Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/3903 Esas 2022/3445 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
7. Hukuk Dairesi
Esas No: 2021/3903
Karar No: 2022/3445
Karar Tarihi: 16.05.2022

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/3903 Esas 2022/3445 Karar Sayılı İlamı

7. Hukuk Dairesi         2021/3903 E.  ,  2022/3445 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
    MAHKEMESİ : Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

    Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 23.01.2017 tarihinde verilen dilekçe ile TMK 713/2 maddesine dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 19.09.2018 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davacılar vekili tarafından talep edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk 6. Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
    K A R A R
    Davacılar vekili, dava konusu 110 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 1595/6556 payının “ölü ...” adına tapuda kayıtlı olduğunu ve bu payın miras bırakan tarafından ...'dan haricen satın alındığını, satın alınan bu payın da kendi payları ile birlikte 20 yıldan fazla süredir kullanıldığını, hissedarlardan ...'un ortaklığın giderilmesi için dava açtığını, bu dava dosyasından yetki belgesine dayalı olarak alınan mirasçılık belgesinde ...'un mirasçısı bulunmadığından Hazine'nin mirasçı olarak tespit edildiğini belirterek TMK'nın 713/2. maddesi uyarınca ... adına olan tapu kaydının iptaliyle, iptal olunan payın miras payları oranında vekil edenleri adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı vekilleri ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçeleri ile davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
    Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
    Davacılar vekilinin istinaf istemi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda; davacılar vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
    Hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Öncelikle, tapu iptali davalarında, davanın, kayıt malikine, kayıt maliki ölmüşse mirasçılarına yöneltilmesi gereklidir. Kayıt malikinin mirasçılarının bilinmesi halinde davaya dahil edilerek mirasçılar aleyhine yargılamaya devam edilmesi, aksi halde gerek tapu sicilinin tutulmasından sorumlu olması ve gerekse TMK'nın 501. maddesi hükmü uyarınca son mirasçı sıfatıyla Hazine aleyhine yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması gereklidir. TMK'nın 713/2. maddesi uyarınca açılan tapu iptali ve tescil davalarında, taraf teşkilinin yargılama sırasında yerine getirilmesi de mümkündür. Davada taraf teşkili sağlanmadan işin esası hakkında hüküm kurulamaz (HGK'nın 22.02.2012 tarihli ve 2011/8-763 E., 2012/85 K. sayılı kararı).
    Diğer yandan, kural olarak, tapulu bir taşınmazın olağanüstü zamanaşımı yoluyla iktisabı mümkün değildir. Ancak kanunun açıkça izin verdiği ayrık durumlarda tapulu bir taşınmazın tamamının veya belli bir payının koşulları oluştuğu takdirde olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması mümkün olabilir. Kanunda düzenlenen ayrık hallerden biri de TMK'nın 713/2. maddesidir. Anılan fıkranın önceki düzenlemesinde “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir. Kanun maddesinde yazılı her üç neden ayrı davaların konusudur.
    Aynı Kanun maddesinin 1. fıkrasında ise; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” düzenlemesine yer verilmiş, 5. fıkranın son cümlesinde de; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir.
    Anılan kanuni düzenlemelere göre; tapulu bir taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi adına tesciline karar verilmesi için, malikin ya da paydaşın ölmüş olması, yukarıda açıklanan koşullarda en az 20 yıl süre ile zilyet olunması ve bu süre içinde tapu kaydının intikal görmemesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla, belirtilen koşulların tamamlanmasıyla mülkiyet kendiliğinden zilyede geçmiş olur. Mahkemece, sonradan verilen iptal ve tescile ilişkin karar yenilik doğurucu (inşai) nitelikte olmayıp, önceden doğmuş mülkiyet hakkının belirlenmesi niteliğindedir.
