Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/37 Esas 2022/258 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2018/37
Karar No: 2022/258
Karar Tarihi: 12.04.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/37 Esas 2022/258 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2018/37 E.  ,  2022/258 K.

    "İçtihat Metni"

    Kararı veren
    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
    Temyiz Edenler : Sanık müdafisi
    Sanık ...'un Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin 14.07.2016 tarihli ve 121-174 sayılı kararıyla TCK’nın 302/1, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın 53, 58/6-7-9, 63. maddeleri gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiş, bu karara karşı sanık müdafisince yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 23.02.2017 tarihli ve 6920-1571 sayılı kararında;
    ''...II-)Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan kurulan hükme yönelik temyize gelince;
    1-)Her devlet siyasal fonksiyonunun gereği olarak, ülke, egemenlik ve millet/ulus unsurlarını, anayasal düzenini ve bu düzenin işleyişini koruma altına alır. 5237 sayılı TCK'nın 302. maddesinde düzenlenen "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçunun konusunu da, devletin ülkesi, egemenliği ve milli birliği oluşturmaktadır.
    Suçla korunan hukuki değer, devletin ülkesinin bütünlüğü ve egemenliğidir.
    Suç, 3713 sayılı Kanunun 3. maddesi gereğince mutlak terör suçudur.
    Kanun gerekçesinde de ifade edildiği üzere bu suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin işlenmesi gerekir. Bu amaç, madde metninde;
    1-Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak,
    2-Devletin birliğini bozmak,
    3-Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak,
    4-Devletin bağımsızlığını zayıflatmak
    olarak belirlenmiştir.
    Korunan değerlerin önemi ve yasa metninde sayılan amaçlara ulaşıldığında suçun cezalandırılabilirliğindeki güçlük/imkansızlık nedeniyle suç bir teşebbüs suçu olarak düzenlenmiş hatta suçun hazırlık hareketleri de yaptırıma bağlanmıştır. (TCK'nın 314. md. gibi)
    Söz konusu suçun oluşabilmesi için, işlenen fiilin cebri nitelikte olması ve bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli bulunması gerekir. Bu haliyle suç aynı zamanda bir somut tehlike suçudur. Ancak maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmesine ihtiyaç yoktur. (Yargıtay CGK.09.02.2010 t.2009/9-103,2010/22) Belirtilen amaçlara yönelik fiillerin işlenmesi yeterlidir. Cezalandırılan hareket devletin hayatını tehlikeye koyan icra hareketleridir. "Diğer birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de devletin birliğine ve bütünlüğüne karşı işlenen fiiller, bu amaçla kurulmuş terör örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenmektedir. Bu tür terör örgütlerinin araç fiil olarak ifade edilen ve maddede belirtilen amaçlara yönelmiş olan adi suç niteliğindeki kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, mala zarar verme vb. fiilleri işlemlerindeki gaye; kamu düzenini bozmak, kamu otoritesini zayıflatmak, toplumda kargaşa yaratmak, toplumun şiddet yoluyla siyasallaşması ve kutuplaşmasının yolunu açmak toplumun karşı koyma gücünü felce uğratmaktır. Fail için işlenen araç suçla ortaya çıkan somut zarar neticesi değil (yakın netice), bu fiilin toplum üzerinde meydana getirdiği etki (uzak netice) önem arz etmektedir. Fail, işlediği araç fiillerle devlet otoritesinin, ülkesinde yaşayan halkın güvenliğini koruma görevini gerçekleştiremediği, zayıfladığı ve işlerliğini yitirdiği imajını yaratmaya çalışarak devlete olan güveni sarsmayı amaçlar. Ülkede yaşanan kaos ortamı ve toplumda yaşanan korku ve endişe, yöneticilerde ve halkta istenileni vererek kaos ortamını bitirme iradesini doğurur, yöneticileri belli kararları almaya ya da politikalarını değiştirmeye zorlar ve bu da idari, siyasi, ekonomik ve toplumsal sistem değişikliklerini sonuçlar. Bu suretle de fail, esas gayesi olan devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma amacına ulaşmaya çalışır. (N.K. Topçu Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar Sayfa 89, 90, Dönmezer Tedhişçilik sh. 56)
    Söz konusu düzenlemeye esas itibariyle cezalandırılmak istenen, amaçların gerçekleştirilmesine yönelik araç fiil ile ortaya çıkan yakın netice değil, araç fiilin işlenmesi ile suçun konusunun zarara uğraması tehlikesidir. Yasa koyucunun düzenlemenin ikinci fıkrasında amaca yönelik araç fiillerinin ayrıca cezalandırılacağını kabul etmesi de bu hususu desteklemektedir. Söz konusu düzenleme dikkate alındığında; araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem zarar ya da tehlike suçu niteliğindeki araç fiilin (TCK 302/2) hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun (TCK 302/1) "fiil" unsurunu teşkil ettiği görülmektedir." (N.K. Topçu Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar Sayfa 89, 90) Buna göre elverişli/vahim eylemin diğer tabirle araç suçun, hazırlık hareketi aşamasından icra hareketi safhasına geçmesi, en azından teşebbüs boyutuna ulaşması amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketi olarak belirginleşmesi gerekir." . (Yargıtay CGK. 09.02.2010 t. 2009/9-103, 2010/22)
    Kanuni tanımda yer alan araç fiilin, suç olması gerektiğinde kuşku yoktur. Müstekar uygulamaya göre araç suç, zarar ya da tehlike suçu (Yargıtay 9.CD 26.06.2012 T.2012/2855-8069 sy.k,15.01.2014 t. 2013/12441 -2014/614 sy. k.30.03.2010 t.2009 8654-2010/3632 sy. k 09.06.2011 tarihli, 2011/4202 esas, 2011/3296 karar sayılı kararı. vb.) olabilir. Ancak suç teşkil eden her fiilin de amaç suçu oluşturmak için yeterli/elverişli olmadığı açıktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı ise her olayın özelliğine göre; fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edilecektir. Toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini, toplum barışını bozarak devletin ülkesi, milleti ve egemenliği bakımından somut tehlike meydana getirecek yoğunluk ve ciddiyetteki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli olduğu kabul edilmektedir. Güdülen amacın gereği olarak bu eylemlerin belli bir kişi ya da kitleye tevcih edilmesi gerekmez. Amaç tedhiş ortamı oluşturmak olduğuna göre hedefin muayyen veya gayrı muayyen olmasının da bir önemi yoktur.
    Her halde suçun oluşması için, failin amaca yönelik işlediği vahim eylem/elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
    İşlenen araç suçun vahim eylem kabul edilmesi ve failin ayrıca amaç suçtan (TCK 302 md.) da cezalandırılabilmesi için, eylemin bireysel bir amaçla/saikle değil, yasa maddesinde belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere kurulmuş bir örgütün faaliyeti kapsamında ika edilmiş olması gerekmektedir. Failin, geçitli/müterakki suçlardaki özellik nedeniyle, TCK'nın 302. maddesinde tanımlanan amaç suçu sabit görülüp cezalandırıldığı durumda ayrıca TCK'nın 314/1-2. maddesi gereğince cezalandırılmayacağı istikrar kazanan bir uygulama haline gelmiştir. (Yargıtay 9.CD. 15.06.2009 T.2009 6277-7540 sy.k. vb.)
    Mahkemenin kabul ve gerekçesine göre; sanığın eyleminin araç suç/vahim eylem yönünden icra hareketi sayılıp sayılmayacağı, aynı ilçede güvenlik güçleriyle çatışan, patlayıcı madde tuzaklayan-infilak ettiren grubun vahim eylem niteliğindeki suçlarından sorumlu olup olmayacağı, sorumlu ise sorumluluğunun kapsamının ne olduğu hususlarının değerlendirilerek hukuki durumunun tayin ve tespiti gerekmektedir.
    a-)Sanığın dava konusu eyleminin hazırlık hareketi aşamasında kalıp kalmadığı sorunu:
    Suç yolunda gerçekleştirilen hazırlık hareketlerinin tamamlanmış suç kabul edilip cezalandırılmadığı hallerde eylemin hangi şartlarda icra hareketi sayılacağı sorunu ile karşılaşılır. Sorunun çözümü bağlamında ortaya konan ve TCK'nın 35. maddesinin gerekçesinde "Eğer failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki sübjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilebilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık-icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunlu haline getirmektedir... Açıklanan bu nedenlerle, Tasarıdaki "kastı şüpheye yer bırakmayacak" ölçütü madde metninden çıkartılmış ve bunun yerine "doğrudan doğruya icraya başlama" ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanılmış sayılacaktır.” denilmekle benimsenen, (Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20.- Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri s. 408) yargıtay tarafından da uygulanagelen (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.10.2010 tarih 1-153/206 sayılı kararı vb.) objektif teori-Frank formülüne göre;
    Suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir. Gerçekleştirilen bir hareketin icra hareketi teşkil edip etmediğinin belirlenmesinde, hareketin harici olarak değerlendirilmesiyle yetinilmemeli, özellikle bu hareketin suçun konusuyla yakın bağlantı içerisinde olup olmadığı ve suçun konusu bakımından tehlikeye sebebiyet verip vermediği de araştırılmalıdır. Bir hareket kısmi olarak tipik olmasa da mahiyeti itibariyle yapılan değerlendirmeye göre tipik harekete zorunlu olarak bağlı ise icra hareketi sayılmalıdır. (Prof. Fatih Selami Mahmutoğlu - Av Serra Karadeniz-LLM/Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri Şerhi/Sayfa 792, 793, 794, İçel Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa 503 ve devamı, Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20.- Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri s. 408)
    b-)Sanığın aynı ilçede güvenlik güçleriyle çatışan, patlayıcı madde tuzaklayan-infilak ettiren grubun eylemlerinden sorumlu olup olmadığı, sorumlu ise sorumluluğunun kapsamının ne olduğu sorunu:
    aa-)Genel olarak Suça iştirak:
    "5237 sayılı Türk Ceza Kanununda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
    TCK'nın 37. maddesindeki; "(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
    (2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır" şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
    Kanunda suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak halinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK'nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
    Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
    1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
    2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
    Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı "fail" konumundadır. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının, suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda da müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre her müşterek fail, suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır.
