Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/8 Esas 2022/195 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2019/8
Karar No: 2022/195
Karar Tarihi: 22.03.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/8 Esas 2022/195 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2019/8 E.  ,  2022/195 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi


    25.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık ...'nın, TCK'nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 15.05.2013 tarihli ve 9-459 sayılı hüküm temyiz edilmeksizin 03.06.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Aynı sanık hakkında 29.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın TCK'nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 19.03.2013 tarihli ve 12-216 sayılı hüküm temyiz edilmeksizin 09.04.2013 tarihinde kesinleşmiştir.
    Söz konusu bu hükümlere yönelik ... Bakanlığının 17.04.2018 tarihli ve 11821 sayılı kanun yararına bozma talebi ve bu talep üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 27.04.2018 tarihli ve 35182 sayılı ihbarnamede;
    "Dosya kapsamına göre, 2013/9 esas sayılı dosyada suç tarihinin 25/04/2010, iddianame düzenleme tarihinin ise 18.05.2010 olduğu, 2013/12 esas sayılı dosyada ise suç tarihinin 29/04/2010, iddianame düzenleme tarihinin ise 05.08.2010 olduğu, her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlendiği ve hukuki kesinti olmadığı, anılan iki dosyada da sanığın üzerine atılı eylemlerin aynı mahiyette olduğu dikkate alınarak, bu eylemlerin bir suç işleme kararı icrası kapsamında işlendiği anlaşıldığından, dosyaların birleştirilmesi ve 5237 sayılı Kanun'un 43. maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp cezanın arttırılarak tayini gerektiği gözetilmeksizin, her bir eylem için ayrı ayrı ceza verilmesinde isabet görülmemiştir." gerekçesiyle hükümlerin kanun yararına bozulması istenmiş, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince de 07.06.2018 tarih ve 2588-4947 sayı ile;
    "...
    A) Konuyla İlgili Bilgiler:
    1- Sanığın 25.04.2010 tarihinde işlediği iddia edilen kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu nedeniyle düzenlenen 18.05.2010 tarihli iddianame üzerine yapılan yargılama sonucunda, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 07.12.2010 tarihli ve 2010/1369 esas, 2010/1845 sayılı kararı ile TCK’nın 191/2. maddesi uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik kararı verildiği,
    Bu kararın infazı sırasında, tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin ihlal edildiğinin bildirilmesi üzerine, mahkemece yargılamaya devam edilerek, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 15.05.2013 tarihli ve 2013/9 esas, 2013/459 sayılı kararı ile sanığın TCK’nın 191/1, 62/1, 50 ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın yasa yolu incelemesinden geçmeksizin kesinleştiği,
    2- Aynı sanığın 29.04.2010 tarihinde işlediği iddia edilen kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu nedeniyle düzenlenen 05.08.2010 tarihli iddianame üzerine yapılan yargılama sonucunda, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 14.10.2010 tarihli ve 2010/1675 esas, 2010/1559 sayılı kararı ile TCK’nın 191/2. maddesi uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik kararı verildiği,
    Bu kararın infazı sırasında, tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin ihlal edildiğinin bildirilmesi üzerine, mahkemece yargılamaya devam edilerek, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 19.03.2013 tarihli ve 2013/12 esas, 2013/216 sayılı kararı ile sanığın TCK’nın 191/1, 62/1, 50 ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın yasa yolu incelemesinden geçmeksizin kesinleştiği,
    Anlaşılmıştır.
    B) Kanun Yararına Bozma Talebi:
    Kanun yararına bozma talebi ve ihbar yazısında, 'Dosya kapsamına göre, 2013/9 esas sayılı dosyada suç tarihinin 25.04.2010, iddianame düzenleme tarihinin ise 18.05.2010 olduğu, 2013/12 esas sayılı dosyada ise suç tarihinin 29.04.2010, iddianame düzenleme tarihinin ise 05.08.2010 olduğu, her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlendiği ve hukuki kesinti olmadığı, anılan iki dosyada da sanığın üzerine atılı eylemlerin aynı mahiyette olduğu dikkate alınarak, bu eylemlerin bir suç işleme kararı icrası kapsamında işlendiği anlaşıldığından, dosyaların birleştirilmesi ve 5237 sayılı Kanun'un 43. maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp cezanın arttırılarak tayini gerektiği gözetilmeksizin, her bir eylem için ayrı ayrı ceza verilmesinde isabet görülmemiştir.' denilerek, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.03.2013 tarihli ve 2013/12 esas, 2013/216 sayılı kararı ile yine aynı Mahkemenin 15.05.2013 tarihli ve 2013/9 esas, 2013/459 sayılı kararının bozulması istenmiştir.
    C) Konunun Değerlendirilmesi:
    Sanık hakkındaki her iki dosyaya konu olan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli her iki suça ilişkin olarak ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi’ne sırasıyla 18.05.2010 ve 05.08.2010 tarihli iki ayrı iddianame ile dava açılmış ve mahkemece sanığın her iki suçtan ayrı ayrı mahkûmiyetine karar verilmiştir.
    Ancak daha sonra, esasen sanığın her iki suçu da 18.05.2010 tarihli ilk iddianameden önce işlemiş olduğu, bu nedenle aralarında hukuki kesinti oluşmadan işlenen her iki suça ilişkin olarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi için her iki dosyanın birleştirilmesi gerektiği iddiası ileri sürülerek her iki karara karşı kanun yararına bozma ihbarında bulunmuş ise de, mahkeme tarafından hüküm tarihinde bilinmeyen ve sonradan ortaya çıkan bu durumun ilk kez kanun yararına bozma yolu ile incelenmesi mümkün olmayıp, yasaya aykırı olduğu iddia edilen mahkeme kararlarına karşı başvurulacak diğer kanun yolları tükenmediğinden, yargılama sona erdikten sonra ortaya çıkan bu durumun CMK’nın 311 ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kapsamında değerlendirilebileceği cihetle, kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
    D) Karar:
    Açıklanan nedenlere göre, kanun yararına bozma talebi yerinde görülmediğinden, ... 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 19.03.2013 tarihli ve 2013/12 esas, 2013/216 sayılı kararı ile yine aynı Mahkemenin 15.05.2013 tarihli ve 2013/9 esas, 2013/459 sayılı kararına yönelik kanun yararına bozma talebinin reddine..." karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.07.2018 tarih ve 35182 sayı ile;
    "Sanığın, bir suç işleme icrası kapsamında 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihlerinde işlediği iddia olunan kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak ve kullanmak eylemlerinden dolayı, hukuki kesinti olmadan aynı mahkemeye farklı tarihlerde açılan davaların, 5237 sayılı TCK'nın 43. maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tayini amacıyla dosyaların birleştirilip, karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, dört gün arayla işlenen her bir eylem için ayrı ayrı cezalandırılmasının usul ve yasaya aykırı olduğu hususunun, kanun yararına bozma yasa yoluna mı, yoksa CMK'nın 311 ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi yoluna mı tabi olduğunun belirlenmesine ilişkindir.
    5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309 ve 310. maddelerinde düzenlenen kanun yararına bozma kurumu; hakim veya mahkemelerce verilip istinaf ya da temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlayan olağanüstü bir yasa yoludur.
    5271 sayılı Kanunu’nun 309. maddesinin 4. fıkrasında, kanun yararına bozma sonrası yapılacak işlemler, bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ve bozma kararının etkileri, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrım yapılarak ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
    Düzenlemede; kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama saptanırken, öncelikle ‘karar’ ve ‘hüküm’ ayrımı gözetilmiş ayrıca mahkumiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
    5271 sayılı CMK'nın 'Yargılamanın Yenilenmesi' üst başlığı altında yer alan 'Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri' başlıklı 311. maddesi;
    '... (1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:
    a) Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.
    b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.
    c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise.
    d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş diğer bir hüküm ile ortadan kaldırılmış ise.
    e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.
    f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.
    (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 04.02.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 04.02.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır...' şeklinde yargılamanın yenilenmesi sebeplerini sınırlı sayıda belirtmiştir.
    Uyuşmazlığa konu dosyalar incelendiğinde;
    Sanık hakkında kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan ... 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/9 esas sayılı dosyasına açılan kamu davasının suç tarihinin 25.04.2010 olup bu suça ilişkin iddianame düzenleme tarihinin ise 18.05.2010 olduğu, aynı sanık hakkında kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan ... 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/12 esas sayılı dosyasına açılan kamu davasının suç tarihinin 29.04.2010 olup bu suça ilişkin iddianame düzenleme tarihinin ise 05.08.2010 olduğu, her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlendiğinden hukuki kesinti olmadığı, her iki dosyada da sanığa isnat edilen eylemlerin aynı mahiyette olduğu dikkate alınarak, sanığa isnat edilen eylemlerin bir suç işleme kararı icrası kapsamında işlendiği anlaşıldığından, dosyaların birleştirilerek 5237 sayılı TCK'nın 43. maddesinde öngörülen zincirleme suç hükümlerinin uygulanarak cezanın artırılarak tayini gerektiği anlaşılmıştır.
    Her iki dosyadaki suç tarihleri arasında dört günlük sürenin bulunması, her iki suçun da ilk iddianamenin düzenlenme tarihinden önce işlenmesi nedeniyle hukuki kesinti olmadığı, her iki suça ilişkin kamu davasının aynı mahkemeye açılmış olması nedeniyle, bu durumun sonradan ortaya çıkan bir durum olarak nitelendirilemeyeceği ve bu durumun mahkeme tarafından bilinmemesinin söz konusu olamayacağı gözetildiğinde, olayın CMK'nın 311 ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kapsamında değerlendirilemeyeceği cihetle, kanun yararına bozma talebinin kabulü yerine, dairenizce kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesinin isabetli olmadığı..." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Dairesince 24.09.2018 tarih ve 3849-6379 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; aralarında hukuki kesinti bulunmayan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli kullamak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarından hakkında iki ayrı dava açılan ve yapılan yargılamalar neticesinde adli para cezalarına mahkûm edilen sanığın, temyiz edilmeksizin kesinleşen bu hükümlere konu eylemlerinin TCK’nın 43. maddesi gereğince zincirleme suç kapsamında kalıp kalmadığı hususunun, kanun yararına bozma yoluyla mı yoksa yargılamanın yenilenmesi yoluyla mı inceleneceğinin belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    ... Cumhuriyet Başsavcılığının 18.05.2010 tarihli ve 28204-18969 sayılı iddianamesi ile; sanık hakkında 25.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan, TCK'nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1369 esasına kayıtlı kamu davasının açıldığı, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 07.12.2010 tarih ve 1369-1845 sayı ile; sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK'nın 191/2-3-4 ve 5. maddeleri uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği, söz konusu kararın itiraz edilmeksizin 28.01.2011 tarihinde kesinleştiği, tedbir kararının infaz edilmesi amacıyla dosyanın ... Cumhuriyet Başsavcılığınca, ... Denetimli Serbestlik ve Yardım Şube Müdürlüğüne gönderildiği, söz konusu kurum tarafından sanığın bildirdiği adresine, 10 gün içerisinde şube müdürlüğüne müracaat etmesi gerektiğine ilişkin çağrı yazısının tebliğ edildiği, çağrı yazısının tebliğine rağmen sanığın 10 günlük yasal süre içerisinde ilgili kuruma başvuruda bulunmaması üzerine, ... Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın yeniden karar verilmek üzere ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesine gönderildiği, dosyayı 2013/9 esas sayılı olarak yeniden ele alıp yargılamaya devam eden ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince 15.05.2013 tarih ve 9-459 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK'nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, söz konusu hükmün temyiz edilmeksizin 03.06.2013 tarihinde kesinleştiği,
    ... Cumhuriyet Başsavcılığının 05.08.2010 tarihli ve 38310-25185 sayılı iddianamesi ile; sanık hakkında 29.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan, TCK'nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1675 esasına kayıtlı kamu davasının açıldığı, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 14.10.2010 tarih ve 1675-1559 sayı ile; sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK'nın 191/2-3-4 ve 5. maddeleri uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği, söz konusu kararın itiraz edilmeksizin 22.11.2010 tarihinde kesinleştiği, tedbir kararının infaz edilmesi amacıyla dosyanın ... Cumhuriyet Başsavcılığınca, ... Denetimli Serbestlik ve Yardım Şube Müdürlüğüne gönderildiği, söz konusu kurum tarafından sanığın bildirdiği adresine, 10 gün içerisinde şube müdürlüğüne müracaat etmesi gerektiğine ilişkin çağrı yazısının tebliğ edildiği, çağrı yazısının tebliğine rağmen sanığın 10 günlük yasal süre içerisinde ilgili kuruma başvuruda bulunmaması üzerine, ... Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın yeniden karar verilmek üzere ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesine gönderildiği, dosyayı 2013/12 esasında yeniden ele alıp yargılamaya devam eden ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince 19.03.2013 tarih ve 12-216 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK'nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, söz konusu hükmün temyiz edilmeksizin 09.04.2013 tarihinde kesinleştiği,
    ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin söz konusu bu kararlarına karşı, ... Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 17.04.2018 tarihli ve 11821-2017-KYB sayılı istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.04.2018 tarihli ve 35182 sayılı ihbarnamesi ile; “...2013/9 esas sayılı dosyada suç tarihinin 25.04.2010, iddianame tarihinin ise 18.05.2010 olduğu, 2013/12 esas sayılı dosyada suç tarihinin 29.04.2010, iddianame tarihinin ise 05.08.2010 olduğu, her iki suçun da ilk iddianame tarihinden önce işlendiği, bu bağlamda hukuki kesintinin bulunmadığı, her iki dosyada da sanığa atılı eylemlerin aynı nitelikte olduğu dikkate alındığında; söz konusu eylemlerin bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği, dosyaların birleştirilip sanık hakkında TCK’nın 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri uygulanarak cezanın artırılması gerektiği gözetilmeyerek, her iki eylemden ayrı ayrı hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir. 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi gereğince söz konusu kararların bozulması ihbar olunur.” şeklindeki gerekçeyle kanun yararına bozma isteminde bulunulması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 07.06.2018 tarih ve 2588-4947 sayı ile;
    “Sanık hakkındaki her iki dosyaya konu olan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli her iki suça ilişkin olarak ... 6. Sulh Ceza Mahkemesine sırasıyla 18.05.2010 ve 05.08.2010 tarihli iki ayrı iddianame ile dava açılmış ve mahkemece sanığın her iki suçtan ayrı ayrı mahkûmiyetine karar verilmiştir.
    Ancak daha sonra, esasen sanığın her iki suçu da 18.05.2010 tarihli ilk iddianameden önce işlemiş olduğu, bu nedenle aralarında hukuki kesinti oluşmadan işlenen her iki suça ilişkin olarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi için her iki dosyanın birleştirilmesi gerektiği iddiası ileri sürülerek her iki karara karşı kanun yararına bozma ihbarında bulunmuş ise de, mahkeme tarafından hüküm tarihinde bilinmeyen ve sonradan ortaya çıkan bu durumun ilk kez kanun yararına bozma yolu ile incelenmesi mümkün olmayıp, yasaya aykırı olduğu iddia edilen mahkeme kararlarına karşı başvurulacak diğer kanun yolları tükenmediğinden, yargılama sona erdikten sonra ortaya çıkan bu durumun CMK’nın 311 ve devamı maddelerinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kapsamında değerlendirilebileceği cihetle, kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.” biçimindeki gerekçeyle kanun yararına bozma isteminin reddine karar verildiği,
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 16.07.2018 tarih ve 35182 sayı ile; sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/9 esasına açılan kamu davasının suç tarihinin 25.04.2010, iddianame tarihinin ise 18.05.2010 olduğu, aynı sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/12 esasına açılan bir diğer kamu davasının suç tarihinin 29.04.2010, iddianame tarihinin ise 05.08.2010 olduğu, aralarında dört günlük süre bulunan her iki suçun 18.05.2010 tarihli ilk iddianameden önce işlenmiş olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmadığı, eylemlerin bir suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirildiği, bu bağlamda her iki dosyaların birleştirilerek sanık hakkında TCK’nın 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği, her iki suça ilişkin kamu davalarının aynı mahkemeye açılmış olması nedeniyle bu durumun sonradan ortaya çıkan bir durum olarak nitelendirilemeyeceği, ayrıca Yerel Mahkemece bilinmemesinin de söz konusu olamayacağı, uyuşmazlığın kanun yararına bozma kanun yolu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu,
    Anlaşılmıştır.
    Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için "kanun yararına bozma" kanun yolu, kanun yararına bozma sonrası yapılacak işlemler, bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ve bozma kararının etkileri konuları ile hükümlü lehine yapılan “yargılamanın yenilenmesi” kanun yolunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
    Öğretide “olağanüstü temyiz” denilen, 5320 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK’da ise “yazılı emir” olarak adlandırılan olağanüstü kanun yolu, 5271 sayılı CMK’nın 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
    5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddi hukuka veya muhakeme hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen ... Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması talebini, kanuni nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması talebini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtayca yerinde görülmesi hâlinde karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmezse talep reddedilecektir.
    Böylece ülke genelinde uygulama birliğine ulaşılacak, hâkim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmiş olacaktır.
    Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrıma tabi tutularak, bu husus maddenin dördüncü fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup 5271 sayılı CMK'nın 309. maddesinin dördüncü fıkrası;
    ''Bozma nedenleri:
    a) 223 üncü maddede tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkeme, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verir.
    b) Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilir. Bu hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.
    c) Davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez.
    d) Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesi doğrudan hükmeder.'' şeklindedir.
    Buna göre bozma nedenleri;
    5271 sayılı CMK'nın 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (a) bendi uyarınca; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir. Bu hâlde, yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar da bulunmadığından verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
    Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma ya da kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması hâlinde ise, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu hâlde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
    Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise, (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
    Aynı Kanun maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi uyarınca, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi hâlinde cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi hâlinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu hâlde de yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
    Görüldüğü üzere; bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının, ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı, bozma sonrasında kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılamayacağı, hangi hâllerde Yargıtayın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu, 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesinde sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama saptanırken “karar” ve “hüküm” ayrımı gözetilmiş, ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
    CMK’nın 223. maddesine göre; "mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararları” birer hükümdür. Yine “adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları” da kanun yolu bakımından hüküm sayılır. Bunlardan mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine dair hükümlerin uyuşmazlığı sona erdiren, davanın esasını çözen nitelikteki hükümler oldukları konusunda öğretide ve yargısal kararlarda genel bir kabul bulunmaktadır.
    03.06.1936 tarihli ve 9-11 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; zamanaşımı, genel af ve davadan vazgeçme gibi düşme nedenlerinden birine dayanılarak verilen mahkeme kararlarının da davanın esasını çözümleyen kararlardan olduğu vurgulanmıştır.
    Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 06.10.2009 tarihli ve 169-223 sayılı kararında da belirtildiği üzere, adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarının, kanun yolu bakımından hüküm sayılmakla birlikte, davanın esasını çözen nitelikteki kararlardan olmadığı açıktır. Ayrıca, CMK'nın 223. maddesinde sayılan hüküm çeşitleri arasında yer almayan durma kararları da davanın esasını çözen kararlardan değildir.
    5271 sayılı CMK'nın "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" başlıklı 311. maddesi;
    "(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür.
    a) Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.
    b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.
    c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise.
    d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş diğer bir hüküm ile ortadan kaldırılmış ise.
    e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.
    f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.
    (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır." biçiminde düzenlenmiştir.
    CMK'nın 311. maddesinde hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenlerine yer verilmiş ve bunlar sınırlı biçimde sayılmıştır. Bunun dışındaki nedenlerle hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesinin istenilmesi mümkün değildir.
    Kamu düzeninin sağlanması, davaların bir noktada sona ermesi sonucunu, yani kesin hükmü doğurmuştur. Kesin hükümle birlikte artık yargılamaya konu sorun çözülerek, maddi gerçeğe ulaşıldığından kesin hükümle sonuçlanmış bir ihtilaf kural olarak yeniden yargılama konusu yapılamayacaktır. Bununla birlikte bir yargılama faaliyeti sonucu verilen kesin hükümde adli hataların yapılması da mümkündür. Hükmün kesinleşmesinden sonra ortaya çıkan maddi olaylar kesin hükmün maddi gerçeği yansıttığı kabulünü ve kesin hükmün ispatla ilgili temellerini sarsabilecektir. Bu durumda, bir yanda kesin hüküm, diğer yanda ise adli hatanın düzeltilmesi zorunluluğu söz konusu olacaktır. Bu iki değerden birinin tamamen göz ardı edilmesi mümkün olmadığından kanun koyucu maddi temelleri sarsılmış kesin hükümden fedakarlık yapmak zorunda kalmış ve bunun şartlarını belirlemiştir. Bu açıdan yargılamanın yenilenmesi kesin hükmün dokunulmazlığının istisnasını oluşturmaktadır. Kesinleşen hükmün, maddi gerçeğe uymadığına ilişkin kanunda belirtilen şartları taşıyan taleplerin değerlendirilmesi ve yapılacak değerlendirme sonucunda şartların oluşması halinde kesinleşen hükmün düzeltilmesi gerekmektedir. İşte bu nedenlerle kanun koyucu bu sorunu çözebilmek için yargılamanın yenilenmesi müessesesinin şartlarını ayrıntılı olarak düzenlemek suretiyle ihdas etmiştir.
    Yargılamanın yenilenmesi ancak kesinleşmiş hükümlerde başvurulacak bir yol olup hukuki niteliği itibarıyla CMK'nın sistematiği, düzenleniş şekli ve düzenlendiği yer dikkate alındığında tereddütsüz olağanüstü bir kanun yoludur. Yargılamanın yenilenmesindeki amaç, kanunda istisnai ve sınırlı olarak sayılan hâllerin gerçekleşmesi hâlinde gerçeğin araştırılması, böylece toplum ve sanığın menfaatinin korunması olduğundan, kesin hükme yönelik olarak ileri sürülen ve gerekli şartları taşımayan her türlü yenilenme talebinin dikkate alınması da söz konusu olmayacaktır.
    Bu açıklamalar ışığında yargılamanın yenilenmesini; kanunda sınırlı şekilde sayılan yargılamanın yenilenmesi nedenlerinin en az birisine dayalı olarak kesinleşmiş bir hükümde adli hata bulunduğu iddiasıyla kural olarak hükmü veren mahkemeye başvurulmasıyla başlayan, hükmü veren hâkimin katılımı olmaksızın, mahkemece başvurunun şekil ve esas açısından kabulüne karar verilmesi hâlinde devam edilerek hükme konu sanık ve fiil hakkında yeniden kovuşturma yapılmasına imkân sağlayan, olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlamak mümkündür.
    Yargılamanın yenilenmesi, mutlaka istek üzerine yapılabilecek, davasız yargılama olmaz ilkesinin doğal sonucu olarak mahkemece re'sen yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesi mümkün olmayacaktır. Hükmün infaz edilmiş olması veya hükümlünün ölümü de yargılamanın yenilenmesine engel teşkil etmeyecektir.
    Yargılamanın yenilenmesi başvurusu kural olarak herhangi bir süre sınırlamasına tâbi tutulmamış olup, talep hükmü veren mahkemeye yapılmalıdır. Yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulması kesinleşen hükmün infazını kendiliğinden etkilemeyecek, ancak mahkemenin infazın geri bırakılmasına ya da durdurulmasına karar vermesi mümkün olabilecektir.
    Yargılamanın yenilenebilmesi için hükümde önemli bir adli hatanın yapılmış olması gereklidir. Yargılamanın yenilenmesini gerektiren bu hata, hükümlünün lehine ya da aleyhine olarak yapılmış olabileceğinden hukukumuzda yargılamanın yenilenmesi hem hükümlünün lehine hem de aleyhine olarak başvurulabilecek bir kanun yolu olarak düzenlenmiştir.
    CMK'nın 311. maddesinde belirtildiği üzere, kesinleşen bir hükümle sonuçlanan davanın, yargılamanın yenilenmesi yolu ile hükümlü lehine yeniden görülebilmesi için;
    a- Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliğinin anlaşılması,
    b- Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunması veya görüş bildirmesi,
    c- Kararı veren hâkimlerden birinin görevini yaparken kusurlu davranması,
    d- Kararın dayandığı hukuk mahkemesi kararının kesinleşmiş bir kararla bozulması,
    e- Hükümlünün beraatini veya daha hafif bir suçtan cezalandırılmasını gerektirecek yeni delil ve olayların ortaya çıkması,
    f- Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması gerekir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulması bakımından yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden olan "yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulması" kavramının üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.
    "Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulması"na ilişkin yenileme nedeni CMK'nın 311. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde;
    "Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa" şeklinde düzenlenmiştir.
    Delil; ceza muhakemesinin konusu olan olayda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla kullanılan ispat aracı olup ceza muhakemesi hukukunda "delil serbestisi" ilkesi gereği akılcı ve gerçekçi olmak ve hukuka aykırı bulunmamak şartıyla her beyan, belge veya belirti, delil olarak kabul edilebilecektir.
    Olay ise, doğrudan doğruya veya dolayısıyla muhakeme hukuku içinde ispat vasıtası olarak kabul edilen, diğer bir anlatımla doğrudan veya dolaylı olarak ispat aracı olarak kullanılabilecek ve yargılama sonucunu etkileyecek olgulardır.
    Delil ve olayların, yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilmesi için "yeni" olması gerekmektedir. Hükmü veren mahkemeye bildirilmemesi sebebiyle, hükümde dikkate alınmamış olan her olay ve delil hükümlü tarafından bilinip bilinmemesi önemli olmaksızın "yeni" olarak nitelendirilmektedir. Olay ya da delilin yeniliği, olayın kesin hükümden sonra meydana gelmiş olmasıyla değil, kesinleşmiş olan hükmün verilmesi sırasında değerlendirilip değerlendirilmediği ile bağlantılıdır. Kesin hükümden önce meydana gelen ancak mahkemenin bilgisine sunulmayan ya da mahkeme tarafından değerlendirilmeyen deliller ve olaylar da "yeni" sayılmalıdır. Bu doğrultuda hükmü veren mahkemeye bildirilmediğinden yargılama yapılırken değerlendirilemeyen her türlü olgu ve delil de "yeni" sayılmaktadır.
    Daha önceden mahkemeye bildirilen ancak mahkeme tarafından değerlendirilerek inandırıcı bulunmadığı için dikkate alınmayan delil ve olgular "yeni" değildir. Buradaki yenilikten anlaşılması gereken taraf bakımından değil, mahkeme bakımından olay ya da delilin yeni olmasıdır. Mahkemece bilinmeyen, incelenmeyen, yargılama konusu yapılmayan ve bu nedenle değerlendirilmeyen deliller "yeni delil veya olay" kapsamındadır. Yenilik açısından önemli olan delil vasfına sahip olacak biçimde içerikteki yeniliktir. Bu nedenle hükümlünün bildiği veya bilmesi gereken bir olay veya delil, mahkemece bilinmiyorsa veya öğrenilmekle birlikte değerlendirilmemişse yargılamanın yenilenmesi nedeni olabilecektir.
