Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu 2021/1958 Esas 2022/2272 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
İdare Dava Daireleri Kurulu
Esas No: 2021/1958
Karar No: 2022/2272
Karar Tarihi: 22.06.2022

Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu 2021/1958 Esas 2022/2272 Karar Sayılı İlamı

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU         2021/1958 E.  ,  2022/2272 K.

    "İçtihat Metni"

    T.C.
    D A N I Ş T A Y
    İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
    Esas No : 2021/1958
    Karar No : 2022/2272


    TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- … Belediyesi Başkanlığı
    2- … Belediyeler Birliği
    VEKİLLERİ : Av. …
    KARŞI TARAF (DAVALI) : … Bakanlığı
    VEKİLİ : …

    İSTEMİN KONUSU : Danıştay Altıncı ve Onuncu Daireleri Müşterek Heyetinin 16/11/2020 tarih ve E:2020/1235, K:2020/10913 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

    YARGILAMA SÜRECİ :
    Dava konusu istem: 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin "Kapsam" başlıklı 2. maddesinin, "Su alımı" başlıklı 8. maddesinin, "Mutlak koruma bölgesinde uygulama esasları" başlıklı 20. maddesinin, "Hassas koruma bölgelerinde uygulama esasları" başlıklı 21. maddesinin, "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinin, "Kontrollü kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 23. maddesinin, "Tampon bölgede uygulama esasları" başlıklı 24. maddesinin ve "Diğer izin uygulamaları" başlıklı Geçici 1. maddesinin iptali istenilmiştir.
    Daire kararının özeti: Danıştay Altıncı ve Onuncu Daireleri Müşterek Heyetinin 16/11/2020 tarih ve E:2020/1235, K:2020/10913 sayılı kararıyla; Danıştay İdari Dava Daireleri 04/04/2019 tarih ve E:2017/498, K:2019/1548 sayılı "kararının gerekçesiz olduğu" yolundaki kısmen bozma kararına uyularak;
    Yönetmeliğin "Kapsam" başlıklı 2. maddesi yönünden;
    Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dahilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek amacıyla çıkarılan dava konusu Yönetmelikte, kapsamının, bu amaca uygun olarak, sulak alanlar ve sulak alanlarla ilişkili habitatların korunması ve akılcı kullanımı olduğunun belirtildiği, anılan düzenleme ile arazi ile su kullanımı planlarında sulak alanların işlev değerlerinin korunmasının esas olmaktan çıkarılmasının söz konusu olmadığı anlaşıldığından, düzenlemede bu yönüyle koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı,

