Esas No: 2019/3907
Karar No: 2021/4210
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2019/3907 Esas 2021/4210 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 20.05.2015 tarihinde verilen dilekçeyle tapu iptali ve tescil, ikinci kademede tazminat talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda davanın kabulüne dair verilen 24.01.2019 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili ve davacı vekili tarafından talep edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince davacı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine; davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine dair verilen kararın Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 22.06.2021 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. ... geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenin sözlü açıklamaları dinlendi. Açık duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR
Dava, inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademe tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacı ile davalının kardeş olduğunu, dava konusu 929 parsel sayılı taşınmazın öncesinde 2/B vasfında olduğunu, taşınmazın zilyetliğini 1993 yılında birlikte satın alarak üzerine birlikte bina yaptıklarını, binanın alt katının davalı üst katının ise davacı tarafından o tarihten bu yana kullanıldığını, 2/B yasasından faydalanmak için ilgili idareye birlikte başvurduklarını ve 2.000,00TL peşinatı birlikte ödediklerini, kalan satış bedeli için davalının 2013 yılında kredi kullandığını ve davacının bu krediye kefil olduğunu, 6292 sayılı Yasa uyarınca satın alınan 1/2 hissenin davacı ve davalı arasındaki anlaşma uyarınca 29.04.2014 tarihinde davalı adına tescil edildiğini, davalının ise dava dışı yüklenici ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenleyerek 1/4 hisseyi yükleniciye devrettiğini, çekilen kredinin yüklenici tarafından ödendiğini, davacının taşınmazın bedelini ödemesine fırsat verilmediğini, esasında müvekkilinin hissesinin de yükleniciye devredilmiş olması nedeniyle, davacının da satış bedelini ödediğinin kabul edilmesi gerektiğini belirterek, dava konusu taşınmazda davalı adına kayıtlı hissenin yarısının davacı adına tesciline karar verilmesini ve yükleniciye devredilen hisse için şimdilik 1.000,00TL maddi tazminatın; tescil talebi yerinde görülmediği takdirde gerek devredilen hisse için ve gerekse tüm taşınmaz için, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 09.05.2017 tarihli ıslah dilekçesiyle, dava konusu taşınmazda davalı adına kayıtlı 1/4 hissenin davacı adına tesciline veya tescil talebinin kısmen kabulü halinde kabul edilmeyen tescil talebi yönünden 184.500,00TL’nin veya tescil talebi tamamen reddedilirse 369.000,00TL’nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının dava konusu taşınmazda hiçbir hakkı olmadığını, tüm ödeme ve başvuruları müvekkilinin yaptığını, kardeşine yardım etmek amacıyla müvekkilinin inşaa ettiği binada davacının oturmasına izin verdiğini, davacının kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kendine menfaat sağlamayı amaçladığını beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince, tapu iptali ve tescil isteminin reddine; tazminat talebi yönünden davanın kabulüne, 369.000,00TL maddi tazminatın 1.000,00TL’sinin dava, kalan kısmının ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davacı vekili ve davalı vekilinin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 Esas - 2015/2838 sayılı Kararı da bu doğrultudadır.)