    "Yardım etme" ise 5237 sayılı TCK'nın 39. maddesinde; "(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
    (2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
    a)Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
    b)Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
    c)Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak" şeklinde, "Bağlılık kuralı” da aynı kanunun 40. maddesinde; "(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
    (2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
    (3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir" biçiminde düzenlenmiştir.
    Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına "şerik" denilmekte olup, 5237 sayılı TCK'da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanunun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.
    TCK'nın 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
    1- Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;
    a)Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
    b)Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak olarak sayılmış,
    2-Manevi yardım ise;
    a)Suç işlemeye teşvik etmek,
    b)Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
    c)Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
    d)Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde belirtilmiştir.
    Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira "yardım etme"yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hakimiyetinin bulunmamasıdır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014/1-558-480 sayılı kararı)
    bb-)Örgütlü suçlarda iştirak:
    Örgüt kurma suçu çok failli bir suçtur. Suçun oluşumu için en az üç kişinin bir araya gelmesi zorunludur.
    Suça iştirakten bahsedebilmek için de birden fazla kişiye ihtiyaç vardır. Bir suçun icrasına iştirak eden suç ortaklarının, suçun işlenişine bulundukları katkılar göz önünde bulundurularak sorumluluk statüleri belirlenir.
    Örgüt kurma suçunun iştirakten farkı, örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda suç işlemek amacıyla bir birleşmenin söz konusu olmasıdır. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her fail diğerlerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
    TCK'nın 220/5. maddesinde, "Örgüt yöneticileri, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır." denilerek örgüt yöneticileri hakkında özel faillik düzenlemesi ile TCK'nın 20. maddesindeki "ceza sorumluluğunun şahsiliği" ve faillik bakımından "fiil üzerinde ortak hakimiyet kurma" ilkelerine istisna getirilmiştir. Faillik, birlikte suç işleme kararı yanında, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmayı da gerektirir. Zira örgütlü suçlarda nihai amaçta birleşme nedeniyle birlikte suç işleme kararının varlığı kabul edilse dahi fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulmadığından, gerçekleşen suçlar bakımından sanığın müşterek fail olmadığında tereddüt yoktur.
    TCK'nın 39. maddesinde düzenlenen suça iştirak kapsamındaki yardım etme ile aynı kanunun 220/7 maddesinde tanımlanan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek eylemleri nitelik itibariyle birbirlerinden farklıdır. Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenecek somut bir suça dair kasta dayanan ve yardım teşkil eden eyleminin, hem yardım edilen suç bakımından şeriklik kapsamında hem de şartları varsa amaç suç yönünden faillik kapsamında değerlendirilmesi gerekirken somut bir olaya dayanmayan ancak örgüt faaliyeti kapsamında kullanılmak/değerlendirilmek üzere gerçekleştirilen yardımların TCK'nın 220/7 maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmelidir.
    Örgütün yöneticisi olmayan sanık hakkında TCK 220/5 maddesinin uygulama imkanı da bulunmamaktadır.
    Suç işleme kararı örgütün kuruluşundan itibaren mevcut olmakla, azmettirme de söz konusu olmayacaktır.
    cc-)Sanığın eylemi/araç suç ile amaç suç arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı sorunu;
    Türk Ceza Hukuku uygulamasında kabul edilen ve uygun illiyet teorisini esas alan "karma uygunluk teorisi"ne göre; neticenin isnat edilebilirliği bakımından, nedensellik bağı gerekli fakat yeterli değildir. Neticenin sanığa isnat edilebilmesi için eyleminin, neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasının yanında, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gereklidir. Objektif isnadiyetten bahsedebilmek için netice,"failin eseri olmalıdır." Objektif isnadiyette, hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o anki somut koşullara göre üçüncü kişinin bilgi ve tecrübesine göre gerçekleştirilen hareketin söz konusu neticeyi oluşturmaya elverişli olup olmadığı belirlenir. Sübjektif olarak ise failin kişisel bilgisi ve tecrübesi araştırılır. Her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağı hem de kusurluluk meselesi çözülmüş olacaktır. Objektif değerlendirme ile sübjektif tasavvur birbiri ile uyumlu değil ise, eğer fail objektif olarak öngörülmeyen bir neticeyi öngörmüşse nedenselliğin varlığı kabul edilecek, objektif olarak öngörülen husus sanık tarafından öngörülmemiş hareket ile netice arasındaki öngörmeme durumunda sanığın kusuru mevcut ise fail neticeden sorumlu kabul edilecek, aksi halde neticenin tahmininde sanığın kusuru yoksa cezalandırma söz konusu olmayacaktır.
    İlliyet bağının, örgütlü suçlar/somut olayda PKK/KCK terör örgütü bağlamında değerlendirilmesine gelince; Kanun koyucu, TCK'nın 20/1 maddesinde yer bulan "cezaların şahsiliği" ilkesini de gözeterek örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiilinin niteliğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yapmıştır.
    PKK/KCK terör örgütünün her kademesindeki mensuplarının, hatta yardım edenlerinin bile, örgütün "Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısımını Devlet idaresinden ayırmak" şeklindeki nihai amacını bildiklerinde şüphe olmadığına göre, örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK 302. maddesinde düzenlenen suçtan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yüksek Yargıtayın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    PKK/KCK sözde yürütme konseyinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine, terör örgütünün amaca ulaşmak için gerçekleştirdiği stratejik hamlelerden en önemlilerinden birisi olan, yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Ülkemizin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak için güvenlik güçlerine ve kamu binalarına topluca saldırı girişiminde bulunmak kararı kapsamında, PKK/KCK terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensuplarının silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karıştıkları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçlerini de kullanmak suretiyle insanların yoğun olarak yaşadıkları sokaklara, mahallelere hendekler kazarak el yapımı bomba ve düzenekleri yerleştirdikleri, umumun kullandığı karayollarına mayın döşeyerek patlamaya hazır hale getirdikleri, tonlarca patlayıcı yüklü kamyonlar, iş makineleri ve diğer araçlarla canlı bomba saldırıları hedefledikleri, güvenlik güçlerinin kamu düzenini ve bu yörede yaşayan vatandaşların güvenliğini sağlamak için operasyon yapma zorunluluğu sonucunda, örgüt mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında daha önce yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirilmesi ve bireysel ya da araçlarla gerçekleştirilen canlı bomba saldırılarıyla çok sayıda sivil vatandaş, kamu görevlisi ve güvenlik güçlerinin ölüm ve yaralanmasına sebebiyet verdikleri, bu süreçte yöre halkının oturduğu evleri terk etmelerini cebren engelleyerek canlı kalkan yaptıkları, yerleşim alanlarının teröristlerden ve patlayıcılardan temizlenmesi için sürdürülen operasyonların haftalarca sürdüğü, çok sayıda özel konut ve işyeri, okul, hastane gibi kamu konutları ve şehrin alt yapı tesislerinin ağır hasar görerek kullanılamaz duruma geldiği, bölge halkının büyük bir çoğunluğunun terör örgütünün yasalara ve devlet otoritesine itaatsizlik çağrısına itibar etmemesiyle, silahlı çatışmaya giren birçok örgüt mensubunun etkisiz hale getirilerek, yerleşim alanlarının, örgütün işgalinden ve patlayıcılardan temizlenerek, kamu düzeninin sağlandığı bilinen bir gerçektir.
    Bu cümleden olarak; aynı olayların yaşandığı Dargeçit ilçe merkezinde örgütün dağ kadrosundan inen mensupları ile birlikte hendek kazan, olayları yöneten Çektar kod Mehmet Şirin Arslan adlı örgüt üyesinin verdiği vahim nitelikli silahla hendek arkasında nöbet tutan sanığın 22.02.2016 günü yakalandığı anlaşılmaktadır.
    Şu hale göre; sanığın, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs etme, nitelikli yaralama, güvenlik güçleriyle çatışmaya girme, meskun mahalle ya da karayoluna mayın/patlayıcı madde yerleştirme-infilak ettirme, şehir sakinlerini zorla tutup canlı kalkan yapma, hastane, okul gibi kamu binalarını patlayıcı maddelerle tahrip etme gibi amaç suç yönünden elverişli/vahim olduğunda kuşku bulunmayan eylemlere asli fail veya şerik olarak iştirak ettiğinin kanıtlanması halinde hem araç suçlardan hem de TCK'nın 302. maddesinde düzenlenen amaç suçtan cezalandırılması gerekmekte ise de, şehrin her tarafında işlenen ve fakat işlenişi üzerinde müşterek hakimiyeti bulunmayan veya şerik sıfatıyla katıldığı da mevcut delillere göre sabit olmayan vahim eylemlerden sanığın da sorumlu olduğunun kabulü imkanı bulunmadığı da gözetilerek, 22.02.2016 tarihli yakalama tutanağı ve dosya kapsamına göre, hendek kazmak ve hendek arkasında silahlı nöbet tutmak şeklinde kabul edilen eylemin, meydana gelen vahim eylemlere fail ya da şerik olarak katılma kapsamında kalıp kalmadığının tespiti bakımından, sanığın nöbet tuttuğu alanda vahim nitelikte bir eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğinin ilgili birimlerden sorulması, gerçekleşmiş ise bu olaylarla ilgili soruşturma veya kovuşturma kapsamında savunma ya da ifadelerine başvurulan şahısların varsa sanıkla ilgili olanlarının tespiti ile ifade tutanaklarının onaylı suretlerinin dosya içine temini, gerekli görülmesi durumunda ilgililerin dinlenmesi, sanığın vahim eylemlere iştirakinin tespiti halinde araç suçlardan da dava açılması için gereğine tevessül edilerek açılan davaların iş bu dava ile birleştirilerek birlikte görülmesi, aksi halde dağ kadrosundan şehre inen örgüt mensuplarının verdiği vahim nitelikli silahı teslim alarak onlarla birlikte hendek kazan ve hendek arkasında nöbet tutan sanığın eyleminin, vahim eylemler yönünden hazırlık hareketi aşamasında kalsa da TCK'nın 314/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturacağı gözetilmeden eksik araştırma ile hüküm kurulması,
    2-)TCK'nın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesi'nin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının gözetilmesi lüzumu,
    Kanuna aykırı sanık müdafinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA," şeklinde açıklanan gerekçeyle hükmün bozulmasına karar verilmiş,
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.05.2017 tarih ve 342058 sayı ile;
    ''.....nun 302. maddesi "(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
    (3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur." düzenlemesini içermektedir.
    Madde gerekçesine göre; Devletin ülkesine, egemenliğine ve birliğine karşı cürümlerden en ağırını cezalandırmaktadır; korunan hukukî yarar Devletin ülkesinin bütünlüğü ve egemenliğidir. Söz konusu suç, serbest hareketli bir suçtur.
    Bu suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin işlenmesi gerekir. Bu amaç, madde metninde,
    1. Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak,
    2. Devletin birliğini bozmak,
    3.Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak,
    4. Devletin bağımsızlığını zayıflatmak, olarak belirlenmiştir.
    Söz konusu suçun oluşabilmesi için, işlenen fiilin bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Bu bakımdan, fiillerin söz konusu neticeleri yaratabilecek nitelikte bulunması, suçun oluşması için şarttır. Devletin birliğini bozmak, topraklarının bir kısmını veya tamamını başka bir devletin egemenliği altına koymak, topraklarından bir kısmını Devlet egemenliğinden ayırmak, Devletin bağımsızlığını azaltmak sonuçlarını doğurması mümkün bulunmayan bir fiil suçun maddî unsurunu oluşturmayacaktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı ise olayların özelliğine göre takdir edilecektir.
    Bu fiillerin, cebrî nitelikli olması gerekir. Maddede ayrıca “yönelik cebrî fiiller” denilmesi gereksiz (lüzumsuz, zait) sayılmıştır; zira maddede belirtilen maksatlar çerçevesinde, fiillerin kendisinin nitelikleri gereği cebrî olması icap ettiği aşikârdır.
    Suçun oluşabilmesi için, maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmiş bulunmasına ihtiyaç yoktur. Belirtilen amaçlara yönelik fiillerin işlenmiş bulunması yeterlidir.
    ...nun 302/1 maddesinde yazılı amacı gerçekleştirmek, yani amaç suçu gerçekleştirmek için ...nun 302/2 maddesinde yazılı olduğu şekilde araç suçlar işlendiğinde bunlar da ayrıca cezalandırılacaktır. Söz konusu düzenleme dikkate alındığında; araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem zarar ya da tehlike suçu niteliğindeki araç fiilin (TCK 302/2) hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun (TCK 302/1) "fiil" unsurunu teşkil ettiği görülmektedir. Yasal tanımda yer alan araç fiilin suç niteliğinde olması gerektiği, ancak suç teşkil eden her fiilin de amaç suçu oluşturmak için yeterli/elverişli olmadığı, bu niteliği taşıyıp taşımadığının her olayın özelliğine göre; fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edileceği istikrar kazanmış uygulamalar ile kabul görmüştür. Yine uygulamada, toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini, toplum barışını bozarak devletin ülkesi, milleti ve egemenliği bakımından somut tehlike meydana getirecek yoğunluk ve ciddiyetteki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli olduğu kabul edilmektedir.
    PKK/KCK sözde yürütme konseyinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine, terör örgütünün amaca ulaşmak için gerçekleştirdiği stratejik hamlelerden en önemlilerinden birisi olan, yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Ülkemizin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak için güvenlik güçlerine ve kamu binalarına topluca saldırı girişiminde bulunmak kararı kapsamında, PKK/KCK terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensuplarının silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karıştıkları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçlerini de kullanmak suretiyle insanların yoğun olarak yaşadıkları sokaklara, mahallelere hendekler kazarak el yapımı bomba ve düzenekleri yerleştirdikleri, umumun kullandığı karayollarına mayın döşeyerek patlamaya hazır hale getirdikleri, tonlarca patlayıcı yüklü kamyonlar, iş makineleri ve diğer araçlarla canlı bomba saldırıları hedefledikleri, güvenlik güçlerinin kamu düzenini ve bu yörede yaşayan vatandaşların güvenliğini sağlamak için operasyon yapma zorunluluğu sonucunda, örgüt mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında daha önce yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirilmesi ve bireysel ya da araçlarla gerçekleştirilen canlı bomba saldırılarıyla çok sayıda sivil vatandaş, kamu görevlisi ve güvenlik güçlerinin ölüm ve yaralanmasına sebebiyet verdikleri, bu süreçte yöre halkının oturduğu evleri terk etmelerini cebren engelleyerek canlı kalkan yaptıkları, yerleşim alanlarının teröristlerden ve patlayıcılardan temizlenmesi için sürdürülen operasyonların haftalarca sürdüğü, çok sayıda özel konut ve işyeri, okul, hastane gibi kamu konutları ve şehrin alt yapı tesislerinin ağır hasar görerek kullanılamaz duruma geldiği, bölge halkının büyük bir çoğunluğunun terör örgütünün yasalara ve devlet otoritesine itaatsizlik çağrısına itibar etmemesiyle, silahlı çatışmaya giren birçok örgüt mensubunun etkisiz hale getirilerek, yerleşim alanlarının, örgütün işgalinden ve patlayıcılardan temizlenerek, kamu düzeninin sağlandığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda, yakın tarihlerde eş zamanlı olarak 09/08/2015 tarihinde Mardin ili Nusaybin ilçesinde,10/08/2015 tarihinde Şırnak il merkezinde, 12/08/2015 tarihinde Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde, 13/08/2015 tarihinde Muş'un Bulanık ilçesinde, 14/08/2015 tarihinde Hakkari il merkezinde, 14/08/2015 tarihinde Van ili Merkez İpekyolu ilçesinde ve Edremit ilçesinde, 15/08/2015 tarihinde Batman il merkezinde, 15/08/2015 tarihinde Diyarbakır ili Sur ilçesinde, 16/08/2015 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçelerinde, 17/08/2015 tarihinde Şırnak ili Cizre ilçesinde, 18/08/2015 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesinde, 18/08/2015 tarihinde Ağrı ili Doğubeyazıt ilçesinde, 19/08/2015 tarihinde Bitlis ili Hizan ilçesinde, 28/08/2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi Fırat mahallesinde, 08/09/2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi Gülbahçe mahallesinde, 16/09/2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi İsmet Paşa mahallesinde, 08/10/2015 tarihinde Ağrı il merkezinde, 12/10/2015 tarihinde Van ili Erciş ilçesinde PKK/KCK terör örgütü üyeleri tarafından öz yönetim ilanında bulunulduğu, bu öz yönetim ilanlarından sonra bu yerleşim yerlerinde de Dargeçit İlçesi'ndekine benzer terör eylemlerinin başladığı, kırsaldan gelip halkın arasına karışan terör örgütü üyeleri ve şehir milisleri tarafından bir kısım belediyelerin araç gereç yardımından da yararlanılarak hendekler kazılıp içerisine el yapımı patlayıcılar yerleştirildiği, kurtarılmış bölgeler oluşturulmaya çalışıldığı, kamunun kullanımındaki yollara mayınlar döşendiği, bomba yüklü araçlarla ve canlı bombalarla güvenlik güçlerine yönelik terör saldırılarında bulunulduğu, birçok güvenlik görevlisinin ve masum sivil vatandaşın şehit olduğu ve yaralandığı, güvenlik güçlerince yapılan operasyonlar kapsamında birçok patlamamış el yapımı patlayıcı düzeneklerinin, mayın ve bomba yüklü araçların da ele geçirildiği, terör örgütü üyeleri, milisleri ve sempatizanları tarafından topyekün sivil direniş ve hatta başkaldırı hareketine girişildiği de malumdur.
    Keza Dargeçit ile birlikte hemzaman olarak Diyarbakır İli Sur, Şırnak'ın Cizre, İdil ve Silopi ile Mardin'in Nusaybin İlçelerinde hendek kazarak bu yerleri patlayıcı düzenekleri tahkim etmek ve başında nöbet tutmak suretiyle alan hakimiyeti kurulmasına yönelik bu eylemlere karşı operasyonlar yürütüldüğü, Dargeçit İlçesinde 11 Aralık 2015 günü ilan edilen sokağa çıkma yasağının 29 Aralık 2015 günün kaldırıldığı, Mardin Valiliğinin açıklamasına göre bu süre zarfında, 32 terör örgütü üyesinin etkisiz hale getirildiği, 4 terör örgütü üyesinin ölü, 3 terör örgütü üyesinin yaralı ele geçirildiği, 2 bin kilogram patlatılmaya hazır bidon içinde el yapımı patlayıcı, 7 kalaşnikof, 2 M16, keskin nişancı tüfeği, biksi makineli tüfek, 5 av tüfeği toplam 26 uzun namlulu silah, tabanca, 3 roketatar, 30 el bombası, 60 roketatar mühimmatı, 3 telsiz, 22 voleybol topu içerine hazırlanmış el yapımı bomba, 9 el yapımı patlayıcı ele geçirildiği, terör örgütü mensuplarınca güvenlik güçlerine yönelik 41 roketatarlı saldırının düzenlendiği, 7 zırhlı aracın zarar gördüğü, dört polis memuru yaralandığı, yaralanan sekiz vatandaştan ikisinin hayatını kaybettiği, 25 barikatın kaldırıldığı, 8 bomba düzeneğinin imha edildiği, 6 perde brandanın kaldırıldığı, barikat olarak kullanılan römork ve minibüsün kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
    Bu cümleden olarak; olayların yaşandığı Dargeçit ilçe merkezinde örgütün dağ kadrosundan inen mensupları ile birlikte hendek kazan, olayları yöneten Çektar kod Mehmet Şirin Arslan adlı örgüt üyesinin verdiği vahim nitelikli silahla hendek arkasında nöbet tutan sanığın 22/02/2016 günü yakalandığı anlaşılmaktadır.
    Dosyaya yansıyan anlatımlardan olaylar sırasında bir kısım örgüt mensuplarının sanık gibi hendek kazımında ve bu hendeklerin başında nöbet tutulmasında, bir kısmının hendek ve barikatların el yapımı patlayıcılarla tuzaklanmasında, bir kısmının lüzumu halinde bu patlayıcıların ateşlenmesinde, başka bir kısmının ise ateşli silah ve roketatarlarla operasyona yapan güvenlik güçlerine karşı koymakta görevlendirildikleri, tam bir iş bölümü içinde herkesin kendisine verilen görevi yerine getirdiği, bu iş bölümü çerçevesinde gerçekleştirilen eylemlerin birbirine eklenerek bir bütün haline varan ve ülkenin belli bir bölümünde alan hakimiyetinin sağlanması, bu bölgeye girmek isteyenlere de buradan çıkmak isteyenlere de izin verilmemesi şeklinde gelişen eylemlerin kül halinde vahim bir nitelik taşıdığı, olayların bu bölgelerde yaşayıp terör örgütüne destek vermeyen halk kesimi için dehşet verici ve hayatı çekilmez hale getiren, bu bölgeler dışında ülkemizin diğer bölgelerinde yaşayan toplum kesimini ise endişeye ve infiale sevkeden vahim nitelikteki olaylardan olduğu, artık sanığın uygulamada vahim nitelikte olduğu kabul edilen öldürme, öldürmeye teşebbüs, yağma vb. Eylemleri bizzat gerçekleştirmesinin ya da bu suçlara fail sıfatı ile iştirak etmesinin gerekli olmadığı, bu yönde araştırma yapılmak üzere kovuşturmanın genişletilmesine de gerek olmadığı, sanığın ilçede 11-29 Aralık 2015 günleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine neden olan kül halinde vahamet arz eden tuzaklana patlayıcıların patlatılması, güvenlik güçlerine roketatarlı saldırı, yaralanma, öldürme olayları ile diğer olaylarının bütününe, hendek kazıp kendine verilen uzun namlulu otomatik tüfekle bu hendeklerin başında nöbet tutmak suretiyle, bu fiillerin işlenmesinin kolaylaştırarak, en azından yardım eden sıfatıyla katıldığının kabulünde zorunluluk olduğu, hatta bir bütün olarak eş zamanlı bir şekilde bölgenin bütününde gerçekleşen diğer olayların da amaç suç bakımından göz önüne alınması gerektiği düşünülmüştür.
    Diğer taraftan, Yüksek Dairenin kabulüne göre, hendek kazıp başında vahim nitelikteki otomatik tüfekle nöbet tutan sanığın, korudukları bölgeye giriş ve çıkışları sınırlandırmak, cebren evlerinde tutulup canlı kalkana dönüştürülen halkın bu bölgeden ayrılmasının engellemekle, belirlenmesi mümkün mağdurlar bakımından vahim nitelikte kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu da işlediği açıktır. Bu anlamda Yüksek dairenin aradığı şekilde ...nun 302/2 maddesi anlamında vahim nitelikte bir araç suçun işlendiğinin de kabulü gerekecektir.
    Açıklanan bu nedenlerle kovuşturmasının genişletilmesine gerek olmadığı, sanığın sübut bulan devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma suçundan verilmiş mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği kanaatine varıldığından, aksi yöndeki Yüksek Daire kararına itiraz etmek gerekmiştir..'' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi 19.10.2017 tarih ve 1605-5497 sayı ile;
    ''...5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 308. maddesine 6352 sayılı Kanunun 99. maddesi ile eklenen 3. fıkrası gereğince Dairemizce yapılan inceleme sonucunda;
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere,
    a- PKK/KCK sözde yürütme konseyinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine Güney Doğu Anadolu bölgesinde ve ülkenin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak amacıyla silahlı terör örgütünün kırsaldaki elemanları ve şehirdeki milisleri aracılığıyla yerleşim yerlerinde hendek kazmak, patlayıcı yerleştirmek, canlı bomba halinde belli hedeflere saldırı düzenlemek gibi Devlete yönelik isyana kalkışma hareketinde bulunduğu,
    b- Bu saldırılar sonucu ülkenin değişik yörelerinde ölüm ve yaralamayla sonuçlanan olaylar yaşandığı,
    c- Yöre halkının canlı kalkana dönüştürülerek hürriyetlerinin tahdit edildiği,
    Bu şekilde yaşanan süreçte sanığında iş bölümü çerçevesinde görev üstlenerek silahıyla hendek başında nöbet tutmasının vahim eylem niteliğinde olduğu, bu nedenle TCK 302 maddesi gereğince cezalandırılmasının isabetli olduğu görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    Otuz yılı aşkın süredir silahlı terör örgütü olarak güvenlik güçlerine ve sivil vatandaşlara yönelik ölüm ve yaralama ile sonuçlanan sayısız terör eylemini gerçekleştiren PKK/KCK’nın nihai amacının Devletin Birliği ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak suretiyle ülkenin topraklarının bir kısmı üzerinde Kürt Devleti kurmaktır. Bu amaca ulaşmak için strateji ve taktiklerde zaman zaman değişiklik yapmaktadır. 2014 yılı sonrasında da yoğun olarak Güney Doğu Anadolu bölgesinde bazı il ve ilçelerde kurtarılmış bölgeler ilan edip Devlet otoritesi ve kamu güvenliğinin yok edilmesi amaçlanmıştır.
    Silahlı terör örgütleri amaç suçu işleyebilmek için toplumda baskı, korku, sindirme ve yılgınlık oluşturarak kaos ortamı yaratmak suretiyle yok ettikleri kamu otoritesinin yerine geçmek amacıyla terör eylemleri gerçekleştirirler. Araç suçların bir kısmı örgüt üyeliği faaliyeti kapsamında değerlendirilmekle birlikte eylemlerin ağırlığına göre bir kısmı da amaç suçu gerçekleştirmeye matuf sayıldığından vahim eylem olarak adlandırılır. Yüksek Yargıtayın görevli Dairesi ve Ceza Genel Kurulunun yerleşik içtihatlarına göre; öldürme, nitelikli yaralama, yağma, cinsel saldırı, hürriyetten yoksun bırakma gibi suçlar “vahim eylem” olarak kabul edilmiştir. Bu doğrultuda insanların yaşam alanları içinde hendek kazıp patlayıcı yerleştirmek, cebir kullanarak örgüte eleman sağlamak faaliyetleri de amaç bakımından elverişli eylem kabul edilerek vahim nitelikte görülmüştür. Örgütlü suçların geçitli olması nedeniyle örgüt üyesi vahim bir suç işlediği takdirde araç suçun yanında amaç suçtan da (TCK 302, 309 maddeleri gibi) cezalandırılması gerekecektir.
    Güney Doğu Anadolu bölgesinde silahlı terör örgütünün taktik değişiklik sonucu eylem alanını kırsaldan şehir merkezlerine yöneltmesi, orada kendine has kurtarılmış bölgeler ilan edip halkın iradesini ve kamu otoritesini yok sayarak bu bölgelerde faaliyette bulunması vahim niteliktedir. Dairemizin 2016/7001-2017/383 sayılı kararı bu doğrultudadır.
    CMK 217/1 maddeye göre “Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir” mahkeme huzurunda tartışma konusu edilmeyen hususlara kararın gerekçesinde yer verilemez. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçesinde bahsetmiş olduğu ölüm ve yaralamalara ilişkin tutanaklar dosyada mevcut değildir. Diğer taraftan kişi hürriyetinden yoksun kılma suçunun işlendiği itiraz gerekçesinde beyan edilmesine rağmen, bu konuda soruşturma yapılmadığı gibi yerel mahkemece de herhangi bir araştırma gerçekleştirilmemiştir.
    Günümüze kadar süre gelen yerleşik kararlara göre; olay tutanağı bulunmayan hiçbir hadisenin gerçekleştiği kabul edilmemiştir.
    Mahkeme kararları da tarihi olayların ispatında vesika görevleri icra edecektir. Bu bölgede yaşanan ayaklanma niteliğindeki eylemlerin somut delillere dayalı olarak tespit edilmesi zorunludur. Bu durum daha sonraki tarihlerde Devletin ve kamu görevlilerinin haksız şekilde suçlanmasını önleyecektir.
    Mardin’in Midyat ilçesinde bu süreçte neler yaşanmıştır? Bu sorunun cevabını dosyada bulmak mümkün değildir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da dosyada mevcut olmayan sonradan temin edilen (internet yada medya yoluyla) bilgilerle sonuca gitmiştir.
    Her devlet kendi hayatiyetine yönelik saldırıları orantılı bir şekilde def etme hak ve yetkisine sahiptir. Bu bölgede devlete ve yöresel halka yöneltilmiş olan saldırının meşru bir şekilde savuşturulduğunun ispatı için saldırının boyutlarının da tespit edilmesi gereklidir. Bu yargının görevidir. Yukarıda ifade edildiği gibi bu görevin eksik icrası Uluslar arası platformda ve tarih önünde ülkemizin suçlanmasıyla sonuçlanabilecektir.
    Diğer taraftan yöre halkının hürriyetinin sınırlandığı zorunlu ikamete tabi kılınarak adeta bir canlı kalkan görevi icra ettirildiği, zaman zaman teröristlerin burada yaşayan halkın arasına karışarak kendilerini gizledikleri gibi, saldırının halka yönelik olduğu propagandasını yaptıkları halde soruşturma merciileri tarafından bu konuda hiçbir araştırma yapılmamıştır. Bu doğrultuda sanığın nöbet beklediği iddia edilen yerde bir silahlı çatışma olup olmadığı bu hendeklere patlayıcı yerleştirilip yerleştirilmediği delillerle ortaya konulmamıştır.