    Öte yandan; Ramsar Sözleşmesinde, bu sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün suların, bataklık, sazlık ve türbiyerlerin sulak alanlar olduğunun belirtildiği, herhangi bir doğal yaşam ortamı olmayan ve ekolojik karakteri bulunmayan kuru derelerin, sulak alan olarak nitelendirilemeyeceği göz önüne alındığında, kuru derelerin Yönetmelik kapsamı dışına çıkarılmasına ilişkin düzenlemede de Yönetmeliğin dayanağı Ramsar Sözleşmesine aykırılık bulunmadığı,
    Yönetmeliğin "Su alımı" başlıklı 8. maddesi yönünden;
    Yönetmeliğin dayanaklarından biri olan Ramsar Sözleşmesi ile taraf devletlere, ülkelerindeki sulak alanların korunmasının geliştirilmesi yanında, akılcı kullanımını da sağlayacak şekilde yönetilmesi yükümlülüğünün getirildiği ve Yönetmeliğin 2. maddesinde, bu alanların akılcı kullanımının da amaçlar arasında sayıldığı dikkate alındığında, sulak alanların ekolojik karakteri korunarak gelecek nesillere aktarılmasına imkan sağlayacak sürdürülebilir şekilde kullanılmasını ifade eden akılcı kullanım kapsamında, insanlar ve diğer canlı türleri açısından içme ve kullanma suyu veya enerji gibi zorunlu ihtiyaçların karşılanması amacıyla getirildiği sonucuna varılan, sulak alan ekosistemini besleyen akarsuların ve diğer yüzey sularının yönlerinin izin alınmak suretiyle değiştirilmesine imkan tanıyan düzenlemede, üst hukuk normları ile koruma ve kullanma ilkelerine aykırılık bulunmadığı,
    Öte yandan; düzenleme kapsamında davalı idare tarafından verilecek izinlerde, sulak alanların korunmasına ilişkin olarak Yönetmelikte getirilen, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunmasının zorunlu olduğu yolundaki genel ilkenin dikkate alınması gerektiği açık olduğundan, davacıların bu alanların daraltılacağına ilişkin iddiasına itibar edilmediği,
    Yönetmeliğin "Mutlak koruma bölgesinde uygulama esasları" başlıklı 20. maddesi ile "Hassas koruma bölgesinde uygulama esasları" başlıklı 21. maddesi yönünden;
    Davacılar tarafından; mutlak koruma bölgesi ve hassas koruma bölgesinin nitelikleri göz önüne alındığında, bu bölgelerin ancak insan faaliyetlerinden uzak tutulmasıyla korunabileceği, iptali istenilen maddelerde ise bu bölgelerin zorunlu olmadıkça özel mülkiyete konu olmayacağı düzenlemesi getirilerek, alanların özel mülkiyete konu olmasına neden olunacağının iddia edildiği,
    Mutlak koruma bölgeleri ve hassas koruma bölgelerinin, barındırdığı ekosistem ve sulak alanların korunması açısından önemi nedeniyle, bilimsel faaliyetler ile doğal yapısının devamlılığını sağlayacak faaliyetlere izin verilen, yapılaşmaya yasaklanmış alanlar olduğu göz önüne alındığında, kazanılmış hakların da korunması amacıyla, dava konusu düzenlemelerle bu alanların özel mülkiyete konu olmaması esasının getirildiği, "zorunlu olmadıkça" ibaresi ile özel mülkiyete konu olup mutlak ve hassas koruma bölgesi vasıflarını taşıyan alanların da koruma bölgesi olarak belirlenmesine olanak sağlandığı görüldüğünden, düzenlemelerde Ramsar Sözleşmesi ve Yönetmeliğin dayanağı olan Kanun maddeleri ile belirlenen koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı,
    Yönetmeliğin "Sürdürebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesi yönünden;
    Yönetmeliğin 4. maddesinde yer verilen, sürdürülebilir kullanım bölgesi tanımında belirtildiği üzere, bu bölgelerin, balıkçılık, sazcılık, turba çıkarımı, ormancılık, toplayıcılık, tarım ve hayvancılık gibi ekonomik faaliyetlerin geleneksel olarak sürdürüldüğü bölgeleri ifade ettiği, bu kapsamda; Yönetmeliğin iptali istenilen 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; kaynak kullanımların geleneksel yöntemlerle devam edileceği kuralı getirildiği, (b) bendinde ise belirtilen nitelikteki yeni faaliyet taleplerine ekosisteme zarar verilmemesi ve yönetim planlarında bulunması şartıyla izin verilebileceğinin düzenlendiği, sulak alanların akılcı kullanımını sağlamak üzere koruma, kullanma, araştırma, izleme ve denetim gibi etkinliklerin ve tedbirlerin tümünü bütüncül bir yaklaşımla tanımlayan yönetim planlarının, Bakanlıkça Ramsar Sözleşmesi Sulak Alan Yönetim Planı Rehberi esas alınarak yaptırılacağı veya yapılacağı, planların hazırlanması sürecine, ilgili bakanlıkların, valiliklerin, yerel yönetimlerin, gönüllü kuruluşların ve bilim adamlarının katılımının sağlanacağı, planlar ile koruma bölgeleri için asgari kuralları değiştirmeyecek şekilde ilave düzenlemeler getirilebileceği göz önüne alındığında, iptali istenilen düzenlemelerde bu alanların korunması ve akılcı kullanımı ilkesine aykırılık bulunmadığı,
    Yönetmeliğin uyuşmazlığa konu 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde; bu alanlarda, içme, kullanma ve sulama suyu projelerine ait baraj, gölet, kanal, kanalet, pompa istasyonu gibi zorunlu altyapı projelerinin ve kültür balıkçılığı ve malzeme çıkarımı gibi faaliyetlerin ulusal önemi haiz sulak alanlar ile Ramsar alanlarında Genel Müdürlüğün izniyle yapılabileceği düzenlenmiş ise de; bu alanlarda Yönetmeliğin 29. maddesi uyarınca yönetim planları hazırlanmasının zorunlu olması ve uygulamadan sorumlu kurum ve kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişilerin bu plan hükümlerine uygun işlem yapmakla yükümlü olmaları karşısında, bu faaliyetlere ancak yönetim planlarında yer verilmesi halinde izin verilebileceği sonucuna varıldığından, düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı,
    Öte yandan; sürdürülebilir kontrollü kullanım bölgesi uygulama esaslarını düzenleyen dava konusu maddede, bu alanlarda, sadece kuş gözlem yapıları, gözlemevleri, seyir maksatlı yaya yolları, ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak amacıyla imar planı gerektirmeyen uygulamalar yapılabileceği kurala bağlandığından, yapılaşmaya ilişkin uygulamalarda 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümlerinin geçerli olduğu yolundaki düzenlemenin, maddede sayılan ve burada inşa edilebilecek yapılara ilişkin olduğu anlaşıldığından, davacıların alanın yapılaşmaya açıldığı yolundaki iddiasının yerinde görülmediği,

