Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/3 Esas 2022/397 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2021/3
Karar No: 2022/397
Karar Tarihi: 02.06.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/3 Esas 2022/397 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2021/3 E.  ,  2022/397 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi:Ceza Dairesi


    . 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.04.2018 tarihli ve 101-156 sayılı kararıyla sanıklar ... ve ...’ın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna; sanıklar ..., ... ve ...’in silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan TCK'nın 314/3 ve 220/7 maddesi delaletiyle 314/2, 220/7, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 63. maddeleri gereğince cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna ilişkin hükümlere yönelik, sanıklar müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 04.02.2019 tarih ve 2125-325 sayılı kararıyla sanıkların beraatlerine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcılığınca yapılan temyiz başvurusu üzerine dosyayı inceleyen (Kapatılan) Yargıtay 16. Ceza Dairesince 13.01.2020 tarih ve 5421-44 sayı ile, Cumhuriyet savcılığınca süresinden sonra temyiz talebinde bulunulduğundan temyiz taleplerinin reddine karar verilmiştir.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 29.04.2020 tarih ve 42190 sayı ile;
    ''...Bölge Adliye Mahkemeleri ceza daireleri tarafından verilen hükümler kural olarak temyize tabidir (CMK 286/1). Bu genel kuralın istisnaları CMK'nın 286/2 maddesinde sayılmak suretiyle belirtilmiştir. Temyiz eden, temyiz sebeplerinin temyiz başvurusunda göstermek zorundadır (CMK 294/1). Temyiz süresi hüküm yüzüne karşı açıklananlar yönünden tefhim tarihinden, yoklukta karar verilenler yönünden ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gündür. Bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunduğu halde temyiz sebeplerini bildirmeyenler için CMK'nın 295.maddesinde temyiz süresinin bitiminden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamak üzere yedi günlük bir ek süre verilmiştir. Bu ek süre yasa koyucu tarafından hak kayıplarını önlemeye matuf konulan bir süredir. Bu özelliği itibariyle herhalde temyiz süresini daraltan değil fakat özellikle sebep bildirme zorunluluğu bakımından bu süreyi genişleten bir etkiye sahiptir.Somut olayda duruşma açılarak verilen bu karara karşı karar tarihi olan 04/02/2019 günü ... Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı tarafından sanıklar aleyhine müddeti muhafaza talebi ile temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Gerekçeli kararın Cumhuriyet Savcısına görüldüye gitme tarihi 11/02/2019 günü olup, Cumhuriyet Savcısı tarafından 22/02/2019 temyiz gerekçelerini içeren temyiz dilekçesi verilmiştir. Yüksek Daire gerekçeli kararın onaylanarak Cumhuriyet Savcısının UYAP görüldü ekranına düştüğü tarihi esas alarak yedi günlük süreyi belirlemiş ve bu süreden sonra verilen temyiz sebeplerini gösterir temyiz dilekçesini nazara almayarak temyiz isteminin sebep gösterilmemesi gerekçesi ile reddine karar vermiştir.Tefhimle 04/02/2019 günü temyiz süresinin işlemeye başladığı ve sürenin 19/02/2019 günü sona erdiği, Cumhuriyet Savcısının 04/02/2019 günü temyiz sebeplerini içermeyen bir müddeti muhafaza dilekçesi ile hükmü temyiz etmiş, Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi gerekçeli kararını 11/02/2019 günü onaylayarak Cumhuriyet Savcısına UYAP sistemi üzerinden göndermiştir. CMK'nın 295. maddesinde yazılı sürenin bu tarihten itibaren başladığı kabul edildiğinde Cumhuriyet Savcısının temyiz sebeplerinin bildirme süresinin 18/02/2019 günü bittiği, oysa ki hala hükmün temyiz süresinin sona ermediği, bu durumda ek sürenin temyiz süresinden önce bitmesi gibi çelişik ve yasal düzenlemenin ruhuna aykırı bir durumun ortaya çıktığı, bu itibarla Yüksek daire uygulamasının somut olay bakımından bir hak ve yetkiyi daraltıcı etki yaptığı kanaatine varılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet Savcısının 22/02/2019 günlü temyiz sebeplerini içeren dilekçesinin, temyiz süresinin bitim tarihi olan 19/02/2019 esas alınarak yapılan hesaplamada CMK'nın 295. maddesinde yazılı yedi günlük ek süre içinde olduğu kabul edilerek temyiz isteminin esastan incelenmesi gerektiği düşüncesi ile Yüksek Dairenin temyiz isteğinin reddine dair kararına itiraz etmek gerekmiştir. (Sanıklar ... ve ... hakkındaki kararlar itiraz kapsamı dışındadır'' görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi 28.09.2020 tarih ve 3167-4704 sayı ile;''...Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir (CMK. 286/1 m.). Temyiz yoluna kimlerin başvurabileceği aynı kanunun 260-262. Maddelerinde tahdidi olarak sayılmıştır. 5271 sayılı CMK'nın öngördüğü kanun yoluna başvurma yöntemi bakımından Cumhuriyet savcıları ile diğer başvurucular arasında bir ayrım yapıldığı, öngörülen yasal şartların Cumhuriyet savcıları yönünden daha katı uygulanması gerektiği görülmektedir (CMK. 273/5 m. Gibi). Hal böyle iken yargılama hukuku normlarının, savcının temyiz süresinin uzatılması sonucunu doğuracak biçimde sanık aleyhine yorumlanması yargılama hukukunun temel ilke ve amaçlarıyla bağdaşmaz. Olağan bir kanun yolu olarak düzenlenen temyiz davası yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanmasında zorunluluk bulunmaktadır. (AYM ... İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37), Anayasanın 36/1, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddeleri ile teminat altına alınan (AYM .... Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.Şti., B. No: 2014/13156, 20.04.2017, § 34) ve bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek, uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen (AYM Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52) Mahkemeye erişim hakkı bağlamında; kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet ettiğinde (AYM Ertuğrul Dalbaş, B. No: 2014/7805, 25/10/2017, § 59), şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya konulmak şartıyla (AİHM Galstyan/Ermenistan Başvuru no; 26986/03 15.01.2007 t.) öngörülen usul şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağında (AİHM Sjöö/İsveç Başvuru no; 37604/97) kuşku yoktur. Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairelerince verilen temyizi kabil kararların temyiz süreleri, hükmün açıklanmasından (CMK. 291/1 m.) ya da tebliğ tarihinden (CMK. 291/2 m.) itibaren 15 gündür. Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır (CMK. 294/1). Aksi halde temyiz istemi gerekçesiz olduğundan bahisle reddedilecektir (CMK. 298/1). Bu nedenle kanun yollarına etkin başvuru hakkının kısıtlanmaması bakımından kanun vazıının aynı kanunun 295. maddesinde taraflara bir ek süre tanıdığı görülmektedir. Buna göre; "Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir."
