Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/59 Esas 2022/277 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2018/59
Karar No: 2022/277
Karar Tarihi: 19.04.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/59 Esas 2022/277 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2018/59 E.  ,  2022/277 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 14. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 36-54

    Sanıklar ... ve ... hakkında basit cinsel saldırı suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Karayazı Asliye Ceza Mahkemesince 19.01.2011 tarih ve 4-11 sayı ile sanıkların eylemlerinin teşebbüs aşamasında kalan beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince 24.05.2012 tarihli ve 26-134 sayı ile; sanıkların beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde basit cinsel saldırı suçundan TCK'nın 102/1, 102/5, 62/1, 53/1, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye karar verilmiştir.
    Hükümlerin sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 24.12.2015 tarih ve 499-12024 sayı ile;
    “Hükümlerden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 58, 59, 60 ve 61. maddeleri ile 5237 sayılı Kanun’un 102, 103, 104 ve 105. maddelerinde yer alan cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların yeniden düzenlenmesi karşısında; 5237 sayılı TCK'nın 7/2. madde-fıkrasındaki ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.’ hükmü gözetilerek, lehe olan hükmün, önceki ve sonraki kanunların bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi, her iki kanunla ilgili uygulamanın denetime imkân verecek şekilde kararda gösterilmesi ve Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü, 29542 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesi yönünden kısmi iptal kararı verildiğinden, anılan husus nazara alınarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Bozmaya uyan ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince 03.03.2016 tarih ve 45-73 sayı ile; sanıkların basit cinsel saldırı suçundan TCK'nın 6545 sayılı Kanun ile değişik 102/1-1. cümle, 62 ve 53/1-2-3. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna karar verilmiş, bu hükümlerin de sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 20.12.2016 tarih ve 7681-8649 sayı ile;
    “Dosya içeriğine göre, sanık ...'nun vekâletnameli müdafinin vekillikten çekilmesi ve sanık ...'ın vekâletnameli müdafine çıkartılan tebligatın da adreste tanınmadığından bahisle iade edilmesi nedeniyle müdafilerin duruşmada hazır bulunmadığı anlaşıldığından, sanıkların üzerilerine atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde basit cinsel saldırı suçunun düzenlendiği 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesi yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK'nın 102/1. ve 102/5. maddelerinde öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması karşısında, 5271 sayılı CMK'nın 150/3, 151, 188/1. maddelerine aykırı olacak şekilde sanıklara müdafi tayin edilmeden yargılamaya devamla müdafilerin yokluklarında hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,” isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
    ... 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 07.03.2017 tarih ve 36-54 sayı ile;
    “Sanıklar hakkında açılan cinsel istismar suçlamasına ilişkin davada 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesinde cezanın alt sınırı 2 yıl hapistir. Ruh sağlığı bozulduğu gerekçesiyle ceza 10 yıl hapse çıkarılmıştır. Mahkememizin 2016/45 Esas 2016/73 Karar sayılı kararıyla bozma sonrası aşamada lehe kanun değerlendirmesi yapılmış ve 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucundaki metnin sanıklar lehine olduğu düşünülerek hüküm kurulmuştur. Bu husus Yargıtay 14. Ceza Dairesinin binlerce içtihadıyla da sabittir. Tereddüt uyandıracak ya da subjektif değerlendirme yapmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Zira 10 yıl olan hapis cezası 5 yıl hapis cezasına inmektedir. Mahkememizce bozma sonrası aşamada sanıklar müdafilerine usulüne uygun olarak tebligat çıkarılmıştır. Sanık müdafileri çekilme ya da adres değişikliği gibi sebeplerle duruşmaya katılmamışlardır. Bununla beraber sanıklar duruşmaya bizzat katılmışlar işin esasına yönelik savunma yapmışlardır. Lehe kanun olarak Mahkememizce belirlenen cezaya ve hükme esas alınan kanun metnine yönelik bir itirazları olmamıştır. Bozma öncesi aşamada zorunlu müdafiliğe tabi olan dava için müdafiler savunmalarda hazır bulunmuşlardır. 