    Örgütsel davalarda sonradan ortaya çıkan itirafçı sanıklar beyanları ile birçok olayı aydınlatmakta suç vasıfları değişmektedir. Dolayısıyla eylemden sonra makul bir süre soruşturmanın derinleştirilmesi birçok faili meçhul hadisenin de çözülmesini kesin hüküm oluşmadan önce isabetli karar verilmesini sağlayacaktır.
    Bu nedenlerle soruşturma eksik yapılmıştır. Soruşturmanın genişletilmesi suç vasfını belirleyecektir. Eksik soruşturma sebebiyle Dairemizin bozma kararı isabetli olduğundan önceki kararda bir değişiklik yapılmasına yer olmadığına, dosyanın itiraz konusunda karar verilmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE, 19.10.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir.'' şeklindeki gerekçeyle itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın 6136 Sayılı Yasa'ya aykırılık suçundan mahkumiyetine yönelik kurulan hüküm kesinleştiğinden inceleme Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
    İncelenen dosya kapsamından;
    PKK terör örgütünün ülkemizde faaliyet gösteren DTP Gençlik YÖGEH, AÖL ve DEM-GENÇ gibi gençlik örgütlerinin arasındaki sorunların ortadan kaldırılması, gençlik örgütlerinin tek çatı altında toplanması amacıyla Komalen-Civan (Kürdistan Demokratik Gençlik Konfedaralizm)'ne bağlı YDG (Yurtsever Demokratik Gençlik) çatısı altında örgütlenmesine karar verilerek yerelde komite tarzı yapılanmayı esas alan YDG-H (Yurtsever Demokratik Gençlik Harekati) adı altında yürütülmesine karar verilmiştir.
    PKK terör örgütünün demokratik özerklik hedefine ulaşmak için devrimci halk savaşı başlatmayı ve terör örgütüne müzahir kimseleri kent isyanları olarak nitelendirdiği bir direnişe hazırlamayı planladığı, 2012 yılında başlayan çözüm sürecini istismar ederek 6-8 Ekim olayları sonrası ciddi miktarda silah, mühimmat ve patlayıcı stokladığı, örgütün il ve ilçe merkezlerine gönderdiği kırsal kadroları ve şehir yapılanmaları vasıtasıyla Suriye'nin Ayn-El Arap (Kobane)'de tatbik edilen taktikleri uygulamaya çalıştığı, bu kapsamda örgütün barınma, toplanma karargah ve mühimmat deposu gibi yoğun faaliyet gösterdiği şehir merkezlerinde bu yerlere ulaşımı sağlayan cadde ve sokakların güvenlik güçlerinin müdahalesine engel olacak şekilde hendek ve barikatlarla kapatılarak yüksek miktarda patlayıcı, silah, roket vb kullanılarak güvenlik çemberi oluşturmaya çalışıldığı, bu kapsamda Dargeçit ilçesinde de terör örgütünün başlattığı sözde öz savunma faaliyetine güvenlik güçlerince müdahalede bulunulması amacıyla 11.12.2015 günü sokağa çıkma yasağı ilan edildiği,
    Kolluk tarafından tutulan 17.12.2015 tarihli tutanakta, teyide muhtaç bilgilere göre 14 kişinin Dargeçit ilçesindeki hendek ve barikat olaylarına katıldığının ifade edildiği, sanık ...'un isminin de bu tutanakta yer aldığı,
    İlçede gerçekleştirilen hendek ve barikat olaylarına katıldığı iddiasıyla 28.12.2015 tarihinde şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi alınan tanık ... beyanlarında özetle; 11.12.2015 tarihinde ilçede mayınlar patladığında arkadaşı sanık ... ile gezdiklerini, ...'a ''ben de hendeğe geleceğim'' dediğini, ...'in ise ''sen gelme, başına bela alırsın'' dediğini, hendek olaylarına kimsenin zorlaması olmadan kendi iradesiyle katıldığını, zaten kimseyi zorlamadıklarını, ...marketin oraya gittiklerini, ...kod isimli teröristin geldiğini ve ''silah alacak mısınız?'' diye sorduğunu, evet dediğini, kendisine ve ...'e iki tane kaleşnikof silah verdiklerini, oraya gittiklerinde barikatın yapıldığını ve hendeğin kazıldığını, kendilerini Medya sokağın oraya... yönüne görevlendirdiklerini, gruplarının altı kişi olduğunu, kendi gruplarında sadece ...'in yüzünün kapalı olduğunu, diğerlerinin dağ kadrosundan olduğunu, onları tanımadığını, gitmek istediğinde ...'ın "gidemezsin her yerde suikastçılar var" dediğini, ... ve kendisine silah eğitimi verirlerken ... kazayla silahını patlatınca çok kızdıklarını, silahını aldıklarını ve ...'in silahsız nöbet tutmaya başladığını, Doğan kod isimli teröristte roket olduğunu, ..., ve Zağros'ta kanas olduğunu, ...ve ....isimli teröristlerin öldüğünü, polislerin ...'ı kulağından vurduğunu, her yerde bomba ve tuzakların olduğunu, ...ın kabloları birbirlerine değdirerek bombaları patlattığını, on beş gün orada kaldıktan sonra ...'ın emriyle dağıldıklarını, terk edilmiş bir evde saklanırken yakalandığını,
    Beyan etmiştir.
    Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan şüpheli sıfatıyla savunması alınan tanık ...'e CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu olmasına rağmen müdafi tayin edilmediği,
    Dargeçit İlçe Emniyet Amirliğince şüpheli ...'un da meydana gelen olaylar içerisinde olduğunun tespit edildiği ve 22.02.2016 günü kendiliğinden geldiği adliyede yakalanarak gözaltına alındığı,
    Sanık kolluk görevlilerince alınan savunmasında özetle; uyuşturucu bağımlısı olduğunu, esrar kullanmaya giderken kendisini yakaladıklarını, bombaların patladığını, kendisine kazma verdiklerini, Ulu Cami'nin orada barikat yaptığını, herkeste silah olduğunu, silah aldığını ama hiç kullanmadığını, orada üç gün kaldığını, ölüm ve yaralanmalarla ilgili bilgisi olmadığını, bulunduğu grubun dört kişi olduğunu, birinde dürbünlü silah olduğunu, ayrılmak isterken kilisenin orada kendisine polis tarafından ateş açıldığını, yasak kalkana kadar terk edilmiş bir evde saklandığını, sokağa çıkma yasağı kalkınca teyzesine gittiğini, polislerin kendisini aradığını öğrenince için adliyeye gittiğini,
    Cumhuriyet savcılığındaki savunmasında özetle; hendek ve barikat olaylarında bulunduğunu ama bu olaylarda kendi isteğiyle yer almadığını, ... ile beraber bu olaylara katılmadığını, olaylarda onu görmediğini,
    Sorguda tercüman eşliğinde Kürtçe verdiği daha geniş kapsamlı savunmasında ise özetle; sokağa çıkma yasağından bir gün önce akşam esrar kullandığını, yolda silahlı insanlar gördüğünü, bir arkadaşına "polise haber ver, burada silahlı insanlar var" dediğini, onun da ... isimli polisi arayarak haber verdiğini, aksi takdirde burada polise bir saldırı olabileceğini, silahlı kişilerin akşam 22.00-23.00 sıralarında kendisini yakaladıklarını, üzerini aradıklarını, kimliğini aldıklarını, bu kişileri ilk defa gördüğünü, sabah kendisine kazma verdiklerini, kaldırım taşlarını sökerek barikat yaptığını, silah verdiklerini, olduğu yere kurşun gelmediği için silahı hiç kullanmadığını, ...'i hiç görmediğini, ona "hendeğe gelme" demediğini, ayrılmak istediğini söyleyince "gidebiliyorsan git" dediklerini, daha önce ikamet ettiği Safa mahallesinde hendek kazıldığını, kötü bir niyeti olsa oradaki hendeğe katılacağını, olaydan önce (başka suçtan) ifade vermek için karakola geldiğinde bir polisin kendisine "burada hendek olacak katılma" dediğini, "zaten katılmam" diye cevap verdiğini, bulunduğu grupta elinde dürbünlü tüfek olan birisi olduğunu, çatışmanın olmadığı bir yere gidip telefonuna bataryasını yeniden takarak polis ...'ı aradığını ve ''beni kurtar'' diye söylediğini, onun da kendisine ''doğru söyle pusu mu kuruyorsunuz?'' dediğini ve eski çarşıda bomba olup olmadığını sorduğunu, bunun üzerine ''abi ben bilmiyorum, ben sana beni kurtar diyorum, nerede bomba olduğunu bilmiyorum'' diye cevap verdiğini, kendisine'' olduğun yerden çıkma yoksa keskin nişancılar seni vurur'' dediğini,
    Sanık ... yargılama aşamasındaki savunmasında özetle: sokağa çıkma yasağının olduğu gün çarşıda olduğunu, eski çarşının oraya doğru gittiğini, esrar maddesi kullandığını, esrar kullandığı yere geldiğinde 5-6 kişinin önünü kestiğini, bunlardan ikisinin yüzünün açık, diğerlerinin ise yüzünün kapalı olduğunu, kendisini 100-200 metre ilerdeki caminin oraya götürdüklerini, bombaların patlamaya başladığını, kendisine silah verdiklerini, o silahı hiç kullanmadığını, "bana silah vermeyin" dediğini ama zorla silah verdiklerini, barikat kurmasını istediklerini, silahlı oldukları için kaldırımları sökerek barikat kurduğunu, orada toplam üç gün kaldığını, sonra oradan gitmek istediğini ve ayrıldığını, kilisenin orada bir eve girdiğini, gofret ve peynir gibi bulabildiği şeyleri yediğini ve suyla idare ettiğini, orada bulunanlardan birinin isminin yanlış hatırlamıyorsa Gerhat veya Demhat olduğunu, diğerlerinin yüzü kapalı olduğu için tam olarak bilmediğini, kilisenin oraya varmadan eski çarşının orada polis tarafından olduğu yere doğru ateş açıldığını, oraya gelmeden başka bir evden ekmek peynir aldığını, o evin yanında bulunan kulübeye girdiğini, orada beklediğini, daha sonra sesler geldiğini, sokağa çıkma yasağının bittiğini söyledikleri, ilerde ...'in annesinin onu sorduğunu, "bilmiyorum" dediğini, teyzesi Seve Alptekin'in evine gittiğini, oradan Kılavuz köyüne gittiğini, daha sonra polislerin evine geldiğini öğrendiğini, bunu duyunca gelip emniyete teslim olduğunu, herşeyi anlattığını, suçsuz olduğunu, orada zorla tutulduğunu, herhangi bir şekilde silahla kimseye ateş etmediğini, orada tanıdığı hiç kimseyi görmediğini, herkesin yüzünün kapalı olduğunu,
    Tanık ... yargılama aşamasındaki beyanında özetle; sanık ...'un uzaktan akrabası olduğunu, emniyette zor kullandıkları için ...'in ismini verip kurtulmak istediğini, onun ismini vermeseydi belki de öldürüleceğini, ... akrabası olduğu için olay öncesinde sokağa çıkma yasağından önce beraber olduklarını ama sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde ... ile beraber hendeklere gitmediklerini, ifadesi zorla alındığı için o şekilde beyanda bulunduğunu,
    Belirtmişlerdir.