    Yeni olay ya da delilin yargılamanın yenilenmesi sebebi olması için aynı zamanda "önemli" de olması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile yeni deliller ve olaylar ortaya konulduklarında tek başlarına ya da önceden sunulan delillerle birlikte değerlendirildiğinde sanığın beraatini veya daha hafif bir ceza uygulanmasını gerektirecek nitelikte olmalıdır.
    Yargılanmanın yenilenmesi talebinin kabule şayan olup olmadığı konusunda şekil şartının yerine getirilmesi yeterli olmayıp, ikame olunan olay ve delillerin önceden ileri sürülmeyen ve tamamen yeni nitelik taşıyan yapıda olması ve tek başına veya diğer deliller ile birlikte incelendiğinde hükümlü lehine değerlendirmeye ve önceki hükmü değiştirmeye mahkemeyi yönlendirecek ciddiyette bulunması gerekmektedir. Bu özelliği taşımayan iddialarla, sırf şekli unsurların yeterliliğinden bahisle yargılamanın yenilenmesinde delil toplamaya ya da bu safha aşılarak duruşmalı incelemeye yönelmek kanun koyucunun amacıyla ve olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın yenilenmesinin yapısıyla uyuşmamaktadır. Diğer bir ifade ile yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilebilmesi için kesin hükümden dönülmesini gerektirecek, duruşma açılmasını haklı ve gerekli kılacak ciddiyette yeni delil ve olayların ortaya konulması zorunludur.
    Buna göre, yargılama aşamasında yerel mahkemece temas edilen, bilgi sahibi olunan, incelenen ve hüküm verilirken göz önüne alınan, temyiz aşamasında da Özel Dairece incelenip değerlendirilen bir delile ilişkin olarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmak mümkün olmadığı gibi, bu tür nedenlere dayalı olarak yapılan taleplerin de kabul edilmemesi gerekmektedir.
    Bu nedenle, gerek ilk derece yargılamasında gerekse temyiz aşamasında ileri sürülen, yargılama makamlarının bilgi sahibi olduğu, suçun sübutu ve nitelendirmesi bakımından göz önüne alınan, bu şekilde aşamalarda değerlendirilen olay ve delillere dayalı olarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulması durumunda, CMK'nın 318. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca mahkemece yargılanmanın yenilenmesi talebinin kabule değer olmadığına karar verilmesi gerekmektedir.
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.06.1995 tarihli ve 164-190 sayılı kararında; "Yargılanmanın yenilenmesi bakımından yeni delil ve vakıanın varlığından bahsedebilmek için delil ve olayın daha önce mahkemeye sunulmamış, mahkemenin bilgisi dışında kalmış, yalnız başına veya diğer delillerle birlikte sonuca etkili olması gerekmektedir. Bu nitelikleri taşımayan delil veya olaylara 'yeni delil ve olay' niteliği yüklenemez", 15.10.1990 tarihli ve 214-236 sayılı kararında; "Yargı kararının verildiği tarihte, mahkemece bilinmeyen ve mahkûmiyet hükmü kurulurken değerlendirme dışı tutulan yeni delil veya yeni olay diye tanımlanabilecek yeni bir durum ortaya çıkmadığından, önceki hükmün tasdikine ilişkin yerel mahkeme kararı ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır", 01.10.1990 tarihli ve 190-212 sayılı kararında; "Yerel mahkeme yargılamanın yenilenmesi davası sırasında, sanığın ileri sürdüğü hususlarda gösterdiği tanıkları dinlemiş, bu tanıkların tümü de sanığın ileri sürdüğü hususları doğrular nitelikte anlatımda bulunmuşlardır. O hâlde sanığın dilekçesinde ileri sürdüğü hususların doğruluğu kanıtlandığına göre, bu hususların yargılamanın yenilenmesi davasına konu, yargı kararının verildiği tarihte, yargılama heyetinin bilmediği delil veya olay diye tanımlayabileceğimiz yeni delil veya yeni olay olup olmadığına bakılmalı, bu soruya bulunacak cevap olumlu olduğu takdirde, hükümlünün beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren yasa hükmünün uygulanmasını gerektirip gerektirmediğini saptamak gerekecektir", 27.05.1985 tarihli ve 72-306 sayılı kararında ise; "Öğreti ve uygulamada kabul olunduğu üzere 'yeni vakıa ve delil', evvelce yargıya sunulmamış olan onun bilgisi dışında kalmış olan delildir" sonucuna ulaşılmıştır.