    Somut olayda;04.02.2019 tarihinde tefhim edilen karara karşı aynı gün müddeti muhafaza talebinde bulunan Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının 11.02.2019 tarihinde tebliğ edilen kararla ilgili olarak temyiz sebeplerini bildiren 22.02.2019 tarihli dilekçesinin CMK'nın 291. maddesinde öngörülen 15 günlük ve 295. Maddesinde öngörülen yedi günlük yasal süre geçtikten sonra verilmesi sebebi ile süresinde ve sebepleri de içerir nitelikte olmadığı anlaşıldığından; Dairemizin kararında bir isabetsizlik bulunmamakla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçeleri yerinde görülmemiştir.'' şeklinde açıklanan gerekçeyle itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; süresi içinde verdiği temyiz dilekçesinde gerekçeli kararın tebliğini talep eden Cumhuriyet savcısına, CMK’nın 295/1. madde ve fıkrasınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmesinin zorunlu olup olmadığına, bu bağlamda yedi günlük temyiz süresinin hangi tarihten itibaren hesaplanması gerektiğine, Cumhuriyet savcısının 05.02.2019 tarihli süre tutum dilekçesinde yer alan ‘’Usul ve yasaya aykırı hususları içermesi nedeniyle’’ şeklinde yer alan ifadelerin CMK’nın 288 ve 294. maddeleri bakımından geçerli temyiz nedeni sayılıp sayılmayacağına ve temyiz incelemesinin hangi kapsamda yapılacağına ilişkindir. İtiraz kapsamına göre inceleme sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.İncelenen dosya kapsamından;Sanıklar ... ve ...’ın silahlı terör örgütüne üye olma, sanıklar ..., ... ve ...’in silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik yapılan istinaf başvuruları üzerine duruşmalı inceleme yapan ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 04.02.2019 tarihinde sanıkların beraatlerine karar verilmiş, kararda temyiz yoluyla ilgili kanuni düzenlemelerden bahsedilen son bölümde gerekçeli temyiz dilekçesiyle ilgili 7 günlük süre ve sonuçlarından bahsedilmediği,
    Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyaya sunulan 05.02.2019 tarihli süre tutum dilekçesinde ''...Temyiz yoluna gidileceğinden...Usul ve yasaya aykırı hususları içermesi nedeniyle, yukarıda zikredilen kararın bozulması için temyiz yoluna gidilecektir. Temyiz layihamızı hazırlamak üzere, gerekçeli kararın Başsavcılığımıza tebliği, Kamu adına talep olunur'' ifadelerine yer verildiği,Gerekçeli karar Cumhuriyet Başsavcılığına 11.02.2019 tarihinde tebliğ olunduğu hâlde Cumhuriyet Başsavcılığınca gerekçeli temyiz dilekçesinin 22.02.2019 tarihinde sunulduğu, Anlaşılmıştır. Özel Daire temyizin süresinden sonra yapıldığı için talebin reddine karar vermiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise aşağıda ayrıntılı olarak inceleneceği üzere temyiz süresinin Özel Daire tarafından yanlış hesaplandığı düşüncesiyle karara itiraz etmiş ve temyiz talebinin esastan incelenmesini talep etmiştir. Her ne kadar itiraz temelde 15 gün ve 7 gün olarak öngörülen iki farklı sürenin birlikte nasıl hesaplanacağına ilişkin ise de uyuşmazlık konusunun tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi ve somut olayda incelenebilir bir temyiz talebi bulunup bulunmadığının kesin olarak tespiti için sırasıyla temyiz başvurusunda neden gösterme zorunluluğu ve süre tutum dilekçesinde yer alan ifadelerin hukuken geçerli temyiz talebi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, CMK'nın 295/1. maddesinde öngörülen 7 günlük sürenin nasıl hesaplanacağı ile sürenin başlayabilmesi için bu düzenlemenin taraflara ihtar edilmesi gerekip gerekmediği hususları yanında, eski hâle getirme kurumu ve Cumhuriyet savcılığının eski hale getirme yoluna başvurup başvuramayacağı hususlarına değinilecektir.
    I-Temyiz başvurusunda neden gösterme zorunluluğu bakımından;
    1412 sayılı CMUK’nın “Temyiz istidası ve ihtiva edeceği noktalar” başlığını taşıyan 313. maddesi;
    “Temyiz eden taraf hükmün hangi cihetine itiraz ve neden dolayı bozulmasını talep etmekte olduğunu temyiz istidasında veya beyanında veyahut layihasında gösterir.
    Temyiz için istinad edilen sebeplerde muhakeme usulüne müteallik hukuki bir kaideye mi yoksa kanuni diğer hükümlere mi, muhalefet etmiş olmasından dolayı itiraz olunduğu gösterilir.
    Birinci hâlde kanuna muhalif olan vak’alar izah olunur.”,
    5271 sayılı CMK’nın “Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi ise;
    “1- Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
    2- Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.”
    Şeklinde düzenlenmiştir.İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür.
    Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir. 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinin, örneğin; "Hükmü temyiz ediyorum.", , "Resen dikkate alınacak nedenlerle temyiz ediyorum", "Hükmün bozulmasını istiyorum", “Hüküm usul ve kanuna aykırıdır.” şeklindeki dilekçelerde olduğu gibi herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hâllerinde olduğu üzere usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddi gerekir.Somut olayda Cumhuriyet savcılığınca dosyaya sunulan ve gerekçeli kararın tebliğini talep eden dilekçe içeriğinde yer alan ''Usul ve yasaya aykırı hususları içermesi nedeniyle'' şeklindeki ifadeler geçerli bir temyiz nedeni olarak kabul edilemeyeceğinden temyiz incelemesine konu edilmesi mümkün değildir.II-Somut olayda temyiz süresinin nasıl hesaplanacağı hususu bakımından;
    Anayasamızın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesinin ikinci fıkrası "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." hükmünü içermektedir.İlk derece mahkemesinin hükümlerine karşı kanun yoluna başvuru hakkının Sözleşme kapsamında korunması gereken bir hak olarak kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 nolu protokolle gerçekleşmiştir. Protokol, 22.11.1984 tarihinde imzalanmış; 01.11.1988’de yürürlüğe girmiş; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 25.03.2016 tarihinde onaylanarak iç hukukumuzun bir parçası hâline gelmiş bulunmaktadır. Protokolün "Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı" başlıklı 2. maddesi "Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir." şeklinde düzenlenmiştir.
    Anılan protokol ile adil yargılama ilkesi kapsamında cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı kabul edilmiştir. Bu hakkın istisnaları ikinci fıkrada gösterilmiş olup yasada düzenlenmiş hâliyle az önemli suçlar ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılanması ve beraat kararının temyiz edilmesi sonrası verilen mahkûmiyet hâlleridir. Bazı görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanması hâlinde bu istisna uygulanabilecektir. Sözleşmede istisna getirebilme olanağına rağmen İç hukukumuzda ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek iki dereceli sistem benimsendiği anlaşılmaktadır.
    5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin ikinci fıkrası;
    "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir."
    "Kararların gerekçeli olması" başlıklı 34. maddesi;
    "(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.
    (2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir"
    "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddenin 6. fıkrası;
    "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir"
    "Eski hâle getirme" başlıklı 40. maddesi;
    "(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
    (2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır."
    "Temyiz istemi ve süresi" başlığını taşıyan 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesi;
    "(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
    (2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar." şeklinde düzenlenmiş iken,
    7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik ile;
    "(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
    (2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar."
    "Temyiz başvurusunun içeriği" başlığını taşıyan 294. maddesi;
    "(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
    (2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.",
    "Temyiz gerekçesi" başlığını taşıyan 295. maddesi ise;
    "(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.
    (2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.
    (3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır."
    Hükümlerini içermektedir.Bir kanun yolu başvurusunun esas yönünden mercisince incelenmesi, Anayasamızın 36. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında kalmaktadır.
    Anayasamızın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13. maddesi "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz" şeklindedir.
    Öğretide de kanun yoluna başvurmanın bir insan hakkı olduğu ifade edilmiştir (Yenisey-Nuhoğlu, Ceza Muhakeme Hukuku, 4. Baskı, .... 838).
    Görüldüğü üzere; temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına bağlıdır. Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı da bu anlamda mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak ölçülülük ilkesi uyarınca sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması da gerekir.
    Anayasal ve yasal nitelikteki söz konusu emredici düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; Yargı mercilerince verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve mercisinin tereddüde yer vermeyecek açıklıkta taraflara bildirilmesi gerektiği şeklindeki düzenleme ile kanun koyucunun Anayasa’daki emredici düzenlemeye paralel şekilde ilgililerin "kanun yolu" başvurularında hak kayıpları ile sonuçlanabilecek yanılgıyı önlemek için ayrıntılı düzenleme yapmak ihtiyacını hissettiği görülmektedir.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması, hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet etmekte olduğu, bu bakımdan iç hukuktaki usullerin belirli ve öngörülebilir olması koşuluyla yargısal başvuruların birtakım kurallara tabi tutulmasının tek başına mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirilemeyeceği ancak mahkemelerin iç işleyişlerine ilişkin süreçlerdeki aksama ve hatalardan kaynaklanan sorumluluğun ilgililere yüklenemeyeceği ve dava açma sürelerini düzenleyen karışık ve dağınık olan mevzuatın aşırı şekilci yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceği kabul edilmiştir.Süresi içinde vermiş olduğu dilekçeyle sebep göstermeksizin hükmü temyiz eden tarafın, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya kararın kendisine tebliğinden itibaren gün içinde sunacağı dilekçeyle sebep bildirmesi gerekmektedir. Bu sürenin "hak düşürücü" veya "düzenleyici" nitelikte olduğu uygulamada ve doktrinde tartışmalıdır. Hukuki bir konuda kesin çizgilerle ayrışmış bir tartışma varsa ve yargı organları aynı konuda farklı sonuçlara varıyorlarsa taraflar açısından yasanın öngörülebilirliği ilkesinde sorun olduğu sonucuna ulaşılabilecektir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama, sistemde değişiklik yapan ve istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı CMK’nın uygulandığı ilk dönemlerde yanılgı hâli olarak makul görülebilecektir. Kaldı ki, CMK’nın 291. maddesinin 1. fıkrasında 7 gün olan temyiz süresi, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 15 gün olarak yeniden düzenlenmiş, CMK'nın 295. maddesinin 1. fıkrasında yer alan temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesine dair 7 günlük sürede ise herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu husus da, avukatlar da dahil başvurucuların temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçeyi verebilecekleri süre konusunda yanılmalarını mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda itiraz kapsamında belirtildiği şekilde somut olayda 7 günlük ek sürenin 15 günlük temyiz süresi dolduktan sonra başlatılması, yani 19.02.2019 tarihinden başlatılarak 26.02.2019 tarihi olarak belirlenmesi ve 22.02.2019 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinin süresinde kabul edilmesi CMK'nın 295/1. maddesinde yer alan ve gerekçeli karar tebliğinden itibaren 7 gün sonrasına işaret eden açık ifadeler karşısında mümkün değildir. Yine itiraz yazısında öne sürüldüğü gibi Özel Daire kabulüne göre gerekçeli karar tebliğ tarihinden 7 gün geçtikten sonra belirlenen 18.02.2019 tarihi ve hükümden 15 gün sonrası olarak belirlenen 19.02.2019 tarihi olmak üzere iki farklı temyiz tarihi olduğu, bunun da çelişkiye sebep olacağı şeklindeki görüşe de katılmak mümkün değildir, zira 7 günlük süre, temyiz başvurusunda gerekçe gösterilmemiş ise kararın tebliği üzerine gerekçeli bir temyiz dilekçesi verilebilmesi için tanınmış istisnai bir süre olup asıl temyiz süresi hükümden sonra 15 gündür, yani olayımızda 19.02.2019 tarihidir. Kararın tebliğinden itibaren hesaplanacak yedinci günün on beşinci günden önceye denk gelmesi asıl süre olan 15 günlük temyiz süresini kısaltamaz. Bu nedenle itiraz yazısı içeriğinde ileri sürüldüğü gibi kanuni düzenlemede üçüncü bir yaklaşımı gerektiren herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Tebliğin 15 günlük süre içinde yapılması durumunda 7 günlük sürenin 15 günlük sürenin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğine ilişkin, adli tatilde sürelerin hesaplanması konusundakine benzer bir yorumu destekleyebilecek herhangi bir yasal düzenleme mevcut bulunmayıp kanun koyucunun amacı bu yönde olsaydı tıpkı adli tatilde sürelerin hesaplanması hususundakine benzer bir düzenleme yapacağı açıktır.Bununla birlikte, yukarıda da ifade edildiği üzere hukuken bu derece tartışmalı bir konuyla ilgili olarak hukuk devleti olmanın sorumluluğu bağlamında kurulan hükümlere karşı yasa yolları, şekli, süreleri ve sonuçlarının ilgililere açıkça bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi nedeniyle yasal sürelerin tebligat tarihinden itibaren değil ancak öğrenme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, öğrenme tarihi kesin olarak belirlenebilen hâller dışında taraf beyanının esas alınması gerekliliğinden hareketle, usulüne uygun sebep içeren dilekçe var ise bu kapsamda temyiz incelemesi yapılması, aksi hâlde ilgiliye yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak meşruhatlı tebligatla 7 günlük süre içinde yasal düzenlemeye uygun sebep bildirmemesi hâlinde sebep yokluğundan temyiz talebinin reddedileceği ihtar edilmeli, sonucuna göre esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılıp yapılmayacağına karar verilmelidir. Bu anlayış yukarıda da değinilen eski hâle getirme kurumunun fiili (de facto) bir uygulaması olup söz konusu süreyi geçiren taraf süreyi geçirmesinde kusuru bulunmadığından yeni bir temyiz imkanına kavuşmaktadır. Bu itibarla Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.09.2021 tarihli ve 115-412 sayılı kararında; '' Her ne kadar mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan ve sanığın savunmasını üstlenen; savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafinin temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesi süresinin, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde olduğunu bilmemesi düşünülemeyeceğinden, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafi açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacağı söylenebilir ise de; açıklandığı üzere istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama terk edilmiş, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 7 gün olan temyiz süresi 15 gün olarak yeniden belirlenmiş ancak temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin sunulmasına ilişkin 7 günlük sürede bir değişikliğe gidilmemiş ve böylelikle kısmen karmaşık bir sistem kabul edilmiş olması nedenleriyle avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların söz konusu sürede yanılmalarının mümkün olduğu kabul edilmelidir'' şeklinde ifadelerle avukatların da bu imkandan yararlanma hakkı olduğuna karar verilmiştir. Uyuşmazlık konusunda Cumhuriyet savcılığının aynı imkandan yararlanma hakkı olup olmadığının tespiti için yukarıda değinilen eski hâle getirme kurumu daha yakından incelenecektir.
    III-5271 sayılı CMK’nın “Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesi;
    “1- Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
    2- Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır”,
    “Eski hâle getirme dilekçesi” başlıklı 41. maddesi;
    “1- Eski hâle getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir.
    2- Dilekçe sahibi, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklar. Dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemler de yerine getirilir.” şeklindedir. Buna göre, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceği, eski hâle getirme dilekçesinin, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verileceği, dilekçe sahibinin, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklayacağı, dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemlerin de yerine getirileceği belirtilmiştir. Diğer taraftan süreyi kusursuz olarak geçirdiğini iddia edenin bunu ispatlaması gerekir. Kusursuzluk önlenemeyen nedenler ya da beklenemeyen ve sakınılması imkânsız olayları kapsar. Bu bağlamda raporla belgelenen hastalıktan dolayı süreyi kaçırma da eski hâle getirme nedenlerinden biridir. Ancak, Ceza Genel Kurulunun 15.12.1983 tarihli ve 384-443 sayılı kararında da vurgulandığı üzere eski hâle getirmeye esas olacak raporun şüpheli ifadeler taşımaması ve istirahatin gerekli olduğuna dair kesin kayıt içermesi gerekir.
    “Eski hâle getirme dilekçesi üzerine verilecek karar” başlıklı 42/1. maddesinde;
    “(1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiş olup bu düzenleme 1412 sayılı CMUK’nın “Eski hale getirme istidasının mercii ve bu husustaki kararlar” başlıklı 43/1. maddesindeki; “Mehli içinde usul muamelesi yapılmış olsaydı esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse eski hale getirme istidası hakkında dahi o mahkeme karar verir.” biçimindeki düzenleme ile tamamen aynıdır.
    Ceza Genel Kurulunun 16.12.2008 tarihli ve 144-234, 23.09.1974 tarihli ve 227-408 ile 16.04.1973 tarihli ve 213-345 sayılı kararları başta olmak üzere yargısal kararlarda da açıkça vurgulandığı üzere, temyiz süresinin geçirilmiş olması nedeniyle ileri sürülen eski hâle getirme istemleri hakkında inceleme ve karar verme görevi Yargıtaya aittir. Bununla birlikte, olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de iki şartın varlığı gereklidir.Bunlardan ilki süre şartıdır. Genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden hükmün tefhiminden, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliğ tarihinden başlar.
    Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart ise istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz" ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir.
    Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, eski hâle getirme kurumunun ancak hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olması hâlinde söz konusu olmasıdır. CMK’nın yeni sisteminde temyiz incelemesi sebebe bağlı kılındığından ve sebep gösterilmediği takdirde CMK’nın 298. maddesince reddedilmesi gerekeceğinden CMK’nın 295. maddesinde düzenlenen 7 günlük sürenin hak düşürücü süre olduğundan kuşku yoktur. İhtarat hususu bu durumun karıştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu süre hak düşürücü süre olduğundan CMK’nın 40. maddesinde düzenlenen eski hâle getirme kurumunun uygulanma olanağı mevcuttur.
    Gerekçeli kararın kendisine tebliğinden itibaren 7 günlük süreden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi veren Cumhuriyet savcılığı için de CMK'nın 295/1. maddesindeki ihtarın gerekip gerekmediği ve Cumhuriyet Savcılığının CMK’nın 40. maddesinde düzenlenen eski hâle getirme imkanından faydalanıp faydalanamayacağı bakımından ise;Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.07.2011 tarihli ve 147-158 sayılı kararında;
    ''... Üst C.savcısının görüldü şerhinin dosyada bulunmasının gerekip gerekmediği hususuna gelince:
    1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesinin 3. fıkrasında; “Sulh mahkemelerinin temyizi kabil kararları, yargı çevresi içinde bulundukları asliye ve ağır ceza mahkemeleri nezdindeki Cumhuriyet savcıları tarafından, tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz edilebilir” şeklinde yer alan hüküm, sulh ceza mahkemesinin temyiz edilebilir kararlarının, yargı çevresi içerisindeki Cumhuriyet savcıları tarafından tefhim tarihinden itibaren bir ay içerisinde temyiz edilebileceklerini düzenlemektedir. Tefhimle başlayacağı açıkça belirtilen bir aylık sürenin başlangıcı veya sürenin değiştirilmesi hiçbir koşulda olanaklı değildir.Anayasa’nın 40/2, 5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca, hüküm veya kararlarda, başvurulacak yasa yolu, merci, süresi ve şeklinin hiçbir kuşkuya yer verilmeksizin belirtilmesi zorunlu olup, bu zorunluluğa uyulmaması 5271 sayılı CYY’nın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturmaktadır. Ancak 5271 sayılı CYY’nın 40. maddesinde açıkça, kişilerin eski hale getirme isteminde bulunabileceği ve kişilerin kusursuz sayılacağı belirtilip, bir makam olan C.Savcılığından bahsedilmediği görülmektedir. Yasa koyucunun, kişilerden bahsedip, bir makam olan C.Savcılığına yer vermemesi 5235 sayılı Yasanın 17/2. maddesinde, yasa yollarına başvurmayı Cumhuriyet savcısına bir görev olarak yükleyen düzenlemeden kaynaklanan bilinçli bir tercihtir.
    Yasa yolundaki eksik bildirimin, kişiler yönünden eski hale getirme nedeni oluşturmasından dolayı, yasa yoluna başvuru hak ve yetkisi bulunan kişilere mevcut eksikliği giderecek şekilde yeni bir tebligat yapılarak, eski hale getirme yöntemiyle açılmış bir yasa yolu davasının incelenmesi olanaklı ise de, bir makam olan C.Savcılığının bu haktan yararlanması olanaklı değildir.
    Gerekçeli kararın üst Cumhuriyet savcısına bir aylık sürenin dolmasına çok yakın bir zamanda veya bir aylık sürenin dolmasından sonra gönderilmesi veya hiç gönderilmemesi halinde, 5271 sayılı CYY’nın 232/3. maddesi uyarınca hükmün gerekçesi tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç on beş gün içinde yazılarak dosyaya konulması zorunlu olduğundan, bu hususun ilgililer hakkında cezai ve disiplin hukuku açısından sonuçlar doğurabileceği düşünülebilir ise de, yasa yoluna başvuru açısından Cumhuriyet savcısı eski hale getirme isteminde bulunamayacak ve üst C.Savcısının temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren bir ay olacak, bu sürenin uzaması sözkonusu olmayacaktır’’ düşüncelerine yer vermiştir.
    Cumhuriyet Başsavcılığının kurumsal yapısı 5275 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'da düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde;
    5275 sayılı kanunun 16. Maddesi; "Mahkeme kuruluşu bulunan her il merkezi ve ilçede o il veya ilçenin adı ile anılan bir Cumhuriyet başsavcılığı kurulur."
    5275 sayılı kanunun 18. Maddesi; "Cumhuriyet başsavcısının görevleri
    Cumhuriyet başsavcısının görevleri şunlardır:
    1. Cumhuriyet başsavcılığını temsil etmek,
    2. Başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak, ...
    bölümünü yapmak,
    3. Gerektiğinde adlî göreve ilişkin işlemleri yapmak, duruşmalara katılmak ve kanun
    yollarına başvurmak,
    4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
    (Ek fıkra:17/6/2021-7328/2 md.) Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet savcılarının soruşturmayı sonlandıran kararları arasında oluşabilecek farklılıkların giderilmesi ile bu kararların kanuna uygunluğunun denetlenmesi hususlarında görevli ve yetkilidir."
    19. Maddesi; "Cumhuriyet başsavcıvekilinin görevleri şunlardır:
    1. Cumhuriyet başsavcısının verdiği görevleri yerine getirmek,
    2. Cumhuriyet savcılarının adlî ve idarî görevlerine ilişkin işlemlerini inceleyip Cumhuriyet başsavcısına bilgi vermek,
    3. Gerektiğinde adlî göreve ilişkin işlemleri yapmak, duruşmalara katılmak ve kanun yollarına başvurmak,
    4. Cumhuriyet başsavcısının yokluğunda ona vekâlet etmek.
    Aynı yerde görev yapan birden çok Cumhuriyet başsavcıvekili bulunduğunda,
    Cumhuriyet başsavcısına vekâlet edecek olanı Cumhuriyet başsavcısı belirler."