    Sanık ... hakkında düzenlenen 23.02.2016 tarihli tutanakta PKK silahlı terör örgütünün cebir ve şiddet içeren yöntemlerini benimsediğine ilişkin pek çok sosyal medya paylaşımın bulunduğunun tespit edildiği,
    19.04.2016 tarihli tutanağa göre sanığın kanında uyuşturucu maddeye rastlanmadığının bildirildiği,
    Anlaşılmıştır.
    Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme sonucunda;
    ''Yukarıda detaylı bir şekilde açıklandığı üzere amacı Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri ile Suriye, Irak ve İran'ın belirli bölgelerini de içine alan Marksist-Leninist ilkelere dayalı bağımsız bir Kürt Devleti kurmak olan PKK terör örgütünün özerklik hedefine ulaşmak için devrimci halk savaşı başlatmayı ve terör örgütüne müzahir kimseyi kent isyanları olarak nitelendirdiği bir direnişe hazırlamayı plandığı, 2012 yılında başlayan çözüm sürecini istismar ederek 6-8 Ekim olayları sonrası ciddi miktarda silah, mühimmat, patlayıcı stokladığı, örgütün il ve ilçe merkezlerine gönderdiği kırsal kadroları ve şehir yapılanmaları vasıtasıyla Suriye'nin Ayn-El Arap (Kobane)'de uygulanan taktikleri uygulamaya çalıştığı bu kapsamda örgütün barınma, toplanma karargah ve mühimmat deposu gibi yoğun faaliyet gösterdiği şehir merkezlerinde bu yerlere ulaşımı sağlayan cadde ve sokakların güvenlik güçlerinin müdahalesine engel olacak şekilde hendek ve barikatlarla kapatılarak yüksek miktarda patlayıcı, silah, roket vb kullanılarak güvenlik çemberi oluşturmaya çalışıldığı, bu kapsamda Dargeçit ilçesinde de terör örgütünün başlattığı sözde öz savunma faaliyetine güvenlik güçlerince müdahalede bulunulması amacıyla 11/12/2015 günü sokağa çıkma yasağı ilan edildiği, dosya içerisinde tanık olarak dinlenen ve mahkememizin başka dosyasında dava konusu olay nedeniyle hakkında mahkumiyet kararı verilen ...'in hazırlık aşamasında sıcağı sıcağı verdiği beyanında Dargeçit'te meydana gelen olaylara arkadaşı ...'un da katıldığı beyan ettiği, bunun üzerine çıkarılan yakalama emrine istinaden sanık ...'un operasyonlar kapsamında 22/02/2016 tarihinde yakalandığı,
    Sanık savunmasında hendek kazma ve barikat kurma eylemlerine kendi rızası ile katılmadığını, terör örgütü üyelerinin kendisini kaçırdığını, zorla hendek kazdırdıklarını böylelikle üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ise de, yine savunmalarında tevilli yolla hendek kazdığını, silah kullandığını kabul ettiği, olaylara karıştığı tespit edilen ve tanık ...'in ifadesinde eylemlere kimsenin zorlama ile katılmadığını, herkesin kendi isteğiyle katıldığını ve arkadaşı Fikret ile beraber olduğunu beyan ettiği, sanığın eylemlere tehdit ve zorla katıldığını ispatlayamadığı, savunmasının cezai sorumluluktan kurtulmaya yönelik olduğu, sanığın olay öncesinde facebook sosyal paylaşım sitesinden yaptığı paylaşımlar, tanık beyanları, tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sözde öz savunma adı verilen terör eylemine bizzat katıldığı, olay katılan diğer şahısların ifadelerinden de anlaşılacağı üzere keleş adı verilen AK-47 tüfeğini kullandığı, olayların bu şekilde gelişip sübuta erdiği anlaşılmıştır.'' şeklinde açıklanan gerekçeyle sanığın Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.
    Sanık müdafileri temyiz dilekçelerinde özetle; sanığın olaylara terör örgütü mensuplarının zorlamasıyla istemeden dahil olduğunu, sokağa çıkma yasağı, çatışmalar ve örgüt mensuplarının baskısıyla bir süre orada kaldığını, yasak kalkınca uzaklaştığını ve güvenlik güçlerine teslim olduğunu, sanığa zorla silah verildiğini ama silahı kullanmadığını, tanığın aleyhe beyanının emniyette zorla alındığını, kararın eksik inceleme ve yetersiz delillerle verildiğini, hükmün tanık ...'in beyanına dayandığını ancak kolluğun CMK'ya göre tanık dinleme yetkisinin olmadığını, bu ifade tanığın kendi dosyasında şüpheli sıfatıyla alındığı için hukuka uygun delil kabul edilmiş olsa bile ifade alınırken müdafi bulundurulmadığından hükme esas alınamayacağını, soyut ikrara dayanılarak da hüküm kurulamayacağını, sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra sanığın polislerin kendisini aradığını öğrenince adliyeye kendiliğinden gittiğini, mahkemenin başkanı ve bir üyesinin FETÖ nedeniyle görevden uzaklaştırıldığını, adil yargılama hakkının ihlal edildiğini, TCK'nın 62. maddesinin gerekçe gösterilmeden uygulanmadığını,
    Beyan etmişlerdir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için yukarıda yapılan açıklamalar yanında Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçuna ve 2015-2016 yıllarında PKK silahlı terör örgütünün il ve ilçelerde gerçekleştirdiği eylemlere değinmekte yarar bulunmaktadır.
    Devletin varlığı ya da bütünlüğü öncelikle Anayasa'da teminat altına alınan değerdir. Anayasa'nın 3. maddesinde, Türk Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ifade edilmiş; 14. maddesinde, Anayasa'da yer alan hak ve özgürlüklerin, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla kullanılamayacağı, üçüncü fıkrasında ise bu amaca aykırı faaliyetlerin yaptırımlarının yasa ile belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
    Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu 5237 sayılı TCK'nın 302. maddesinde;
    “(1) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
    (3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Madde gerekçesi ise;
    “Madde, Devletin ülkesine, egemenliğine ve birliğine karşı cürümlerden en ağırını cezalandırmaktadır; korunan hukukî yarar Devletin ülkesinin bütünlüğü ve egemenliğidir. Söz konusu suç, serbest hareketli bir suçtur.
    Bu suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin işlenmesi gerekir.
    Bu amaç, madde metninde,
    1.Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak,
    2.Devletin birliğini bozmak,
    3.Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak,
    4.Devletin bağımsızlığını zayıflatmak, olarak belirlenmiştir.
    Söz konusu suçun oluşabilmesi için, işlenen fiilin bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Bu bakımdan, fiillerin söz konusu neticeleri yaratabilecek nitelikte bulunması, suçun oluşması için şarttır. Devletin birliğini bozmak, topraklarının bir kısmını veya tamamını başka bir devletin egemenliği altına koymak, topraklarından bir kısmını Devlet egemenliğinden ayırmak, Devletin bağımsızlığını azaltmak sonuçlarını doğurması mümkün bulunmayan bir fiil suçun maddî unsurunu oluşturmayacaktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı ise olayların özelliğine göre takdir edilecektir.
    Bu fiillerin, cebrî nitelikli olması gerekir. Maddede ayrıca ‘yönelik cebrî fiiller’ denilmesi gereksiz (lüzumsuz, zait) sayılmıştır; zira maddede belirtilen maksatlar çerçevesinde, fiillerin kendisinin nitelikleri gereği cebrî olması icap ettiği aşikârdır.
    Suçun oluşabilmesi için, maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmiş bulunmasına ihtiyaç yoktur. Belirtilen amaçlara yönelik fiillerin işlenmiş bulunması yeterlidir.
    Bu suçun işlenmesi sırasında örneğin kişiler öldürülmüş, kasten yaralanmış ya da kişilerin veya kamu mallarına zarar verilmiş olabilir. Maddenin ikinci fıkrasında, bu suçlardan dolayı da ayrıca cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir.
    Maddenin üçüncü fıkrasına göre, bir ve ikinci fıkrada yer alan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunacaktır.” şeklinde olup 01.06.2005 tarihinden önce bu maddenin karşılığını oluşturan 765 sayılı TCK’nın 125. maddesinden farklı olarak, suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi hâlinde ayrıca bu suçlardan da cezaya hükmolunması gerekeceği belirtilmiştir. Böylelikle, TCK'nın 302. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan amaç suçun işlenmesi sırasında işlenen araç suçlardan dolayı TCK'nın 302. maddesinin ikinci fıkrası gereğince ayrıca cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir.
    TCK'nın 302. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan suçun, söz konusu maddede belirtilen fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş silahlı terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi veya üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen bir kişi tarafından da işlenmesi mümkündür. Bu bakımdan silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmaksızın örgüt adına işlenen ve amaç suçu işlemeye elverişli araç suçlar da TCK'nın 302. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçu oluşturacaktır.
    Her devlet siyasal fonksiyonu kapsamında ülke, egemenlik ve millet/ulus unsurlarını, Anayasal düzenini ve bu düzenin işleyişini koruma altına alır. Anayasa'nın 3. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Kişi hak ve hürriyetlerinden hiçbirisi Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz (Anayasa'nın 14. maddesi). Türk Milleti'nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin/siyasal iktidarın temel amaç ve görevlerindendir (Anayasa'nın 5. maddesi). 5237 sayılı TCK'nın 302. maddesinde düzenlenen Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu, bu temel görevin hukuki zeminini oluşturmaktadır.
    Suçta korunan hukuki yarar; Devletin birliğini, ülke ve ulus bütünlüğü ile egemenliği, suçun konusu; Devletin ülkesi, egemenliği ve milli birliği, suçun faili; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun ya da olmasın, yöneten veya yönetilen herkes, suçun mağduru; Devletin millet/ulus unsurunu oluşturan her bir bireyi olup söz konusu suçun oluşabilmesi için, işlenen fiilin cebri nitelikte olması ve bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli bulunması gerekirse de maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmesine ihtiyaç yoktur. Fiilin cebri niteliğinden, maddi cebrin anlaşılması gerekmektedir. Cezalandırılan hareket devletin hayatını tehlikeye koyan icra hareketleridir.
    Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçu bir kalkışma suçu olarak, peşinen tamamlandığı kabul edilen suçlardandır. Kalkışma suçlarında öngörülen zarar, neticelerinin gerçekleşmesine yönelik elverişli ve uygun hareketlerin yapılmasıyla oluşmaktadır. Kanun koyucu, çok önemli gördüğü bazı hukuksal değerlerin zarar görmesini önlemek için bu değerlere zarar tehlikesi meydana getirilmesini dahi tamamlanmış suç gibi cezalandırmaktadır. Suçun oluşması için, zarar neticesinin gerçekleşmesi aranmamakta, failin hareketinin söz konusu neticenin gerçekleşmesine yönelik olması ve o neticeyi gerçekleştirmeye elverişli olması yeterli olacaktır ("Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma Suçu" konulu makale, Doç Dr. Vesile Sonay Evik, s.1733).
    Araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem zarar ya da tehlike suçu niteliğindeki araç suçun (TCK'nın 302/2. maddesi) hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun (TCK'nın 302/1. maddesi) "fiil" unsurunu teşkil ettiği görülmektedir. Buna göre elverişli/vahim eylemin diğer tabirle araç suçun, hazırlık hareketi aşamasından icra hareketi safhasına geçmesi, en azından teşebbüs boyutuna ulaşması, amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketi olarak belirginleşmesi gerekmektedir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.02.2010 tarihli ve 103-22 sayılı kararı). Fiilin elverişli/vahim niteliği taşıyıp taşımadığı ise her olayın özelliğine göre; örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü, fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edilecektir. Toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, Devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini ve toplum barışını bozarak amaç suçun gerçekleşmesi için elverişli tehlike ortamını hazırlayacak vahim eylemler bu suçun oluşmasında kriter olarak dikkate alınmaktadır.
    Suç tamamlandığında eylemlerin cezalandırılamayacak olması ve teşebbüsün oluşumu için minimum gerekenlerin zaten suçun tamamlanması için yeterli olmasından dolayı kalkışma suçlarından olan Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçuna teşebbüs mümkün değildir. (Antolisei, 633; Fiandaca-Musco, 12; Lattanzi-Lupo, 20; Dolcini-Marinucci, 1834'den alıntı Erem Faruk-Toroslu Nevzat, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Savaş Yayınevi, Ankara, 1983, s. 74)
    Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümü için ceza hukukunda “Tipiklik” ve “Nedensellik bağı” kavramlarının da ayrıca açıklanması gerekmektedir.
    Suç teşkil eden haksızlığın temelini kanuni tipin gerçekleştirilmesi oluşturur. Fiilin haksızlık içeriği tipteki unsurlar içinde ifade edilmiştir. Olay hareket ve netice bakımından ifade ettiği değersizlik soyut olarak tipte gösterilmiştir. İşte bir davranışın kanuni tipteki haksızlığın tanımıyla örtüşmesi hâlinde tipiklik gerçekleşmiş olur. Tipiklik kavramıyla suçta kanunilik ilkesi arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Anayasa (m. 38/1) ve Ceza Kanununda (m. 2/1) yer alan “kanunsuz suç olmaz” ilkesi, cezalandırılabilirliğin bağlantı noktasının kanundaki bir suç tipi olduğunu ortaya koymaktadır. Kanunilik ilkesi gereğince kanun koyucu hangi fiillerin suç teşkil ettiğini açık bir şekilde kanunda göstermelidir. Kanunda suç olarak tanımlanmayan bir fiilden dolayı kimsenin cezalandırılması mümkün değildir. Böylece ceza hukuku bakımından önem taşıyan hareketleri, önem taşımayanlardan ayırmak, tipikliğin önde gelen görevini oluşturmaktadır. Bunun önemli sonucu olarak, ceza hukukunu ilgilendiren hareketlerin belli normlar tarafından tarif edilmesi, hukuk düzeninin değerlendirme faaliyetinin bir parçasıdır. Bir başka deyişle, her bir suç tanımının yarattığı soyut hareket tipi, hukuk düzeninin bunlar hakkında yaptığı olumsuz değerlendirmenin konusunu oluşturur. Kısacası hareket, tipiklik yargısının konusudur (Koca Mahmut – Üzülmez İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, SeçkinYayınevi, Ankara, 2018, s 107.).
    Keza hukuka aykırılık ve normatif anlamda kusurluluk yargılarının konusu da yine harekettir. Suçun bir unsuru olarak kastedilen tipiklik ise dar anlamda tipikliktir (haksızlık tipi). Her bir suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karakterize eden tanımdaki unsurlar dar anlamda tipikliği oluşturur. Haksızlık tipinin (dar anlamda tipikliğin) fonksiyonu, yasaklanmış davranışın tipik haksızlık içeriğini belirleyen, özel suç tiplerine şekil ve biçim veren unsurları göstermektir. Kanundaki her bir suç tanımı, cezayı gerektiren haksızlığın özel bir biçimini, yani “haksızlık tipini” oluşturur. Suçun kanuni tarifi (kanuni tip), bir fiilin tipik haksızlık içeriğini somutlaştıran unsurları bir araya getirme fonksiyonuna sahiptir. Böylece suç tipleri, kanun koyucunun cezaya layık olarak gördüğü davranış şekillerini belirler. Tipiklik, burada, vatandaşların tipleştirilen emir ve yasaklara göre kendilerini yönlendirmeleri fonksiyonunu yerine getirir. Buna “tipikliğin uyarı fonksiyonu” denir (Appellfunktion des tatbestandes ten alıntı Koca Mahmut – Üzülmez İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, SeçkinYayınevi, Ankara, 2018, s 108.).
    Tipiklik, insan hareketlerinin soyut kavramlarla tanımlanmasıdır. Şayet somut hareket, daha önce yapılan bu soyut tanıma uygunsa, bu hareketin tipe uygunluğundan bahsedilir. Hareketin suç tipindeki fiile, hareket edenin de suç tipindeki faile uygun olması gerekir. Bu itibarla tipiklik, ceza kanununun özel kısmında tanımlanan tüm suçların taşıdıkları özellikleri bu suçlardan soyutlayarak gösteren, yani her suça uyabilen soyut, çerçeve bir model olmaktadır. Tipiklik, sadece bir suç tipinin değil, tüm suçların özelliklerini taşıyan soyut bir kavramdır. Failin tipe uygun davranmasıyla tipik haksızlık da gerçekleşmiş olur. Çünkü kanunda tanımlanan her bir suç, bu somut tanımıyla, tipik haksızlığı oluşturan davranış tarzlarını ortaya koymuş olmaktadır.
    Nedensellik bağı kavramına gelince;
    Dış dünyada meydana gelen değişikliğin (neticenin) bir kimseye yüklenebilmesi ve dolayısıyla onun sorumlu olabilmesi, söz konusu neticenin o kimsenin hareketinden meydana gelmesine bağlıdır. Diğer bir deyişle, hareket ile netice arasında bir nedensellik bağı, bir sebep-sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Şayet hareket ile netice arasında böyle bir ilişki yoksa netice hareketten meydana gelmemişse, kısaca nedensellik bağlantısı bulunmuyorsa neticenin faile yüklenebilmesi mümkün değildir. (Artuk-Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitapevi, Ankara-2007, s 412.). Hiç kimse, kendi hareketinin neden olmadığı, kendi hareketinin sonucu olmayan bir neticeden sorumlu tutulamaz. Bir neticeden dolayı sorumlu tutulabilmenin temelini, hareket ile netice arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ifade eden nedensellik bağı oluşturur. Sırf hareket suçlarında, suçun oluşması için hareketin yapılması yeterli olduğundan, bu suçlarda nedensellik bağı problemi ortaya çıkmaz. Nedensellik bağı, kanuni tanımında hareketin yanı sıra neticeye de yer verilen suçlarda gerekli olan bir olgudur (Koca Mahmut – Üzülmez İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, SeçkinYayınevi, Ankara, 2018, s 131.).
    Neticeli suçlarda, tamamlanmış bir suçun kabulü, tipe uygun neticenin gerçekleşmesine bağlıdır. Ancak bu suçlarda, sadece hareketin varlığının ve neticenin gerçekleştiğinin belirlenmesi yeterli olmayıp, hareket ile netice arasında belli bir bağın bulunması da gerekir. Şayet hareketle netice arasında nedensellik bağı yoksa, o netice faile yüklenemez.
