Esas No: 2021/351
Karar No: 2022/299
Karar Tarihi: 26.04.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/351 Esas 2022/299 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2021/351 E. , 2022/299 K."İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 61-330
Sanık ... hakkında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında, ... 8. Asliye Ceza Mahkemesince 05.04.2011 tarih ve 990-229 sayı ile, sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine dosyanın gönderildiği ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince 30.11.2011 tarih ve 345-762 sayı ile; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğundan bahisle görevsizlik kararı vermesi üzerine ortaya çıkan görev uyuşmazlığının Yargıtay 5. Ceza Dairesince 05.03.2012 tarih ve 1487-1518 sayı ile ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasıyla son bulduğu, görevsizlik kararı kaldırılan ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince 30.04.2014 tarih ve 216-160 sayı ile; sanığın eyleminin taksirle yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın TCK’nın 30. maddesi delaletiyle aynı Kanun’un 89/1, 89/3-a ve 62/1. maddeleri uyarınca 16 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
Hükmün sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 09.05.2017 tarih ve 6310-1531 sayı ile;
“Hükümden sonra katılan vekilinin 20.03.2016 havale tarihli ek temyiz dilekçesiyle katılan ...’ın 03.03.2016 tarihinde öldüğünün belirtilmesi karşısında;
Maktule ait tüm müşahede ve tedavi belgeleri ve dava dosyası Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek, suç tarihinin 19.08.2010, ölüm tarihinin ise 03.03.2016 tarihi olduğu gözetilerek, ölümle olay arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı hususlarında görüş alınıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde eksik soruşturma ile hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince, ... Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında maktule yönelik kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan açılan dava ile birleştirme kararı verildikten sonra, 31.10.2019 tarih ve 61-330 sayı ile; sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan TCK’nın 87/4-2. cümle, 62/1 ve 53/1-2-3. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna hükmedilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 24.02.2021 tarih ve 4948-2389 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise; 23.05.2021 tarih ve 57175 sayı ile;
“...Maktulün, suç tarihi ile ölüm tarihi arasında geçen süre zarfında kesintisiz bir şekilde hastanede tedavi edilmediği, taburcu edildiği, taburculuk sonrası dönemlerinde nöbet geçirmesi üzerine hastaneye başvurduğu, yine tedavisi düzenlenerek taburcu edildiği, en son 11.02.2016 tarihinde akciğer enfeksiyonu, yüksek ateş ile gittiği ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesinde, yoğun bakımda tedavisi yapılırken kardiyak arrest geliştiği, entübe edildiği, takibi esnasında kültüründe acinetobacter ürediğinin 03.03.2016 tarihinde de öldüğünün anlaşılması karşısında, ölüm sebebi göz önünde bulundurularak olayla ölümü arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınacak rapora göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulduğu,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 20.09.2021 tarih ve 9246-12461 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında suç üstlenme suçundan hükmedilen 25 gün hapis cezasına ilişkin olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, aynı sanık hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçuna yardımdan verilen beraat kararı ise Özel Dairece düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında eksik araştırmayla mahkûmiyet hükmü kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
17.08.2010 tarihli teşhis tutanağında; tanıklar ..., ... ve ... ile katılan ...’ın Cumhuriyet savcısının huzurunda, teşhis odasındaki sekiz polis memuru arasından, 1. sırada bulunan sanık ...’u olay günü tüfekle ateş eden şahıs olarak tereddütsüz bir şekilde teşhis ettiklerinin belirtildiği,
... Valiliği İl Polis Disiplin Kurulunca verilen 12.05.2011 tarihli ve 109 sayılı kararda; “1- Polis memuru ...'a isnat edilen, silahıyla dikkatsizlik, tedbirsizlik ve ihmal sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçunun sübuta erdiği, fiiline uyan Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü, Ek Madde 6'ya göre 24 ay uzun süreli durdurma cezasıyla tecziye edilmesi gerekmekte ise de, geçmiş hizmetleri başarılı olarak değerlendirildiğinden aynı Tüzüğün 15. maddesinin tatbikiyle 10 ay kısa süreli durdurma cezasıyla tecziye edilmesine,
2- Polis memurları ..., (...)'un herhangi kusur ve ihmalleri bulunmadığından haklarında ceza tayinine mahal olmadığına (...) kurulumuzca oy birliği ile karar verildi.” açıklamasına yer verildiği,
... Vali Vekili ... imzalı 20.08.2013 tarihli kararda; “İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 02.08.2013 tarihli ve 23245 sayılı yazısında; 16.08.2010 tarihinde saat 18.00 sıralarında Siteler Polis Merkezi Amirliği çevresinde güvenlik tedbiri alan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlilerine yönelik Şevket Sümer Mahallesi 5975. Sokak içerisinde toplanan 12- 15 yaşları arası 20-25 kişilik grup tarafından taş ve molotofkokteyli süsü verilmiş içi boş şişeler atılarak, havai fişekli saldırıda bulunulması üzerine, yapılan müdahale esnasında polis memurlarının grubu dağıtmak için plastik mermi atan savunma tüfeğini kullanmaları üzerine grubun ara sokaklara kaçarak dağıldığı, olay sonrası ... Devlet Hastanesine intikal eden mağdurun, atılan sert bir cismin başına isabet etmesi neticesinde hayati tehlike arz edecek şekilde yaralandığı belirtilmektedir. Yukarıda belirtilen iddialarla ilgili olarak yaptırılan ön inceleme neticesinde düzenlenen ön inceleme raporu eki ve belgelere göre; mağdurun kafa, alın kısmından alınan parça ile FN 303 savunma silahının numune fişeğinin renk, şekil, kalınlık vb. organik yapı bakımından benzerlik gösterdiği, silahın 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un kapsamı dışında olduğu, tüfeğin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde güvenlik güçlerine karşı taş, sopa, molotofkokteyli, sapan ve misket vb. cisimlerle direnen veya karşılık veren, fiziksel olarak da hemen yakalanması mümkün olmayan ve şiddetin devamlılık gösterdiği hâllerde, şahısları etkisiz hâle getirmek amacıyla kullanılan bir savunma silahı olduğu, silahın etkili mesafesinin 50 metre olduğu, 15 metredeki hedefte 13 cm daha yükseğe çarpacağı, 1-4 metredeki hedefin tavsiye edilen atış bölgesinin bacaklar olduğu, asla baş ve boyna hedef alınmayacağı belirtilerek, bu silahı kullanacak personelin kurslu olması gerektiği ve FN 303 silahı ile kullanılan fişeğin sert bir zemine çarparak sekmesi sonucunda kişilerin hayati tehlikeye sokacak şekilde yaralanamayacağından, hakkında ön inceleme yapılan Siteler Polis Merkezi Amirliğinde görevli polis memurları ... ile FN 303 silahının sorumlusu ...'un görev gereklerine aykırı hareket ederek mağdurun yaralanmasına neden oldukları, dolayısıyla isnat edilen suç iddiasının sübut bulduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle, Siteler Polis Merkezi Amirliğinde görevli Polis Memurları ... ile ... haklarında 4483 sayılı Kanun’un 6. maddesi uyarınca soruşturma izni verilmesine karar verdim.” ibaresine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunca düzenlenen 09.11.2012 tarihli raporda; “...Kişinin 02.11.2012 tarihinde Kurulumuzda yapılan muayenesinde, ateşli silahla yaralandığı, polisler tarafından başına silahla ateş edildiğini, ateş edildikten sonrasını hatırlamadığını ifade ettiği, hâlen yürümede zorluk, idrar kaçırma, sürekli baş ağrısı şikâyetleri olduğu, frontal solda, sol kaşın 1,5 cm üzerinde 2x1,5 cm’lik çökme alanı, olayla illiyetsiz olduğunu söylediği sağ gözün 1 cm lateralinde 0,2 cm çaplı nedbe, olayla illiyetsiz olduğunu söylediği sağ kaş üzerinde 2 cm’lik nedbe, olayla illiyetsiz olduğunu söylediği sol ön kol arka yüzde 4x1 cm nedbe görüldüğü, nöroloji muayenesinde bilinç açık, koopere, sol fasial paralizi mevcut, kas güçleri üst ekstremitelerde tam, alt ekstremitelerde -5/5, kas tonusu normal, derin tendon refleksleri normal, patolojik refleks olmadığı, ataksik yürüyüş mevcut, tandem yapamadığı, Romberg pozitif, konuşma doğal, hafif serebeller dizartri mevcut, idrarını gece tutamadığını, gündüz tutabildiğini, olay sonrası bayılma tanımladığı, sonuç olarak sol fasial paralizi, ataksi mevcut, psikiyatrik değerlendirmede bilinç açık, kooperasyon kurulduğu, evli, 6 çocuklu, ...'de sebzecilik yaptığı, 2010'da kafasından yaralandığını, başının ağrıdığını, olaydan önce sağlık problemi olmadığını, olay sonrası 30 gün hastanede yattığını, unutkanlık başladığı, ‘Ruhsal bir şikâyetin var mı?’ sorusuna ‘Yok’ dediği, psikiyatrik muayene öyküsü olduğu, ama ayrıntıları hatırlamadığı, Epix kullandığı, günü, ayı bilmediğini, mevsime ilkbahar dediği, konuşma fakir, hezeyan olmadığı, organik beyin sendromu düşünüldüğü, Psikolojik Tetkikler Şubesinin psikometrik değerlendirme raporunda, MMT'de hafif kognitif bozulma, saat çiziminde saatin rakamlarını yazarken kuvvetli perseverasyon gözlendiği, hayvan saymada 12 hayvan / 1 dakika, Stroop: hatalı okumaları olduğu, Benton görsel dikkat ve hafıza testinde 8/15, Luria alternan çizimler testinde gösterilen düzene uygun çizimler yapamadığı, perseveratif çizimler görüldüğü, soyutlamasının kısıtlı olduğu, WMS sayı menzili testinde düz sayılarda 5, ters sayılarda 3 item sayabildiği, WMS mantıksal bellek testinde okunan her iki haberde de öğrenme ve geri getirme aşamasında belirgin yetersizlik görüldüğü, alındaki deforme görünümün yüzde sabit iz niteliğinde olduğu, kişide saptanan nörolojik tablonun iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalık niteliğinde olduğu ara kararına varıldığına, dosyada mevcut 5 adet BBT'nin Kurulumuzda yapılan radyolojik incelenmesinde, frontal kemikte parçalı çökme kırığı, serebral parankim içinde ağırlıklı olarak orta hat üzerinde frontoparietal bölgede çok sayıda deforme metalik yabancı cisim imajları, sağ temporal lopta sağ serebeller hemisferde ve 4. ventrükül lokalizasyonunda milimetrik boyutta metalik yabancı cisim imajları görüldüğüne göre,
Kafada frontal kemik sağda, açık çökme kırığına, beyin parankiminde doku lezyonuna, BOS fistülüne neden oluşan ateşli silah yaralanmasının,
1) Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu,
2) Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı,
3) Vücuttaki kemik kırıklarının ve çıkıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi hafif (1), orta (2-3) ve ağır (4-5-6) olarak olarak sınıflandırıldığında, şahısta saptanan kırığın, hayat fonksiyonlarını Ağır (4) derecede etkileyecek nitelikte olduğu,
4) Kişi hakkında düzenlenmiş olay tarihli tıbbi belgelerde tarif edilen ve kişinin 02.11.2012 tarihinde Kurulumuzda yapılan muayenesinde yüz sınırları içerisinde tespit edilen alındaki deforme görünümün belirli bir mesafeden, ilk bakışta belirgin olarak fark edildiğine göre, yüzde sabit iz niteliğinde olduğu,
5) Kişiye ait tıbbi belgelerde tanımlanan lezyonlar ile Kurulumuzda yapılan muayenesinden elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde, olaya bağlı olarak gelişmiş olan organik beyin sendromunun, iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalık niteliğinde olduğu,
6) Dava konusu olaya bağlı beyin doku harabiyeti oluşmakla birlikte, bu durumun, beyanlarının alınmasına ve gerçeği değerlendirme yeteneğinin ortadan kalkmasına engel teşkil edecek mahiyet ve derecede olmadığı, kişinin beyanlarına itibar edilebileceği olduğu oy birliği ile mütalaa olunur.” tespitlerine yer verildiği,
... Toros Devlet Hastanesinde görevli anestezi uzmanı Doktor ... tarafından düzenlenen 03.03.2016 tarihli ölüm belgesinde; aynı tarihte saat 20.27’de öldüğü bildirilen ...’ın bulaşıcı olmayan doğal ölüm sonucu hayatını kaybettiği, ceset üzerinde otopsi işlemi yapılmadığı, belgenin “Ölüm nedeni ve doğrudan ölüme sebep olan hastalık ve durum” bölümüne “Pnömoni, tanımlanmamış” ibarelerinin yazılı olduğu,
... Devlet Hastanesi nöroşirurji uzmanı Operatör Doktor ... tarafından düzenlenen 31.08.2016 tarihli bilirkişi raporunda; “Yürütülmekte olan soruşturmada kullanılmak üzere '...' isimli hastanın ölüm sebebinin aydınlatılması bakımından bilirkişi olarak görevlendirildim.
Tarafıma teslim edilen ...'a ait Toros Devlet Hastanesi yatış dosyası incelenmiştir. İnceleme neticesinde;
1- Hastanın 11.02.2016 tarihinde yüksek ateş ve genel durum bozukluğu şikâyeti ile Toros Devlet Hastanesi Acil Servisine başvurduğu, Acil Yoğun Bakımda arrest olan hastanın gerekli müdahalenin ardından Genel Yoğun Bakıma alındığı ve 03.03.2016 tarihinde exitus olduğu tespit edilmiştir.
2- Hasta dosyasında 19.08.2016 tarihli plastik mermi yaralanmasına ait bir bulgu ya da radyolojik tetkik görülmemiştir.
3- Yapılan tedavinin intrakranial yaralanmaya yönelik olmadığı görülmüştür.
4- İntrakranial yaralanmaya ait herhangi bir sekel bulgusu tespit edilmediği görülmüştür.
5- 11.02.2016 tarihli 112 ambulans kayıt formunda hastanın bilincinin açık olduğu, yüksek ateş nedeni ile hasta naklinin yapıldığı belirtilmiştir.
6- Hasta dosyasında ve ölüm belgesinde otopsi yapılmadığı görülmüştür.
Sonuç olarak : ... isimli hastanın ölüm sebebinin 6 yıl önce geçirilmiş ateşli silah yaralanmasına bağlı olduğuna dair hiçbir bulgu tespit edilememiştir.” açıklamalarına yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 24.11.2017 tarihli raporun sonuç kısmında; “...1) Kişinin mevcut tıbbi belgelerde zehirlenmeye ait bulgu tanımlanmadığına göre; kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,
2) Adli dosyada kayıtlı bilgilerde; kişinin 16.08.2010 tarihinde ateşli silahla yaralanması nedeniyle kaldırıldığı hastanede 1 (bir) gün yoğun bakımda tedavi gördüğü, sonrasında ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi'ne sevk edildiği, takip ve tedavisi devam ederken 20.08.2010 tarihinde kafatası kemik kırığı ve BOS kaçağı nedeniyle ameliyat edildiği, 03.09.2010 tarihinde taburcu edildiği, taburculuk sonrası dönemlerinde 12.01.2011'de nöbet geçirmesi üzerine aynı hastaneye başvurduğu, tedavisinin düzenlenerek taburcu edildiği, Adli Tıp Kurumu 2. Adli Tıp İhtisas Kurulumuzca 02.11.2012 tarihinde yapılan muayenesinde; Sol fasial paralizi, ataksi, organik beyin sendromu tespit edildiği, kişide saptanan nörolojik tablonun iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalık niteliğinde olduğu kararına varıldığı, 28.09.2017 – 30.10.2017 tarihlerinde ... Toros Devlet Hastanesi’ne fizik tedavi ve rehabilitasyon programına girdiği, 19.12.2014 – 26.12.2014 ve 06.01.2015-13.01.2015 tarihlerinde ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi'nde nöbet geçirmesi nedeniyle başvurduğu, tedavisinin düzenlenerek taburcu edildiği, 11.02.2016 tarihinde ise akciğer enfeksiyonu, yüksek ateş ile geldiği hastanede dâhiliye tarafından acil yoğun bakıma yatışının yapıldığı, kardiyak arrest geliştiği, entübe edildiği, yoğun bakım ünitesinde takibinin yapıldığı, takibi esnasında kültüründe acinetobacter ürediği, genel durumu kötü olduğu, 03.03.2016 tarihinde kardiyak arrest nedeniyle yeniden canlandırma işlemi yapıldığı, tedaviye cevap vermediği, eksitus kabul edildiği, dikkate alındığında;
Kişinin ölümünün ateşli silah yaralanması ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği,
3. Kişinin 16.08.2010 tarihinde maruz kaldığı ateşli silah yaralanmasıyla ölümü arasında illiyet bağının kurulmasının kabulü gerektiği oy birliği ile mütalaa olunur.” ifadesine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Maktul ... ölümünden önce Mahkemede, “Ben normalde şoförlük yaparım, o gün itibarıyla ...'ya gidecektik, daha sonra ...'a gittik, sonra evimize döndük, daha sonra evde yattım uyuyordum, 4-5 yaşında bir oğlum vardır, uyurken ‘Baba beni kurtar!’ diye sesini duydum, pencereden baktım 2 tane polis gelmiş, oğlumu götürmeye çalışıyorlardı, polislerin yanına gittim, ‘Çocuk ne yapmış ki götürüyorsunuz?’ diye sordum, onlar da ‘Bize taş attı.’ diye söyledi, ben de ‘5 yaşındaki çocuk nasıl taş atar?’ diye söyledim,‘Götüreceğiz.’ diye söylediler, ‘Ben kendim getiririm.’ diye söyledim ancak kabul etmediler, ben de ‘Beni öldürmeden götüremezsiniz.’ diye söyledim, kırma gibi bir silah vardı, birinin kolundan aldı, bulunduğum yer ile masa arasında yer kadar bir yerden (Yaklaşık 2 ila 3 metre mesafe olduğu görüldü) oradan ateş ettiler, ateş edildiği sırada ben ayaktaydım, bir el ateş edildi, sonrasını hatırlamıyorum. Ateş edilmeden önce yanımızda eşim, konu komşudan ve akrabalardan başka o anda kimse yanımızda yoktu. O gün itibarıyla PKK adına yapılan herhangi bir gösteri yoktu, çocuğu alıp götürmeye çalışan 2 polis vardı, diğer polisler sokaktan geçiyordu, polislerin resmî kıyafetlisi olan da vardı sivil olan da vardı, çocuğumu alıp götürmeye çalışanlar resmî kıyafetli polis memurlarıydı, başlarında kask yoktu. Ben ateş edildiğini hatırlıyorum. Sokakta o sırada birkaç çocuk daha vardı ancak benimkinin yaşı küçüktü, o sırada polise taş atan başka çocuklar yoktu, çocuğumun elinden tutup götürüyorlardı, ben çocuğumun omzundan tuttum, ‘Bırakmam.’ diye söyledim, ‘Götüreceğiz.’ deyince ‘Beni öldürmeden götüremezsiniz.’ diye söyledim, ateş ettiklerinde oğlum polislerin yanındaydı, daha önceden çocuğumu götürmeye çalışan polisler ile herhangi bir tanışıklığım ve husumetim yoktu. Çocuğumu götüren polis memurları bunlar mıydı değil miydi aklıma gelmiyor, ateş eden polis memurları içerisinde bu polis memurlarının bulunup bulunmadığını, bunlarsa hangisinin ateş ettiğini hatırlamıyorum. Polislerin götürmeye çalıştığı oğlumun adı ...'dı, o tarihte 5 yaşındaydı, ... kızımdır, olaylar olduğu sırada kızım da oradaydı, ... yengemdir, normalde akşamları evin önünde oturduğumuz için gelmişti, ... baldızımdır, ... komşumuzdur, bizim yanımızda değildi, kendi evindeydi, ... benim oğlumdur. Ben başımdan yaralandıktan sonra alnımda iz kaldı.”,
Katılan ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Olay günü ben çocuklarımla birlikte evimin avlusunda oturmakta idim, yanımda çocuklarım ... ve ... vardı, ... 7 yaşında, ... ise 16 yaşındadır, ayrıca yine eltim ... ile teyzemin kızı ... da bizimle birlikte oturuyordu. Akşam üzeri 17.30 sıralarıydı, bulunduğumuz sokakta da herhangi bir olay yoktu, her taraf sakindi biz otururken bir anda üniformalı 3 polis memuru avludan içeri girdiler. Polis memurlarından bir tanesi 30-35 yaşlarında, belki daha genç olabilir, uzun boylu, güneş gözlüklü, iri yapılı, diğeri saçları dökük, beyaz tenli, diğer polis memuruna göre daha zayıf ve daha kısaydı, bu da 25-30 yaşlarındaydı, üçüncü polis memurun tam olarak hatırlamıyorum. Birinci yani uzun boylu polis memurunun elinde tüfek vardı, polis memurları oğlum ...'ı götürmek istediklerini söylediler. Ben de ‘Neden götüreceksiniz?’ deyince olaylara karıştığını söyleyince aramızda tartışma çıktı. İçeride yatmakta olan eşim ... sesler üzerine dışarı geldi ‘Neden çocuğumu götürmek istiyorsunuz, 8 yaşındaki çocuk size ne yapmış ki?’ diye sordu, bu sırada eşim ve polis memurları sokağın kaldırımının üzerindeydiler, yanlarında komşumuz ... isimli soy ismini bilmediğim kişi de vardı, ben de eşimle birlikteydim, eşim polislere herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadı, konuşurlarken bir anda uzun boylu polis memuru elindeki tüfekle 3,5 - 4 metre mesafeden eşime doğru ateş etti, bir anda eşim yere düştü ve alnından kan gelemeye başladı, kendini kaybetti, biz ne olduğunu anlayamadan polis memuru elindeki tüfeği diğer arkadaşına verdi ve olay yerinden uzaklaştılar, daha sonra eşimi arabayla hastaneye kaldırdık, ben Emniyette eşimi vuran polis memurunu teşhis ettim, eşimi kesinlikle 1 numaralı polis memuru vurmuştur. Bundan eminim eşimi vuran polis memurundan şikâyetçiyim,”,
Mahkemede; “Suç tarihi itibarıyla herhangi bir toplumsal olay yoktu, evimizin önünde teyzemin kızı ..., eltim ..., kızım ... da olduğu hâlde oturuyorduk, eşim evin içinde uyuyordu, oruçluyduk, bu sırada 7 yaşındaki oğlum ... elinde karpuzla dışarı çıkmıştı, bilahare akşam saat 05.30 sıralarında koşarak eve geldi, arkasından resmî kıyafetli 3 polis memuru geldi, şu an huzurda bulunan sanıklar da 3 kişinin içerisindeydi, bilahare ...'ı alıp götürmeye çalıştılar, biz de müdahale ettik, yaşının küçük olduğunu, herhangi bir olaya katılmadıklarını söyledik, bu sırada eşim de dışarı çıktı, bu nedenle aralarındaki tartışma sırasında şu an huzurda bulunan sanıklardan (1 numara olarak gösterdiğimiz sanık ...'ı göstererek) bu sanık, (Diğer sanığı göstererek) diğer sanığın elinden tüfeği aldı ve eşime yaklaşık 3 metre mesafeden hedef alarak bir el ateş etti, eşim yere düştükten sonra polisler gittiler, komşumuz Kadri de ateş edildiği sırada oradaydı, onlar eşimi alıp hastaneye götürdüler. Eşim ... Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi gördü, eşim hâlen yatalak durumdadır. Ateş etmeden önce polis memurları ile eşim arasında doğrudan itişip kakışma şeklinde herhangi bir eylem olmadı, sadece ağız dalaşı sırasında ateş edildi, evimizin bahçesinde eşim yaralandı, ateş ettiği sırada polis memuru bahçe içerisindeydi, eşime yaklaşık 3 metre mesafedeydi. Ben 16.08.2010 tarihli ifademde de Mahkemede verdiğim gibi ifade vermiştim; ancak neden o şekilde yazıldı bilmiyorum. Silah şu an huzurda bulunan diğer polis memuru (...'i göstererek) onun elindeydi; ancak uzun boylu olan sanık ...'ı göstererek bu sanık ateş etti.”,
Tanık ... Mahkemede; “8 yaşındayım. Ben karpuz yiyordum, polisleri gördüm, anneme sarıldım, sonra beni almaya çalıştılar, bilahare babamı vurup kaçtılar, polisler 3 kişiydi, babama plastik mermi ile ateş edildi, o sırada polislere taş atan birileri yoktu, polisler beni avluda gördü, annemler de avluda oturuyorlardı, babam oruçlu evde uyuyordu. (Huzurda bulunan sanıklardan ...'u göstererek) Ateş eden buydu. Silah bu polis memurunun yanındaydı, babama sıktıktan sonra diğer polis memuruna verdi, 3-4 metre mesafeden ateş etti, babam o sırada köşede bekliyordu, polis memurlarının gitmesini bekliyordu, olay yerinde teyzem, ablam, annem vardı, ayrıca komşularımızdan Kadri vardı, başka kimse yoktu, babama 1 defa ateş edildi, öğleden sonraydı, olay nedeniyle ben de korktum.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Olay günü akşam 17.30 sıralarında ben, annem, yengem ... ve teyzemin kızı ... ile birlikte evin avlusunda oturuyorduk babam da oruçlu olduğu için içeride uyuyordu. Kardeşim ... da annemin yanında karpuz yiyordu. ... bir süre sonra avlunun köşesine gitti, burada polisleri gördü korktu ve ‘Anne polisler bizi dövecek.’ diye içeri kaçtı, anneme sarıldı, biz polis memurlarına ne olduğunu sorduk, onlar da ...'ı götüreceklerini söylediler ancak sebebini söylemediler, anladığım kadarıyla polis memurlarına taş atan çocuklar o yoldan koşunca ...'ı da onlardan biri zannetmişler, sonra gürültüye babam uyandı, dışarı çıktı polis memurlarına ne olduğunu sordu onlar da yine ...'ı götürmeye çalışıyorlardı, babam da engel olmak için ...'ın elini tuttu, ‘Çocuktan ne istiyorsunuz?’ diye sordu, bu sırada sokak kaldırımının üzerindeydik polislerden uzun boylu siyah saçlı olanın elinde tüfek vardı, aynı zamanda güneş gözlüğü takıyordu. Polisler ...'ı bırakarak gider gibi oldular son anda uzun boylu elinde tüfek olan polis memuru arkadaşlarının aksine geri döndü, arkasını döndü ve yaklaşık 3 metreden babama doğru tüfeği doğrultup ateş etti, tüfekten herhangi bir ses duymadım, tüfek uzun siyah bir tüfekti, karakolda yaptırılan teşhis sırasında polis memurlarınca Cumhuriyet savcısına gösterilen tüfekti, babam yere düştüğünde alnında bir cisim vardı ve o cismin olduğu yerden kan geliyordu, o cisim kandan gözükmüyordu, ancak top bir cisimdi ve alnına saplanmıştı daha sonra ateş eden polis memuru da olay yerinden uzaklaştı, ben babama ateş eden polis memurunu net olarak teşhis ettim, bu polis memuru bize yaptırılan teşhisteki 1 numaralı polis memurudur, benim söyleyeceklerim bundan ibarettir.”,