    20. Maddesi; "Cumhuriyet savcısının görevleri şunlardır:
    1. Adlî göreve ilişkin işlemleri yapmak, duruşmalara katılmak ve kanun yollarına
    başvurmak,
    2. Cumhuriyet başsavcısı tarafından verilen adlî ve idarî görevleri yerine getirmek,
    3. Gerektiğinde Cumhuriyet başsavcısına vekâlet etmek,
    4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
    Aynı yerde görev yapan Cumhuriyet başsavcıvekili bulunmadığında, Cumhuriyet başsavcısına vekâlet edecek olanı Cumhuriyet başsavcısı belirler'' şeklinde hükümlere yer verilmiş ve nihayetinde;
    ''Duruşmalarda Cumhuriyet başsavcılığını temsil'' başlıklı 22. Maddesinde; "Kanunlarda Cumhuriyet savcılığının görev yapacağı belirtilen mahkemelerdeki duruşmalara, Cumhuriyet başsavcısı, görevlendireceği Cumhuriyet başsavcıvekili veya Cumhuriyet savcısı katılır. Gerektiğinde duruşmalara birden çok Cumhuriyet savcısı katılabilir.'' şeklindeki düzenlemeyle görevlendirilmiştir. Bu düzenlemelere göre, Cumhuriyet savcıları duruşmalara katılabilmekte ve verilen kararlara yönelik kanun yolu başvurularında bulunabilmektedir.
    Buna karşılık, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun tanımlar başlıklı 2. maddesinde şüpheli, sanık, müdafi, vekil, malen sorumlu kavramları tanımlanıp açıklandığı hâlde Cumhuriyet savcısı tanımlanmamış, bu kişiler arasında sayılmamıştır. Zira 5275 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un yukarıda yer verilen maddelerince de açıklandığı üzere Cumhuriyet savcılığı; şüpheli, sanık, müdafi, vekil, malen sorumlu ya da CMK'da yer verilen kanuni temsilci gibi bir kişi değil tıpkı yanında bulunduğu mahkemeler gibi kanunla kurulmuş ve düzenlenmiş bir kurumdur. Yukarıda açıklandığı ve örneklendirildiği üzere eski hâle getirme kurumu temelde hastalık gibi kişisel durumlar için öngörülmüş bir imkandır. CMK'nın 41. maddesi ''engelin kalkmasından sonra'' şeklindeki ifadeyle yine kişisel yaşamda ortaya çıkabilecek engellere atıf yapmaktadır. Maddenin ikinci bendi kişiye temyiz hakkından bahsedilmemesi gibi istisnai bir durumdan söz etmektedir. Cumhuriyet savcılığının kanuni yapısı ve kamu düzeninin sağlanmasındaki temel konumu gereğince olağan koşullar altında kişilere benzer şekilde faaliyetlerinde herhangi bir kesinti ya da kısıtlanma öngörülebileceği kabul edilemez. Böyle bir durum kamu hizmetlerinin görülmesindeki süreklilik ilkesiyle de bağdaşmayacaktır. Bu kıyaslamada CMK'nın 2. maddesine göre avukatların da CMK'nın 40. maddesi kapsamında kişi olduğuna kuşku yoktur, zira süreklilik ilkesi uyarınca Cumhuriyet savcılığı her durumda en az bir savcının görevlendirilebileceği bir makam iken avukatlar bu imkana sahip değildir.
    Buna göre Cumhuriyet savcısının eski hâle getirme talebinde bulunma imkanı yoktur.
    Bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, avukatları da kapsayacak şekilde CMK’nın 295. maddesinde düzenlenen 7 günlük süre ile ilgili ihtarat yapılmamış ise süresinden sonra verilmiş olsa bile temyiz dilekçesinin incelenmesine ilişkin uygulaması fiili (de facto) bir eski hâle getirme uygulaması olup, bu şekilde kanuni süreden sonra başvuruda bulunan tarafa sürenin geçirilmesinde kusuru bulunmadığı için başvuruyu yeniden yapabilmesi imkanı tanınmıştır. Burada kişiler bakımından temyiz süresinin başlayabilmesi ihtarat koşuluna bağlanmıştır. Cumhuriyet savcılığının ise eski hâle getirme imkanı bulunmadığı kabul edildiğinde ise süresinden sonra yapılmış temyiz talebi, söz konusu ihtarat yapılmamış olsa bile reddedilecektir. CMK’nın 40. maddesi eski hâle getirme hakkını ‘’kişilere’’ tanıdığından Cumhuriyet savcılığının eski hâle getirme uygulamasından yararlanma hakkı yoktur. Bu nedenle Cumhuriyet savcılığının temyiz süresinin başlaması için CMK'nın 295. maddesindeki hususların ihtarı zorunlu değildir. Bu açıklamalar ışığında, somut olayda Cumhuriyet savcılığının 22.02.2019 tarihli dilekçesi, yukarıda yapılan açıklamalara göre belirlenen temyiz süresinin son günü olan 19.02.2019 tarihinden yani süresinden sonra verildiğinden ve ayrıca Cumhuriyet Savcılığının 05.02.2019 tarihli dilekçesinde yer alan ‘’Usul ve yasaya aykırı hususları içermesi nedeniyle’’ şeklindeki ifadeler ise geçerli bir temyiz nedeni sayılamayacağından temyiz talebinin reddine karar veren Özel Daire kararı isabetli görülmüştür.Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; ''Somut davada, sayın çoğunluğun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine ilişkin kabulünden saygılarımla ayrılıyorum.Ceza muhakemesi faaliyeti kollektif olup bu sürece katılanlara (kural olarak) şahısları bakımından değil işgal ettikleri makam dolayısıyla erk ve ödevler tanınmıştır. “Makam itibarıyla süjelik” olarak ifade edilen bu durum erklerin ve ödevlerin şahıslardan gelmeyip işgal edilen yerden geldiğini, muhakemede şahısların değil makamın nazara alındığını göstermektedir. Bu anlamda “makam itibarıyla süje” o makam adına hareket edebilen, ceza muhakemesi işlemi yapabilen kişi anlamındadır. Kısacası, kollektif bir faaliyet olan ceza muhakemesini iddia, savunma ve yargılama makamları oluşturmakta olup bunların her üçü de makam itibarıyla süjedir. Erkler ve ödevler kendilerinden gelmeyip işgal edilen yerden gelince aynı muhakemeye birden çok savcının farklı zamanlarda katılabilmesi, aynı şüpheli veya sanığın birden çok müdafi tarafından savunulabilmesi de mümkün olabilmektedir (Selâhattin Keyman, Ceza Muhakemesinde (Asıl Ceza Muhakemesinde) Savcılık, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No. 266, Sevinç Matbaası, ..., 1970, .... 139-141.).
    Bölge Adliye Mahkemeleri ceza daireleri tarafından verilen hükümler kural olarak temyize tabidir (CMK 286/1). Bu genel kuralın istisnaları CMK'nın 286/2 maddesinde sayılmak suretiyle belirtilmiştir.
    Temyiz eden, temyiz sebeplerini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır (CMK 294/1). Temyiz süresi hüküm yüzüne karşı açıklananlar yönünden tefhim tarihinden, yoklukta karar verilenler yönünden ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gündür. Bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunduğu halde temyiz sebeplerini bildirmeyenler için CMK'nın 295.maddesinde temyiz süresinin bitiminden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamak üzere yedi günlük bir ek süre verilmiştir. Bu ek süre yasa koyucu tarafından hak kayıplarını önlemeye matuf konulan bir süredir. Bu özelliği itibariyle herhalde temyiz süresini daraltan değil fakat özellikle sebep bildirme zorunluluğu bakımından bu süreyi genişleten bir etkiye sahiptir.
    5271 sayılı CMK'nın öngördüğü temyiz kanun yoluna başvurma süresi ve yöntemi bakımından Cumhuriyet savcıları ile diğer başvurucular arasında bir ayrım yapılmadığı CMK'nun 294/1. maddesi hükmünden açıkça anlaşılmaktadır.
    Somut olayda duruşma açılarak verilen bu karara karşı karar tarihi olan 04/02/2019 günü ... Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı tarafından sanıklar aleyhine müddeti muhafaza talebi ile (temyiz dilekçesi) temyiz kanun yoluna başvurulmuştur.
    Gerekçeli kararın Cumhuriyet Savcısına görüldüye gitme tarihi 11/02/2019 günü olup, Cumhuriyet Savcısı tarafından 22/02/2019 da temyiz gerekçelerini içeren temyiz dilekçesi verilmiştir. Yüksek Daire gerekçeli BAM kararının onaylanarak Cumhuriyet savcısının UYAP görüldü ekranına düştüğü tarihi esas alarak yedi günlük süreyi belirlemiş ve bu süreden sonra verilen temyiz sebeplerini gösterir temyiz dilekçesini nazara almayarak temyiz isteminin sebep gösterilmemesi gerekçesi ile reddine karar vermiştir.
    Tefhimle 04/02/2019 günü 15 günlük temyiz süresinin işlemeye başladığı ve sürenin 19/02/2019 günü sona erdiği, Cumhuriyet Savcısının 04/02/2019 günü temyiz sebeplerini içermeyen bir müddeti muhafaza dilekçesi ile (temyiz dilekçesi) hükmü temyiz etmiş, Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi gerekçeli kararını 11/02/2019 günü onaylayarak Cumhuriyet Savcısına UYAP sistemi üzerinden göndermiştir. CMK'nın 295. maddesinde yazılı sürenin bu tarihten itibaren başladığı kabul edildiğinde Cumhuriyet Savcısının temyiz sebeplerini bildirme süresinin 18/02/2019 günü bittiği, oysa ki hala hükmün temyiz süresinin sona ermediği, bu durumda ek sürenin temyiz süresinden önce bitmesi gibi çelişik ve yasal düzenlemenin ruhuna aykırı bir durumun ortaya çıktığı, bu itibarla Yüksek daire uygulamasının somut olay bakımından bir hak ve yetkiyi daraltıcı etki yaptığı kanaatine varılmıştır.
    Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğunun kararı içinde çelişkiyi de barındırmaktadır. Zira, BAM nin beraat hükmünü tefhim ederken gerekçesini de açıklaması halinde, duruşmaya katılan Cumhuriyet savcısı açısından gerekçeli kararın tebliği söz konusu olmayacaktı. Bu durumda temyiz süresi 05/02/2019 tarihinden itibaren işlemeye başlayacak ve 19/02/2019 tarihinde sona erecekti. Duruşmaya iştirak eden BAM Cumhuriyet savcısı 04/02/2019 günü temyiz nedenlerini içermeyen temyiz dilekçesini mahkemeye sunması halinde temyiz süresi 19/02/2029 tarihinde bitecek ve CMK'nın 295. maddesi hükmü gereği temyiz nedenlerini içeren ek temyiz dilekçesini 19/02/2019 tarihini takip eden gün başlangıç kabul edilerek 7 gün içinde 26/02/2019 tarihine kadar verebilecekti. Somut olayımızda ... BAM Cumhuriyet savcısı temyiz nedenlerini içeren ek temyiz dilekçesini 22/02/2019 tarihinde verdiğinden bu durumda temyiz talebi incelenmeye değer görülecekti.
    Kaldı ki bu kabul, gerek CMK'nun 291/1. maddesindeki 15 günlük temyiz süresinin ve gerekse 295/1. maddesindeki 7 günlük temyiz nedenlerini içerir ek dilekçe süresinin hak düşürücü süreler olduğu nazara alındığında, gerekçeli kararın 15 günlük temyiz süresi içerisinde tebliğ edilmesi halinde aynı günün hem temyiz süresi için hemde ek dilekçe süresinin içerisinde sayılacağından iki gün olarak sayılması sonucunu doğuracaktır.