    Ayrıca; Ramsar Sözleşmesinin ilgili maddeleri değerlendirildiğinde; Sözleşmede Ramsar Listesine tescil edilecek sulak alanların seçiminin, ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılacağının, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanların öncelikle dahil edileceğinin öngörüldüğü ve daha sonra Taraflar Komitesince listeye dahil edilecek sulak alanlar kriterleri belirlendiği göz önüne alındığında, önem ve öncelikleri bakımından sulak alanların sınıflandırılmasında Sözleşmeye aykırılık bulunmadığı,
    Kaldı ki; Ramsar Sözleşmesi, taraf devletlere, ülkelerindeki sulak alanların akıllıca kullanımı ve ileri görüşlü ulusal politikalarla korunması yolunda yükümlülük getirmiş ise de bu koruma yöntem ve esaslarının belirlenmesi konusunda devletlerin takdir yetkisi olduğu ve bu kapsamda; mahalli önemi haiz sulak alanların yönetimi, koruma-kullanma esaslarının uygulanması, denetimi ve izlenmesi yetki ve görevinin, yerinden yönetim ilkesi benimsenerek ve daha katılımcı bir yaklaşımla, il bazında oluşturulan mahalli sulak alan komisyonu ile Bölge Müdürlüklerine, uluslararası öneme sahip olan sulak alanlarda ise bu görev ve yetkilerin ulusal sulak alan komisyonu ile Genel Müdürlüğe verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı,
    Yönetmeliğin "Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları" başlıklı 23. maddesi yönünden;
    Koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarelerce onaylanmış çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan yerleşim yerleri ile kentsel gelişim bölgelerinde kalan kontrollü kullanım bölgelerinin insan faaliyetlerinin yoğun olduğu ve bu faaliyetlerin sulak alan ekosistemine olumsuz etkilerinin asgariye indirilmesi için gereken tedbirlerin alındığı koruma bölgesi olduğu, bu alanlarda Yönetmeliğin Ek-1'inde yer alan tüm projelerin uygulanabilmesi ve tesislerin kurulabilmesi için ayrıca ekosistem değerlendirme raporu hazırlanarak, faaliyetin sulak alana muhtemel etkilerini önleyici ve telafi edici tedbirlerlerin belirlenmesi, ilgili idare tarafından bu tedbirlerin ne şekilde alınacağının, nasıl izleneceğinin, risk ve tehlike göstergelerinin neler olduğunun raporun ekinde taahhüt edilmesi ve Bakanlıkça alınması istenen ilave tedbirlere uyulması gerektiği, dolayısıyla, bu alanlarda her türlü projenin uygulanması olanağının bulunmadığı, öte yandan, bu alanlar için sulak alanların akılcı kullanımını sağlamak üzere koruma, kullanma, araştırma, izleme ve denetim gibi etkinliklerin ve tedbirlerin tümünü bütüncül bir yaklaşımla tanımlayan yönetim planları hazırlanmasının da Yönetmelikle zorunlu kılındığı göz önüne alındığında, anılan düzenlemede koruma ilke ve esaslarına aykırılık bulunmadığı,
    Öte yandan; 2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin (c) bendindeki, koruma statüsü kazandırılmış alanlar ve ekolojik değeri olan alanların, plan kararı dışında kullanılamayacağına ilişkin kural uyarınca, iptali istenilen maddedeki faaliyetlerin, ancak plan kararlarında yer alması durumunda yapılabileceği açık olup, dava konusu düzenleme ile idareye planlarda yer almasa dahi bu faaliyetlere izin verilmesine imkan veren bir takdir yetkisi de tanınmadığı göz önüne alındığında, davacıların iptali istenilen düzenlemenin Çevre Kanununun 9. maddesinin (c) bendine aykırı olduğu yolundaki iddiasına itibar edilmediği,
    Yönetmeliğin "Tampon bölgede uygulama esasları" başlıklı 24. maddesi yönünden;
    Dava konusu düzenleme ile tampon bölgelerde Yönetmeliğin Ek-1'inde yer alan faaliyetlerin sulak alan ekosistemine zarar vereceği değerlendirilerek yasaklandığı, nispeten etkilerinin alınacak önlemlerle azaltılabileceği öngörülen ve Ek-2 listesinde yer alan faaliyetlerin ise Genel Müdürlüğün izniyle yapılmasına imkan tanındığı, düzenleme uyarınca bu faaliyetlerin hangileri için ekosistem değerlendirme raporu hazırlanacağının faaliyetin alana ve ekosisteme olan etkisi dikkate alınarak Bakanlıkça belirleneceği, ÇED süreci kapsamında ekosistem değerlendirme raporu hazırlanması durumunda tekrar rapor hazırlanmasının istenilmeyeceği, Genel Müdürlükçe izin verilen faaliyetlerin beş yıl süreyle geçerli olduğu, izin belgesinde belirtilen şartlara uyulup uyulmadığının denetleneceği ve uyulmadığının tespit edilmesi halinde iznin iptal edileceği hususları birlikte değerlendirildiğinde, düzenlemede koruma-kullanma dengesinin gözetildiği sonucuna varıldığı,
    Öte yandan; davacılar tarafından, iptali istenilen madde ile tampon bölgelerde yapılacak faaliyetlere, usul ve esaslarının Bakanlık tarafından belirleneceği tek bir raporla izin verilmesine imkan tanınarak, ÇED sürecinin devre dışı bırakıldığı ileri sürülmüş ise de, iptali istenilen maddede bu yönde bir düzenleme yapılmadığı gibi 2872 sayılı Çevre Kanunu hükümleri ile ÇED Yönetmeliğinde yer alan düzenlemelerin buna cevaz vermediği açık olup, ÇED Yönetmeliğinin eki listelerde yer alan projeler için ÇED süreci işletilip, ÇED olumlu ya da ÇED gerekli değildir kararı alınmadan bu projelere ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceğinden ve yatırıma başlanamayacağından, davacıların bu iddiasının yerinde bulunmadığı,
    gerekçeleriyle, 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin dava konusu hükümleri yönünden davanın reddine karar verilmiştir.


    TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Daire kararında detaylı olarak yer verilen iddialar tekrar edilmek suretiyle davanın reddi yolundaki Daire kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

    KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Danıştay Altıncı Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

    DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …'İN DÜŞÜNCESİ : Dava konusu Yönetmeliğin "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bendi ile "Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları" başlıklı 23. maddesinin 2. fıkrası yönünden temyize konu kararın bozulması, diğer kısımlar yönünden kararın onanması gerektiği düşünülmektedir.

    TÜRK MİLLETİ ADINA
    Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    İNCELEME VE GEREKÇE:
    MADDİ OLAY :
    2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2., 8. ve 26. maddeleri, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesi ve 3958 sayılı Kanunla uygun bulunan 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi) hükümlerine dayanılarak, Türkiye’nin karasal sınırları ve kıta sahanlığı dâhilinde yer alan sulak alanların korunması, yönetimi ve geliştirilmesi ile bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemek amacıyla çıkarılan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve anılan Yönetmelik ile 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.
    Bunun üzerine 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin dava konusu istem kısmında yer verilen hükümlerinin iptali istemiyle temyizen incelenen dava açılmıştır.
    İLGİLİ MEVZUAT :
    2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde; sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasının esas olduğu, sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı, bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alanın faaliyet sahibince eski haline getirileceği, sulak alanların korunması ve yönetimine ilişkin usul ve esasların ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği, düzenlemesine yer verilmiştir.
    4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 4. maddesinin 4. fıkrasında; sulak alanların kirletilemeyeceği, kurutulamayacağı ve bunların doğal yapılarının değiştirilemeyeceği, kurala bağlanmıştır.
    Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ile ilgili işlemleri yapmak, 8. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde; uluslararası koruma sözleşmeleri ile belirlenen yörelerdeki korunma ve kullanma esaslarını çevre mevzuatı dikkate alınarak tespit etmek ve yeni düzenlemeler yapmak Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.
    28/12/1993 tarih ve 3958 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ve 15/03/1994 tarih ve 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanarak 17/05/1994 tarih ve 21937 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkındaki Sözleşmenin (Ramsar Sözleşmesi) 1. maddesinde; bu sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün suların, bataklık, sazlık ve türbiyerlerin sulak alanlar olduğu, bu Sözleşmenin amacı bakımından, ekolojik olarak sulak alanlara bağımlı olan kuşların, su kuşları olduğu, 2. maddesinde; her akit tarafın, ülkesi toprakları içindeki elverişli sulak alanları, bundan böyle "Liste" adıyla tanımlanacak ve 8. madde uyarınca kurulacak Büro tarafından tutulacak olan "Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Listesi"ne dahil edilmek üzere tayin edeceği, sulak alan hudutlarının kesinlikle belirtileceği ve aynı zamanda haritaya çizileceği, özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak önem taşıyan yerlerde, sulak alanlara mücavir olan akarsu ve deniz kıyı alanlarıyla, ada veya gel-git hareketinin çekilme devresinde derinliği altı metreyi geçen ve sulak alanlar dahilinde yer alan deniz sularıyla birleştirilebileceği, liste için sulak alanların seçiminin, bu sulak alanların ekoloji, botanik, zooloji, limnoloji ve hidroloji yönlerinden uluslararası önemlerine göre yapılacağı, hangi mevsimde olursa olsun, su kuşları için uluslararası öneme sahip sulak alanların öncelikle dahil edileceği, 3. maddesinde; akit tarafların, listeye dahil ettirdikleri sulak alanların korumasını geliştireceği ve ülkelerindeki diğer sulak alanları mümkün olduğu kadar akıllıca kullanılmasını sağlayacak şekilde formüle edeceği ve uygulayacakları, 4. maddesinde; her akit tarafın, listeye dahil olsun veya olmasın, sulak alanlarında tabiatı koruma alanları ayırarak sulak alanlarının ve su kuşlarının korunmasını geliştireceği ve yeterli inzibati tedbirleri alacağı, sulak alanlar ve bu sulak alanların bitki ve hayvan toplulukları hakkında araştırma yapılmasını, bilgi ve yayınların değişimini teşvik edeceği, uygun sulak alanların yönetimi yoluyla su kuşları populasyonlarının artırılması için çaba gösterecekleri, sulak alanların araştırma, yönetim ve muhafazasında yetenekli personelin eğitimini geliştirecekleri, öngörülmüştür.

    HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
    Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan;
    "a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
    b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
    c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması" sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
    Dairece Yönetmeliğin dava konusu edilen tüm maddeleri yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
    Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan Danıştay Altıncı Dairesi kararının, dava konusu Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan, "Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır." cümlesi dışındaki davanın reddine ilişkin kısımları, aynı gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş olup temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın anılan kısımlarının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
    "Anılan Yönetmelik'in 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler için izin belgesi olmak kaydıyla ulusal önemi haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır" cümlesine gelince;
    Yönetmeliğin "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesi yönünden;
    Yönetmeliğin "Sürdürebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinde; "(1) Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları şunlardır;
    a) Bu alanlardaki doğal kaynak kullanımlarında mevcut geleneksel kullanıma devam edilir.
    b) Yeni bir faaliyet talep edilmesi durumunda sulak alan ekosistemine zarar vermemesi şartı ile kullanıma yönetim planında yer verilebilir.
    c) Çeltik tarımı ve su ürünleri istihsali yapılabilir.
    ç) Kuş gözlem yapıları, gözlemevleri, seyir maksatlı yaya yolları, ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak amacıyla imar planı gerektirmeyen uygulamalar yapılabilir. Bu madde kapsamında planlanan projelere, alanların ekolojik yapılarına göre ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlük, Mahalli öneme haiz sulak alanlarda Bölge Müdürlüğünce izin verilir.
    d) İçme, kullanma ve sulama suyu projelerine ait baraj, gölet, kanal, kanalet, pompa istasyonu gibi zorunlu altyapı projeleri, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır. Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır.
    e) 10 uncu ve 11 inci maddelerde yer alan usul ve esaslar çerçevesinde ticari turba çıkarımı ve saz kesimi yapılabilir.
    f) Hayvan otlatılabilir.
    g) Bu Yönetmelikte izin verilenler dışında hiçbir faaliyete ve yapılaşmaya izin verilemez.
    ğ) Yapılaşmaya ilişkin uygulamalarda 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri geçerlidir." düzenlemesi yer almıştır.
    Davacılar tarafından; iptali istenilen maddede, sürdürebilir kullanım bölgelerinde yapılabileceği düzenlenen faaliyetlerin, bu alanların korunması esaslarıyla bağdaşmadığı, bu bölgelerin tahrip edilmesine yol açacağı ve yapılaşma açılmasına neden olacağı, ayrıca, bu faaliyetlere izin verilmesi hususunda idareye çok geniş takdir yetkisi tanındığı, ulusal önemi haiz sulak alan ve mahalli önemi haiz sulak alan ayrımı yapılarak, sulak alanların statülerinin düşürüldüğü ve tüm sulak alanların uluslararası korumadan eşit şekilde yararlanmasının engellendiği belirtilerek, düzenlemenin Ramsar Sözleşmesinin amacına aykırılık taşıdığı ileri sürülmüştür.
    Davalı tarafından; dava konusu düzenlemelerin, insan faaliyetlerinin yoğun olarak devam ettiği ve belli oranda tahrip olmuş sulak alanların, kazanılmış haklar da dikkate alınarak, daha fazla tahrip edilmesini engellemek amacıyla getirildiği, bölgedeki geleneksel faaliyetlere devam edilmesinin, aynı nitelikte yeni faaliyet taleplerinin yönetim planlarında yer verilmesi şartıyla izin verilmesinin korumayı zayıflatmayacağı, sadece maddede sayılan yapılara izin verileceğinden, alanın her türlü yapılaşmaya açılmasının söz konusu olmadığı, ayrıca, ülkemizde yapılan çalışmalarda tespit edilen sulak alan sayısının 1500'ü aştığı, ancak sulak alanların korunmasına ilişkin 30/01/2002 tarih ve 24656 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ilk Yönetmelikten bu yana sadece 41 adet sulak alanın koruma bölgeleri tespit edilerek tescil edilebildiği, tüm sulak alanların aynı yöntemle ve tek merkezden yönetilmesinin başarılı sonuçlar vermediği, sınıflandırmanın sulak alanların daha etkin korunması ve hızlı karar alınmasını sağlamak amacıyla yapıldığı, mahalli önemi haiz sulak alanların yönetiminin mahalli sulak alan komisyonlarına ve izin verme yetkisinin Bölge Müdürlüklerine bırakılarak yerinden yönetim ilkesinin benimsendiği, biyoçeşitlilik açısından zengin olan ve uluslararası öneme sahip olan sulak alanlarında ise ulusal sulak alan komisyonlarının görevlendirildiği belirtilerek iptali istenilen düzenlemelerde Ramsar Sözleşmesine ve dayanağı Kanunlara aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.
    Yönetmelik'in Tanımlar başlıklı 4. maddesinde sürdürülebilir kullanım bölgesinin açık su yüzeyleri, lagünler, nehir ağızları tuzlalar, geçici ve sürekli tatlı ve tuzlu su bataklıkları, sulak çayırlar, sazlıklar ve turbalıklar ile bu ekosistemleri ekolojik olarak destekleyen kumul, kumsal, çalılık, ağaçlık subasar orman gibi habitatlarda insanların balıkçılık, sazcılık, turba çıkarımı, ormancılık, toplayıcılık, tarım ve hayvancılık gibi ekonomik faaliyetlerinin geleneksel olarak sürdürülmesine izin verilen doğal veya yarı doğal bölgeyi ifade ettiği kural altına alınmıştır.
