Esas No: 2019/49
Karar No: 2022/354
Karar Tarihi: 17.05.2022
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/49 Esas 2022/354 Karar Sayılı İlamı
Ceza Genel Kurulu 2019/49 E. , 2022/354 K."İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 61-134
Nitelikli yağma suçundan sanıklar ..., ..., ..., ..., ... ve ...’in TCK'nın 149/1-c, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.05.2015 tarihli ve 187-151 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 14.12.2015 tarih, 7860-45960 sayı ve oy çokluğu ile;
“1- Sanıklar ... ve yeğeni ... ile katılan ... arasında daha önceki şirket ortaklığı nedeniyle husumetin bulunduğu, ... ailesinin vefat eden babası ... ile katılan ...'ın 1996-1997 yıllarında birlikte kurdukları Doğa Turizm İnş. Tic. Ltd. Şti. adına Yalova ilinde taşınmaz aldıkları, zaman içerisinde katılan ...'ın şirket içinde sermaye artırımına gitmesine karşın, ... ailesinin bu duruma uyum sağlayamadığı, dolayısıyla ... ailesinin kurulduğu güne oranla şirket içindeki ortaklık payının azaldığı, ... vefat ettikten sonra çocukları ve eşine geçen payın % 0,6 değerine kadar gerilediği, ancak şirkete ait taşınmazın ederi zaman içerisinde arttığı halde, ... ailesinin şirketteki payı oranında taşınmaz üzerindeki mali haklarında da azalma olduğu, taşınmaz üzerindeki parasal haklarında eksilme olmasına rağmen, katılan ...'ın oluşan zararı gidermediğini düşünen ve ölüm nedeniyle hakkında düşme kararı verilen sanık ... ... ...'in diğer aile bireylerinden alınan vekâletnamelerle yetki sahibi kılınarak şirket payını, sanık ...'na noterde devrettiği, bu işlemden sonra hak sahibi olan sanık ... ile katılan arasında şirket payı ve şirkete ait taşınmaz nedeniyle var olan husumetin devam ettiği, sanık ...'in kendisine ulaşmasından sonra katılan ...'in tedirgin olup, oğlu katılan ...'ın tanıdığı sanık ...'ya ulaştıkları, sanık ...'in de sanık ...'i tanıdığını bildiği sanık ...'ı arayıp bu husumeti gidermesi için aracı olmasını istediği, katılanların da rızasıyla birçok defa katılan ... ve sanık ... arasında görüşmeler ve toplantılar yapıldığı,katılan ...'in 19.12.2008 tarihli suç duyurusu içerir dilekçesinde sanıklar ..., ... ve ...'yı bağdaştırıcı tanıklar olarak belirtirken, daha sonraki dilekçelerde ve kovuşturmada sanıkların da işin içinde yer alıp kendilerini tehdit etmeye çalıştıklarını, sanık ...'in 35.000 dolar talep ettiğini, sanık ...'in para taleplerini engellemek için sanık ...'e durumu anlatacağını beyan ettiği; çelişkili ve değişen beyanlara göre bu görüşmelerde sanıklar ...,... ve ...'nın arabulucu olarak yer aldıklarının kabulünde zorunluluk bulunduğu, katılana karşı tehdit içeren konuşmalar yapmadıkları, sanıklar ... ve ...'un ise bu toplantılarda hiç yer almadıkları, sadece sanık ...'in telefon görüşmeleri ve mesaj atmak suretiyle katılanlar ...ve ...'i tehdit edip 11.03.2008 tarihinde şirketin % 19,4'lük hissesini cebirle noterde devraldığı göz önünde bulundurulduğunda, sanıklar ..., ..., ..., ... ve ...'nun yağma suçuna iştirak ettiklerine ilişkin iletişim tespit tutanakları ve diğer somut kanıtların nelerden ibaret olduğu temyiz denetimine olanak sağlayacak biçimde karar yerinde gösterilip tartışılmadan, yazılı biçimde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
2-Sanık ...'nun katılan ...'in çoğunluk hisseye sahip olduğu Doğa Turizm İnş. Tic. Ltd. Şti.nde % 0,6 oranında pay sahibi olduğu, ancak payının şirketin sahibi olduğu taşınmazda daha büyük olması gerektiğini iddia ettiği, katılanı tehdit ederek şirket hissesini % 20 oranına çıkardığının anlaşılması karşısında; sanığın hukuki durumunun ve eylemlerinin nitelendirilmesi ile somut olayda 5237 sayılı TCK'nın 150/1. maddesinde tanımlanan, bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hareket edilip edilmediğinin tartışmasız bırakılması,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 19.04.2016 tarih ve 61-134 sayı ile bozmaya direnerek önceki hükümler gibi sanıkların nitelikli yağma suçundan mahkûmiyetlerine karar vermiştir.
Bu hükümlerin de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28.05.2018 tarihli ve 373327 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK'nın 307. maddesi uyarınca Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 15.01.2019 tarih ve 1942-25 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Yerel Mahkemenin sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... hakkındaki hükümlerinin Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin,
2- Sanık ...’na atılı nitelikli yağma suçunun TCK’nın 150/1. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının,
Belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
a- Yerel Mahkemece nitelikli yağma suçundan yargılanan sanıklar ..., ... ve ... müdafileri hazır bulundurulmaksızın hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının,
b- Yerel Mahkemece direnme kararına konu hükümler kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının ve CMK'nın 216. maddesine aykırılık bulunup bulunmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Yerel Mahkemece nitelikli yağma suçundan yargılanan sanıklar ..., ... ve ... müdafileri hazır bulundurulmaksızın hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığı;
Sanıklar hakkında nitelikli yağma suçundan açılan kamu davalarında, sanık ...’nun Av. ...’e, sanık ...’ın Av. ...’na, sanık ...’nın ise Av. ...’a vekalet verdikleri,
Sanık ...’nun müdafisi olan Av. ...'in 18.04.2016 tarihli, sanık ...’in müdafisi olan Av. ...'ün ise 19.04.2016 tarihli mazeret dilekçeleri gönderdikleri,
Yerel Mahkemece, 19.04.2016 tarihli oturumda sanıklar müdafilerinin mazeretlerini belgelendirmediklerinden bahisle taleplerinin reddine karar verilerek duruşmaya devam edildiği, sanıklar ..., ... ve ...’nın müdafilerinin hazır bulunmadığı aynı oturumda tüm sanıklar hakkında nitelikli yağma suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü; ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasa'nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 11/I, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşma'nın 14/3-b-d, Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi'nin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrasında, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK'nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK'da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun'un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
5271 sayılı CMK'nın “Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
"Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır" şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesi ile bu fıkraya "Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir" cümlesi, 24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 96. maddesi ile de "mazeretsiz olarak" ibaresinden sonra gelmek üzere "duruşmaya gelmemesi veya" ibaresi eklenmiştir.
Ceza muhakemesinde “derhal uygulama” kuralı geçerlidir. Bu ilke gereğince, bir usül işlemine o sırada yürürlükte bulunan hukuk kuralı uygulanır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler.
5271 sayılı CMK'nın "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesi;
"(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir" şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya "Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez" cümlesi eklenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
5237 sayılı TCK'nın 149. maddesinin 1. fıkrası uyarınca cezasının alt sınırı 10 yıl olan ve 5271 sayılı CMK'nın zorunlu müdafiliği kabul ettiği nitelikli yağma suçundan yapılan yargılamada, hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan CMK'nın 150. maddesinin 3. fıkrası, 151. maddesinin 1. fıkrası ve 188. maddesinin 1. fıkrası hükümleri uyarınca, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar ..., ... ve ... müdafilerinin yokluğunda, adı geçen sanıklar hakkında yeni bir müdafi görevlendirilmeden ya da oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun CMK'nın 289/1-e maddesi uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu, bu usule aykırılıklar nedeniyle Yerel Mahkemece verilen hükümlerin, incelemeye konu her altı sanık bakımından diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
2- Yerel Mahkemece direnme kararına konu hükümler kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının ve CMK'nın 216. maddesine aykırılık bulunup bulunmadığı;
Nitelikli yağma suçundan açılan kamu davalarının birleştirilerek yapılan yargılama sonucunda sanıkların TCK'nın 37. maddesi delaletiyle 149/1-c, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.05.2015 tarihli ve 187-151 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 14.12.2015 tarih ve 7860-45960 sayı ile; sanıklar ..., ..., ..., ... ve ...'nun yağma suçuna iştirak ettiklerine ilişkin iletişim tespit tutanakları ve diğer somut kanıtların nelerden ibaret olduğunun temyiz denetimine olanak sağlayacak biçimde karar yerinde gösterilip tartışılmadığından, sanık ... hakkında ise TCK’nın 150. maddesinin birinci fıkrasının uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığının tartışılmadığından bahisle bozulmasına karar verildiği, bozmadan sonra Yerel Mahkemece 19.04.2016 tarihli oturumda bozma ilamı okunarak Cumhuriyet savcısına söz verildiği ve Cumhuriyet savcısının önceki kararda ısrar edilmesini talep ettiği, aynı oturumda sırasıyla söz verilen katılanlar vekili ve katılanların direnme kararı verilmesini; ardından söz verilen sanıklar ve müdafilerinin ise bozma ilamına uyulmasının talep ettikleri, akabinde ise Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanıklar ve müdafilerine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararına konu hükmün kurulduğu anlaşılmaktadır.
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK'nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK'nın "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesi;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname'nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.” cümlesi eklenmiştir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanun'da da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen yasa ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.
Öte yandan, iddia makamının esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da ilintili olduğunda kuşku yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir.
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.
Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır... Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir... Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır.” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, ..., ....193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez... Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir... Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Dr. Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, ..., 1970, ....258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğundan, incelemeye konu dosyada 19.04.2016 tarihli oturumda Cumhuriyet savcısı tarafından beyan edilen ve CMK’nın 216. maddesinin 1. fıkrası uyarınca duruşmada ortaya konulan delile yönelik olan “Önceki kararda ısrar edilmesi talep ve mütalaa olunur.” şeklindeki sözlerin esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla Yerel Mahkemece Cumhuriyet savcısının esasa ilişkin görüşü alınmadan ve hazır bulunan sanıklar ve müdafilerine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan direnme kararına konu hükmün kurulduğu kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklanan bu usule aykırılıklar nedeniyle Yerel Mahkemenin sanıklar hakkında kurduğu direnme kararına konu hükümlerin, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanıklar ve müdafilerine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi ve duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar ..., ... ve ... müdafileri hazır bulundurulmaksızın hükümler tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden, diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuçlar karşısında, Yerel Mahkemenin sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... hakkındaki hükümlerinin Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğine ve sanık ...’na atılı nitelikli yağma suçunun TCK’nın 150/1. maddesi kapsamında kalıp kalmadığına ilişkin uyuşmazlık konuları değerlendirilmemiştir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- ... 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.04.2016 tarihli ve 61-134 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin,
a- Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanıklar ve müdafilerine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamanın bitirilmesi,
b- Duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar ..., ... ve ... müdafileri hazır bulundurulmaksızın hükümler tesis ve tefhim edilmesi,
İsabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.05.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.