    Her ne kadar, TMK'nın 713/2. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmişse de; Anayasanın 153/5. fıkrasında “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralını kabul etmek suretiyle, hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.
    Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; TMK'nın 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil davalarında, koşullarına uygun olarak 20 yıllık zilyetlik süresinin tamamlandığı anda mülkiyetin kazanıldığının ve zilyet lehine kazanılmış (müktesep) hak doğduğunun kabulü gerekmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihi ya da davanın açıldığı tarihten hangisi önce ise, o tarihe kadar zilyet lehine mülkiyeti kazanma koşulları tamamlanmışsa, tapunun iptaliyle zilyet adına tesciline karar verilmesi gerekmektedir.
    Yukarıda da açıklandığı üzere, TMK'nın 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması için bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşullarında gerçekleşmiş bulunması gerekir. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. Başka anlatımla mülkiyetin kazanılabilmesi için diğer kazanma koşullarının yanında dava konusu taşınmazda davacı tarafın aralıksız, çekişmesiz, malik sıfatıyla ve 20 yıl süreyle zilyet ve tasarrufta bulunması gerekir.
    Bölge Adliye Mahkemesince istinaf itirazlarının incelenmesinde 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesine dayalı olarak hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle istinaf itirazları reddedildiği gibi bu gerekçenin yanı sıra taşınmazın yasal mirasçı olarak Hazineye intikal etmiş olması nedeniyle de TMK'nın 713/2. maddesindeki koşulların oluşmadığı belirtilmiştir.
    Bilindiği üzere 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HUMK'nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. 297/1-c maddesinde hükmün gerekçe bölümünün kapsayacağı hususlar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
    Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re'sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuken uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gereksiz ise tarafları doyurmaz.
    Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamında verildiğini ayrıntısı ile gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Bölge Adliye Mahkemesinin 26.12.2019 tarihli kararında dava konusu taşınmazın 12.02.1980 tarihinde tesis kadastrosu ile 1/3'er hisseli olarak dava dışı Karanfil Gök, davacılar miras bırakanı Velittin Akmaz ve ... adına tescil edildiği tespit edilmiş, tesis tarihinden itibaren hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu saptanmasına rağmen taşınmazın yasal mirasçı olarak Hazine'ye geçmiş olması gerekçesiyle de davacılar vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verildiğinden gerekçede çelişkiye düşülmüştür.
    Davacılar kadastro tespitinden sonra da dava konusu taşınmazda zilyet olduklarını beyan etmiş olup; zilyetliğin nizasız fasılasız olarak devam ettiğini kanıtlamaları halinde hak düşürücü süre söz konusu olmayacaktır. TMK'nın 501. maddesine göre mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçmekte ise de TMK'nın 713. maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olması halinde, mülkiyetin Hazine'ye geçmiş olması zilyetlikle tescil talebine engel teşkil etmeyecektir.
    O halde öncelikle gerekçedeki çelişkiye düşülmeden TMK'nın 713/2. maddesinde yer alan koşulların gerçekleşip gerçeklemediği yönünden değerlendirme yapılarak hüküm kurulması gerekirken yazılı gerekçelerle karar verilmesi doğru görülmemiş, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile HMK 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, karardan bir örneğin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, 16/05/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