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı ve davalının kardeş olduğu, dava konusu taşınmazın öncesinin 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olduğu, taşınmaz üzerine inşaa edilen binanın davacı ve davalı tarafından kullanıldığı, 19.11.2007 ve 21.04.2009 tarihli taşınmaz tespit tutanaklarında taşınmazın şagillerinin davacı ve davalı olduğunun belirtildiği; ecrimisil ihbarnamelerinin davacı ve davalı adına düzenlendiği, davacı ve davalı tarafından imzalı İstanbul Defterdarlığı Milli Emlak Dairesine hitaben düzenlenen 06.02.2008 tarihli dilekçede, “ ...929 No"lu ve Orman Kanununun 2/B maddesi kapsamında bulunan parselde iki kardeş olarak yapımız bulunmaktadır.” ifadesine yer verildiği, dosyada bulunan alındı belgelerinden bir kısım ecrimisil ödemesinin davacı ve davalı tarafından yapıldığı, davacı tanıklarının dava konusu taşınmazın davacı ve davalıya ait olduğunu; davalı tanıklarının ise taşınmazı davalının satın aldığını ve üzerindeki binayı davalının yaptırdığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra, 22.06.2012 tarihinde davalının dava konusu taşınmazı 6292 sayılı Yasa uyarınca satın almak için ilgili idareye başvurduğu ve bunun için 2.000,00TL peşinat ödediği, 07.04.2014 tarihinde idare ile davalı arasında taşınmazın satışı hususunda sözleşme düzenlendiği, satış bedelinin 138.600,00TL olduğu, peşinat ödendikten sonra bakiye 110.427,00TL’nin beş yıl içinde taksitler halinde ödeneceğinin kararlaştırıldığı, davalının 2013 yılında 2/B kredisi kullandığı, davacının bu krediye kefil olduğu, taşınmazın ½ hissesinin 29.04.2014 tarihinde davalı adına tescil edildiği ve Hazine lehine 110.000,00TL bedelli ipotek tesis edildiği, 12.03.2015 tarihinde davalının dava dışı yükleniciyle kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlediği, sözleşme uyarınca davalının yükleniciye dava konusu taşınmazdaki ¼ hissesini Milli Emlak’a olan borcunu ödemesi karşılığında satmayı vadettiği, 13.03.2015 tarihinde yüklenicinin davalıya ödeme yaptığı ve davalının borcunu ödediği, aynı tarihte davalının ¼ hissesini yükleniciye tapuda devrettiği, 16.03.2015 tarihli ihtarname ile davalının davacıya taşınmazı tahliye etmesi aksi halde 12 yıllık kira bedelini isteyeceğini bildirdiği, davacının ise 09.04.2015 tarihli ihtarname ile dava konusu taşınmazda 1/2 oranında pay sahibi olduğunu ve kiracı olmadığını davalıya bildirdiği anlaşılmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ve dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; özellikle davacı ve davalı tarafından İstanbul Defterdarlığı Milli Emlak Dairesine hitaben düzenlenen 06.02.2008 tarihli dilekçe, davacı ve davalı arasındaki inanç ilişkisinin vukuuna delalet edecek delil başlangıcı niteliğindedir. Davacı taraf, bu belge yanında dosyada bulunan tespit tutanakları, ecrimisil ihbarnameleri ve ödemelerine ilişkin belgeler, dosya kapsamı ile uyumlu davacı tanıkları beyanları doğrultusunda dava konusu taşınmazda hak sahibi olduğunu ispatlamıştır. Ancak, 6292 sayılı Yasa uyarınca taşınmazın mülkiyetinin edinilmesi için ilgili idareye davalı taraf başvurmuş ve nihayetinde dava konusu taşınmazda ½ hisse davalı adına tescil edilmiştir. Bu nedenle davacı, dava konusu taşınmaza yönelik tapu iptali ve tescil talep edemez ise de, taşınmazda hak sahibi olduğunu kanıtladığından ve taşınmazın 6292 sayılı Yasa uyarınca belirlenen satış bedelinin yüklenici tarafından ödendiği anlaşıldığından, taşınmazın 1/4 hissesinin rayiç değerini talep edebilir.
Açıklanan nedenlerle, bölge adliye mahkemesince davacının iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi gereğince dosyanın İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 3.050,00TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 22.06.2021 tarihinde kesin olarak oy çokluğu ile karar verildi.
.
-KARŞI OY-
Davacının, 2/B vasfındaki dava konusu taşınmazda bulunan zilyetliği ancak 6292 sayılı Yasa uyarınca taşınmazı satın alma hakkı doğurur.
Taşınmazda davacının da katkısıyla yapılan muhdesat değerinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tahsiline yönelik açılmış bir dava yoktur.
6292 sayılı Yasa uyarınca satış işlemlerini davalı yürütmüş ve adına tapu oluşmuştur.
Bölge adliye mahkemesi kararının onanması düşüncesinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılamıyorum.