Diğer bir ifadeyle, şüpheli veya sanığın aktif olarak katıldığı tüm soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde zorunlu müdafinin hazır bulunması gerekir.
    Toplumsal savunmanın ceza muhakemesindeki öneminin artması ve anlaşılmaya başlanması, gelişmiş ülkelerde müdafiin yardımından yararlanmanın bir zorunluluk olarak düzenlenmesi fikrini doğurmuştur. Fakat ceza muhakemesinde herkese zorunlu müdafi görevlendirilmesi düşüncesi, hem avukatlığın serbest meslek olma özelliğine zarar vermesi hem devlete yüksek maddi külfetler yüklemesi hem de gelişmemiş ülkelerde yeterince avukat olmaması nedeniyle tam olarak uygulanamamıştır. Zorunlu müdafilik sistemi mutlak olarak uygulanmasa da gelişmiş birçok ülkede, adaletin zorunlu kıldığı bazı durumlarda zorunlu müdafiliğin uygulanması kabul edilmiştir.
    Ülkemizde de uzun bir süreden beri istisnai hallerde de olsa zorunlu müdafilik kabul edilmiş ve uygulanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk ceza muhakemesi kanunu olan 1879 tarihli Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nda hem müdafilik sistemi hem de ilk defa zorunlu müdafilik sistemi kabul edilmiştir. Buna göre, ağır ceza gerektiren fiiller sebebiyle yapılan ceza muhakemelerinde, müdafi bulundurulması zorunlu tutulmuştur. Bu tür davalarda sanık kendisi bir müdafi seçmemişse mahkeme tarafından sanığa bir müdafi görevlendirilmesi zorunludur. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nun yerine 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemesi Kanunu kodifiye edilerek oluşturulan 04.04.1929 tarihli ve 1412 sayılı CMUK’nın ilk hâlinde zorunlu müdafilik kabul edilmemişti. Ancak 1973 yılında CMUK’nın 74. maddesinde yapılan değişiklikle, sanığın gözlem altına alınması kararı verilirken müdafisi yoksa resen bir müdafi tayin edileceği düzenlenmiştir. Ayrıca 1992 yılında CMUK’da yapılan bir diğer değişiklikle de zorunlu müdafilik alanı genişletilerek, yakalanan kişi veya sanığın on sekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olması ve bir müdafisinin de bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın resen bir müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir (CMUK m. 138). Fakat CMUK’daki zorunlu müdafiliği öngören bu hüküm, Kanun'a eklenen bir istisna ile Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde 2003 yılına kadar uygulanmadı. 2003 yılında yapılan değişiklikle, zorunlu müdafilikle ilgili hükümlerin Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde de uygulanması kabul edilmiştir. 1412 sayılı CMUK’yı yürürlükten kaldıran 2004 tarihli ve 5271 sayılı CMK’da zorunlu müdafilik, hukuk devleti ve insan hakları anlayışımızdaki değişim ve gelişime paralel olarak ve AİHM’nin kararlarının etkisiyle CMUK’ya göre daha detaylı ve daha geniş kapsamlı düzenlenmiştir.
    5271 sayılı CMK'ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. madde), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. madde), resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. madde), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. madde), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. madde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. madde) hâllerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
    5271 sayılı CMK'nın "Müdafiin görevlendirilmesi" başlıklı 150. maddesinin ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesi;
    "(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
    (2) Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
    (3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır." biçiminde iken,
    19.12.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile;
    “(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
    (2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
    (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
    (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." şeklinde değiştirilmiştir.
    Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında çocuklara, kendisini savunamayacak derece malûl olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.
    Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır.
    Düzenlemenin yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanığa istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceğini kabul etmiştir. 2005 yılında bu hâliyle yürürlüğe giren Kanun, 2006 yılında değişikliğe uğramış; üst sınır olarak kabul edilen beş yıl, uygulamada yaşanan sorunlar, birçok soruşturma ve kovuşturmada müdafi görevlendirilmesinin maliyeti ve güçlüğü sebebiyle alt sınıra çekilmiştir. Böylece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde müdafi bulundurma zorunluluğu kabul edilmiştir (Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 184, Galma Jahic - İdil Elveriş (2010), Müdafiliğe İlişkin Bir Değerlendirme: Değişen Kanunlar, Değişmeyen Sonuç, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 90, s. 167, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-90-642, Erişim Tarihi: 30.05.2018). Hakkında birden fazla suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi gerekip gerekmediğine ilişkin tespit yapılırken, her suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken suçlar için kanunda öngörülen hapis cezaları toplanmayacak, suçlardan herhangi birinin beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi durumunda müdafi görevlendirmesi yapılacaktır. Buna göre, alt sınırı beş yılın altında kalan birden fazla suç şüphesiyle yargılanan sanık zorunlu müdafilikten faydalanamayacaktır. Bununla birlikte, ceza yargılamalarında soruşturma ve kovuşturma evresinde elde edilen yeni delillerle suçun hukuki niteliği birçok kez değişebilmektedir. Bu değişikliklerle birlikte şüpheli veya sanığın müdafiye ihtiyaç duyması mümkün olabileceği gibi bu ihtiyacın ortadan kalkması da mümkündür. Bu nedenlerle de şüpheli veya sanığa isnat edilen suça göre müdafi bulundurulmasını zorunlu kabul etmenin uygulamada eşitsizlik yaratacağı da savunulmaktadır. Ancak, müdafi görevlendirmesi yargılamanın her aşamasında mümkün olduğundan, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden bahisle yeni suçun kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda bu aşamada resen mahkeme tarafından müdafi görevlendirilmesi yapılmalıdır. Bu aşamada görevlendirilen müdafiye savunmayı hazırlaması için yeterli zaman tanınmalı, gerekirse duruşma ertelenmelidir. İsnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevi kendiliğinden sona ermemelidir. Ancak, sanık savunmasını müdafi aracılığı ile yapmak istemediğini ve görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmayacağını belirtirse müdafinin görevi sona ermelidir. Buna karşın, savunmasını müdafi ile sürdürmek isterse müdafinin görevi devam etmeli ve fakat ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmelidir.
    5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinin, Anayasa’nın 2, 5, 11, 13 ve 36. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmışsa da Anayasa Mahkemesinin 12.03.2009 tarihli ve 14-48 sayılı kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 149. maddesinde, şüpheli veya sanığın, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabileceği, kanuni temsilcisi varsa, onun da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebileceği, 150. maddenin (1) numaralı fıkrasında da şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği, dolayısıyla iptali istenilen düzenleme ile, bir yargılama faaliyeti içerisinde bulunan kişinin bizzat savunma yapması veya istediği bir avukat yardımından yararlanma haklarının elinden alınmadığı, bu nedenle iptali istenilen düzenleme ile savunma hakkının özünün zedelendiği ve kullanılamaz hâle geldiği iddiaları yerinde görülmediği gerekçeleriyle iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar verilmiştir.
    Bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK'da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.
    765 sayılı Kanun'un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara "ağırlaştırıcı sebepler" ve "hafifletici sebepler" denilmekte iken 5237 sayılı Kanun'da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, Kanun'da daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç- Adem Sözüer-... Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, ..., 2002, s. 89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2010, Seçkin Yayınevi, s. 199-200; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2012, Seçkin Yayınevi, s. 128-129).
    5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (örneğin 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri), bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (örneğin 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli hâlleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (örneğin 109/2. maddesi) hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir (örneğin 109/3. maddesi).
    Kanunda suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi bazılarında ise somut olayımızda olduğu gibi cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada birtakım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, Kanun'da cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hâl olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.
    Öte yandan, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda müdafi bulundurulmasının zorunlu olduğu hâllerden biri Kanun'un 101/3. maddesinde yer almıştır.
    5271 sayılı CMK'nın "Tutuklama kararı" başlıklı 101. maddesi;
    "(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
    ...
    (3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.
    ..." şeklinde düzenlenmiştir.
    Tutuklama, suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde, şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek amacıyla, hâkim kararıyla alınan özgürlüğü kısıtlayıcı bir koruma tedbiridir. Tutuklama isteminde bulunulması üzerine, müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. Hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklama, cezalandırma amacı taşımamakla birlikte delillerin toplanması, şüpheli veya sanığın kaçmasının engellenmesi amacıyla uygulanan ve kişi hürriyetini kısıtlayan tutucu veya önleyici ağır bir tedbiridir (Yenisey-Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 358; Öztürk, Ana Hatlarıyla Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 273; ... Centel (2013), Tutuklama Uygulamasında Sorunlar, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1. S.193, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/97762, Erişim Tarihi: 23.10.2020).
    Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır.
    Gelinen noktada, CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller, savunma hakkının etkin kullanılması bakımından yetersiz gibi görünse de, aslında zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, CMK’daki düzenlemenin savunma hakkı ve çağdaş ceza adaleti açısından ve mehaz Alman hukukuna göre, oldukça ileri bir düzenleme olduğu ve ceza muhakemesinde müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği rahatlıkla ifade edilebilir.
    Bu kapsamda, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca sanığa zorunlu müdafi atanmasının gerekip gerekmediği tespit edilirken beş yıllık ceza süresinin belirlenmesi esnasında suçun temel şekli için Kanun'da öngörülen cezanın mı yoksa temel cezaya ilaveten suçun nitelikli ve ağırlaştırıcı hâllerinin mi dikkate alınacağının irdelenmesi gerekmektedir.
    Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” denilerek teminat altına alınmıştır.
    Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafi yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından faydalanmak; avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin tecellisi için gerekli görülüyorsa resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi, savunma hakkını kullanırken, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkânından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B. No: 8398/78, 25.04.1983).
    Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- ..., başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008). Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye Davası, Başvuru No:7377/03).
    Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkânının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007).
    Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafi yardımından faydalanma hakkından açıkça vazgeçmesi hâlinde dahi adaletin selameti bakımından resen bir müdafi atanması gerektiğini 5271 sayılı CMK'da tahdidi olarak düzenlemiştir.
    Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafi bulunmasını gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK m. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK m. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir.
    CMK'nın 150/3. maddesine göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığa talebi olup olmadığına bakılmaksızın, alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı geçerli bir nedene dayanmadan kabul etmese veya reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması hâlinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.
    Ceza ... sistemimizde "bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı" ilkesi benimsenmiştir (TCK m. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK'nın 150/3. maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur.
    Bu açıklamalar ışığında 5271 sayılı CMK'nın, zorunlu müdafilik sistemini istisna olmaktan çıkarıp adeta kural hâline getirecek şekilde uygulama alanını genişletmesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altındaki bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzun olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun, ister cezanın temel şeklinden isterse suçun nitelikli hâli veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın, belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK'nın 150/3. maddesinde düzenlenen beş yıllık sınırın belirlenmesinde, ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hâl uygulanması sebebiyle alt sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafi atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanığın savunma hakkını kısıtlayacağı ve bunun sonucunda adil yargılanma hakkından mahrum edeceği ve bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.
    Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarının 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olduğu ve söz konusu mutlak terör suçlarında her halükarda anılan Kanun'un 5/1. maddesinde belirtilen 1/2 oranındaki arttırımın herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanması zorunluluğu neticesinde cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu nazara alındığında, sanık hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK'nın 150/3. maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
    Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;
    CMK'nın 188/1. maddesinde "Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır." şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken "zorunlu müdafiyi" mahkeme heyetinden sayılmıştır.
    CMK'nın 197/1. maddesinde; “Sanık hazır bulunmasa da müdafii bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir.” denmek suretiyle yasa koyucu genel kural olarak sanık müdafisinin tüm oturumlarda hazır bulunmasını arzu etmiştir.
    CMK'nın 289. maddesinin 1. fıkrasının a ve e bentlerinde, kanuna kesin aykırılık hâlleri içinde, "mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması" ile "Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması" gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da resen incelenecektir (CMK m. 289/1).
    Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanık ...'nın TCK'nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması için açılan davanın 22.03.2017 tarihli birinci celsesinde sanığa müdafiden yararlanma hakkı olduğunun hatırlatıldığı ancak sanığın müdafi talebinde bulunmadan savunmasını kendisinin yaptığı, istinaf aşamasında Bölge Adliye Mahkemesinde 11.10.2017 tarihinde yapılan duruşmada ise açıkça müdafi talep etmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.
    5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Ceza muhakemesi hukukumuzda kural olarak ihtiyari müdafilik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, şüpheli veya sanığın müdafisinin olmadığı ve suçun ciddiliği, cezanın ağırlığı, şüpheli veya sanığın fiziksel ve ruhsal engellerinin varlığı, savunmanın özel olarak desteklenmesini gerektiren hâller ile adaletin zorunlu kıldığı bazı istisnai ve sınırlı durumlarda zorunlu müdafilik de kabul edilmiştir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği ifade edilmiştir.
    Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu düzenleyen 5237 sayılı TCK’nın 314/2. maddesi, “…Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi ise “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
    Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuksuz olarak yargılanan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisi bulunmadığı gibi CMK'nın 156. maddesi gereğince de resen bir müdafi görevlendirilmediği ve sanığa isnat edilen suçun niteliği dikkate alındığında, Anayasa'nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkının korunmasının sağlanması kapsamında sanığa CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa 5271 sayılı CMK uyarınca müdafi atanmasının gerekmediği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    2- Mahkeme içtihatlarındaki değişimin olağanüstü kanun yollarına başvuru hakkı tanıyıp tanımadığı:
    İçtihat, yargılama makamlarının yargılanmak üzere kendilerine sunulan müşahhas olayla ilgili uyuşmazlığı çözen kararlarında mücerret olan hukuki sorun açısından benimsedikleri görüştür. 15.6.1949 tarihli içtihat birleştirme kararında da (15.6.1949 No. 4/11 -Düstur III 30 s. 1567) "Tevhidi içtihat kararlarına dayanılarak daha önce müstakar bir surette tatbik olunan içtihatlar dairesinde muhkem kaziye teşkil etmiş olan kararlar aleyhine karşı tashihi karar yoluna" gidilemeyeceği belirtilmiştir. "Zamanın ihtiyaçlarına ve şartlarına göre değişmeye mahkum olan hukuk telakkilerine müvazi olarak kazai içtihatlarda tebeddüller vaki olur. Fakat bu içtihat tebeddülleri kaide olarak makable şamil olmazlar. Mahkeme içtihadının değişmiş olması kanun yaranına bozmaya mahal vermez." (Prof. Dr. Nurullah Kunter-İçtihat Değişmesi Nedeniyle Ceza Muhakemesinin Yenilenebilmesi Sorunu, s. 42-64, Ocak 1975, Yargıtay Dergisi; İsmail Malkoç-İçtihat Değişikliği Nedeniyle Karar Düzeltme ve Yargılamanın Yenilenmesi, http: tbbdergisi.barobirlik.org.tr/ml988-l9883-1068)
    Mahkeme içtihatlarındaki değişim, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkar bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri Türkiye. B. No: 3573/05, 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti. B. No: 29784/07, 18/7/2013. § 49).
    Anayasa Mahkemesi de "Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir." görüşünü benimsemiştir. (... Arif Madenci. B. No: 2014/13916, 12.01.2017, § 81: Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26.10.2017, § 57. 66; Engin Selek, B. No: 2015/19816, 08.11.2017, § 53; Hakan Altıncan GK, B. No: 2016/13021, 17.05.2018)
    Kaldı ki ceza hukukunda kabul edilen "suçta ve cezada kanunilik" prensibinin bir yansıması olan "failin lehine yeni ceza kanunun geçmişe etkili olması" kuralı, ceza yargılaması hukukunda tatbik edilemez. Yeni yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu bireyin lehine olup olmadığına bakılmaksızın derhal uygulanır. Bu durum geçmişte yapılan ve o dönemin kanununa göre geçerli olan yargı işlemleri ile tasarruflarının sıhhatini etkilemez. Aynı durumun usul yasalarının yorumuna ilişkin içtihat değişiklikleri için de geçerli olduğu konusunda kuşku duyulmamalıdır.
    Bu itibarla, 15.6.1949 tarih ve 1948/4 Esas 1949/11 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararı da gözetildiğinde, yargısal içtihat değişiklikleri kural olarak olarak geriye yürümeyeceğinden Daire içtihadının değişmiş olmasının, usul ve maddi hukuka ilişkin hukuka aykırılık taşımayan ilama yönelik bir itiraza konu olamayacağı nazara alınarak, yukarıda belirtilen karar kapsamında, içtihadı birleştirme kararı mahiyetinde dahi olsa, içtihat veya yorum değişiklikleri nedeni ile olağanüstü kanun yollarına başvurulamayacağının kabulü gerekmektedir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanığın ... Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan müdafisi bulunmadan yapılan yargılama sonucu 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı, Bölge Adliye Mahkemesince bu karara yönelik istinaf başvurusu reddedildikten sonra yapılan temyiz başvurusu üzerine 01.11.2018 tarihinde Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince hükmün onanması suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Ceza Dairelerinin kararlarına karşı itirazı, olağanüstü bir kanun yolu olup hangi hâllerde bu yola başvurulacağı Kanun'da açıklanmamakla birlikte, gerek yerleşmiş yargı kararlarında gerekse öğretide ancak sınırlı hâllerde bu yola başvurulabileceği kabul edilmektedir. Bu bakımdan, Özel Daire kararının dayandığı yargılama ve hüküm tarihi itibariyle gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulu gerekse Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi tarafından CMK'nın 150/3. maddesinde zorunlu müdafi atanması için öngörülen hapis cezasının alt sınırının suçun temel şekline göre belirlenmesi gerektiğinin kabul edildiği; müdafi atanması hususundaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu veya Özel Daire içtihatlarındaki değişimin ise sanığın yargılanıp hakkındaki mahkumiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra ortaya çıktığı, diğer yandan yargısal içtihat değişikliklerinin geriye yürümeyeceği kuralı birlikte değerlendirildiğinde, yüksek mahkeme içtihatlarındaki söz konusu değişimin olağanüstü kanun yoluna başvurma hakkı doğurmayacağı kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ;
    Açıklanan nedenlerle;
    1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.03.2022 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık konusu bakımından ise oy birliğiyle karar verildi.


    Hemen Ara