Mahkemede; “Ben daha önceden ne ifade verdiysem hepsinin arkasındayım, babam oruçluydu, içeride yatıyordu, biz de avlunun içerisinde ..., ..., annem ve kardeşim ... da olduğu hâlde evimizin avlusunda oturuyorduk, birden 3 tane polis memuru geldi, çevik kuvvet üniformaları vardı; ancak üzerilerinde kask yoktu, kısa kollulardı, ... köşeye kadar gitmişti, elinde karpuz vardı, daha sonra ... bağırarak anneme doğru koştu, o gün itibarıyla herhangi bir olay yoktu, eğer olay olsaydı, 3 polisin grup olmadan gelmesi mümkün değildir. ... anneme sarılınca polisler ...'ı götürmek istediler, bu sırada babam uyandı, dışarı çıktı, babam çocuktan ne istiyorsunuz dedi, buna rağmen kardeşim ...'ı götürmek istediler, bu sırada (Sanıklardan ...'ı göstererek) bu sanık babama siyah bir silah ile ateş etti, ... gelirken elleri belindeydi, daha sonra arkadaşından tüfeği alıp ateş etti, ben sadece babamı vurduğunu gördüm, kaç el ateş ettiğine dikkat etmedim, aralarında yaklaşık 3 metre mesafe vardı, o kadar millet vardı, babama doğru ateş etti, daha sonra kaçtılar, biz de babamı hastaneye götürdük, ateş edildiği sırada komşularımızdan kimse yoktu, ateş edildikten sonra bağrışmalar üzerine komşularımız geldi, ben sanıklardan ...'ı daha önceden görmedim, Babam sadece ateş etmeden önce ne olduğunu sordu, aralarında fiziki anlamda herhangi bir itişip kakışma olmadı, evimizin önünde avlu vardır; ancak bahçe duvarı yoktur, yaklaşık 20-25 metrelik mesafe vardır, ...'ı götürmek istediği sırada kaldırım kısmına kadar gitmiştik, babam vurulduğunda kaldırım üzerindeydi, polis memuru yol tarafında giderken dönüp ateş etti, polis memuru ile babam arasında yaklaşık 3-3,5 metre mesafe vardı. Ateş edilen cisim uzun bir silahtı ve siyahtı, millet olarak kastettiğim bizimkilerdi, teyzeme, bana, anneme değil babama ateş etti.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Olay günü akşam 17.30 sıralarında eltim ... ile birlikte onların evinin avlusunda oturuyorduk, bu sırada eltimin oğlu ... evde karpuz yiyordu, ben oruçlu olduğum için onu biraz uzağa gönderdim, ... da evin bulunduğu sokağın köşesine gitti sonra koşarak geldi ‘Anne polisler geliyor!’ dedi, baktığımda üç tane üniformalı polis memuru avluya geldiler, bunlar Çevik Kuvvete bağlı polis memurlarıydı, bir tanesinin elinde tüfek vardı, diğerlerinin eline bir şey yoktu, elinde tüfek olan polis memuru uzun boylu, siyah saçlı, esmer tenli, güneş gözlüğü olan biriydi, diğer polis memuru kel, daha kısa ve daha zayıf bir polis memuruydu, üçüncü polis memuru da zayıf orta boylu bir polis memuruydu, eltim ... polis memurlarıyla çocuk meselesi yüzünden tartışırken eniştem sese uyandı, dışarı çıktı polislere ‘Yedi yaşındaki çocuğu niye götürüyorsunuz?’ diye sordu, polisler ...'ı götürmek istediler, eniştem bırakmak istemedi, ...'ın elinden tuttu, bu sırada kaldırımın üzerinde duruyorlardı, polisler ...'ı çekiştiriyordu, biz de bağırarak engel olduk, komşular çıktı ancak yanımıza gelmemişlerdi, polis memurları bir an uzaklaşır gibi oldular, diğer ikisi köşeyi dönerken elinde tüfek olan polis memuru döndü tüfeğini hazırladı ve bize doğru sıktı, sıkınca eniştem yere düştü ve alnından kan geldi, daha sonra o polis memuru oradan uzaklaştı, ben bu polis memurunun tüfeği başkasına verdiğini görmedim, karakolda da yaptığım teşhiste eniştemi vuran polis memuru olarak 1 numaralı polis memurunu teşhis ettim, bundan da eminim.”,
Mahkemede; “Ben daha önceden ifade verdim, o ifademi tekrarlıyorum, olay tarihinde akşam saat 05.00-05.30 sıralarında kayınbiraderim olan ...'in evinde ..., ..., ...'te olduğu hâlde kapının önünde oturuyorduk, ... da karpuz yiyordu, hatta Ramazan ayı olduğu için ... camiden gelip evine içine yatmaya gitmişti, bu sırada iki polis memuru geldi, üzerilerinde kısa kollu üniformaları vardı, bu sırada ...'ı alıp götürmeye çalıştılar, annesi müdahale etti, sesler üzerine ... de dışarı çıktı, polisler ...'ın taş attığını söylüyorlardı, ... de yaşının küçük olduğunu söyleyip ‘Burası dağ başı mı?’ diye söyledi, aralarında polisler ile herhangi bir itişip kakışma olmadı, şu an huzurda bulunan (sanık ...'ı göstererek) bu sanık ... dışarı çıkmadan önce gelmişti, geldiğinde üzerinde silah yoktu, daha sonra 3 polis memuru dönüp yaklaşık 3-4 metre gittiler, bu esnada (sanık ...'u göstererek) bu sanık geri döndü, şu an huzurda bulunan ancak hafif kilo almış olan (Sanık ...'u göstererek) yaklaşık 60-70 cm uzunluğunda, siyah silahı alıp 3-4 metre mesafeden kaynıma ateş etti, hatta bu sırada alnından yaralandı, ateş etmeden önce kayınbiraderim tarafından sanıklara yönelik herhangi bir söz ve eylemde bulunulmamıştır, olay evimizin önünde yol üzerinde meydana geldi, aralarında 3-4 metrelik bir mesafe vardı, sanık tam nişan alarak ateş etti, ben önce biber gazı olduğunu düşündüm. Benim mahkemede verdiğim ifademde belirttiğim gibi 2 polis memuru önce silah sıkan polis memuru sonra geldi, her ne kadar polisteki ifademde polis memurunun diğer sanıktan silah alıp ateş ettiğini ve yine dönüp giderlerken ateş ettiğini söylememişsem de bu husus aklıma gelmemiş olabilir.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Olay günü akşam 17.30-18.00 sıralarında teyzem ...'ın evine gittim, orada oturuyordum. Birden kapıdan yeğenim olan ... ve iki üç tane çocuk içeri girdiler, ... ‘Anne polisler bizi dövecek, bizleri götürecekler.’ diye söyledi, kendisi çok korkmuş bir vaziyetteydi, biz de oturtarak sakinleştirmeye çalıştık. Bu sırada üç tane polis memuru avluya girdiler birinin elinde tüfek vardı, diğerlerinin elinde bir şey yoktu, elinde tüfek olan polis memuru uzun boylu, güneş gözlüklü, siyah saçlı bir polis memuruydu, diğer polis memurlarından bir tanesi kel, diğeri ise yine uzun boylu, zayıf ve siyah saçlı bir polis memuruydu, polis memurlarının kafasında kask yoktu, teyzem ...' ı vermemek için polis memurlarıyla konuşurken eniştem içeriden uyandı ve sesler üzerine avluya çıktı polis memurlarıyla konuşmaya başladı ‘Bu çocuklardan ne istiyorsunuz?’ diye sordu. Eniştem ...'ın elinden tutuyordu, polisler de almak istiyordu sonra bir anda uzun boylu polis memuru elindeki tüfekle ateş etti, eniştem yere düştü, alnından kan geldi, polis memuru ateş ettiğinde eniştemle aralarında yaklaşık 3 metre mesafe vardı. Polis memuru eniştemle konuşurken ve ateş edilmeden önce eniştemin yanında yalnızca biz vardık, başka kimse yoktu, ateş ettikten sonra kalabalık toplandı, polis memurları da kaçarak olay yerinden uzaklaştılar. Ben eniştemi vuran polis memurunu karakolda teşhis ettim, onu vuran 1 numaralı polis memurudur, bundan net olarak eminim, 2 ve 8 numaralı polis memurları da onun yanındaydı ancak tüfek 1 numaralı polis memurunun elindeydi. Polisler eniştemin evine geldiği sırada o sokakta herhangi bir olay da yoktu, polis memuru enişteme durup dururken ateş etti.”,
Mahkemede; “Suç tarihi itibarıyla teyzem olan ... ile bir yere gidecektik, ben de evlerine gitmiştim, bu sırada yeğenim ... karpuz yiyordu, kaldırıma çıktı, arkasından 2 polis ile birlikte geldi, polisler ...'ın taş attığını söylüyordu, arkasından diğer polis memuru da geldi, ...'ı götürmeye çalıştıkları sırada ... eniştem yanlarına geldi, akabinde şu an huzurda bulunan (Sanık ...'u göstererek) bu şahıs 3 metre mesafeden rastgele ateş etti, o sırada biz de yaralanabilirdik, eniştem yaralandı, eniştem ile polis memurları arasında herhangi fiziki anlamda mücadele olmadı, iki arkadaşı kaçmıştı, olay yerinde kalan polis memuru silahla ateş etti. Şu an huzurda bulunan sanıklardan ...'un gözünde gözlük vardı, ateş eden oydu, silahı hatırladığım kadarıyla şu an huzurda bulunan diğer sanıktan aldı, her ne kadar kaçtıklarını söylediysem de gittiler, kaçmalarını gerektiren herhangi bir durum yoktu. Olay tarihinde ve olay anında mahallede herhangi bir toplumsal olay yoktu. Her ne kadar poliste verdiğim ifademde polis memurlarının ...'ı alıp götürmeye çalıştıkları sırada eniştemin engel olmaya çalıştığı esnada aniden yere yığıldığını söylediysem de polis memurları ...'ı götürmeye çalışmadılar, polisler gittiği sırada sanık ... ateş etti, eniştem yaralanıp yere düştükten sonra ateş eden polis de kaçtı, ben ateş eden polisi daha önceden tanımıyorum.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben olay günü işten geldim, oruçlu olmam sebebiyle evde uyuyordum, dışarıdan gürültü sesleri duydum, dışarıya terliğimle çıkıp baktığımda yaklaşık 30-40 kadar bayan ve çocuklardan oluşan bir kalabalığın toplandığını, 3-4 tane de polis memurunun komşum olan ... ile konuştuklarını gördüm. Ben daha tam yanlarına varmadan 3-4 metre mesafe kala görsem tanıyamayacağım, başında kaskı bulunmayan, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı polis memuru yanında bulundurduğu siyah yarım tüfek ile 4-5 metre mesafeden ...'e bir kere ateş etti, sonra polisler oradan uzaklaşıp gittiler. Polis memuru ateş ettiği sırada ‘Pat!’ diye bir ses çıktı, bu ses diğer tabancaların sesinden daha azdı, tıpkı tapa tabancası gibiydi. Ben ... ile polis memurlarının ne konuştuklarını duymadım, ben daha yanlarına varmadan silah sıkma olayı oldu, ancak mahallede polis memurlarına karşı herhangi bir taş atma olayı yoktu. Sokak sakindi, daha önce olup olmadığını bilemem zaten ... ile polis memurlarının tartışması sırasında toplanmış olan kişiler de bayanlar ve çocuklardı, olay yerinde yetişkin erkek olarak ben, ... ve bir iki kişi daha vardı. Onların isimlerini bilmiyorum, onlar da benim gibi olaya bakmaya gelmişlerdi. Ben polis memurlarına karşı gençlerin veya çocukların polis memurlarına ateş edilmeden önce taş attıklarını görmedim, böyle bir olay olmadı. Sonra biz ...'i araba ile hastaneye götürdük. Benden sonra herhangi bir olay olup olmadığını da bilmiyorum.”,
Mahkemede; “... ile evlerimiz arasında yaklaşık 2 metre mesafe vardır, öğleden sonraki saatlerdi, tam olarak hatırlamıyorum, sesler üzerine dışarı çıktım, bu sırada ... ile polisler arasında tartışma vardı, olay yerinde bayanlar da vardı, daha sonra ...'e ateş edildiğini ve yaralandığını gördüm, ateş eden şu an huzurda bulunan polislerden bu sanıktı. Ateş ettiği sırada aralarında yaklaşık 3 metre mesafe vardı, ben silahın üzerinde mi olduğunu yoksa başka bir yerden mi aldığı hususunu görmedim, ben önceki olayları görmedim, bu nedenle ...'in oğlu ...'ın polis memurları tarafından götürülmeye çalışılıp çalışılmadığını bilmiyorum, o gün itibarıyla herhangi bir olay yoktu. Her ne kadar poliste 4-5 metre dediysem de 3-4 metrelik bir mesafeydi, ... benim yanımdaydı, bizzat ...'in hedef alınarak ateş edildiğini gördüm. Her ne kadar önceki ifademde 30-40 bayanın olduğunu söylediysem de çocuklarla birlikte 30-40 kişi oluyordu. Olaya müdahale eden komşularımızdan başkası olup olmadığını bilmiyorum.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Olay günü saat 17.00 sıralarında ben ikindi namazını kılarak camiden çıktım, ayağımda terliklerim vardı. Evimiz de zaten caminin hemen bitişiğidir. Mağdur ... da benim komşumdur. 5-6 tane çevik kuvvet polisinin çocukların arkasından koştuğunu gördüm. Çocuklar benim olduğum sokaktan aşağıya doğru ters sokağa girdiler. Polisler de komşum ...'in evinin avlusuna girdiler. Kaçan çocukların içerisinde ...'ın evine giren yoktu. Evin avlusu kalabalıklaştı, avluda bayanlar ve 4-5 tane polis memuru vardı. Polisler bu arada küçük çocuğu çekip almaya çalışıyorlardı, annesi de vermemeye çalışıyordu, çocuk ise ağlıyordu. Bağrışmalar üzerine ... içeriden geldi, ben polis memurlarına kaçan çocuklardan bu eve giren olmadığını söylememe rağmen bana ‘Sen karışma.’ diye söylediler. Polisler ...'ın elinden de çocuğu almaya çalıştılar. ... ‘Benim çocuğum size ne yaptı? O 7 yaşında, bir şey yapmamış.’ diye söyledi. O anda sokak kalabalık oldu. Yaklaşık 40-50 kadar kişi toplandı, bunlar genellikle bayanlar ve çocuklar idi, erkek olarak ise yanımda ... ve benim komşum olan ... vardı. ... ve hanımı polislerin elinden çocuklarını çekip aldılar, içlerinde en uzun boylu olan, gözünde güneş gözlüğü olan, görsem tanıyamayacağım polis memuru yanında taşıdığı siyah bir tüfek ile yaklaşık 4-5 metre mesafeden ayakta olduğu hâlde ...'ın alnına doğru bir el sıktı. Silahtan da çok az bir ses çıktı, bu ses normal tüfek ve tabanca sesine benzemiyordu. Polis memuru tüfekle sıktıktan sonra tüfeği arkadaşının eline verdi ve olay yerinden uzaklaştılar, ben de yere düşen ...'i kucağıma aldım ve hastaneye götürdüm. Ben ne ateş eden, ne de oraya gelen polisleri görsem tanıyamam, kimsenin günahını almak istemiyorum. Polis memurlarının ...'ın evine doğru geldiğinde o sokakta hiçbir şey yoktu. Sadece onların önünden kaçan 4-5 tane çocuk vardı, onlar da korkarak diğer sokaklara gitmişlerdi. Polis ...'a ateş ettiğinde sokakta polislere karşı herhangi bir şekilde taş atma ve mukavemet etme durumu yoktu, ancak ...'in yaralanmasından sonra olmuşsa bir şey diyemem, çünkü ben hastanede idim.”,
Mahkemede; “Mağdur ... ile benim evim bitişiktir, suç tarihi itibarıyla evimize yapışık camide ikindi namazını kıldım, çıktığımda 4 ya da 5 tane çevik kuvvet olarak bilinen polis memurunun aşağıya doğru koştuklarını ve ... abinin evinin önünde durduklarını, çocuğu dövdüklerini gördüm, çocuğun taş attığını söylediler, çocuk öyle bir şey yapmadı, ayağında terlik bile yoktu, kapının önünde karpuz yiyordu, bunlar bağırıp çağırdılar, çocuğu dövdüler, daha sonra ... abi uyandı, dışarı çıktı, ‘Niye çocuğumu dövüyorsunuz?’ diye söyledi, polis memurları ‘Çocuğunuza sahip çıkmıyorsunuz, taş atıyor.’ diye söylediler, bu sırada dört polis memuru çocuğu çekip götürmeye çalıştılar, bu sırada bir kalabalık oluştu, 40-50 kişilik bir grup oluştu, bayan ve çocuklar oluşturuyordu, aramızda 4-5 metre mesafe vardı, içlerinden uzun boylu, gözlüklü olan ve kel biri vardı, uzun boylu olan kel polis memurunun elindeki silahı aldı, siyah renkli yarım metre uzunluğunda bir silahtı, bu sırada ... ağabeyi hedef alarak ateş etti, tek el ateş edildi, az bir ses duydum, akabinde ... ağabeyi kan içinde kaldı, ben gömleğini çıkardım ve hastaneye getirdik, dördü de oradaydı, sanıklardan bir tanesi uzun boyluydu, (Sanıklardan ...'u göstererek) buna benziyordu, diğeri de keldi, silahı kel ve şişman biri taşıyordu, diğer polis memuru (...'u göstererek) ben bunu olay yerine görmedim, yaz ayı olduğu için polislerin sadece mavi tişörtleri vardı, başlarında kask yoktu, çocuğun götürüldüğü sırada ... müdahale edip çocuğu almaya çalışıyordu, bu sırada ateş edildi, aradaki mesafe yaklaşık 4-5 metreydi. Olay öncesinde herhangi bir toplumsal olay yoktu, Ramazan günüydü, benim gördüğümde çocuk evin avlusunun önündeki kapının önündeydi. ... sadece benim komşumdur, akrabalığım yoktur, olay yerinde çocuk olarak söylediğim ...'ın annesi ... vardı, ...'nin kızı, yine ... diye bir bayan vardı, onları hatırlıyorum. Okunan 19.08.2010 tarihli Cumhuriyet savcısına verdiğim ifadem doğrudur. Olaydan hemen önce polis memurunun önünden 4-5 tane çocuk koşuyorlardı, oyun mu oynuyorlardı, yoksa kaçıyorlar mıydı bilmiyorum, hatta ‘Siz niye oraya giriyorsunuz?’ diye sordum, polisler de ‘Siz karışmayın.’ dediler, Kadir Batur başlangıçta yoktu, sonradan çıktı, özelliklerini bahsettiğim uzun boylu, gözlüklü polis hedef alarak ateş etmişti, silahı aldığı kel ve şişman olan polis memuruna ateş ettikten sonra geri verdi diye biliyorum, tam olarak emin değilim, benim sokak numarası yanlış yazıldığı için tebligat yapılamadı. ... oğlunu polislerin elinden almaya çalıştığı sırada polis memuru ateş etti. Ben şu an huzurda bulunan sanıklardan ...'u olay yerinde görmedim, diğer sanığı ateş eden olarak biliyorum, polis memurları toplu olarak gelip toplu olarak gidiyorlardı, ateş edildiği sırada da 4-5 tane polis memuru vardı. Kaçan çocuklar ... akranında, onun yaşına ve boyuna uygunlardı, ben yerden mermi sektiğini de görmedim.”,
Tanık ... şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım. Olay günü Siteler Karakol Amirliğinin çevre güvenliğini almak için görevlendirilmiştik. Tim amirimiz o gün ... idi, genellikle iki kişilik gruplar hâlinde gündüz devriyeleri yapıldığı için ve genellikle de bir gazcı, bir normal veya bir FN 303 kullanıcısı, bir normal memur şeklinde görevlendirilmeler yapıldığı için ben de FN 303 kullanıcısı ... isimli arkadaşımız ile karakolun arka tarafında devriye nöbeti tutuyordum. Ben arkadaşım ile devriye görevini yaparken 13-15 yaş grubuna ait yaklaşık 15-20 kişi kadar çocuk bize taş ve molotofkokteyli süsü verilmiş içinde sıvı olan şişe atmaya başladılar. Biz de bunun üzerine ekip amir vekilimiz ...'a bağırarak seslendik, o da yardım amaçlı olarak kendisi ile birlikte diğer arkadaşları alarak yanımıza geldi. Biz de 4'er 4'er ayrılarak aynı cadde üzerinde sağ ve sol güzergâhlı olmak üzere çocukların üzerine doğru gittik. Bu gitme hafif koşu temposu ile yapıldı. Çocuklar zaten yaşları küçük olduğundan bizi görünce kaçmaya başladılar ve biz de arkalarından yaklaşık 30-40 metre kadar koştuk ve bıraktık. Çocukların kaçtığı ara sokaklardan birinin başına ben ve ... geldik, diğer arkadaşlarımız biraz geride kaldılar. Çocuklar sokağa bağrışarak kaçtıklarından dolayı camlardan kadınlar çıkarak Kürtçe bağırmaya başladılar. Bu bağırış çağırışlar o kadar şiddetli idi ki sanki biz çocuklara bir şey yapıyormuşuz gibi algılandı ve biz ne olduğunu anlamadan yaklaşık 30-40 kişilik 18-25 yaş arasında yaşları değişen, evlerinden çıkan kalabalık bir grubun taş saldırısına maruz kaldık. Biz 8 kişi olmamız, kalabalık grubun yaşlarının büyük olması ve sayıca bizden üstün olmalarından dolayı karakola doğru geriye çekilmeye başladık. Ancak bu çekilme koşarak oldu, buna rağmen kalabalık bize taş ve şişeler atmaya devam ediyordu, bu sırada da arkamızdan geliyorlardı. Bu sırada biz ... ile en geride kalmıştık. Grup hemen bizim arkamızdaydı, ... geri çekilirken yedek şarjörünü yere düşürdü. Bu şarjör normal beylik silahının yedek şarjörüydü. Ben şarjörün yere düştüğünü gördüm, ancak grup da şarjörün yere düştüğünü gördü ve hızla bize doğru gelmeye başladılar. Ben yere eğilerek şarjörü aldım, bu esnada sırtıma taş geldi, ben yere düştüm. ... isimli arkadaşımız benim yere düştüğümü ve sırtıma taş geldiğini görünce beni koruma amaçlı FN ile karşı gruba karşı ayaklarına doğru yaklaşık 10 metre mesafeden birkaç kez sıktı. FN mermileri 10 metre mesafeden değdiklerinde can acısı yaptığı için kalabalık bir an durakladı, ben de ayağa kalkarak koşar adımlarla Siteler Karakoluna çekildim. Arkadaşım ... da benimle birlikte karakola doğru çekildi. Ben savunma tüfeği sıkıldığı sırada yaralanan birini görmedim, kimse tüfek mermisinden yere düşmedi. Eğer böyle bir yaralanma ve düşme olayı olsa idi ben görürdüm. ... isimli arkadaşımız tüfeği hiçbir şekilde amirimiz ...'a da vermedi. Tüfek gün boyu onun elinde idi, zaten tüfekle sadece o sıktı, ... tüfeği hiç almadı. Yine ben 8 yaşındaki bir çocuğu almak için kimsenin evine gitmedim, kaldı ki mahallenin ara kısmına da girmedik. Oraya girseydik zarar görürdük. Hakkımızdaki iddialar doğru değildir, suçlamaları kabul etmiyorum. Biz toplanan grubu dağıtıp kendimizi korumak amacıyla geri çekildik ve yine arkadaşımız bizi korumak amacıyla savunma amaçlı olarak savunma tüfeğini sıktı.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “Olay tarihi hatırladığım kadarıyla 17.08.2010 tarihinde ... Siteler Karakolunda görev yapmaktaydım. Karakolumuzun arka tarafında toplanan yaklaşık 15-20 kişilik bir çocuk grubu vardı. Onları dağıtmak için grubun bulunduğu yere doğru gittik. Yaklaşık çocuklara doğru 100 metre gittik. O esnada ilerimizde bulunan ara sokakta 30-40 kişilik yaşları büyük olan genç bir grupla karşılaştık. Bizim sayımız o gün 8 polis memuru olduğu için gruba müdahale etmeden karakola geri gelmeye başladık. Grup arkamızdan taş ve molotofkokteyli atmaya başladı. O esnada ben sırtımdan bir taş yedim. Taşın sırtıma değmesiyle beraber yere yığıldım. ... isimli arkadaşım benim yere yığıldığımı görünce elindeki FN 303 plastik mermi tüfeği ile gruba doğru müdahale etmeye başladı. Bu esnada ayağa kalkarak karakola doğru diğer arkadaşlarımla birlikte geçtik. Daha sonra karakoldan aldığımız bilgiler doğrultusunda olay yerinde bulunan ... isimli bir adamın vurulduğunu duyduk. Ben vurulan bu kişiyi tanımıyorum ve şahsın vurulduğunu da görmedim. Benim konu ile ilgili bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir. FN 303 tipi plastik mermi tüfeğini sadece sanık ... taşıyordu. O bu konuda özel eğitimliydi. Olay günü benim yere düştüğümü görünce kalabalığı engellemek için grup tarafına doğru ateş etti. Ancak hedef gözeterek ateş ettiğini zannetmiyorum. Zira ben yerde olduğum için bir linç girişimi engellemek için hatırladığım kadarıyla 6-7 defa ateş etti. Kalabalık hâlen üzerimize gelmeye devam ediyordu. Ateş ederken yanıma çömeldi yani hedef küçülttü. Ben hemen kalkıp ekibe katıldım ve karakola sığındık. Benim olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.”,