    Ancak Yönetmeliğin dava konusu 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde; "İçme, kullanma ve sulama suyu projelerine ait baraj, gölet, kanal, kanalet, pompa istasyonu gibi zorunlu altyapı projeleri, ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır. Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır." kuralına yer verilerek, herhangi bir nicel ya da niteliksel sınırlama getirilmeden bu alanlarda; madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesislerin yapılabileceği düzenlenmiştir.
    1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nun "Tarifler" başlıklı 2. maddesinde, " Su ürünleri: Denizlerde ve içsularda bulunan bitkiler ile hayvanlar ve bunların yumurtalarıdır." tanımına; 29/06/2004 tarih ve 25507 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Su Ürünleri Yetiştiriciliği Yönetmeliği'nin "Tanımlar" başlıklı 4. maddesinde ise, Su Ürünlerinin: Denizlerde ve iç sularda bulunan bitkiler ile hayvanlar ve bunların yumurtalarını ifade ettiği, (4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanununun kapsamına giren hayvanlar hariç), Su Ürünleri Yetiştiriciliğinin: Yetiştiricilik tesislerinde, entansif, yarı entansif veya ekstansif şartlarda yapılan, su ürünlerini üretme ve/veya büyütme (besicilik) faaliyetini ifade ettiği, Yetiştiricilik Tesisinin: Su ürünleri yetiştiriciliğinin yapıldığı yerleri, İç Sular: Göller, suni göller, lagünler, baraj gölleri, bentler, regülatörler, kanallar, arklar, akarsular, mansaplar, üretme ve yetiştirme yerlerini, ifade ettiği, Kuluçkahanenin: Su ürünleri damızlık materyallerinden yumurta ve yavru materyaller elde etmek için kurulan tesisleri ifade ettiği, Üretme Havuzlarının: Su ürünleri yetiştiriciliği yapmak amacıyla, toprak, beton ve ağ havuzlar ile plastik veya benzeri malzemeden yapılan tank ve benzer üniteleri ifade ettiği, Ağ Havuz (Ağ Kafes): Denizlerde ve iç sularda su ürünleri yetiştiriciliği yapmak amacıyla ahşap, demir veya plastik malzemeler ile ağ kullanılarak yapılan üniteleri ifade ettiği, Entansif Yetiştiricilik: Tamamen dıştan yemlemeye dayalı yoğun yetiştiriciliği, Yarı Entansif Yetiştiricilik: Gübreleme ve tamamlayıcı yemlemeye dayalı yetiştiriciliği, Ekstansif Yetiştiricilik: Suyun doğal verimliliğine dayanan, stok kontrolü yapılan düşük üretimli yetiştiriciliği," ifade ettiği düzenleme altına alınmıştır.
    Bir tür su ürünü yetiştiriciliği olan kültür balıkçılığı, deniz içerisinde, göl, akarsu veya tatlı su kıyılarında tecrit edilmiş alanlar oluşturularak, balık çeşitleri, kabukluları, su canlıları ve su bitkilerinin doğal ortamlarının dışında yetiştirilerek, çeşitli ihtiyaçların karşılanmasıdır. Söz konusu faaliyet nedeniyle kullanılan besi maddeleri, hayvan dışkıları vb. unsurlardan oluşan atıkların çevreye zarar verdiği ve sular bakımından kirletici etkisi olduğu bilinen bir olgudur.
    Bu durumda, yukarıda yer verilen tanımı göz önüne alındığında, koruma kullanma dengesi gözetilirken koruma ilkelerinin ağır basacağı doğal veya yarı doğal alanlar olan ve kullanım bakımından geleneksel kullanıma izin verilen, aşırı derecede ve uygunsuz insan kullanımı mevcudiyetinden uzak alanlar olması gereken sürdürülebilir kullanım bölgelerinin nitelikleri dikkate alındığında, kültür balıkçılığı faaliyetinin bazı durumlarda doğrudan doğruya, bazı durumlarda ise belli bir kapasite ve büyüklüğe ulaşması durumunda, bu bölgelerin doğal yapısının bozulmasına yol açacağı, bu sebeple hiçbir sınırlama, faaliyetin niteliksel veya nicel sınırını çizen herhangi bir düzenleme bulunmadan doğrudan tüm sulak alan türlerinde kültür balıkçılığı faaliyetine izin verilmesine yol açacak nitelikte olan ve Yönetmeliğin 22. maddesinde yer alan, "kültür balıkçılığı" ifadesinin, Ramsar Sözleşmesi'ne, genel koruma ilkelerine ve Yönetmelik'in 4. maddesinde yer alan " sürdürülebilir kullanım bölgesi" tanımı ile yine dava konusu 22. maddenin (a) bendinde yer verilen "Bu alanlardaki doğal kaynak kullanımlarında mevcut geleneksel kullanıma devam edilir." şeklindeki genel ilkeye uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
    Öte yandan, aynı bentte yer verilen "madensel tuzların çıkarılması" ve "malzeme çıkarımı" ifadeleri yönünden de söz konusu ifadeler ile neyin kastedildiğinin Yönetmelikte açık olarak tanımlanmadığı, çıkarılacak malzemenin ne olduğunun ve ne şekilde çıkarılacağının belirsiz olduğu, hiçbir sınırlama, faaliyetin niteliksel veya nicel sınırını çizen herhangi bir kural bulunmadan doğrudan tüm sulak alan türlerinde içeriği belirsiz şekilde bu faaliyetlerde bulunulmasına izin verilmesi anlamına gelecek olan düzenlemenin Ramsar Sözleşmesi'ne, genel koruma ilkelerine ve Yönetmelik'in 4. maddesinde yer alan " sürdürülebilir kullanım bölgesi" tanımı ile yine dava konusu 22. maddenin (a) bendinde yer verilen "Bu alanlardaki doğal kaynak kullanımlarında mevcut geleneksel kullanıma devam edilir." şeklindeki genel ilkeye uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
    Ayrıca, anılan bentte "madensel tuzların çıkarılması", "malzeme çıkarımı" ve "kültür balıkçılığı" ifadeleri ile bütünleşik şekilde bu kullanımlara ait zorunlu tesislerin yapımına da imkan tanınmaktadır. Söz konusu her üç kullanım bakımından yapılan düzenlemeler yukarıda açıklandığı şekilde hukuka uygun olmadığından ve ayrıca söz konusu zorunlu tesis ifadesi de muğlak olup yoruma açık bulunduğundan bu ifadede de hukuka uygunluk görülmemiştir.
    Bu itibarla, temyize konu kararda; dava konusu Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan, "Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır." cümlesi yönünden davanın reddine karar verilmesine ilişkin kısımda hukuki isabet bulunmamaktadır.

    KARAR SONUCU:
    Açıklanan nedenlerle;
    1. Davacının temyiz isteminin kısmen kabulüne, kısmen reddine,
    2. Danıştay Altıncı ve Onuncu Daireleri Müşterek Heyetinin temyize konu 16/11/2020 tarih ve E:2020/1235, K:2020/10913 sayılı kararının, dava konusu Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan, "Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır." cümlesi dışındaki davanın reddine ilişkin kısımlarının ONANMASINA,
    Dava konusu Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan, "Madensel tuzların çıkarılması, malzeme çıkarımı, kültür balıkçılığı ve bunlara ait zorunlu tesisler izin belgesi almak kaydıyla ulusal öneme haiz sulak alanlar ve Ramsar Alanlarında Genel Müdürlüğün izni ile yapılır." cümlesi yönünden davanın reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA,
    3. Bozulan kısım yönünden yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Daireye gönderilmesine,
    4. Kesin olarak, 22/06/2022 tarihinde, dava konusu Yönetmeliğin "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bendi, "Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları" başlıklı 23. maddesinin 2. fıkrası yönünden oyçokluğu, temyize konu diğer kısımlar yönünden oybirliği ile karar verildi.


    KARŞI OY

    X- Yönetmeliğin "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi yönünden;
    Dava konusu Yönetmelikle yürürlükten kaldırılan 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin "Sulak alan bölgesinde uygulama esasları" başlıklı 19. maddesinde, bu bölgede mevcut tarım arazilerinde suni gübre ve tarım ilaçlarının kullanılamayacağı açıkça hükme bağlanmıştır.
    04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin dava konusu 22. maddesinin 1. fıkrasında ise, "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları şunlardır;
    a) Bu alanlardaki doğal kaynak kullanımlarında mevcut geleneksel kullanıma devam edilir..." düzenlemesine yer verilmiştir.
    Görüldüğü üzere, dava konusu düzenlemede "mevcut geleneksel kullanıma devam edilir" düzenlemesine yer verilmekle birlikte, uyuşmazlık konusu Yönetmelik hükmünde, "geleneksel kullanıma" ilişkin herhangi bir tanıma yer verilmemiş, tarım ilaçları ve suni gübre kullanımı konusundaki özel koruyucu düzenleme de yürürlükten kaldırılmış olup, bu haliyle sulak alanların korunması açısından ihlallere yol açabileceği açık olan düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
    Yönetmeliğin "Sürdürülebilir kullanım bölgesi uygulama esasları" başlıklı 22. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi yönünden;
    Dava konusu Yönetmelikle yürürlükten kaldırılan 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin "Sulak alan bölgesinde uygulama esasları" başlıklı 19. maddesinde, mevcut tarım arazileri dışında yeni tarımsal alanların açılamayacağı açıkça hükme bağlanmıştır.
    04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin dava konusu 22. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde; Yeni bir faaliyet talep edilmesi durumunda sulak alan ekosistemine zarar vermemesi şartı ile kullanıma yönetim planında yer verilebilir..." düzenlemesine yer verilmiştir.
    Görüldüğü üzere, daha önce yürürlükte bulunan Yönetmelikte sulak alanların korunması açısından yeni tarımsal alanların açılamayacağı vurgulanarak sürdürülebilir bir koruma dengesinin sağlanması öngörülmüş iken, dava konusu bu düzenleme ile sulak alanlarda yeni faaliyet taleplerinin kabul edileceği belirtildiğinden, sulak alanların korunması açısından ciddi ihlallere yol açabileceği açık olan düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

    Açıklanan nedenlerle, dava konusu Yönetmeliğin 22. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde hukuka uyarlık bulunmadığından, söz konusu kurallar yönünden temyize konu kararın bozulması gerektiği oyuyla çoğunluk kararına katılmıyorum.



