Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2020/240 Esas 2022/427 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2020/240
Karar No: 2022/427
Karar Tarihi: 08.06.2022

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2020/240 Esas 2022/427 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2020/240 E.  ,  2022/427 K.

    "İçtihat Metni"



    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 14. Ceza Dairesi


    Sanık ...'ın katılan mağdure ...'a yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan TCK’nın 103/2, 43, 53, 58/6-7, ve 63. maddeleri uyarınca 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin ... 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.02.2018 tarihli ve 10-68 sayılı resen istinafa tabi hükmün sanık müdafisi ve katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından da istinaf edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince 25.12.2018 tarih ve 4360-2142 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 07.10.2019 tarih ve 4845-11437 sayı ile;
    "Sanık hakkında ilk derece mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemesince vaki başvurunun düzeltilerek esastan reddine dair sanığın vekaletnameli müdafilerinin yokluklarında verilen hükmün, istinaf yoluna başvuran müdafilerden Av. ...'e 16.01.2019 tarihinde tebliğ edilmesi ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11/3. maddesinde yer alan birden fazla vekille takip edilen işlerde vekillerden birisine tebligat yapılacağı yönündeki düzenleme nazara alındığında 5271 sayılı CMK'nın 291/1. maddesinde düzenlenen 15 günlük temyiz süresinin ilk müdafiye yapılan tebliğden işlemeye başlayıp, buna göre diğer müdafi Av. ...'in anılan süreden sonra 08.02.2019 havale tarihli dilekçeyle hükmü temyiz ettiğinin anlaşılması karşısında, vaki temyiz isteminin aynı Kanunun 298. maddesi uyarınca reddine," karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.02.2020 tarih ve 12688 sayı ile;
    "...İtirazımızın konusu, yargılamaya temyiz aşamasında dahil olan sanık müdafii Av. ...'in temyiz ismeninin süresinde yapılıp yapılmadığına ilişkindir. Şöyle ki;
    ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesi'nin 25/12/2018 gün, 2018/4360 Esas, 2018/2142 Karar sayılı ilamı ile istinaf isteminin düzeltilerek esastan reddine ilişkin kararı, o zamana kadar yargılamanın tüm aşamalarına vekaletnameli sanık müdafii olarak katılan Av. ... Cayrancı'ya 16/01/2019 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği halde söz konu hüküm sanık müdafii tarafından temyiz edilmemiş, ancak sonradan dosyaya vekaletname sunan sanık müdafii Av. ... tarafından 08/02/2019 tarihinde temyiz edilmiş, Yargıtay 14. Ceza Dairesi 07/10/2019 gün ve 2019/4845 Esas, 2019/11437 Karar sayılı ilamı ile 'sanığın vekaletnameli müdafilerinin yokluklarında verilen hükmün, istinaf yoluna başvuran müdafilerden Av. ...'e 16.01.2019 tarihinde tebliğ edilmesi ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11/3. maddesinde yer alan birden fazla vekille takip edilen işlerde vekillerden birisine tebligat yapılacağı yönündeki düzenleme nazara alındığında 5271 sayılı CMK'nın 291/1. maddesinde düzenlenen 15 günlük temyiz süresinin ilk müdafiye yapılan tebliğden işlemeye başlayıp, buna göre diğer müdafi Av. ...'in anılan süreden sonra 08.02.2019 havale tarihli dilekçeyle hükmü temyiz ettiğinin anlaşılması' gerekçesi ile vaki temyiz isteminin aynı Kanunun 298. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
    Sanık müdafii Av. ...'in itiraz dilekçesi sunması üzerine yapılan incelemede, sanık müdafii Av. ... nın hükmün kendisine tebliğinden sonra 18/01/2019 tarihinde ... 1. Ağır Ceza Mahkemesine vekillikten çekilme dilekçesi sunduğu, bu dilekçenin fiziken dosyaya eklenmediği gibi, adı geçen mahkemece de dilekçenin asıl muhatabı olan ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesine gönderilmediği, UYAP evrak görüntüleme ekranında yapılan incelemede bölge adliye mahkemesi safhasına ilişkin dosya içerisinde bulunmayıp, ilk derece yargılamasına ilişkin dosya içerisinde bulunduğu ve vekillikten çekilme dilekçesinin sanığa tebliğ edilmediği, ancak bölge adliye mahkemesi kararı ile birlikte Av. ...'in sunduğu temyiz dilekçesinin 01/03/2019 günü cezaevi yönetimince sanığa tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
    Görüldüğü üzere, yargılamaya temyiz aşamasında dahil olan sanık müdafii Av. ...'in, bölge adliye mahkemesi kararını, bu kararın sanığa tebliğinden önce temyiz etmiştir. Sanığın diğer müdafii Av. ... Cayrancı'ya yapılan tebligatın ise vekillikten çekilme nedeniyle 7201 sayılı Kanunun 11/3 maddesindeki düzenlemenin aksine, hükmü temyiz eden Av. ...'i bağlamayacağı açıktır. Bu nedenle sanık müdafii Av ....'in temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü ile hükmün esasına girilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği," görüşüyle itiraz yoluna müracaat etmiştir.
    CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 05.05.2020 tarih ve 2386-2022 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 25.12.2018 tarihli Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığın vekaletnameli ilk müdafisine elektronik tebligat yoluyla 16.01.2019 tarihinde tebliğe çıkarılması, tebligatın 16.01.2019 tarihinde alıcısı tarafından açıldığı ve 21.01.2019 tarihinde otomatik olarak okunduğu şerhlerinin tebliğ evrakında bulunması, bu müdafinin 18.01.2019 tarihinde müdafilikten istifa ettiğini belirtir dilekçe sunması ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararı kendisine tebliğ edilmeyen sanığın vekaletnameli diğer müdafisinin dosyaya 08.02.2019 havale tarihli dilekçe sunması karşısında temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    ... Sulh Ceza Hâkimliğinin 12.09.2017 tarihli ve 308 sorgu sayılı karar ile sanığın, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan tutuklandığı, ... 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.02.2018 tarihli ve 10-68 sayılı kararı ile çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, resen istinafa tabi hükmün lehe ve aleyhe istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince 25.12.2018 tarih ve 4360-2142 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 07.10.2019 tarih ve 4845-11437 sayı ile sanık müdafisinin temyiz isteminin süresinde olmadığından bahisle reddine karar verildiği,
    Sanığın cezaevinde bulunduğu sırada 17.07.2018 tarihinde Avukat ...’e vekaletname verdiği, söz konusu vekaletnamenin 13.09.2018 tarihli havale ile ... Adliyesi Ön Bürolar birimine sunulduğu, Uyap kayıtlarından yapılan incelemede; vekaletnamenin aynı tarihte ... 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/10 Esas sayılı dosyasına girdiği,
    ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince verilen 25.12.2018 tarihli ve 4360-2142 sayılı kararın sanığın ilk vekaletname verdiği müdafisi Av. ...’nin posta adresine e-tebligat yoluyla 16.01.2019 tarihinde tebliğe çıkarıldığı, tebligatta; aynı tarihte muhatabın elektronik adresine ulaştığı, alıcısı tarafından açıldığı ve "Tebligat, alıcının hesabına iletilmesine müteakip mevzuat gereği belirlenen süre sonunda otomatik olarak okundu sayıldı.
    " 21.01.2019 tarihli şerhin bulunduğu, Av. ...’nin 18.01.2019 tarihinde sanığın müdafiliğinden istifa ettiğini belirtir dilekçe sunduğu, sanığın diğer vekaletnameli müdafisi Av. ...’in 08.02.2019 havale tarihli dilekçeyi Uyap sisteminden gönderdiği, dilekçenin ... Bölge Adliye Mahkemesine hitaben yazıldığı, dilekçede "Talebin konusu" başlıklı bölümde; "1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2018/10 E., 2018/68 K. Sayılı Kararın İstinaf İstemi." şeklinde içeriğin yer aldığı,
    01.03.2019 tarihinde gerekçeli karar ve sanık müdafisi Av. ...'in 08.02.2019 tarihli dilekçesinin katılan mağdurenin babası olup cezaevinde bulunan katılan ...'a tebliğ edildiği, sanığa ise müdafisi Av. ...'nin müdafilikten istifa dilekçesinin ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının tebliğ edilmediği,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için "adil yargılanma hakkı", Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesi ve "Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması" başlıklı 40. maddesi, "kanun yollarına başvurma hakkı" ve "temyiz kanun yolu" kavramları ile müdafiye tebligat konusu ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan "adil yargılanma hakkı" hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup kişilerin hukuk devleti kuralları içinde makul sürede yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır.
    Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu ve yöntemine verilen önem dikkate alındığında, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (AİHS) 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası ile 232. maddesinin altıncı fıkrasına uygun olarak kararın tebliğinin şeklî değil, faydalı, amacına uygun, hak arama hürriyetini ve etkin başvuru hakkını engellemeyecek biçimde yapılması gerekmektedir.
    Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesi; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir"; "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
    Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir (Mesut ..., Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, ... Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.). Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
    CMK’nın "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında;
    "Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" denilmek suretiyle sanıkların kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.
    Aynı Kanun'un "Avukatın başvurma hakkı" başlıklı 261. maddesi ise;
    "Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." şeklinde düzenlenerek müdafinin ve vekilin kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.
    Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesi uyarınca;
    "Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
    Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
    Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır." şeklindedir. Anayasa'nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesi;
    "(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
    (2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
    (3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.
    5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, karar ve hükümlerde başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru süresi ve yönteminin hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ve açıkça gösterilmesi gerektiği düzenlemelerine yer verilmiş olup anılan hükümlere aykırılık, aynı Kanun'un 40. maddesi gereğince "eski hale getirme nedeni" oluşturacaktır. Bu bildirimdeki temel amaç, süjelerin başvuru haklarını etkin bir şekilde kullanmalarının sağlanması ve kanun yolu bildirimindeki eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır.
    Bu aşamada, Tebligat Kanunu'nun da yapılan düzenlemelerden de bahsedilmesi gerekmektedir. Tebligat Hukuku’nun en önemli konularından biri vekile tebligattır. Bu husus Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinde düzenlenmiştir
    7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun "Vekile ve kanuni mümessile tebligat" başlıklı 11. maddesi;
    "(Değişik birinci fıkra : 6/6/1985 - 3220/5 md.) Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.
    (Ek: 11/1/2011 - 6099/4 md.) Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.
    Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır." şeklinde düzenlenmiştir.
    Bilindiği gibi 7201 sayılı Tebligat Kanun'un 11. maddesinin 1. fıkrası, adı geçen yasaya değişiklik getiren 3220 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenmiştir. Eski düzenlemede 11. maddenin 1. fıkrası "vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır "hükmünü içerdiği hâlde yeni düzenleme yukarıda da açıklandığı üzere "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden çok vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklindedir.
    7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11. maddesini değiştiren 6.6.1985 tarih ve 3220 sayılı Kanun'un 5. maddesinin gerekçesi, "...Diğer taraftan, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 'Kararların tefhim ve tebliği' başlığını taşıyan 33. maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK'nın ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hâl böyleyken Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124. maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11.maddesinde geçen 'vekil' kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki 'vekil' ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK.'nın 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil, sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak ... ilkeleriyle bağdaştırılamayacak bir durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11.maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir..." şeklinde açıklanmıştır.
    Gelinen noktada müdafi ve vekil kavramlarının da açıklanması gerekmektedir.
    Ceza muhakemesi hukuku, devletin suç şüphesi altındaki bireyleri, yani failleri yargılayarak ve gerektiğinde ceza vererek toplumun ... ve güvenliğini sağlama görevinin yerine getirilmesi ile uğraşan hukuk dalıdır. Bu hukuk dalı en geniş anlamda ceza iddiası, savunma ve yargılama faaliyetlerinin birlikte yapılmasına ilişkin ilkeleri ve kuralları içermektedir (Nurullah Kunter/Feridun Yenisey/... Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, ..., Beta Yayıncılık, 2010, s.13.). Ancak bu faaliyet yapılırken bir yandan toplumsal düzenin korunması için devlet erki kullanılmakta, öte yandan bireylerin temel hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmekte veya en azından bu hakların ve özgürlüklerin sınırlanması tehdidinde bulunulmaktadır. Bu bağlamda ceza muhakemesi, devletin cezalandırma hakkı ile şüpheli veya sanığın özgürlük hakkı arasındaki çatışmayı ceza hukuku ilkelerine göre çözmeye çalışmaktadır (Faruk Erem, Diyalektik Açıdan Ceza Yargılaması Hukuku, 6. Bası, ..., Işın Yayıncılık, 1986, s.40.). Sonuç olarak ceza muhakemesi hukuku, insan haklarına uygun biçimde maddi gerçeği araştırarak suç şüphesi altındaki bireyin gerçekten suçu olup olmadığını araştırmakta, suçlu olduğu tespit edilen bireyi cezalandırarak kamu düzenini sağlamaya, bunu sağlarken de devlet erki ve toplumun çıkarları ile şüpheliye/sanığa ait bireysel temel hak ve özgürlükler arasındaki dengeyi gerçekleştirmeye çalışmaktadır (Hamide Zafer, Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu, ..., Beta Yayınları, 2004, s.255.)
    .
    "Müdafi", "vekilden" farklı olarak şüphelinin/sanığın temsilcisi değil, ondan bağımsız ayrı bir ceza muhakemesi organı/öznesidir. Ceza hukukunda "esas olarak" korunması gereken bireylerin özel çıkarları değil, kamunun yani toplumun çıkarıdır; dolayısıyla ceza davasının kamusal niteliği ve bu davada gerçeği arama yükümlülüğü, temsil ilişkisinin özel hukuktaki anlamıyla yani vekalet sözleşmesiyle bağdaşmamaktadır (Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, ..., ... Yayınevi, 2012, s.230.). Bu bağlamda sanık ile müdafi arasındaki ilişkinin temsil ilişkisi olarak kabul edilmemesi gerekir. Müdafi her zaman sanığın temsilcisi ve/veya yardımcısı değildir, müdafiin sanığa göre bağımsız bir durumu (Ünver/Hakeri, a.g.e., s.231) ayrı yetkileri ve sorumlulukları vardır. Dolayısıyla kamusal savunma görevini yerine getiren müdafi, savunmasını üstlendiği şüpheli/sanıktan bağımsız, serbest ve talimat ile bağlı olmayan bir konumdadır. Müdafi, sanığın lehine olmak kaydıyla, sanığın isteğine aykırı davranabilir. Örneğin sanığa danışmadan tutuklu sanığın tahliyesini isteyebileceği gibi, sanık istemese de sanık lehine delil sunabilir veya sanığın beraatini talep edebilir.
    Müdafilik, kamu hukukuna ait bir kurumdur; dolayısıyla farklı bir mantık ve ihtiyaçtan doğan ve özel hukuka ait bir kurum olan vekâlet ilişkisi ile müdafilik kurumunun ve müdafiin sanıkla olan ilişkisinin açıklanması mümkün değildir. Ceza muhakemesinde müdafi savunduğu kişiyi temsil etmemekte, kamusal bir yargılama makamı olarak kişinin savunmasına destek sağlamaktadır, buna göre şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin temsil kavramıyla açıklanması olanaklı değildir. (... Volkan Dülger, Ceza Muhakemesinde Müdafini Konumu ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar, ... Barosu Dergisi/Hakemeli, s.48.).
    Müdafi ile şüpheli/sanık arasındaki ilişki, kural olarak temsil ilişkisi değil, işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisidir (... Centel, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ..., 1984, s.48 vd.; Centel, Müdafi ile Savunma Hakkı, s.331.). Nitekim Yargıtay’a göre de, müdafi, yasa adına faaliyette bulunmak görevi ile yükümlü, kamu hizmeti gören bir organ olup, vekilden ayrı bir statüdedir (YCGK, 9.12.1974, 272/447, YKD, S.7, Temmuz 1975, s.34.). Zira bu statü, müdafie vekile oranla farklı görev, sorumluluk ve ayrıcalıklar vermektedir.
    Alman hukukuna göre kişinin müdafisini kendisinin seçmesinde dahi, sürenin geçirilmesi müdafinin kusurundan kaynaklanıyorsa bu durumdan kural olarak sanık sorumlu değildir. Burada müdafinin kusurlu davranışı sanığa yüklenmemelidir. Kanun yolu başvurusu hakkında doğru bir şekilde bilgilendirilen sanık durumdan hemen sonra müdafinin yazılı ve gerekçeli hükmün tamamlanmasına kadar beklenmesi tavsiyesine uyması nedeniyle kanun yolu başvurusunu geçirmesi hâlinde, yine kusurlu sayılmayacaktır (Faruk Turhan, Ceza Muhakemesindeki Sürelerin Kusur Olmaksızın Geçirilmesinde Eski Hâle Getirme, Makale, s.1240-1241, 'Weslau/Deiters, in: Volter, SK-StPO I, s. 44, Nr. 342' den alıntı).
    Sonuç olarak müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde, sanığın ve müdafiin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi ve cezanın sorumlusu olan sanığa da ayrıca tebliği Tebligat Kanunu'nun 11. maddesine aykırı olmadığı gibi tam tersine hukuken geçerli ve yapılması zorunlu bir işlemdir. (Serap Keskin, Karar İncelemeleri, "Ceza Muhakemesinde Müdafie Yapılan Tebligat Sanığa Yapılmış Sayılır Mı?", İHFM C.LV-S3, 1997, s. 362).
    Diğer taraftan hakim veya mahkeme kararlarının şüpheli veya sanığa bildirilmesi ile kanun yolu başvuru süresinin başlamasını birbirinden ayırmak gerekir. Bu aşamada başvuru süresinin müdafiye yapılan tebligat ile başladığı kabul edilmelidir (Faruk Turhan, Ceza Muhakemesinde Hakim ve Mahkeme Kararlarının İlgilisine Bildirilmesi, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 27, Sayı 2, Aralık 2021, s. 37.). Müdafi yanında şüpheli veya sanığa yapılacak tebligat, kararın içeriği hakkında bilgi sahibi olmayı ve müdafinin kusurlu davranışı ile kanun yolu başvuru süresini geçirmiş olması hâlinde eski hâle getirme imkânının bulunup bulunmadığının incelenerek koşullarının bulunması hâlinde eski hâle getirme talebinde bulunma imkânı verebilecektir.
    Gelinen aşamada 1136 sayılı Kanun’un 41. maddesinin birinci fıkrasının üzerinde de durulması gerekmektedir. Söz konusu fıkrada;
    "Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumu müvekkiline tebliğinden itibaren onbeş gün süre ile devam eder." şeklindeki hükme yer verilmiştir.
    Görüldüğü üzere söz konusu madde 1136 sayılı Kanun’un Altıncı Kısmında "Avukatın Hak ve Ödevleri" başlığı altında düzenlenmiştir. Ceza davaları açısından değerlendirildiğinde bir avukatın bir sanığın veya şüphelinin müdafiliğinden çekildiği durumlarda kanunkoyucu söz konusu avukatın görevinin durumun müvekkiline tebliğinden itibaren bir süre daha devam edeceğini belirtmiştir. Bu durumu avukat için bir hak değil aksine bir ödev ve yükümlülük olarak yorumlamak gerekir. Zira kanunkoyucunun söz konusu hükmü müdafilikten çekilen avukatın bir süre daha sanığın/şüphelinin lehine işlemler yapmasını muhtemel hak kayıplarının önüne geçmek adına bir önlem olarak düzenlediği anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanunu'nun 41. maddesini, birden fazla müdafiyle takip edilen davalarda müdafilerden birisine tebligatın yapılmasını yeterli gören Tebligat Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasıyla birlikte değerlendirirken, somut olayın özellikleri dikkate alınarak sanık lehine getirilmiş bu düzenlemenin sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde yorumlanmaması gerekmektedir.
    Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Cezaevinde bulunan sanığın, 17.07.2018 tarihinde ikinci bir müdafiye vekaletname verdiği, söz konusu müdafinin vekaletnamesini 13.09.2018 tarihinde Yerel Mahkemeye ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince 25.12.2018 tarihinde istinaf başvurusunun hukuka aykırılığın düzeltilerek esastan reddine karar verildiği, söz konusu kararın sanığın ilk görevlendirdiği müdafiye 16.01.2019 tarihinde elektronik tebligat yoluyla tebliğe çıkarıldığı ve aynı tarihte muhatabın elektronik adresine ulaştığı, söz konusu müdafinin 18.01.2019 tarihinde sanığın müdafiliğinden çekildiğini belirtir dilekçeyi ... 1. Ağır Ceza Mahkemesine Uyap üzerinden gönderdiği, sanığın 17.07.2018 tarihinde vekaletname verdiği ikinci müdafinin 08.02.2019 havale tarihli dilekçe ile temyiz kanun yoluna başvurduğu, vekillikten istifa eden müdafinin dilekçesinin ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın sanığa tebliğ edilmediği olayda;
    Cezaevinde bulunan sanığın vekaletname verdiği ilk müdafisinin yasal olarak karar kendisine tebliğ edilmiş sayılmadan, yani 21.01.2019 tarihinden önce 18.01.2019 tarihinde vekillik görevinden istifa ettiğini bildirmesi karşısında Bölge Adliye Mahkemesince ne sanığa ne de vekaletnameli diğer müdafisine kararın tebliğ edilmemiş olması, Avukatlık Kanunu’nun 41. maddesinde düzenlenen istifa eden avukatın vekalet görevinin dilekçesinin tebliğinden itibaren 15 gün daha devam edeceğinin belirtilmesinin sanığın aleyhine yorumlanmasının mümkün olmaması, söz konusu düzenlemenin sanığın menfaatlerinin korunması ve olası hak kayıplarının önüne geçilmesi için avukatın sanık lehine işlemler yapmaya devam edebileceği şeklinde değerlendirilmesinin gerekmesi, aksinin kabulü hâlinde istifadan haberdar edilmeyen ve karar kendisine ya da diğer vekaletnameli müdafisine ivedi bir şekilde bildirilmeyen sanığın kendisine ya da görevlendirdiği diğer müdafiye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı hâlde lehine getirilmiş bir düzenlemenin aleyhine sonuç doğuracak şekilde yorumlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının kısıtlanmasına yol açması, diğer bir ifadeyle sanığın veya müdafisinin doğrudan herhangi bir dahilinin bulunmadığı mahkeme yazı işleri müdürlüğünde görevli personel tarafından sanığın vekaletnameli müdafilerinden birine tebligat yapılması gibi yargının işleyişine ilişkin hâllerde somut olaydaki gibi hak kaybına yol açacak olumsuz durumların sonuçlarını sanığa yüklemenin sanığın hak arama özgürlüğünü ihlal etmesi, sanık tarafından 17.07.2019 tarihinde görevlendirilip kendisine karar tebliğ edilmeyen vekaletnameli müdafinin 08.02.2019 tarihinde karar aleyhine temyiz kanun yoluna başvurması hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanık tarafından görevlendirilen ikinci müdafinin 08.02.2019 tarihli temyiz talebinin öğrenme üzerine ve süresinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
    Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanan itirazının kabulüne karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 07.10.2019 tarihli ve 4845-11437 sayılı sanık müdafisnin temyiz isteminin reddine ilişkin kararının KALDIRILMASINA,
    3- Sanık ... hakkında ... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince kurulan 25.12.2018 tarihli ve 4360-2142 sayılı hükmün temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.06.2021 tarihli ve 196 sayılı kararı uyarınca Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 01.07.2021 tarihinden geçerli olarak kapatılmasına ve tüm işlerin Yargıtay 9. Ceza Dairesine devredilmesine karar verildiğinden, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 08.06.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.



    ...

    Hemen Ara