6545 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik sonucunda Mahkememizce lehe olduğu kabul edilen kanun metnine göre cezanın alt sınırı 5 yıl hapisten fazla olmadığından artık eylem zorunlu müdafiliğe tabi olmaktan çıkmıştır. Zira zorunlu müdafiliğe ilişkin CMK'nın 150 ve 188. maddeleri usul hükmüdür. Usul kanunlarında derhal uygulama ilkesi geçerlidir. Bu ilkenin bir sonucu olarak daha önce zorunlu müdafi huzurunda yapılan işlemler geçerliliğini korumaktadır. Bozma sonrası aşamada ise sonradan yürürlüğe giren ve lehe olan kanunun esas alınması, bu uygulama sonucunda daha önce sanıklar hakkında hükmedilen 8 yıl 4 ay hapis cezasının 4 yıl 2 ay hapis cezasına indirilmiş olması ve sanıkların savunmalarının yeniden alınmış olması, avukatlarına ise uyarılı davetiye çıkarılmış olması karşısında artık savunma hakkının kısıtlanmasından bahsedilemez. Bu sebeplerle Mahkememizce önceki hükümde ısrar edilmesine karar verilmiştir.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.12.2011 gün ve 2011/3-174 E, 2011/266 K sayılı kararında: ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan yargılanan sanığa 5271 sayılı CYY’nın 150/3. maddesi gereğince zorunlu müdafi atanmasının gerekip gerekmediği ile zorunlu müdafi atanıp savunması da müdafi huzurunda alındıktan sonra, 13.12.2006 günlü hükmün müdafinin yokluğunda kurulmasının bozma nedeni yapılıp yapılamayacağının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğine göre;
    19.06.2005 tarihinde işlenen kasten yaralama suçundan sanık hakkında 5237 sayılı TCY’nın 86/1-3(e), 87/1(d)-son maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
    Sanığın; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul ya da sağır ve dilsiz olmadığı,
    05.04.2006 tarihinde savunması alındıktan sonra, sanığa CYY’nın 150/3. maddesi uyarınca müdafi görevlendirildiği ve ikinci kez 28.06.2006 tarihinde müdafi huzurunda savunmasının alındığı,
    Birkaç duruşmaya katılan sanık müdafinin, son oturum için dilekçe ile belirttiği mazeretinin yerel mahkemece reddedilerek sanık ve müdafinin yokluğunda mahkûmiyet kararı verildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    ...
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanığın eylemine uyan kasten yaralama suçuna ilişkin 5237 sayılı TCY’nın 86/1, 86/3(e) ve 87/1(d)-son maddeleri uyarınca asgari ‘beş yıl hapis cezası’ öngörüldüğü, yerel mahkemece hükmün kurulduğu 13.12.2006 tarihi itibarıyla CYY’nın 150/3. maddesindeki değişikliği düzenleyen 5560 sayılı Yasa yürürlüğe girmemiş olduğundan değişiklikten önceki madde metnine göre sanığa müdafi atanmasının zorunlu olduğu, yerel mahkemece de bu zorunluluk gözetilerek sanık için müdafi görevlendirildiği, ancak 28.06.2006 günlü oturumda savunmanın müdafi huzurunda alınmasına karşın zorunlu müdafin yokluğunda hüküm kurulduğu, hükümden sonra yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasa ile değişik CYY’nın 150. maddesinin 3. fıkrası uyarınca sanığa müdafi atanması zorunluluğunun ortadan kalktığı ve olayda aynı maddenin 2. fıkrasında sayılan hâllerden herhangi birinin de mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar yerel mahkemece hükmün kurulduğu 13.12.2006 tarihi itibarıyla sanığa müdafi atanması zorunlu olup, zorunlu müdafinin yokluğunda hüküm kurulması CYY’nın 188/1. maddesine uygun düşmemekte ve aynı Yasa'nın 289/1(e) maddesi uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturmakta ise de; 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasa ile 5271 sayılı CYY’nın 150/3. maddesinde yapılan değişiklikle sanığa isnat edilen suçun zorunlu müdafi atanması gereken suçlar kapsamından çıkarılması ve yargılama yasalarına ilişkin hükümlerin derhal uygulanacak olması dikkate alındığında, olayda sanık hakkında zorunlu müdafi atanması koşullarının da ortadan kalktığı görülmektedir. Bu bağlamda, zorunlu müdafinin yokluğunda hüküm kurulması isabetsizliğinden bahisle verilen bozma kararının gereğinin yerine getirilmesi ve oluşan hukuka aykırılığın telafisinin olanaklı olmadığı ve yerel mahkemece yürürlükteki yasal düzenlemelere göre artık müdafinin yokluğunda da karar verilebilecek olduğu gözetildiğinde, bu yönde yapılacak bozma yargılamanın uzamasına neden olacaktır. Kaldı ki, inceleme konusu olayda sanık, müdafi atanmasının zorunlu olduğu dönemde müdafi huzurunda yasal ve yeterli şekilde savunmasını yapmış bulunduğundan, savunma hakkının kısıtlandığından da söz edilemeyecektir.