Tanık ... şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım. Olay günü arkadaşlarımız ile birlikte Siteler Polis Merkezi Amirliğinin çevre güvenliğini sağlamak için karakolda bulunuyorduk. Arkadaşlarımızdan ... ve ... da karakolun arka tarafında devriye görevini ifa ediyorlardı. ... FN 303 adlı savunma silahını kullanan arkadaşımızdır, bu işin kursunu almıştır. Her timde bir tane FN 303 kullanıcısı, 2-3 tane de gaz tüfeği kullanıcısı arkadaşımız vardır. Bizim timin FN 303 kullanıcısı ...'tur. Genellikle devriye nöbetlerinde bir gaz tüfekçisi, bir normal polis veya bir FN 303 kullanıcısı ile bir normal polis birlikte nöbet tutarlar. O gün de ...'un yanında ... isimli arkadaşımız vardı. Biz karakol bahçesinde dururken arkadaşlarımızın ‘Grup var!’ diye bağırmalarını duyduk. O sırada ekip amir vekilimiz ...'un talimatı ile iki arkadaşımızın yanına doğru gittik, daha onlara yaklaşmadan 15-20 kişilik bir çocuk grubunun arkadaşları taşladığını gördük, bu sırada kadınlar da balkonlardan Kürtçe bağırıyorlardı. Ben ekibin gazcısı olduğumdan gaz tüfeğini alıp almamakta tereddüde düşmüştüm, ancak arkadaşların çağırması üzerine gaz tüfeğini almadan onlara doğru gittim, bu nedenle en arkada ben vardım, çocuklar dağıldıktan sonra kadınların bağırmaları üzerine yaklaşık 30-40 kişilik 20 yaşından daha büyük evlerden ve ara sokaklardan çıkan kişiler bir anda taşlarla ve molotofkokteyli süsü verilmiş içinde sıvı bulunan şişelerle bize saldırıya geçtiler. Biz onlarla baş edemeyeceğimizi anlayınca grup amirimizin talimatı ile karakolu savunmaya çekildik. Bu esnada ... isimli arkadaşımızın yedek şarjörü yere düştü, ... da bu şarjörü almak için tekrar geri döndüğünde beline doğru bir taş geldi, kalabalık da şarjöre doğru koşmaya başladı. ... da kalabalığın bize doğru geldiğini görünce hedef küçülterek bel altına ve yere doğru bir kaç el sıktı. Ben de zaten ondan biraz uzakta idim, bu sırada ekip amirimiz ... da geriye doğru çekilmişti, tüfek kesinlikle ...'un elinde idi. ...'da tüfek yoktu, kaldı ki bizim grupta bu tüfeği kullanma yetkisi ...'a aittir. Ben ...'un elinde tüfek görmedim. Ayrıca biz kimsenin evine gidip 8 yaşındaki bir çocuğu almak istemedik. Benim yanımda kimse çocuğun babasına savunma tüfeği ile ateş etmedi. Beni teşhis etmelerinin sebebi, benim karakolun ters istikametinde olaydan sonra toplanmış olan çocukların karakola taş atmalarını engellemek için gaz tüfeği ile bulunmam nedeniyledir, bundan dolayı beni teşhis etmiş olabilirler. Ben herhangi bir kimsenin savunma tüfeği mermisi ile yaralandığını da görmedim.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “Ben daha önce bu konu ile ilgili ... Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştim, verdiğim ifadeyi aynen tekrar ederim. Olay üzerinden uzun zaman geçmiştir, olayı tam olarak hatırlamıyorum, hatırladığım kadarıyla ben olay günü Çevik Kuvvet ekibinde gazcı personel olarak görev yapmaktaydım, o gün olay meydana geldi, biz de bunun üzerine müdahale ettik, müdahale ettiğimiz esnada bize molotofkokteyli ve havai fişeklerle saldırdılar Ekip Amir vekili ...'un talimatı üzerine ... yere 10 el plastik mermi sıktı, benim olayla ilgili bilgim görgüm bundan ibarettir.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben ... Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım. 30 Mayıs 2010 tarihinden beri Siteler Polis Merkezi Amirliğinin çevre güvenliğini alıyoruz.15 Ağustos 2010 tarihinde PKK terör örgütünün silahlı ilk eyleminin sözde yıl dönümü olması nedeniyle olaylar çıkacağı düşüncesi ile güvenlik önlemlerimizi artırmıştık, o gün de 19 kişilik tim olarak Siteler Karakoluna gittik. Başımızda amir vekilimiz ... vardı. Karakolun arka tarafına FN 303 savunma silahı kullanıcısı polis memuru ... ile ... gönderildi. Genellikle devriye görevlerinde bir FN 303 kullanıcısı, bir normal memur, ya da bir gaz tüfeği kullanıcısı ve bir normal memur olarak görevlendirmeler yapıldığı için o gün ...'un yanında ... bulunuyordu, ben de karakolun bahçesinde idim. Akşam 18.00’e doğru nöbetçi arkadaşlarımız bize ‘Grup var!’ diye seslenince amir vekilimiz ...'un talimatı ile oraya doğru yöneldik. Gittiğimizde taş atan 10-15 kişilik çocuk grubunun dağıldığını, arkadaşlarımızın da geriye doğru çekildiğini gördük. Bu sırada balkonlardan kadınlar feryat ediyorlardı, çok kısa bir süre içerisinde kadınların bu bağırmalarından sonra binalardan ve ara sokaklardan çocuk olmayan, yaşları 18’in üzerinde, kimisi 25-30 yaşlarında 30-40 kişilik bir grubun bize taşlarla ve molotofkokteyli süsü verilmiş içi sıvı dolu şişelerle bize saldırmaya başladılar. Tahminimize göre bunlar bilinçli olarak bir araya geldiler .Biz taş atan grubun sayısı ve yaşları itibarıyla baş edemeyeceğimizi anlayınca amir vekilimizin talimatı ile karakola doğru geri çekilmeye başladık. Ancak bu sırada savunma tüfeği kullanıcısı arkadaşımız ...'un beylik silahının şarjörü yere düştü, biz bu sırada ... ve ...'un 15-20 metre gerisinde idik, kalabalık onlara daha yakın idi. Bizimle diğer arkadaşlarımızın arasında da grup amirimiz ... vardı. ... şarjörün yere düştüğünü görünce almak için yere eğildiğinde beline taş isabet etti, ayrıca ... isimli arkadaşımız da atılan taşla ayak bileğinden yaralandı. Kalabalık grubun da düşen şarjörü almak için taş atarak yaklaşması ve bizim de çekilememiz üzerine ... isimli arkadaşımız her zaman olduğu gibi caydırıcı olması için çömelerek, hedef gözetmeksizin yere doğru 7-8 kez FN 303 savunma tüfeği ile ateş etti. Kalabalık bunun üzerine duraksadı, biz de zaten çekilmemizi tamamlayarak karakola girdik, ancak balkonlardan kadınların bağırmalarını ve bize ‘Köpekler’ diye hakaret etmelerini duyuyorduk, sonra karakolun güvenliğini aldık, olay bu şekilde bitti. Ben kimsenin alnından yaralandığını görmedim, ayrıca hiçbir arkadaşımız da bizden ayrılarak bir çocuğu almak için gitmedi, biz hep beraber geriye doğru çekildik. Savunma tüfeği de hep ...'un elinde idi. ...'un tüfeği eline aldığını da görmedim, zaten ...'un bu tüfeği kullanma yetkisi de yoktur.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “Olay tarihinde çevik kuvvet ekibi olarak çalıştığım sırada polis memuru arkadaşlarım olan sanıkların devriye yaptıkları esnada kalabalık bir grup tarafından molotofkokteyli süsü verilmiş şişeler ve taşlar ile saldırı yapıldığını fark etmemiz üzerine aramızda da 50-60 metre mesafe olduğundan yardım amaçlı yanlarına doğru gitmeye çalıştık, zira olayın gerçekleştiği yer Siteler Polis Merkez Amirliğine çok yakındı, ben de orada bulunuyordum. Sanıkların gelen kalabalık grubu engellemek amacıyla plastik mermilerle kendilerini doğru birkaç el yere doğru sıkıldığını fark ettim. ancak ben bu sırada geride bulunuyordum. Kalabalığın dağılması sırasında sanıklar da peşlerinden gitmediklerini biliyorum, zira olay sakinleştikten sonra silah sesi duymadım. Sanıkların mağduru yaraladıklarına ilişkin görgüye dayalı bilgim yoktur. Mağdur yaralandıysa da ne şekilde yaralandığı konusunda görgüye dayalı bilgim yoktur.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben ... Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım. Olay günü diğer arkadaşlarımla birlikte 19 kişi olarak PKK’nın ilk eylem yaptığı 15 Ağustos tarihi nedeniyle olayların çıkma ihtimalinden dolayı Siteler Polis Merkezi Amirliğinin güvenliğini almak için önlem amacıyla karakola gitmiştik. Ben karakolun bahçesinde görevli idim. FN 303 kullanıcısı arkadaşımız ... ile ... isimli arkadaşımız da karakolun arka tarafında devriye görevini icra ediyordu. Bir süre sonra bizden yardım istediler, ekip amirimiz ...'un talimatı ile yardım için onların bulunduğu yere doğru gittiğimizde taş atan 15 – 20 kişilik çocuk grubunun dağılmaya başladığını ancak kadınların balkonlardan bağırdığını gördük, biz tam geriye doğru çekilirken bir anda 30-40 kişilik ara sokaklardan çıkan, yaşları 18'den büyük grubun taşlı ve şişeli saldırısına uğradık. Geri çekilirken de arkadaşımız ...'un beylik tabancasının yedek şarjörü yere düştü. ... isimli arkadaşımız da bu şarjörü almak için gidip eğildiğinde, beline taş isabet etti, bu sırada biz onlardan geri idik. Bu sırada kalabalığın taş atmaya devam etmesi ve bize yaklaşması üzerine ... yanında taşıdığı FN 303 savunma tüfeği ile hafif çömelir vaziyette, hedef küçülterek grubun ayaklarına doğru 7-8 kez sıktı. Bu sırada biz de çekilmeyi tamamlamıştık, zaten grup da sonra bize doğru gelmedi, ancak ben herhangi bir yaralanan kişi görmedim. Karakola döndükten sonra bir kişinin başından yaralandığını duydum. Tüfek kesinlikle ...'un elinde idi, ... kesinlikle tüfeği taşımadı, zaten kurslu personel olmadığı için taşıma yetkisi de yoktur. Muhtemelen FN 303 savunma silahının plastik mermisi yerden sekerek bu şekilde bir yaralanmaya sebebiyet vermiş olabilir. Ayrıca benim hiç bir arkadaşım da taş atan bir çocuğu almak için bizim yanımızdan ayrılmadı, çocuğun babasının da bu nedenle yaralanması olmadı, eğer yaralanmış ise bu şahıs grubun içerisindeki şahıstır. Taş atan grup ile aramızda bir arbede ve münakaşa yaşanmadı.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “Sanıklar ... ile ... benim ekip arkadaşlarım olurlar, suç tarihinde sanıklarla birlikte ...’de çevik kuvvette görev yapıyorduk, olayın üzerinden 2,5 sene gibi bir süre geçtiği için tam olarak hatırlayamıyorum, daha önce ifade vermiştim, polis baş müfettişine ve Cumhuriyet savcısına vermiş olduğum ifadelerimi tekrar ediyorum, olay günü görev icrası için dışarıda bulunuyorduk, birden bir saldırıya uğradık, sanık ... üzerine kayıtlı olan ve kullanma yetkisi bulunan plastik mermi atan FN 303 silahını bize saldırıda bulunan şahıslara karşı kullandı, ancak hedef alarak ateş etmedi, kazara şahsın alnına değmiş, ben bizzat değdiğini görmedim, çünkü o sırada ben de çevremdeki insanlarla meşguldüm, olayda kullanılan silahı kesinlikle sanık ...'in kullandığını biliyorum, diğer sanık ...'ın herhangi bir eylemini görmedim, bildiğim kadarıyla ... ve diğer arkadaşlar silah kullanmadı, sadece ... silah kullandı, onun da kastı kesinlikle şahsı vurmak değil, kendini korumak ve ortam güvenliğini sağlamaktı, bu amaçla ateş etti, olaya ilişkin bütün bilgilerim bundan ibarettir.