    Öğretide de; "Yeni vakıa, yahut yeni delil mahkemece bilinmeyen yani mahkemenin hüküm verdiği esnada vakıf olmadığı vakıa yahut delil demektir. Yenilik, vakıa veya delilin vukuu zamanına, yani kronolojik bir esasa göre değil, mahkemece bilinmiş olup olmadığına göre tâyin edilir." (Baha Kantar, Ceza Muhakemeleri Usulü Üçüncü Kitap Kanun Yolları, ..., 1953, s. 411.), "Muhakemenin yenilenmesi için sebep olarak gösterilen vakıa veya delillerin 'yeni' olması şarttır. Hükümlünün bildiği veya bilmesi lâzım geldiği bir vakıa veya delil, mahkemece malûm değil ise, yenilenme sebebi olabilir." (Faruk Erem, Muhakemenin Yenilenmesi Hakkında Genel Bilgiler, AÜHFD, S. 1-4, C.19, ..., 1962, s. 25.), "Muhakemenin iadesi sebebi olabilmesi için dermeyan edilen vakıaların veya delillerin yeni olması gerekir. Yeni demek, hüküm tesis olunduğu zaman mahkemece bilinmeyen ve failin kusurluluğunu tesbitte tesir icra edebilen ve ilk hüküm tesisinde hiç nazara alınmamış bulunan hususlardır. Bir vakıa veya delil hüküm tesisi zamanında fail tarafından bilinse, fakat mahkemeye ikâme edilmemiş olsa ve bu sebeple de hükümde değerlendirilmemiş veya hükme tesir etmemiş olsa, bu iadei muhakeme sebebi olabilecektir; zira, bahis konusu olan yenilik fail bakımından değil mahkeme bakımından aranmalıdır." (Ayhan Önder, Ceza Muhakemesi Usulü Hukukunda Yeni Vakalar ve Yeni Deliller Sebebiyle Muhakemenin İadesi, İÜHFM, C. 31, No: 1-4, ... 1966, s. 63.), "Hükmü veren mahkemede bildirilmemiş veya bildirilememiş ve bu sebeple hükümde nazara alınmamış olan her türlü vakıa ve deliller, mahkûm tarafından bilinip bilinmemelerinin bir ehemmiyeti olmaksızın yeni sayılırlar. Yani yenilik taraf bakımından değil, mahkeme bakımındandır. Delil ve vakıaların evvelki duruşmada dermeyan edilmemiş ve neticede mahkemenin malûmatı dışında kalmış olmaları yeni kabul edilmeleri için yeterlidir. Evvelki duruşmada dermeyan edilmiş fakat mahkemece inandırıcı görülmeyerek nazara alınmamış delil ve vakıalar 'yeni' sayılmazlar." (Eralp Özgen, Ceza Muhakemesinin Yenilenmesi, ..., 1968, s. 95.), "Yargılaşan kararın verildiği tarihte hâkimin bilmediği delil veya olay diye tarif edebileceğimiz yeni delil veya olayın yenileme sebebi olabilmesi için yalnız başına veya eskilerle birlikte nazara alındığında hükümlünün beraatini veya daha hafif bir cezayı havi kanun hükmünün, yani sonuç cezanın tayininde kullanılması takdire bırakılmayıp, kanun gereği olan normların uygulanması ile mahkûm olmasını gerektirecek nitelikte olması gerekir." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-... Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi, 18. Bası, ..., 2010, s. 1493.), "Şüphesiz muhakemenin iadesi için ileri sürülen delil veya vakıanın yeni olması gerekir. Buradaki 'yenilik'ten kasıt, daha önce bilinmeyen, bildirilmemiş veya sonradan ortaya çıkan delil veya olay olabileceği gibi, bir tarafça bilinmekle birlikte mahkemece bilinmeyen veya mahkemeye ismen bildirilmekle birlikte incelenmemiş, üzerinde delil veya olay muhakemesi yapılmamış, kısaca hiç dikkate alınıp değerlendirilmemiş hususlar da olabilir. Çünkü buradaki 'yenilik', taraf bakımından değil, mahkeme bakımındandır. Dermeyan edilmeyip, sadece kendisinden bahsedilerek hiçbir şekilde dikkate alınmayan ve inceleme dışı tutulan delil ve olay arasında fark bulunmamaktadır. Bunlar da kendileri dikkate alınmadan yapılan yargılama açısından 'yenilik' vasıflarını yitirmeyip sürdürürler." (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, C. 2, 8. Baskı, ..., 2013, s. 494.), "Yeni delil, mahkemeye sunulmamış, sunulsa bile mahkemece irdelenmemiş, dikkate alınmamış delildir. Bununla birlikte delil irdelenmiş ancak hükme esas alınmamış ise yeni değildir. Yeni delil aslında önceki hükmün yanlış olduğunu gösteren delildir. Buna göre fiil hakkında mahkemenin verdiği karar hukuksal dayanağını kaybediyor veya eski ispat olgusunda şüphe doğuruyorsa, bunu ortaya koyan vakıa ve/veya delil, yeni vakıa ve delildir." (Veli ... Özbek-... Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker ..., Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, ..., 2012, s. 806.), "Hükmü veren mahkemeye bildirilmediği için hüküm kurulurken dikkate alınmamış her türlü olgu ve deliller yeni sayılır. Daha önceden mahkemeye bildirilen, ancak mahkemece inandırıcı bulunmadığı için dikkate alınmayan delil veya olgular yeni sayılmaz." (... Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, ..., 2013, s. 793.), "Muhakemenin yenilenmesi nedeninin oluşması için olay ve delilin yeni olması gerekmektedir. Kanun koyucu burada yeni kelimesini, oluş tarihinden itibaren çok zaman geçmemiş anlamında değil, daha önce söylenmemiş, görülmemiş, gösterilmemiş, düşünülmemiş anlamında kullanmıştır. Bu nedenle delilin yeni sayılması için ceza muhakemesi sırasında mahkemece varlığının bilinmemesi veya bilindiği hâlde olay ya da delile ulaşılmaması gerekir." (Ahu Karakurt, Ceza Muhakemesi Hukukunda Muhakemenin Yenilenmesi, ..., 2009, s. 111.), "Mahkemece yargılama sırasında bilinmeyen, bilindiği hâlde ulaşılamayan ve bu nedenle de kısmen veya tamamen hükmün kurulmasında dikkate alınmamış olan delil yeni delildir." (İlhan Akbulut, Ceza Muhakemesi Usulü Hukukunda Muhakemenin İadesi, ... Barosu Dergisi, Cilt 78, 2004/4, s. 1559.), "Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunların yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olması yargılamanın lehe yenilenme nedenidir." (Sevi Bakım, Ceza Muhakemesi Hukukunda Yargılamanın Yenilenmesi, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Özel Sayı, Prof. Dr. ... Centel'e Armağan, ..., 2013, s. 933.) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    ... Cumhuriyet Başsavcılığının 18.05.2010 tarihli ve 28204-18969 sayılı iddianamesi ile; sanık hakkında 25.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesince 2013/9 esasında yapılan yargılama neticesinde 15.05.2013 tarih ve 9-459 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, söz konusu bu kararın temyiz edilmeksizin 03.06.2013 tarihinde kesinleştiği, aynı sanık hakkında ... Cumhuriyet Başsavcılığının 05.08.2010 tarihli ve 38310-25185 sayılı iddianamesi ile; 29.04.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan, TCK’nın 191/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, Yerel Mahkemece 2013/12 esasında yapılan yargılama neticesinde 19.03.2013 tarih ve 12-216 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan TCK’nın 191/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye karar verildiği, bu hükümde temyiz edilmeksizin 09.04.2013 tarihinde kesinleştiği, temyiz edilmeksizin kesinleşen söz konusu iki hükme karşı ... Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.04.2018 tarihli ihbarnamesi ile; “...Söz konusu eylemlerin bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği, dosyaların birleştirilerek sanık hakkında TCK’nın 43. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri uygulanması gerektiği gözetilmeyerek, her iki eylemden ayrı ayrı hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu...” şeklindeki gerekçeyle CMK’nın 309. maddesi uyarınca kanun yararına bozma isteminde bulunulduğu, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince “...Yerel Mahkemece hüküm tarihlerinde bilinmeyen ve sonradan ortaya çıkan bu hususun ancak CMK’nın 311 ve devamı maddeleri uyarınca yargılamanın yenilenmesi kapsamında değerlendirilebileceği...” biçimindeki gerekçeyle kanun yararına bozma talebinin reddine karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; “...Her iki suça ilişkin davaların aynı mahkemeye açılmış olması nedeniyle sonradan ortaya çıkan yeni bir delil ya da olayın söz konusu olmadığı, ayrıca bu hususun Yerel Mahkemece bilinmemesinin de söz konusu olmayacağı, bu bağlamda uyuşmazlığın kanun yararına bozma yoluyla incelenmesi gerektiği...” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu dosya kapsamında;
    Hâkim veya mahkeme tarafından verilip istinaf ya da temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerdeki, gerek maddi hukuka gerekse usul hukukuna ilişkin aykırılıkların, “kanun yararına bozma” kanun yoluyla giderilebilmesinin mümkün olması, CMK’nın 315. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “Hatanın giderilebilmesini sağlayacak başka bir yol varsa, yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez.” şeklindeki düzenlemeden; CMK’nın 311 ve devamı maddelerinde hüküm altına alınan “yargılamanın yenilenmesi” kanun yolunun, diğer olağanüstü kanun yollarına göre daha özel nitelikte olduğunun, bu bağlamda adli hataların “olağanüstü itiraz” ya da “kanun yararına bozma” yasa yollarıyla giderilebilmesinin mümkün olduğu durumlarda, yargılamanın yenilenmesinin istenemeyeceğinin anlaşılması, CMK’nın 311. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi uyarınca; yargılamanın yenilenmesi açısından yeni delil ve olayın varlığından bahsedilebilmesi için söz konusu delil ya da olayın, mahkeme ya da yargılamayı yapan hâkim tarafından bilinmemesi, diğer bir ifadeyle mahkeme ya da hâkimin bilgisi dışında kalmış olması gerektiğinden hareketle; somut olayda olduğu gibi aynı mahkemenin farklı esaslarına açılmış bulunan ve soruşturma ya da kovuşturma dosyalarına ilişkin belge ve bilgilere hızlıca ve kolayca ulaşılabilmesine olanak sağlayan Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinden her türlü bilgisine ulaşılabilecek olan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli eylemlere ilişkin davaların mahkeme ya da hâkim tarafından bilinmediğinin, bu bağlamda ayrı ayrı kesinleşmiş söz konusu bu davaların yeni delil ya da olay olduğunun ileri sürülebilmesinin mümkün olmaması karşısında; aralarında hukuki kesinti bulunmayan 25.04.2010 ve 29.04.2010 tarihli kullamak için uyuşturucu madde bulundurma suçlarından ayrı ayrı adli para cezasına mahkûm edilen sanığın, temyiz edilmeksizin kesinleşen söz konusu bu hükümlere konu eylemlerinin, TCK’nın 43. maddesi gereğince zincirleme suç kapsamında kalıp kalmadığı hususunun, CMK’nın 309 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan “kanun yararına bozma” yasa yoluyla incelenmesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin kanun yararına bozma isteminin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına, ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin kanun yararına bozma talebine konu 15.05.2013 tarihli, 9-459 sayılı ve 19.03.2013 tarihli, 12-216 sayılı kararlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 07.06.2018 tarihli ve 2588-4947 sayılı kanun yararına bozma isteminin reddine ilişkin kararının KALDIRILMASINA,
    3- Dosyanın, ... (Kapatılan) 6. Sulh Ceza Mahkemesinin kanun yararına bozma talebine konu 15.05.2013 tarihli, 9-459 sayılı ve 19.03.2013 tarihli, 12-216 sayılı kararlarının incelenmesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.03.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.



    Hemen Ara