    Bu nedenle, Özel Dairece hükmün ‘zorunlu müdafin yokluğunda karar verilmesi suretiyle 5271 sayılı CYY'nın 188/1. maddesine aykırı davranılarak savunma hakkının kısıtlanması’ gerekçesiyle bozulmasında isabet bulunmamaktadır.
    Bu itibarla, sanık hakkında zorunlu müdafi atanması koşulları ortadan kalkmış bulunduğundan, itirazın kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.’ denilerek benzer bir durumda mahkememizin kabulü doğrultusunda karar verilmiştir.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2012/13-125 E, 2012/236 K sayılı kararında: Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı temel ilke olmakla birlikte, yasa koyucunun, yargılamanın uzamasını önlemek, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak ve usul ekonomisi açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisnai olup, bu gibi hâllerde dahi, usul yasamız bazı koşulların varlığını aramaktadır.
    Öte yandan, savunma hakkının sınırlandığından söz edebilmek için, savunmanın hükmü etkileyecek nitelik taşıması ve yargılaması yapılan fiile ilişkin olması gerekir.’ denilmiştir.
    Dolayısıyla az önce belirtildiği gibi sanıkların lehine olarak tespiti yapılan sonraki kanuna göre cezanın yarıya yakın olarak indirilmiş olması, daha önce esasa ilişkin temyiz sebepleri reddedildiğinden bu konuda yeniden savunmayı gerektiren bir hususun bulunmaması karşısında Yargıtay 14. Ceza Dairesinin bozma ilamına karşı önceki hükümde ısrar edilmesine karar verilmiştir.” gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanıkların mahkûmiyetine karar vermiştir.
    Bu hükümlerin de katılan mağdur vekili ve sanık ... tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.11.2017 tarihli ve 28645 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesi ile değişik CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 09.01.2018 tarih ve 8515-130 sayı ile direnme kararı yerinde görülmeyerek Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Sanıklar hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri, Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, basit cinsel saldırı suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
    Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; teşebbüs aşamasında kalan beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçundan yargılanan sanıklara 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince zorunlu müdafi atanmasının gerekip gerekmediği, bu bağlamda sanıkların savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Sanıklar ... ve ... hakkında basit cinsel saldırı suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Karayazı Asliye Ceza Mahkemesince 19.01.2011 tarih ve 4-11 sayı ile sanıkların eylemlerinin teşebbüs aşamasında kalan beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın ... 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği,
    ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince 16.02.2011 tarihli tensip zaptı ile sanıklar hakkında CMK'nın 150/3. maddesi gereğince müdafi tayini için ... Baro Başkanlığına yazı yazılmasına karar verildiği, ... Barosu Başkanlığına yazılan yazı sonucu da sanık ... için Av. ... ...’nun, sanık ... için Av. ...’ün müdafi olarak görevlendirildiği, Karaçoban Noterliğince düzenlenen 22.09.2011 tarihli ve 740 yevmiye numaralı genel vekâletname ile sanık ...’ın Av. ...’ü vekil tayin ettiği,
    Sanıklar müdafilerinin hazır bulunduğu 22.03.2011 tarihli oturumda savunmalarının alındığı, sanıklar müdafilerinin ilk bozma kararı öncesi diğer duruşmalara da katıldıkları ve Yerel Mahkemenin 24.05.2012 tarihli ve 26-134 sayılı; sanıkların beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde basit cinsel saldırı suçundan TCK'nın 102/1, 102/5, 62/1, 53/1, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin hükümlerin hazır bulundukları oturumda sanık müdafilerine tefhim edildiği, hükümlerin sanıklar müdafileri tarafından temyiz edildiği, sanık ... müdafisi Av. ...’ün 07.03.2013 tarihinde sanık müdafiliğinden çekildiği, temyiz talepleri üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece hükümlerin bozulduğu,
    22.02.2016 tarihli isticvap zaptına göre; sanık ...’a cezaevinde duruşma günü bildirilirken sanığın “Avukatım yok. Yapılacak olan duruşmada barodan avukat tayin edilmesini istemiyorum. Savunmamı kendim yapacağım.” dediği, sanık ... müdafisi Av. ... ...’na çıkartılan duruşma gününü bildirir tebligatın adreste tanınmadığı gerekçesiyle iade edildiği, sanıkların müdafilerinin hazır bulunmadığı 03.03.2016 tarihli oturumda bozma sonrası beyanlarının alındığı,
    Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 03.03.2016 tarih ve 45-73 sayı ile; sanıkların basit cinsel saldırı suçundan 6545 sayılı Kanun ile değişik TCK'nın 102/1-1.cümle, 62 ve 53/1-2-3. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna karar verildiği, bu hükümlerin de sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece zorunlu müdafi tayin edilmeden hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlandığından bahisle bozulduğu,
    Sanıklara gönderilen duruşma gününü bildirir tebliğ mazbatasında; avukat atanmasına ilişkin talepleri olması hâlinde bildirilmesi gerektiği, aksi takdirde 6545 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik gereği eylemin zorunlu müdafiliğe tabi olmaktan çıkması nedeniyle avukat atanmayacağı şeklinde ihtarın bulunduğu, sanıkların müdafilerinin hazır bulunmadığı 07.03.2017 tarihli oturumda bozma sonrası beyanlarının alındığı, Cumhuriyet savcısı esas hakkında mütalaada bulunduğu,
    Yerel Mahkemece 07.03.2017 tarih ve 36-54 sayı ile; sanıkların savunma hakkının kısıtlanmadığı gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanıkların mahkûmiyetine karar verildiği, bu hükümlerin de sanık ... ve katılan mağdur vekili tarafından temyiz edildiği, sanığın temyiz dilekçesinde; bozma sonrası hüküm tesis edilirken kendisine avukat atanmadığının, bu nedenle savunma hakkının kısıtlandığının belirtildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlık konusunun çözümlenmesi için savunma hakkı ve zorunlu müdafiliğe ilişkin düzenlemelerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
    Savunma hakkı, Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınmış ve herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi müdafisi aracılığı ile de kullanabilir. Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Bir suç ile itham edilen herkes:... c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek, …haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle, sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir.
    Görüldüğü gibi, Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ile bir müdafiye sahip olmak için gerekli malî olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma hakları olup suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının, adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğu (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50), suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın mevcudiyeti hâlinde, müdafi yardımı sağlanmasında sanığın hukuki menfaatinin bulunduğu (Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007), fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediği (Salduz/Türkiye [BD], § 51) hususları vurgulanmıştır.
    5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, ... 2010, .... 401 vd.; Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, 12. Baskı, ..., 2015, .... 180 vd.; Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erdem, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, ... 2015, .... 245 vd.; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12. Baskı, Beta, ..., 2007, .... 184; Sinan Kocaoğlu, Müdafi, 2. Baskı, Seçkin, ..., 2012, .... 57).
    Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Beta, Kunter- Yenisey- Nuhoğlu, .... 409; Centel- Zafer, .... 187; Yurtcan, ....192; Kocaoğlu, ....120 ; Öztürk-Tezcan-M. R. Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan- E. Erdem, .... 250).
    1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hâllerde zorunlu müdafilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK'ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hâllerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesi;
    "(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
    (2) Şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafi de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
    (3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır." biçiminde iken,
    19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile;
    “(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
    (2) Müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
    (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
    (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." şeklinde değiştirilmiştir.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrasında, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
    Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında, çocuklara, kendisini savunamayacak derece malul olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.
    Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır. Bununla birlikte, 5271 sayılı CMK'nın 150/3. maddesine göre şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde, temel hapis cezasının belirli bir oranda artırılmasını öngören nitelikli hâllerin dikkate alınıp alınmayacağı hususunda Kanun’da bir açıklık bulunmamakta ise de Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.10.2021 tarihli ve 35-473 sayılı kararında aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin, 5271 sayılı CMK'nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kabul edilmiştir.
    5271 sayılı CMK'nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
    “(1)150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
    5271 sayılı CMK'da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun'un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
    5271 sayılı CMK'nın “Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
    "Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır." şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesi ile bu fıkraya "Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir." cümlesi, 24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 96. maddesi ile de "mazeretsiz olarak" ibaresinden sonra gelmek üzere "duruşmaya gelmemesi veya" ibaresi eklenmiştir. 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 5. maddesi ile de anılan cümle "Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir." şeklinde düzenlenerek kanunlaşmıştır.
    Ceza muhakemesinde “derhal uygulama” kuralı geçerlidir. Bu ilke gereğince, bir usul işlemine o sırada yürürlükte bulunan hukuk kuralı uygulanır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, kanun yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler.
    5271 sayılı CMK'nın "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesi;
    "(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
    (2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
    (3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir." biçiminde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya "Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez." cümlesi eklenmiş, 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 143. maddesiyle de anılan cümle kanunlaşmıştır.
    694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin madde gerekçesinde “Madde ile, 5271 sayılı Kanunun 216 ncı maddesinde yapılan değişiklikle hüküm aşamasına ulaşılmış yargılamalardaki son söz aşamasına zorunlu müdafiin katılmaması durumunda da hüküm verilebileceği kuralı getirilmektedir. Böylece hüküm aşamasına ulaşmış yargılamalarda kanunen duruşmada bulunması zorunlu müdafilerin sebepli veya sebepsiz olarak duruşmadan çekilmesi, duruşmaya katılmaması, azli veya istifası gibi sebeplerle duruşmanın taliki veya yargılamaların uzatılması sonucunun önüne geçilmesi engellenmektedir. Yapılan düzenleme, sanığın esas hakkındaki sorgusu ve savunması zorunlu müdafiin hukuki yardımından yararlandırılarak alınmış ve bütün usul işlemlerinin tamamlandığı dosyalarda sadece hüküm aşamasında müdafiin yokluğu nedeniyle celselerin ertelenmesinin önüne geçecektir.” açıklamasına yer verilmiştir (... Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin, ..., 2018, C. 2, .... 2249.).
    5271 sayılı CMK'nın 216. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca zorunlu müdafinin hazır bulunmadığı oturumda hükmün açıklanabilmesi için 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin madde gerekçesinden anlaşılacağı üzere sanığın esas hakkındaki sorgusunun ve savunmasının zorunlu müdafisinin hukuki yardımından yararlandırılarak alınmış ve bütün usuli işlemlerin tamamlanmış olması gerekmektedir.
    1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için cinsel saldırı suçuna ilişkin kanuni düzenlemelere ve kanunda öngörülen ceza miktarlarına da değinilmesi gerekmektedir.
    5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Cinsel saldırı" başlığını taşıyan 102. maddesi;
    "1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
    3) Suçun;
    a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
    b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
    c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,
    d) Silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
    İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
    4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.
    5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
    6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." şeklinde iken, 28.06.2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun'un 58. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu;
    "(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
    (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
    (3) Suçun;
    a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
    b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
    c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından,
    d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
    e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
    İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
    (4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
    (5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." hâlini almıştır.
    Suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan maddenin ilk fıkrasında cinsel saldırı suçunun temel şekli düzenlenmiş, ikinci fıkrasında ise vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi, suçun temel şekline nazaran daha ağır cezayı gerektiren nitelikli bir hâl olarak yaptırıma bağlanmıştır.
    6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki TCK’nın 102. maddesinin birinci fıkrasında iki yıldan yedi yıla kadar, ikinci fıkrasında yedi yıldan on iki yıla kadar, üçüncü fıkrasında yarı oranında artırım, beşinci fıkrasında on yıldan az olmamak üzere hapis cezası öngörülmüşken, değişiklikten sonraki TCK’nın 102. maddesinin birinci fıkrasında beş yıldan on yıla kadar, cinsel davranış sarkıntılık düzeyinde kalırsa iki yıldan beş yıla kadar, ikinci fıkrasında on iki yıldan az olmamak üzere, üçüncü fıkrasında yarı oranında artırım öngörülmüş olup beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde cinsel saldırı suçunun işlenmesini düzenleyen değişiklikten önceki beşinci fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
    Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanıklar ... ve ... hakkında basit cinsel saldırı suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında Karayazı Asliye Ceza Mahkemesince sanıkların eylemlerinin teşebbüs aşamasında kalan beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince ilk bozma kararı öncesi yapılan yargılama sırasında sanıkların baro tarafından görevlendirilen müdafiler huzurunda savunmalarının alındığı, müdafilerin duruşmaları takip ettikleri ve müdafiler huzurunda hüküm kurulduğu, Özel Dairece ilk hükmün bozulmasından sonra sanık ... müdafisine ulaşılamadığı, sanık ...’ın baro tarafından görevlendirilen müdafisi ise genel vekaletname ile sanık tarafından vekil tayin edildikten sonra vekillikten çekildiği, ilk bozma sonrası sanıklara müdafi tayin edilmeden yargılamaya devamla müdafilerin yokluğunda basit cinsel saldırı suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulduğu anlaşılmıştır.
    Dosya kapsamı dikkate alındığında; zorunlu müdafiliğin bulunup bulunmadığı tespit edilirken sanıklar hakkında hangi suçtan hüküm kurulduğunun ve bu suçun alt sınırının değil, sanıklara isnat edilen suç ve bu suç için öngörülen ceza miktarının esas alınması gerektiği, iddianame yerine geçen belge niteliğindeki görevsizlik kararında sanıklara yüklenen suçun teşebbüs aşamasında kalan beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçu olduğu anlaşılmakla; yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâlde sanıklara CMK’nın 150. maddesinin üçüncü fıkrası ve 151. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zorunlu müdafi atanmadığı, yapılan yargılamada, CMK’nın 188. maddesinin birinci fıkrası gereğince sanıklar müdafilerinin duruşmaların yapıldığı sırada hazır bulunması zorunlu ise de daha sonradan 676 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle karar tarihinde sanıklar müdafilerinin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinin bu zorunluluğun istisnası olarak düzenlendiği, somut olayda ise sanıklar müdafilerinin oturumu terk etmesi hâli söz konusu olmayıp ilk bozma sonrası duruşmalara hiç katılmadıkları, sanıklar müdafilerinin hazır olmadığı karar oturumunda Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaada bulunduğu, bu hâliyle CMK’nın 216. maddesi uyarınca da sanık müdafisinin yokluğunda hükmün açıklanamayacağı, öte yandan 696 sayılı KHK ile CMK'nın 188. maddesinin birinci fıkrasına eklenen "duruşmaya gelmemesi veya" ibaresi ile 694 sayılı KHK ile aynı Kanun'un 216. maddesinin üçüncü fıkrasına yapılan eklemenin de direnme kararı sonrası yürürlüğe girdiği, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafilerinin yokluğunda, yeni bir müdafi görevlendirilmeden ya da müdafi temini için oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun CMK'nın 289. maddesi uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerindeki direnme gerekçesinin isabetli olmadığına, Yerel Mahkeme hükümlerinin, yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâlde sanıklara zorunlu müdafi atanmadan, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafilerinin yokluğunda yargılamaya devam edilerek hüküm tesis edilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- ... 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.03.2017 tarihli ve 36-54 sayılı direnme kararına konu hükümlerdeki sanıklara zorunlu müdafi atanmasına gerek olmadığına ve bu bağlamda sanıkların savunma haklarının kısıtlanmadığına ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLMADIĞINA,
    2- Hükümlerin, yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâlde sanıklara zorunlu müdafi atanmadan, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafilerinin yokluğunda yargılamaya devam edilerek hüküm tesis edilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
    3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 19.04.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

    Hemen Ara