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım 16.08.2010 tarihinde yaklaşık 4 yıldır görev yaptığım gibi Siteler Polis Merkezinin çevre güvenliğini sağlamak amacıyla bir tim olarak yani 19 kişi karakola gittik. Karakolun arka tarafın FN 303 adlı savunma silahını kullanan arkadaşımız ... ile ... devriye nöbeti için görevlendirildi. Usulen bir FN 303 kullanıcısı ve bir gaz tüfeği kullanıcısı ile birlikte bir normal polis görevlendirildiğinden o gün de ...'un yanına ... verildi. Akşam üzeri saat 17.30-18.00 sıralarında arkadaşlarımız bizden yardım isteyince biz grup amir vekilimiz ...'un talimatı ile yardım için o yöne doğru ilerledik. Gittiğimizde 10-15 kişilik çocuk grubunun dağılmaya başladığını, ancak kadınların balkonlarda Kürtçe bağırdıklarını gördük. Yaklaşık 20 – 30 saniye içerisinde de kadınların bağırtısı üzerine ara sokaklardan ve evlerden bir anda yaşı 20’nin üzerinde olan 30 - 40 kişi kadar bir grup taşlarla ve molotofkokteyli süsü verilmiş içinde sıvı olan şişelerle bize saldırmaya başladılar, biz bu kalabalıkla ve taş atanlarla baş edemeyeceğimizi anlayınca grup amir vekilimiz bize geriye çekilme talimatı verdi. Bu sırada arkadaşlarımızdan ... ...'ın ayağına taş isabet etti, o sendeledi, ...'un düşen yedek şarjörünü almak için eğilen ...'ın da beline taş isabet etti. Ben ..., ... ve ... biraz uzakta kalmıştık, amirimiz ... da bizim ile ...'in arasında kalmıştı. ...'in beline taş isabet etmesi ve grubun da şarjörü almak için taş atarak koşması üzerine ... elindeki savunma tüfeği ile hafif eğilerek hedef küçültüp belden aşağıya doğru yere doğru bir kaç kez sıktı. Zaten biz geri çekilmeye başladığımız için sıkılan bu mermilerin birilerine isabet edip etmediğini görmedim, ama tüfeğin ...'un elinde olduğundan kesinlikle eminim. Grup amirimiz ... kesinlikle bu tüfeği eline alamaz, zaten kullanma sertifikası olmadığı için kullanma yetkisi de yoktur, bu tüfek kesinlikle ...'un elinde idi. Ben kimsenin yaralandığını da görmedim. ..., ... ve ...'in bizden ayrılarak yaşı küçük bir çocuğu almak için birilerinin evine gittiği doğru değildir. Çünkü biz hep beraberdik, sadece arkalı önlü karakola doğru geri çekiliyorduk. Karakola geldiğimizde de yine sonra hep beraber çevre güvenliğini alıp bir yere ayrılmadık. Ben yaralanan şahsın ne şekilde yaralandığını görmedim.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “Ben bu konuda daha önce beyanda bulunmuştum, o beyanım doğrudur, aynen tekrar ederim, olay tarihinde Siteler Polis Karakolunda görevli iken nöbet tutan arkadaşlarımızın yardım talebi ile ve başımızda bulunan ekip amirimizin de emri doğrultusunda olay yerine intikal ettik, yaklaşık 20-30 kişilik grubun arkadaşlarımıza saldırdığını gördük, müdahale edemeyecek kadar uzakta olduğumuz için arkadaşlarımız ile birlikte geri çekildik, geri çekilirken arkadaşımız olan ... bizi korumak için elindeki FN diye tabir edilen silah ile sıkarak bizi korumaya çalıştı, ...'un silah ile sıkmasının sebebi saldıran kişilerin taş, molotofkokteyli gibi maddeler atmasıydı, daha sonra olay fazla büyümeden geri karakola döndük, olayda yaralanan kimseyi görmedim, olaya biraz uzaktık, benim olay ile ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.”,
Tanık ... ... şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuruyum, biz aynı ekip her gün 13.00 sıralarında Siteler Polis Merkezine giderek bu karakolun çevre güvenliğini alıyoruz, çünkü Siteler Polis Merkezi sık sık yasa dışı göstericiler tarafından taşlanmakta ve saldırılara maruz kalmaktadır, bu amaçla da o gün yine karakol civarına gittik. Nöbet sırası bende olmadığı için ben karakol civarında bekliyordum. Nöbet sırası da ... ve ... isimli arkadaşlarımızda idi. ... isimli polis memuru FN 303 adlı savunma silahını kullanmakla yetkilidir. Zaten nöbetlerde de her normal arkadaşın yanına ya sertifikalı gaz tüfeği kullanan ya da yine sertifikalı FN 303 kullanan arkadaşları veriyoruz, bu görevlendirme Çevik Kuvvet tarafından yapılmaktadır. Bu görevlendirmeyi başımızdaki ekip amiri görevlendiriyor, o gün ekip amiri olarak ... vardı. Akşam üzeri 17.30-18.00 sıralarında nöbetçi arkadaşlar ... ve ... ‘Grup var, gelin.’ diye yardım istemeleri üzerine gittiğimizde iki arkadaşımızın taş atan küçük çocukları kovaladığını gördük. Bu sırada ben ve grup amir vekili ... diğer 4 arkadaşın biraz daha önündeydik. Balkonlardan da bayanlar Kürtçe bağırıyorlardı, bu bağırmalar feryat figan şeklinde idi. Kadınların bu bağırmalarından sonra bir kalabalık toplandı, bu kalabalık yaklaşık 30 - 40 kişi civarında idi ve yaşları ile 18’den büyük 20-25 yaş civarında idi, hatta bu yaştan büyük kişiler de vardı. 6 - 7 tane de büyük kadın vardı, onlar da bağırıyorlardı. Bunlar bizim karşımıza çıkar çıkmaz bir anda bizi taşlamaya başladılar ve ayrıca içinde sıvı bulunan molotofkokteyli bulunan cam şişeleri atmaya başladılar. Bu arada öndeki iki arkadaşımız ... ve ... bize doğru geri geri çekilmeye başlamışlardı, çünkü kendilerine çok yoğun bir şekilde taş atılıyordu. Ekip amirimiz ... da ‘Geri çekilin!’ diye bağırıyordu. Hep beraber geriye doğru çekilirken ... arkadaşımız ‘Şarjör düştü.’ diye bağırdı, geriye dönüp baktığımda ...'in geriye dönüp şarjörü almaya gittiğini gördüm, sonradan öğrendiğime göre bu düşen şarjör ...'un yedek şarjörüymüş. Ben ona bakarken sol ayak bileğimden taşla yaralandım ve biraz sendeledim, düşer gibi oldum geri kalktım, bu arada FN sesini duydum. FN sesi normal silah sesinden az sesli ‘Pat!’ diye bir ses şeklindedir, bu sesi duyunca arkada ... isimli arkadaşımızın savunma tüfeği ile ateş ettiğini anladım, ona baktığımda tüfek elinde idi. Ben ayağımdan taşla yaralandığım için ve sendelediğimden dolayı hemen geriye dönerek diğer köşeden tek başıma karakola doğru intikal ettim, olay yerinde kalan arkadaşlarımız da başka bir köşeden karakola doğru çekildiler. Biz karakolda buluştuğumuzda mahalleden bayanların ‘Köpekler!’ diye bağırtıları geliyordu. Biz de karakolun çevre güvenliğini daha da artırdık. Karakolun önünden geçen otobüsün kapısında bulunan bir bayan da ekip amirimiz ...'a ‘Seni tanıyorum köpek!’ diye bağırdı. Ben olay yerinde herhangi bir yaralı görmedim. Biz kimsenin evine taş atan çocuğu almak içinde gitmedik, zaten ara sokaklara da girmemiz mümkün değildi. Ayrıca zaten beni de teşhis etmediklerini söylemişlerdi.”,
İnceleme dışı sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım, 16.08.2010 tarihinde akşam 17.00 – 18.00 sıralarında biz diğer polis memuru arkadaşlarla birlikte Siteler Polis Merkezi Amirliğinin çevre güvenliğini almak için karakolun yan tarafında bulunan sağlık ocağı civarında devriye geziyorduk, bu sırada birkaç tane çocuk bize ileride karakola taş atan çocukların olduğunu söyleyince biz o tarafa doğru yöneldik, sağlık ocağından yaklaşık 20 metre uzaklaştık, bu esnada yanımda polis memuru arkadaşım ... da vardı, ben daha önce ...'da üç günlük savunma tüfeği kullanma kursuna katıldığım için timde Emniyet Müdürlüğü demirbaşına kayıtlı FN 303 plastik mermi atan savunma tüfeğini taşıma görevi de bendeydi, tim amir vekilimiz de ... idi, ben taş atan çocukları görünce diğer arkadaşlarımıza da seslendik, ... yanına ... ..., ..., Abdühamit Türe, ... ve ... isimli polis memurlarını da alarak geldi. Karşımızda yaklaşık 50 kişiden fazla 8 ile 25 yaş arasında değişen yaş gruplarında taş atan çocuklar vardı, bir kısmı da molotofkokteyli süsü verilmiş içerisinde su olduğunu tahmin ettiğimiz patlamayan şişeleri bize doğru fırlatıyorlardı ben daha önce bu tür olaylardan tecrübeli olduğum için savunma tüfeği ile çömelir vaziyette yere doğru ateş eder gibi yapınca grup dağılmaya başladı. Ben doğrulduğum sırada tüfeğin kayışı tabancamın yedek şarjörünü yere düşürdü, geri dönerken arkadaşım ... bana şarjörümün düştüğünü söyledi ve onu almaya doğru gitti ancak kalabalık da şarjörü yerde görünce onlar da şarjörü almak için yoğun bir şekilde taş atmaya ve ona doğru hamle yapmaya başladılar. Arkadaşım ...'e birkaç tane taş değdi, ben de arkadaşımı korumak ve kalabalığı dağıtmak için geri döndüm, yeniden çömelir vaziyeti aldım ve savunma tüfeği ile hedef gözetmeksizin yere doğru ateş ettim. Genelde ateş ederken savunma tüfeğinin şarjörünü çıkarırdım, ancak bu sefer işin önemi, taş atan grubun yaş ortalaması, bir çoğunun 20-25 yaş civarlarında olması, yerde yedek şarjörün bulunması ve arkadaşım ...' in de pozisyonunu düşündüğümden şarjörü çıkarma fırsatım olmadı. Birkaç kez yere doğru ateş ettim, grup dağıldı, bu sırada herhangi bir yaralanma olayı olmadı. Yere düşen herhangi bir şahıs da olmadı, sonra biz geri döndük. Normal görevimize devam ettik.Tim amirimiz ... benden yaklaşık 10 metre geride idi, tüfeği onun kullanması söz konusu değildir çünkü tüfeği kullanma görevi bana aittir, ne onun tüfeği kullanma yetkisi vardır, ne de benim tüfeği ona verme yetkim vardır. Tüfeği ... dâhil hiçbir arkadaşıma vermedim, tüm gün bende idi. Ben boyalı plastik mermi kullandığım için yaralandığı belirtilen ...'ın alnındaki mermi parçasının boyalı mermi olması gerekir, eğer bu mermi boyalı mermi değil ise benim tüfeğimden atılmamıştır. Benim dışımda orada savunma tüfeği kullanan herhangi bir polis memuru da yoktur. Eğer ...'ın alnındaki parça boyalı parça değil ise büyük ihtimalle benim sıktığım mermilerden birinin yere düşerek boyasını bırakmasından sonra sekip şikâyetçinin alnına değen parçadır. Çünkü mermi yere sıkıldığı zaman sekmektedir, kimi zaman da dağılmaktadır. Ben kesinlikle olay günü 8 yaşlarında bir çocuğu almak için arkadaşlarımla beraber şikâyetçinin evine gitmedim, kimse ile bu yaştaki çocuğu alıp götürmek hususunda tartışmadım. Yine 8 yaşındaki çocuğun yanında babasına savunma tüfeği ile ateş etmedim. Olayın mahiyeti bakımından iddia edildiği şekilde yaralanan kişiye de onun yanındakilere de 3 metre yaklaşmamız söz konusu olamaz, yoksa bize zarar verirlerdi. Ben hakkımdaki suçlamaları kabul etmiyorum, kimseyi kasti olarak yaralamadım, zaten kimseyi yaralamak için de ateş etmedim.”,