    Açıklanan nedenlerle; Cumhuriyet Savcısının 22/02/2019 günlü temyiz sebeplerini içeren dilekçesinin, temyiz süresinin bitim tarihi olan 19/02/2019 esas alınarak yapılan hesaplamada CMK'nın 295. maddesinde yazılı yedi günlük ek süre içinde olduğu kabul edilerek temyiz isteminin esastan incelenmesi gerektiğinden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne muhalifim'' şeklindeki,
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ... ve ...; ''Anayasamızın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde yer bulan adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Yine Anayasada ifade edildiği gibi temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına bağlıdır. Mahkemeye erişim hakkı da bu anlamda mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak ölçülülük ilkesi uyarınca sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması da gerekir. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil aynı zamanda kanun yoluna başvurma hakkını da kapsar.
    Türk hukuk sisteminde, Cumhuriyet savcısı maddi gerçeğin araştırılması ve adil yargılama yapılabilmesi için şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak şüphelinin de haklarını korumakla yükümlüdür. Kamu adına dava açmaya görevli ve yetkili olan Cumhuriyet savcısı duruşmalarda bulunur ve davaları takip eder. Nihayetinde hakim ve mahkeme kararlarına karşı CMK’nın 260. maddesinde yazıldığı üzere diğer ilgililer gibi kanun yoluna başvurabilir. Bu başvuru aynı maddenin üçüncü fıkrasında belirtildiği üzere sanık lehine de olabilir.
    CMK’nın “Temyiz istemi ve süresi” başlığını taşıyan 291. maddesi;
    “(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
    (2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.”,
    “Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi;
    “(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
    (2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.”,
    “Temyiz gerekçesi” başlığını taşıyan 295. maddesi ise;
    “(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.
    (2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.
    (3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır.”,
    Hükümlerini içermektedir.
    Buna göre temyiz süresinin hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün olduğu açıktır. Bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunulduğu halde temyiz sebeplerini bildirmeyenler için CMK'nın 295.maddesinde temyiz süresinin bitiminden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamak üzere yedi günlük bir ek süre verilmiştir. Bu ek süre hak kayıplarını önlemeye yönelik olarak temyiz süresini daraltan değil özellikle sebep bildirme zorunluluğu bakımından süreyi genişleten bir etkiye sahip olarak yasada yer bulan bir süredir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bir çok kararında da belirtildiği gibi bu sürenin "hak düşürücü" veya "düzenleyici" nitelikte olduğu uygulamada ve doktrinde tartışmalıdır. Yine Yüksek Kurul kararlarında “Hukuki bir konuda kesin çizgilerle ayrışmış bir tartışma varsa ve yargı organları aynı konuda farklı sonuçlara varıyorlarsa taraflar açısından yasanın öngörülebilirliği ilkesinde sorun olduğu” vurgusu da yapılmıştır.
    Hak arama ve adil yargılama hakkına sahip şüpheli, sanık ve katılan ile maddi gerçeğin ortaya çıkması için kamu adına yargılamada yer bulan Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvurma hak ve yetkilerini kullanmaları sırasında kısıtlayıcı ve daraltıcı sonuç doğuran yorum yapılmamalıdır. Hükmün tefhim edilerek açıklanmasıyla on beş gün içerisinde temyiz isteme hakkına sahip olan ilgililere bu sürenin içerisinde gerekçeli karar tebliğ edildiği her halde CMK'nın 295.maddesinde yedi günlük ek dilekçe verme süresi dolduğu için temyiz hakkını kaçırdığının kabulü hakkın kullanımını engelleyici bir duruma yol açacaktır. Örneğin ayın birinde tefhim edilen karara karşı aynı gün temyiz isteminde bulunulduğunda on beş gün süre ile temyiz hakkı olan ilgiliye gerekçeli kararın bu on beş günlük süre içerisinde ayın ikisinde tebliğ edildiği gibi bir durumda temyiz süresinin tebliğden itibaren yedi gün sonra bittiği kabulüyle Kanunda belirlenen on beş günlük süreden önce hakkın kullanımını sonlandırmak hak arama özgürlüğüne ve kanunun amacına aykırı olacaktır. Buna göre Cumhuriyet savcısı da dahil olmak üzere CMK’nın 260. maddesinde kanun yoluna başvuru hakkına sahip tüm ilgililerin CMK’nın 291. maddesinde belirlenen on beş günlük temyiz süresi bittikten sonra CMK’nın 295. maddesinde belirlenen yedi günlük sürede ek dilekçe verme hakkına sahip olduğu kabulüne ulaşmak daha doğru olacaktır.
    Bu açıklamalar karşısında somut olaya bakacak olursak, duruşma açılarak verilen karara karşı hüküm tarihi olan 04.02.2019 günü ... Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısı tarafından sanıklar aleyhine süre tutum talebi ile temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. 11.02.2019 günü kendisine ulaşan gerekçeli karara karşı Cumhuriyet savcısı 22.02.2019 temyiz gerekçelerini içeren temyiz dilekçesi vermiştir. Duruşmada hazır bulunan Cumhuriyet savcısının temyiz süresinin tefhimle 04.02.2019 günü başladığı ve on beş günlük sürenin 19.02.2019 günü sona erdiği açıktır. Bu sürenin sonuna CMK'nın 295. maddesinde yazılı yedi günlük süre eklendiğinde 26.02.2019’da ek dilekçe verme hakkına sahip Cumhuriyet savcısının temyiz sebeplerinin bildirme süresinin,11.02.2019 tarihinde itibaren yedi gün sonra yani 18.02.2019 günü bittiği şeklindeki kabulün Kanunun amacına aykırıdır. Bu nedenle Cumhuriyet savcısının 22.02.2019 günlü temyiz sebeplerini içeren dilekçesinin, temyiz süresinin bitim tarihi olan 19.02.2019 esas alınarak yapılan hesaplamada CMK'nın 295. maddesinde yazılı yedi günlük ek süre içinde olduğu kabul edilerek temyiz isteminin esastan incelenmesi gerektiği ve itirazın yerinde olduğunu düşündüğümüzden sayın çoğunluğun düşüncesine iştirak edilmemiştir.'' biçimindeki,
    Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de;
    Temyizin süresinde olduğu ve itirazın kabul edilmesi gerektiği yönündeki,
    Düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ;
    Açıklanan nedenlerle;
    1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.06.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
















    Hemen Ara