    KARŞI OY

    XX- Yönetmeliğin "Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları" başlıklı 23. maddesi yönünden;
    Yönetmeliğin "Kontrollü Kullanım Bölgesi Uygulama Esasları" başlıklı 23. maddesinde, "(1) Sulak alan ekosistemini etkileyecek insan faaliyetlerinin yoğun olduğu, koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarece onaylı çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan, kentsel gelişimi zorunlu olarak bu bölgede kalan yerleşim yerlerinin zorunlu gelişimi için onaylı mekânsal planlarla getirilen kararlarla ekolojik açıdan tekrar değerlendirilmek suretiyle koruma bölgelerinin tespiti esnasında veya yönetim planları ile kontrollü kullanım bölgesi belirlenir.
    (2) Kontrollü kullanım bölgesi olarak belirlenen alanlar içinde gerçekleştirilecek Ek-1’de yer alan faaliyetler için ayrıca ekosistem değerlendirme raporu hazırlanarak, faaliyetin sulak alana muhtemel etkileri önleyici ve telafi edici tedbirler tadat edilerek, ilgili idare tarafından bu tedbirlerin ne şekilde alınacağı, nasıl izleneceği, risk ve tehlike göstergelerinin neler olduğu, ekosistem raporu ekinde taahhüt edilerek, gerektiğinde Bakanlıkça alınması istenen ilave tedbirlere de uyacağı taahhüt edilir. Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak bu bölgelerdeki uygulamalar, sorumlu kurum ve kuruluşlar tarafından gerçekleştirilir. İzin belgesi tanzim edilir." düzenlemeleri getirilmiştir.
    Davacılar tarafından; dava konusu düzenleme ile kontrollü kullanım bölgelerinde her türlü yatırım ve faaliyete olanak sağlandığı, her ne kadar maddede yapılacak faaliyetler için ekosistem değerlendirme raporu hazırlanması zorunluluğu getirilmiş ise de Yönetmelikte bu rapor katı, sıvı ve gaz atıklar ile sulak alanı olumsuz olarak etkilemesi muhtemel veya sulak alanın peyzaj değerine zarar verecek faaliyetler için gerekli olan rapor olarak tanımlandığından, bu kapsamda olmadığı öne sürülen faaliyetler için rapor hazırlanmayacağı, düzenlemenin taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve sulak alanların korunması esaslarıyla bağdaşmadığı ileri sürülmüştür.
    Davalı savunmasında; dava konusu düzenleme ile ekosistem değerlendirme raporu uygulamasının Yönetmeliğe entegre edilerek, Yönetmeliğin Ek-1'inde yer verilen tüm proje ve tesislerin sulak alana olabilecek etkilerinin bilimsel olarak ortaya konulmasının amaçlandığı belirtilerek, korumayı artıran bir yaklaşım benimsendiğinden düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmuştur.
    Yönetmeliğin kontrollü kullanım bölgesi tanımı ile yukarıda metnine yer verilen 23. maddesi birlikte incelendiğinde; kontrollü kullanım bölgesinin koruma bölgeleri belirlenmeden önce kurulmuş veya ilgili idarelerce onaylanmış çevre düzeni planı, nazım imar planı ve uygulama imar planlarında yer alan yerleşim yerleri ile kentsel gelişim bölgelerinde kalan, insan faaliyetlerinin yoğun olduğu ve bu faaliyetlerin sulak alan ekosistemine olumsuz etkilerinin asgariye indirilmesi için gereken tedbirlerin alındığı koruma bölgesi olduğu anlaşılmaktadır.
    Tanım ve düzenlemeler incelendiğinde bu koruma bölgesinin diğer koruma bölgelerine nazaran daha farklı bir statüde bulunduğu, zorunluluk sebebiyle zaten yapılaşmış bulunan alanlar ile kentsel gelişimi zorunlu olarak bu bölgelerde kalan alanlar olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
    Dava konusu 23. maddenin 2. fıkrasında ise "sulak alan koruma bölgelerinde yapılması yasak olan" ve liste halinde düzenlenen pek çok faaliyetin bu alanlarda yapılmasına imkan tanındığı anlaşılmaktadır. Belirtilen listede ise "Ham Petrol, Doğal Gaz, Kömür ve Maden Çıkarma Endüstrisi, Enerji Endüstrisi, Metal Üretimi ve İşlenmesi, Mineral, İnşaat Malzemeleri Endüstrisi, Kimya ve Petrokimya Endüstrisi, Kâğıt Endüstrisi, Atık Yönetimi ve Gıda Endüstrisi" gibi çevresel etkileri son derece yüksek pek çok sanayi tesisine yer verildiği görülmektedir.
    Bu durumda, söz konusu düzenlemede açıkça; bu bölgede izin verilecek faaliyetlere, "kentsel gelişimi zorunlu olarak bu bölgede kalan yerleşim yerlerinin zorunlu gelişimi için" izin verileceği vurgulanmakta iken yerleşim yerlerinin kentsel gelişimi için zorunlu olmayan ve mer'i mevzuat incelendiğinde hemen hepsi yerleşim yerleri dışında kurulması gereken ağır sanayi tesislerine bu bölgede izin verilmesine yönelik düzenlemede hukuka uyarlık görülmemiştir.
    Ayrıca, dava konusu Yönetmeliğin tanımları incelendiğinde; kontrollü kullanım bölgelerin tampon bölgeler içerisinde yer almasını engelleyen herhangi bir düzenlemede bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda, sulak alanın mahiyetine göre tampon bölge içerisinde kalabilecek kontrollü kullanım bölgeleri bakımından, bu faaliyetlerin tampon bölge içerisinde yasak olması sebebi ile Yönetmeliğin iki koruma bölgesine ilişkin kurallarının birbiri ile çelişeceği ve uygulamada karışıklığa mahal vereceği sonucuna ulaşılmaktadır.
    Açıklanan nedenlerle, Yönetmeliğin 23. maddesinin 2. fıkrasında hukuka uyarlık bulunmadığından temyize konu kararın anılan madde yönünden bozulması gerektiği oyuyla karara katılmıyoruz.

    Hemen Ara