Mahkemede; “Suç tarihi itibarıyla PKK açısından önemli bir gün olduğundan dolayı görevimiz gereği Siteler Karakolu civarında güvenlik olarak görevlendirmiştik, suça konu olan silahı kullanma konusunda ben daha önceden eğitim almıştım, silah da benim üzerimdeydi, olay anında kalabalık bir grup tarafından içerisinde çocuklar ve büyükler de olduğu hâlde üzerimize taş atılmaya başlandı, bu sırada resmi görevliydik, bu sırada ilk gelen grubu püskürttük, dönüş sırasında taşıdığım tabancanın yedek şarjörü kullandığım FN 303 tipi silahın kayışına takıldı, tabancamın şarjörü düştü, akabinde yanımda görevli olan polis memuru ... şarjörü almak için müdahalede bulundu, o sırada müdahale ettiğimiz grup tekrar bize yöneldi, bu sırada ellerinde molotofkokteyli olduğunu düşündüğümüz şişeler vardı, ... bu sırada taşla yaralandı, ben de bunun üzerine tüfeği alıp eğilip yere doğru hedef küçülterek 6-7 el ateş ettim, daha sonra grup dağıldı, akabinde de yere düşen ya da yaralanan kimseyi görmedim, yaralama olayını karakola döndükten sonra duydum, yaralandığı iddia edilen ... ile daha önceden herhangi bir görüşmemiz, tanışıklığımız ve olay sırasında herhangi bir mücadelemiz yoktur, yine olay sırasında müdahale ettiğimiz grup içerisinde olup olmadığını da bilemiyorum Olay sırasında kullandığım FN 303 plastik mermi tüfeğini sadece ben taşıyordum, yanımdaki polislerden başka kişi yoktu, biz orada polis olarak resmi üniformalı 8 kişiydik. Geçici de olsa üzerimde taşıdığım FN 303 plastik mermi atan tüfeği kimseye vermedim, zaten kimse de kullanmasını bilmez, kursunu gördüğüm için biliyorum, FN 303 tipi plastik mermi atan silahlar 1 metreden başlamak suretiyle 50 metreye kadar etkilidir, zaten kursta da özellikle baş bölgesine ateş edilmemesi gerektiği öğretilmiştir. Katılan tarafın iddia ettiği gibi çocuk takip etmedik, yine çocuğu evinden alma şeklinde herhangi bir müdahalemiz olmadı, can güvenliğimiz olmaz. Diğer sanık ... o sırada yanımdaydı, gerek FN 303 tipi silahla gerekse başka bir silahla ateş ettiğini görmedim, yanımızda bulunan diğer polis memurları ..., ..., ..., ... ve ... vardı, başka kimse yoktu, yine olay anında olayı net gösterecek şekilde herhangi bir kamera kaydı da yapılmıyordu, ben FN 303 tipi silahla ateş ettiğim sırada öğleden sonra saat 03.00 sıralarıydı akşam olmamıştı, ben FN 303 tipi silahla ateş ettiğim sırada müdahale eden grup ile bizim aramızda en az 15 metrelik mesafe vardı. Her ne kadar farklı şekilde beyanda bulunduysam da akşam saat 18.00 sıralarındaydı, tabancamın şarjörü düştükten sonra müdahale eden grup yaş itibarıyla daha büyük bir gruptu, 25-30 kişilik bir gruptu. FN 303 tipi silahı sadece kurs görenler kullanabilir, 3 tane güvenlik vanası vardır, hepsinin sırayla açılması gerekir, kullanması zor olduğundan dolayı herkes kullanmasını bilmez.”,
Bozma kararından sonra Mahkemede; “Olayın üzerinden epey zaman geçmiştir. Suç tarihinde ... Öcalan'ın doğum yıl dönümü olması nedeniyle Siteler Karakoluna saldırı olacağı yönünde istihbarat raporuna istinaden görevlendirme yapıldı. Çevik kuvvete bağlı 8-10 kişilik özel tim olarak karakolda bulunuyorduk, karakola doğru 20 - 25 kişilik bir grubun geldiğini gördük, bana zimmetli olan FN 303 model savunma tüfeğini gelenlere doğru usulüne uygun olarak belden aşağı şekilde ateş ettim. O sırada karakola gelen şahıslar uzaklaştılar. Bu ateş etme olayından dolayı yaralanan veya yere düşen kişileri görmedim. Kimseye isabet ettiğini de görmedim. Diğer sanık ... olay tarihinde amir vekiliydi. Grubumuzun başındaydı. Aynı gün ikinci olay oldu. Bu kez 45-50 kişilik bir grup karakola saldırdı, bu olayı def etmek için şahıslara müdahale ettik, bana zimmetli olan silahı kullandım. O esnada da silahı usulüne uygun olarak kullandım. Belden aşağı ateş alacak şekilde kullandım. Bu olay sırasında şahıs yere düşmüş olabilir. Yere taş ya da molotofkokteyli almak için eğilmiş olabilir. Olay sırasında ben kimsenin vurulduğunu görmedim. Daha sonra şahsın kafasındaki materyalin görev listesinde ben de olan silaha ait olduğu söylendi. Bu olaylar olurken de diğer sanık ... benim yanımdaydı. Gruba müdahale ediliyordu. Ben silahımı kimseye vermedim. Diğer sanığın bana ait olan bu silahı kullandığını görmedim. Ayrıca bu silahı ben diğer sanığa kullanması içinde vermedim. Şahsın yaralandığını yaklaşık 1 saat sonra öğrendim.”,
Şeklinde ifade vermişlerdir.
Sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım, aynı zamanda özel tim amiriyim. 16.08.2010 tarihinde akşam 17.00-18.00 sıralarında Siteler Karakolunun çevre güvenliğini almıştık. Bir kısım arkadaşlarımı devriye güvenliği için karakolun etrafına yönlendirmiştim, ben de karakolun önünde duruyordum. O esnada aşağı taraftan polis memuru arkadaşlar ‘Gelin, gelin!’ diye bağırdılar, ben de yanımdaki ..., ... ..., ..., ... ve ... ile birlikte ... ve ...’ın bulunduğu yere doğru gittik. Gittiğimizde arkadaşlarımızın önünde 15 - 20 kişilik 12 - 15 yaş arasında değişen kalabalık bir grup gördük, ellerinde molotofkokteyli süsü verilmiş şişeler vardı ve arkadaşlarımızı taşlıyorlardı. Biz oraya doğru varınca bu 15 - 20 kişilik çocuk grubu kaçtı ve ara sokaklara dağıldı. O esnada ara sokaklardan 18 - 25 yaş arası 30 - 40 kişilik bir grup çıktı ve camlardan da kadınlar Kürtçe slogan atarak bağırarak onlara destek veriyorlardı. Yine ara sokaklardan 5 - 10 tane kadın da hızla bu kalabalığa doğru geliyorlardı. Arkadaşlarımız ... ve ... bizden yaklaşık 5 - 10 metre kadar öndeydi. Biz bu grubu görünce geriye doğru çekilmeye başlardık. ... ve ... de geriye doğru çekilmeye başladılar, ben bütün arkadaşlarıma ‘Geriye çekilin!’ diye bağırdım, o sırada ...'un belindeki yedek şarjörü düştü, bu ana kadar biz ne gaz mühimmatı ne de plastik mermi kullandık. Arkadaşın şarjörü düşünce ... arkadaşımız şarjörü almak için biraz ilerledi ve eğilip şarjörü aldı. Ancak bu sırada beline büyükçe bir taş geldi. O taş gelince de ... arkadaşımız onu ve bizi korumak amacıyla savunma tüfeği ile hafif çömelerek kalabalığın ayaklarına doğru yaklaşık 7 ile 10 kez arası ateş etti. ... isimli arkadaşımız da gelen taşlardan yaralanmıştı. FN ateşi olduğu sırada kalabalık korkarak dağıldı, ben de ekibi alarak karakola doğru geri çekildim, kalabalık da gözden kayboldu. FN savunma tüfeği ile ateş edilirken ben kimsenin yaralandığını görmedim, yere düşen herhangi bir şahıs da olmadı. Ben iddia edildiği şekilde tüfeği kullanmadım. Zaten benim bu tüfeği kullanma yetkim de yoktur. Yetkim olmadığı gibi bu tüfeği kullanma kursuna da katılmadım, bu tüfeği sadece ... isimli polis memuru kullanabilir. Zaten olay sırasında onun elinde idi, sadece o kullanabilir, ben elinden alıp kullanmadım. Ben hiçbir şekilde 8 yaşındaki bir çocuğu almak için kimsenin evine arkadaşlarım ile gitmedim, bu çocuğun babasını falan da görmedim, bunu arkadaşlarıma sorduğumda onlar da kimsenin evine gitmediklerini söylediler. İddialar tamamen asılsızdır, biz kendimizi savunmak amacıyla hareket ettik. Hakkımdaki suçlamaları kabul etmiyorum. Bana ilişkin yapılan teşhis de doğru değildir.”,
Mahkemede; “Suç tarihinin 16 Ağustos olması itibarıyla PKK için önemli günlerden biriydi, biz de güvenlik amacıyla Siteler Polis Merkezine görevimiz gereği gitmiştik, normalde 20 kişilik bir grubuz, ancak bir kısım arkadaşlarımız dinlendiği için olay anında diğer sanık da olduğu hâlde toplam 8 kişi müdahalede bulunduk, başımızda amir olmadığından dolayı kıdem itibarıyla diğer polislerden daha kıdemli olmam nedeniyle özel tim ekip amirliği bendeydi ve bu nedenle elimde telsiz vardı, ilk olarak küçük yaştaki çocukların bulunduğu bir grup bize saldırdı, müdahale edildi, arkasından 25 - 30 kişilik bir grup daha saldırdı, ellerinde ucu yanan şişeler vardı, aynı zamanda yandaki evlerden Kürtçe ya da Zazaca bağrılıyordu, ben talimat verip geri çekilmelerini istedim, bu esnada sanık ...'in beylik tabancasının şarjörü yere düştü, bu esnada yanımızda bulunan polis memuru ... şarjörü almak için müdahale edince sırtına taş geldi, bunun üzerine sanık ... FN 303 tipi silahla yere doğru ateş etti; ancak bu esnada kimsenin yere düştüğünü ya da yaralandığını görmedim, hatta bu sırada yine yanımızda bulunan ... isimli polis memuruna da taş gelmişti, birlikte geriye doğru çekildik, daha sonra yaralanma olayını duydum, ben ...'ı daha önceden tanımam. Olay esnasında görevli ekip içerisinde FN 303 tipi silahı taşıyan ve kullanmasını bilen sadece sanık ... vardır, ben geçici de olsa bu silahı almadım ve kullanmadım, kullanmasını da bilmiyorum. Katılan tarafın iddia ettiği üzere katılan ...'ın çocuğunun alınmaya çalışılması ve bu sırada ateş edilmesi olmadı. Ben 2007 yılından beri aynı bölgede görev yaptığımdan dolayı ve üzerime giydiğim kıyafetler ve kask nedeniyle ve boyum da 2 metre olmasından dolayı çevre tarafından bilinen ve tanınan biriyim, yine o tarihte çevik kuvvetteki en uzun polis memuru bendim, toplumsal olaylarda da uzun boylu iri olan polis memurları önde kullanıldığından dolayı ben de önde müdahalede bulunuyordum, hatta bana ‘kemik kıran, kafa kıran’ gibi lakaplar da kullanıyorlardı. Biz teşhis tutanağında üniformalı olarak teşhis edildik, ayrıca teşhis sırasında numaralarımız değiştirilmedi, aynı zamanda 16 kişi olması gereken sayıya rağmen 8 kişi olarak ve üniformalı olarak alındık, sanık ...'in FN 303'i kullanmasının sebebi de bize molotofkokteyli atılmıştı, ilk şişe kırıldı, ...'in üzerine geldi, yanmadı, ikinci molotofkokteylinin atılması sırasında ... FN 303 tipi tüfeği kullandı, aleyhe olan belge ve beyanları kabul etmiyorum, olay akşam 5.30-6.00 sıralarında oldu, yaralanma olayını da akşam ezanından sonra duydum. Olay sırasında ilk müdahalede bulunan ... ve ... bizi acilen çağırdıklarından dolayı bizim başımızda kask yoktu, ... ve ...'in başında kask olup olmadığını hatırlamıyorum, zaten belli cihazları kullanan, buna FN 303'ü kullanan da dâhil, kask takmaları ve ‘Robocop’ takmıyorlardı. Silahlarla ilgili rapor alan personel sayılı olduğu için yapılan toplantılarda müdürlerimiz biz dahi istesek bu tip cihazları bize vermeyin şeklinde talimat vermişlerdi, ben diğer sanıktan tüfeği isteseydim bana vermezdi. Hiyerarşik olarak ben sadece sicil olarak üstündeyim, sadece vereceğim talimatlar nöbet tutmaları, çalışmalarını kontrol ve araca biniş çıkışlarına yönelik talimat vermektedir, yine verilen kurslarda FN 303 tipi silahı kullananların mecbur kalmaları durumunda tabancadan önce FN 303 silahını kullanmaları yönünde talimat veriliyordu, ben olaya müdahale ettikten sonra arkadaşımızın yaralandığını da görünce ona müdahale edip geri çekilme talimatını ben verdim, başımızda daha üst bir amir olmadığı zaman ekibin sevk ve idaresi de bendedir; ancak görevlerimiz bellidir. Biz görevimiz gereği en doğru şekilde hizmet etmeye çalışıyoruz, benim annem ve babam da vatandaştır, görev yaptığımız sırada kişiler bazında herhangi bir ayrım yapmamız söz konusu değildir, silahı almam, ateş etmem söz konusu değildir, yanımda bulunan diğer arkadaşımın sırtından taş yiyip yaralanması nedeniyle onu kollamaya yönelik olarak müdahale ettim, daha önceden de benzer olaylarda biz de yaralanmıştık; ancak silahla ateş etmedim.”,
Bozma kararı sonrası Mahkemede; “Daha önceki ifadem aynı şekilde geçerlidir, bozma ilamını hiçbir şekilde kabul etmiyorum, iddianame ile açılan bu davaya ilişkin olarak da suçlamayı kabul etmiyorum, önceki savunmalarımı tekrar ediyorum.”,
Şeklinde savunmada bulunmuştur.