    Nedensellik bağı, neticeli suçlarda, suçun kanunda tanımlanmayan unsurları arasında yer almaktadır. Nedensellik bağı konusu, ceza hukukunda çoğu zaman bir sorun olarak karşımıza çıkmaz. Bu yüzden ceza kanunları, genelde, nedensellik bağıyla ilgili olarak bir düzenlemeye gitmezler. Esasen bu konuda bir düzenlemeye gidilmesi gerekli de değildir. Zira nedensellik bağı, her neticeli suçta mutlaka bulunması gereken doğal bir olaydır. Bir başka deyişle, hareket ile netice arasındaki bağı ifade eden nedensellik, hukuki bir konu ve kavram olmayıp doğa kanunlanna göre belirlenecek bir husustur. Nitekim hem mülga 765 sayılı TCK’da hem de 5237 sayılı yeni TCK’da nedensellik bağına ilişkin genel bir hükme yer verilmemiştir. Özel kısımda yer alan suçların çoğunda da nedensellik bağına vurgu yapan bir açıklamaya rastlanmaz. Bununla birlikte, bazı suçların (netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama, kasten yaralama.) tanımında bu bağı belirten kelimelere yer verilmektedir. (Koca Mahmut – Üzülmez İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, SeçkinYayınevi, Ankara, 2018, s 132.). Türk Ceza Hukuku sistematiğinde nedensellik bağlantısının tespitinde, sonuca etkili olan her şart dikkate alınmalı ve bu şartlar arasında neticeyi meydana getirmeye elverişli olan, en etkili şartla nedensellik bağı (maddi nedensellik) kurulmalıdır (Artuk-Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitapevi, Ankara-2007, s 425.).
    Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..." şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
    Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
    18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye'nin de taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu'nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
    TCK'nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
    TCK'nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;
    “(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
    (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
    (4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur...” hükmüne yer verilmiştir.
    Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar, kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa'da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
    Bu suçun mağduru ise öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan Devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
    TCK'nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından sözedebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
    Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arzeden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
    Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK'nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
    a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
    b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
    c) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup, örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibariyle somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
    d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi hâlinde örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
    e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
    Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun'un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa'da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
    3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK'nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.
    TCK'nın 314. maddesinde tanımlanan "Silahlı örgüt" suçu ise;
    "(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
    (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK'nın "Silahlı Örgüt" başlıklı 314. maddesinde; TCK'nın ikinci kitap dördüncü kısmının dördüncü bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile beşinci bölümünde yer alan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı ifade edilmiştir.
    PKK (Partiya Karkeren Kürdistan—Kürdistan İşçi Partisi) adlı yasa dışı silahlı terör örgütü Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Suriye, İran ve Irak ülke topraklarının bir kısmını da içine alacak şekilde Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda Kürt Devleti kurma amacı taşıyan ve bu amacı doğrultusunda 1984 yılından beri yurt içinde çok sayıda öldürme, yaralama, soygun, gasp, yol kesme, köy ve karakol basma, kundaklama v.b. eylemler yapan bir terör örgütü olduğu, örgütün zamana ve konjoktüre paralel olarak ideolojisinde, stratejisinde, eylem metodlarında ve yapılanma biçiminde bazı değişikliklere gittiği, Nisan 2002'de KADEK, Kasım 2003'te KONGRA/GEL, Mart 2005'te KKK şeklinde isim değişikliği yaptığı, Mayıs 2007 yılından itibaren de örgütün yeni yapılanmasının KCK olduğunun duyurulduğu ve KCK yapılanmasının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28.12.2011 tarihli ve 10371-30790 sayılı kararı ile silahlı terör örgütü olarak tanımlandığı,
    PKK silahlı terör örgütünün hedefine ulaşmak için devrimci halk savaşı başlatmayı ve terör örgütüne müzahir kimselerin kent isyanları olarak nitelendirdiği bir direnişe hazırlamayı planladığı, 6-8 Ekim olayları sonrası ciddi miktarda silah, mühimmat ve patlayıcı stokladığı, örgütün il ve ilçe merkezlerine gönderdiği kırsal kadroları ve şehir yapılanmaları vasıtasıyla Suriye Ayn-El Arap’da (Kobane) tatbik edilen taktikleri uygulamaya çalıştığı ve bu kapsamda eş zamanlı olarak 09.08.2015 tarihinde Mardin ili Nusaybin ilçesinde, 10.08.2015 tarihinde Şırnak il merkezinde, 12.08.2015 tarihinde Hakkari ilinin Yüksekova ilçesinde, 13.08.2015 tarihinde Muş ilinin Bulanık ilçesinde, 14.08.2015 tarihinde Hakkari il merkezinde, 14.08.2015 tarihinde Van ili Merkez İpekyolu ve Edremit ilçelerinde, 15.08.2015 tarihinde Batman il merkezinde, 15.08.2015 tarihinde Diyarbakır ili Sur ilçesinde, 16.08.2015 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçesinde, 17.08.2015 tarihinde Şırnak ili Cizre ilçesinde, 18.08.2015 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesinde, 18.08.2015 tarihinde Ağrı ili Doğubeyazıt ilçesinde, 19.08.2015 tarihinde Bitlis ili Hizan ilçesinde, 28.08.2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi Fırat Mahallesinde, 08.09.2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi Gülbahçe Mahallesinde, 16.09.2015 tarihinde Adana ili Seyhan ilçesi İsmet Paşa Mahallesinde, 08.10.2015 tarihinde Ağrı il merkezinde, 12.10.2015 tarihinde Van ili Erciş ilçesinde PKK/KCK terör örgütü üyeleri tarafından öz yönetim ilanında bulunulduğu, her ne kadar dosya kapsamında vahim nitelikte fiil tasnif edilerek herhangi bir öldürme ya da yaralama fiilinden dava açılmamış ise de kazılan hendeklerin, kurulan barikatların, döşenen patlayıcıların bulunduğu ve kolluk kuvvetleri ile yer yer çatışmaların yaşandığı mahalde silahlı olarak nöbet tutmak ve söz konusu hendek ve barikatların yapımında çalışmak şeklinde gerçekleşen eylemin, ayrıca öldürme veya yaralama suçlarına iştirak edildiği kanıtlanamasa da, vahamet arzeden nitelikte bulunduğu ve TCK'nın 302. maddesinde yazılı Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçunu oluşturacağı cihetle;
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu olay değerlendirildiğinde;
    Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri ile Suriye, Irak ve İran'ın belirli bölgelerini de içine alan Marksist-Leninist ilkelere dayalı bağımsız bir Kürt Devleti kurma amacı olan PKK silahlı terör örgütünün, özerklik hedefine ulaşmak için devrimci halk savaşı başlatmayı ve terör örgütüne müzahir kimseleri kent isyanları olarak nitelendirdiği bir direnişe hazırlamayı plandığı, 2012 yılında başlayan çözüm sürecini istismar ederek 6-8 Ekim olayları sonrası ciddi miktarda silah, mühimmat ve patlayıcı stokladığı, örgütün il ve ilçe merkezlerine gönderdiği kırsal kadroları ve şehir yapılanmaları vasıtasıyla Suriye'nin Ayn-El Arap (Kobane)'de uygulanan taktikleri uygulamaya çalıştığı, bu kapsamda örgütün barınma, toplanma karargâh ve mühimmat deposu gibi yoğun faaliyet gösterdiği şehir merkezlerinde bu yerlere ulaşımı sağlayan cadde ve sokakların güvenlik güçlerinin müdahalesine engel olacak şekilde hendek ve barikatlarla kapatılarak yüksek miktarda patlayıcı, silah, roket vb kullanılarak güvenlik çemberi oluşturmaya çalışıldığı, bu kapsamda Dargeçit ilçesinde de terör örgütünün başlattığı sözde öz savunma faaliyetine güvenlik güçlerince müdahalede bulunulması amacıyla 11.12.2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edildiği,
    17.12.2015 tarihli teyide muhtaç bilgilere göre düzenlenmiş tutanakta sanık ...'un da olaylar içinde yer aldığının anlaşıldığının bildirildiği,
    Sanığın hendek kazma ve barikat kurma eylemlerine kendi rızası ile katılmadığını, terör örgütü üyelerinin kendisini kaçırdığını, kimliğini aldıklarını, zorla hendek kazdırdıklarını, silah alsa da bulunduğu yere kurşun gelmediğinden silahını hiç kullanmadığını beyan ederek atılı suçu kabul etmediği anlaşılan somut olayda;
    Dosyada tanık ...'in CMK'nın 150/3. maddesi gereğince zorunlu olduğu hâlde müdafi tayin edilmeden alınan ve yargılama aşamasında doğrulanmayan beyanı, teyide muhtaç bilgilere göre tutulduğu anlaşılan tutanak ve olaylara zorla dahil edilse de güvenlik güçlerine ateş açmadığını beyan eden sanık savunmalarından başka delil bulunmadığı anlaşılmakla; öncelikle çatışmalara dair düzenlenmiş olay tutanakları ile aynı mahalde aynı tarihlerde yaşanan olaylara ilişkin yargılanan başka sanıkların ve bu dosyalarda dinlenen tanıkların beyanlarının dosya içerisine alınması, ifadelerde ismi geçen ve dağ kadrosundan olduğu belirtilen terör örgütü üyeleriyle ilgili fotoğraf ve bilgilerin temin edilmesi, ilçenin çatışma yaşandığı belirtilen mahallelerine ilişkin fotoğraflar ve diğer anlatımlarla birlikte ölü ele geçirilen terörist varsa otopsi tutanakları getirilip kimliklerinin saptanması ve beyanlarda isimlerinin geçip geçmediğinin tespit edilmesi, sanığın olaylar sırasında ilçenin neresinde bulunduğu, bulunduğu mahalden güvenlik güçlerine ateş açılıp açılmadığı, şehit ya da yaralı güvenlik personeli olup olmadığı, sanık savunmasında geçtiği şekilde kullandığı telefondan herhangi bir güvenlik personelinin aranıp aranmadığının saptanması sonrasında sonucuna göre savunmaların doğruluğu tespit edilip maddi gerçek kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulduktan sonra sanığın hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi gerekirken eksik incelemeyle Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan mahkumiyetine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamış, bu kanaate göre Özel Daire kararı isabetli bulunmuştur.
    Bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ;
    Açıklanan nedenlerle;
    1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 12.04.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.


    Hemen Ara