TCK’nın “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin 4. fıkrasının suç ve karar tarihindeki hâli; “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”, şeklinde iken 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle, bu fıkrada yer alan “onaltı” ibaresi “onsekiz” şeklinde değiştirilmiş, TCK’nın 87. maddesinin 4. fıkrası “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Konuya ilişkin TCK'nın 87. maddesinin gerekçesinde ise; “Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, ‘Genel Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin hükümler, burada da geçerlidir” açıklamasına yer verilmiştir.
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.).
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kasıt-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kasıt-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, ... 2015, s. 286 vd; Mehmet Emin Artuk, ... Gökcen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, ... 2009, c 3, s. 2484 vd.).
5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nın 87. maddenin 4. fıkrasına göre, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nın 86. maddesinin 1. fıkrası veya 1. fıkrası ile birlikte 3. fıkrası kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak şartıyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.
TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiilinin işlenmesi sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu ölüm neticesinin meydana gelmesi ihtimalinde TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanmasının gerektiği yönünde bir düşünce akla gelebilecek ise de, yukarıdaki açıklamalar da dikkate alındığında kanun koyucunun amacının bu olmadığı aşikârdır.
Öğretide de "...vücut üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikteki bir yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, bu fiil 87. maddenin 4. fıkrası bakımından tipik bir fiil değildir. Buna göre, her şeyden önce, kasten yaralama sonucunda meydana gelen ölüm neticesinin faile isnat edilebilmesi için kasten yaralamanın belli bir ağırlığa ulaşması gerekmektedir. Böylece kanun koyucu hafif nitelikteki yaralama fiilinin tek başına ölüm neticesini meydana getirebilecek tehlikeyi içermediğini kabul etmiş olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 86. maddenin 2. fıkrası kapsamında kalan yaralama tek başına ölüm neticesinin faile yüklenebilmesi bakımından yeterli değildir." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 4. Bası, ... 2017, s.193.); "...kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde ölüm neticesinin meydana gelmiş olması durumunda m. 87/son'un uygulanması mümkün olmayacaktır" (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 12. Bası, ... 2017, s.219.); "Bu nitelikli hâlin düzenlendiği TCK'nın 87/4. maddesinde, faile verilecek ceza belirlenirken 'yukarıdaki maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına' yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralanması ve/veya bu şekilde yaralamanın üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya silahla gerçekleştirilmesi durumunda anılan nitelikli hâl uygulanacaktır. Bu önermenin aksi düşüncesinden çıkan sonuç, TCK'nın 86/2. maddesinde düzenlenen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda, bu nitelikli hâl uygulanamayacaktır." (... Yaşar - ... Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, ..., 2014, s.3060-3061.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Sonuç olarak kasten yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK'nın 87. maddesinin 4. fıkrasının uygulanması için;
a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,
b- Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi,
c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d- Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Buna göre, fail mağduru yaralamak amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu istemelidir. Bununla birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de, ölmesini istemiş ve ölüm meydana gelmiş ise bu durumda kasten öldürmeden sorumlu tutulacaktır.
Madde metnine göre faile verilecek ceza belirlenirken kasten yaralama suçunun düzenlendiği TCK'nın 86. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek dereceden daha ağır şekilde yaralanması gerekmektedir. Anılan maddenin 2. fıkrasında karşılığını bulan basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda 87. maddenin 4. fıkrası uygulanamayacaktır.
Üçüncü şart olarak mağdurun ölmesi ve failin eylemi ile mağdurun ölümü arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Son olarak, failin meydana gelen bu ölüm sonucundan, en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması gerekir.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olay özelinde, beşinci bentte yer alan neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması şartı üzerinde ayrıntılı olarak durmakta fayda vardır.
Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edebilmek için de kanuni tarife uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması aranmıştır.
Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, "kaza" ya da "tesadüf" olarak adlandırılan bu hâl nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.
Diğer bir anlatımla; taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Öğretide, sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmadığı yönünde görüşler ileri sürülmüştür. (Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, ..., 2012, s. 358 vd.; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, ..., 2013, s. 277; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, ..., 2013, s.219.)
Öte yandan; 15.07.2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin "Adlî Tıp Üst Kurullarının görevleri" başlıklı 16. maddesinin 1. fıkrasında;
"(1)Adlî Tıp Üst Kurulları;
a) Adlî tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmayıp sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri,
b) Adlî tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri,
c)Adlî tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri,
ç) Adlî tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri,
d) Adlî tıp ihtisas kurulları ile Adlî Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri,
Konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar." düzenlemesi yapılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
16.08.2010 tarihinde, ... ili, Akdeniz ilçesine bağlı Şevket Sümer Mahallesi'nde bulunan Siteler Polis Merkezi Amirliği çevresinde güvenlik tedbiri alan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlilerine 20-25 kişilik çocuk grubunun taş ve molotofkokteyli süsü verilmiş içi boş şişeler atmaya başlamaları üzerine, görevli polis memurlarının yaşları küçük bu grubu dağıtmak için müdahale ettikleri, kaçmaya başlayan çocukları takip eden görevlilerin olay tarihinde 8 yaşında bulunan ... isimli çocuğu da taş atan çocuklar arasında bulunduğu iddiasıyla Karakola götürmeye çalıştıkları, ...’ın bu duruma karşı çıkan annesi ve yakınları ile polisler arasında tartışma çıktığı, tartışma seslerini duyan ve Ramazan ayı olduğu için evde yattığını ifade eden maktulün, evden çıkarak olan biteni öğrenmeye çalıştığı, “Bu yaştaki çocuğun göz altına alınmayacağını, isteniyorsa çocuğu kendisinin karakola getireceğini” ifade ettiği, görevlilerin ısrarlı tutumlarını sürdürmeleri üzerine de “Kendisini öldürmeden çocuğu götüremeyeceklerini” polislere söylediği, etrafın kalabalıklaşması üzerine sayıca yeterli olmadıklarını düşünen polis memurlarının olayın meydana geldiği mahalle arasındaki dar sokaktan çekilmeye başladıkları, bulunduğu polis grupta kıdemli olması nedeniyle amir vekili olan sanık polis memuru ...’un kullanmasını bilmediği, gerekli eğitimi almayanların kullanması da yasak olan FN 303 tipi savunma tüfeğini, bu silahı kullanmaya yetkili ...’tan aldığı, asla baş ve boyun bölgesi hedeflenerek ateş edilmemesi gerektiği açıkça belirtilen tüfeği, birkaç metrelik mesafeden ...’ın başını hedefleyerek ateşlediği, alın bölgesinden isabet alan maktulün yaralanıp yere düşmesinden sonra görevlilerin olay yerinden uzaklaştıkları, hastaneye kaldırılan ve ameliyat edilen ...’ın baş ve alın kısmından alınan parça ile FN 303 savunma silahının numune fişeğinin renk, şekil, kalınlık ve organik yapı bakımından benzerlik gösterdiğinin belirtildiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesince düzenlenen rapora göre; bu yaralanma dolayısıyla ...’ın yaşamının tehlikeye girdiği, başındaki kemik kırığının hayat fonksiyonlarına etkisinin ağır (4) derecede etkili olduğu, yüzde sabit iz oluştuğu, olaya bağlı olarak gelişmiş olan organik beyin sendromunun, iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalık niteliğinde olduğunun ifade edildiği, 19.12.2014 – 26.12.2014 ve 06.01.2015 - 13.01.2015 tarihlerinde nöbet geçirmesi nedeniyle ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesine başvuran maktulün tedavisinin yapılarak taburcu edildiği, 11.02.2016 tarihinde ise akciğer enfeksiyonu, yüksek ateş ile geldiği hastanede dâhiliye tarafından acil yoğun bakıma yatışının yapıldığı, kardiyak arrest geliştiği, entübe edildiği, yoğun bakım ünitesinde takibinin yapıldığı, takibi esnasında kültüründe acinetobacter ürediği, genel durumunun kötü olduğu, sanık ... tarafından başına FN 303 tipi tüfekle ateş edilmesinden 5 yıl 6 ay 17 gün sonra 03.03.2016 tarihinde hayatını kaybettiği, ölüm belgesinde; 03.03.2016 tarihinde saat 20.27’de öldüğü bildirilen ...’ın bulaşıcı olmayan doğal ölüm sonucu hayatını kaybettiği, ceset üzerinde otopsi işlemi yapılmadığı, belgenin “Ölüm nedeni ve doğrudan ölüme sebep olan hastalık ve durum” bölümüne “Pnömoni, tanımlanmamış” ibarelerinin yazılı olduğu, ... Devlet Hastanesi nöroşirurji uzmanı operatör Doktor ... tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda; “...’ın ölüm sebebinin 6 yıl önce geçirilmiş ateşli silah yaralanmasına bağlı olduğuna dair hiçbir bulgu tespit edilememiştir.” ibaresine yer verilirken Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 24.11.2017 tarihli raporun sonuç kısmında; “Kişinin ölümünün ateşli silah yaralanması ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği, kişinin 16.08.2010 tarihinde maruz kaldığı ateşli silah yaralanmasıyla ölümü arasında illiyet bağının kurulmasının kabulü gerektiği oy birliği ile mütalaa olunur.” ifadesine yer verildiği anlaşılan olayda;
11.02.2016 tarihinde akciğer enfeksiyonu ve yüksek ateş şikâyeti ile geldiği hastanede vefat eden maktulün ölüm belgesinde ölümün yaralanma ile bağlantısı olmayan pnömoni sonucu doğal ölüm olarak belirtilmiş olması, ... Devlet Hastanesi nöroşirurji uzmanı operatör Doktor ... tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda; ölüm sebebinin 6 yıl önce geçirilmiş ateşli silah yaralanmasına bağlı olduğuna dair hiçbir bulgu tespit edilemediği şeklindeki tespit ile Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 24.11.2017 tarihli raporda “Kişinin ölümünün ateşli silah yaralanması ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği, kişinin 16.08.2010 tarihinde maruz kaldığı ateşli silah yaralanmasıyla ölümü arasında illiyet bağının kurulmasının kabulü gerektiği” yönündeki tespitlerin birbirleri ile açıkça çeliştiği anlaşılmış olup bu çelişki Adli Tıp Üst Kurula başvurmak için gerekçe oluşturmayacak ise de; yaralanma ile ölüm arasında geçen zaman dilimi, maktulün hastaneye başvuru nedeni ve hastalığı hakkında konulan tanının önceki yaralanma sonucu oluşan kalıcı nitelikteki hastalık ile irtibatının kurulamaması gibi nedenler illiyet bağının kurulmasında şüphe oluşturduğundan;
15.07.2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin "Adlî Tıp Üst Kurullarının görevleri" başlıklı 16. maddesinin 1. fıkrasında; "(1) Adlî Tıp Üst Kurulları; a) Adlî tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmayıp sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, (...) konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar." düzenlemesi karşısında maddi gerçeğin tereddütsüz ortaya konulmasının temini bakımından Adli Tıp Üst Kurulundan alınacak rapora göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği, bu yapılmadan Yerel Mahkemece sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanan itirazının kabulüne, Yargıtay 1. Ceza Dairesince verilen onama kararının sanık ... hakkında kurulan hüküm yönünden kaldırılmasına, ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince sanık ... hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesince verilen 24.02.2021 tarihli ve 4948-2389 sayılı onama kararının sanık ... hakkında kurulan hüküm yönünden KALDIRILMASINA,
3- ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 31.10.2019 tarihli ve 61-330 sayılı, sanık ... hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 26.04.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.