    KARŞI OY

    Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin 2. fıkrasında düzenlendiği halde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen "..ölmüş" hukuksal sebebine dayalı tapu iptal ve tescil isteminden ibarettir.
    Dava konusu taşınmaz, tapuya kayıtlı olup tapu maliki dava tarihinden önce ölmüş ise de, yasal mirasçıları mevcut olup davada da kendilerine husumet yöneltilmiştir.
    Tapuda kayıtlı bir taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilebilmesi için yasalarda dayanağının olması ve yasada öngörülen koşulların zilyet yararına oluştuğunun mahkemece sabit görülmesi gerekir.
    Esasen, tapu maliki ölmüş ise zilyet lehine zilyetlikle kazanım, gerek mülga 743 sayılı Türk Medenisi Kanununun 639. maddesine ve gerekse de 1 Ocak 2002 günü yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 713. maddesinde düzenlenmişti.
    Ne var ki, TMK yürürlükte iken yasanın 713. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "…ölmüş…" sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
    Anayasa Mahkemesi gerekçesinde özetle şu hususlara değinmiştir. "Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının "zaman ötesi" niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir."
    Değerli çoğunluk ile görüş ayrılığı ise, 17.03.2011 tarihi itibariyle henüz kesinleşmemiş veya bu tarihten sonra açılan davalarda anılan ..."ölmüş" hukuksal sebebine dayalı olarak açılan davaların dinlenip dinlenmeyeceği hususundan ibarettir.
    Değerli çoğunluk, Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceğini ve aynı maddenin 5. fıkrasında yer alan mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılacağı cümlesine dayanmaktadır.
    Ancak sayın çoğunluğun bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Şöyle ki;
    Her şeyden önce, 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, "... her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine..." denilmek suretiyle, davanın, açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.
    Bu durumda, dava tarihinde Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş ve yürürlükte olmayan bir hükmün eldeki davada uygulama imkanı olabilir mi ?
    Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen yasa maddelerinin uygulamaya etkileri konusunda yüksek mahkeme kararlarına bakıldığında bu konuda bir tereddüt olmadığı ortadadır. Bu kararlardan bir kısmını hatırlatmakta fayda vardır:
    Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği, ancak henüz devam eden uyuşmazlıkların iptal kapsamında bulunacağı açıktır. (Yargıtay İçtihatları Birleştirme 10.03.1969 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçe bölümünden)
    Yargıtay Dairelerinin geriye yürümez cümlesinin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin dayanak olarak gösterdikleri Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı Kararı aynen şöyledir: "...Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. İptal kararlarının ileriye yönelik "derhal" etkisi tartışmasız biçimde ortaya çıkar. Böylece, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen bir yasanın geleceğe yönelik tüm etkilerinin kaldırılması ve iptal kararına uyulması tüm devlet kuruluşlarınca kaçınılmaz bir zorunluluktur. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve "İptal kararları geriye yürümez." kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır.
    Anayasanın 153. maddesinde "iptal kararları geriye yürümez" hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda "geriye yürümeme kuralı" uygulanamaz. Diğer bir anlatımla; bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise, bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz. Zira davanın yasal dayanağı kalkmıştır ve davacının iptal edilen maddeden dolayı sağlayacağı hukuki yararı da kalmamış olur (Hukuk Genel Kurulunun 17.05.1989 tarihli ve 1989/10-250 Esas, 1989/361 Karar)
    İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmün, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 25.02.2020 tarihli 2016/14462 Esas, 2020/2965 Karar)
    Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca "iptal kararları geriye yürümez" hükmü kesinleşen işlem ve kararlara ilişkin olup elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda "geriye yürümeme kuralı" uygulanmaz. Diğer bir deyişle, bir davada uygulanması gereken bir kanun maddesi iptal edilmiş ise eldeki davada artık uygulanmaz. (Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 01.03.2017 tarihli 2016/12107 Esas, 2017/3022 Karar )
    Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içerdiğinden mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerekmektedir. (Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 08.06.2015 tarihli 2015/1380 Esas, 2015/12673 Karar )
    Anayasanın 153. maddesine göre yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının, bu karardan önce açılmış bulunan ve henüz sonuçlanmamış olan tüm davalara uygulanması gerekmektedir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 29.04.2015 tarihli 2013/826 Esas, 2015/1654 Karar )
    Yukarıda alıntı yapılan yüksek mahkeme kararlarından da açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında derdest tüm davalarda etkisini göstermeli ve iptal edilen kanun maddesinin kesinlikle uygulanmaması gerektiği izahtan varestedir.
    6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca Hakim, Türk hukukunu re'sen uygular. 06.1958 gün 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
    Bu durumda, ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın 3. kişiler tarafından zilyetlikle iktisabına ilişkin yasa hükmü dava tarihi itibariyle artık yürürlükte olmadığına göre yollamalara dayanılarak canlandırmak ve zorlama yorumlarla uygulamaya çalışmak mümkün olmamalıdır.
    TMK 713/2 maddenin başında "...aynı koşullar altında" denilmesi nedeniyle 2. fıkra koşullarının 1. fıkraya yollama yapılması nedeniyle aynı statüye tâbi olduğu yönündeki gerekçeye katılmak da mümkün değildir.
    Aynı koşullar altında ibaresinden kastedilen ve kanun koyucunun tekrardan kaçındığı husus ..."davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi," cümlesi olup bu yollama maddenin diğer koşullarına ve hele hele diğer fıkralara teşmil edilemez.Aksi düşünce maddenin 3. fıkrasındaki husumetin kime yöneltileceği ve 4. fıkradaki ilanların da yapılması gerektiği anlamı çıkar ki bu da tapula taşınmazlar için davanın niteliği ile bağdaşmaz.
    Kaldı ki, yasanın 2. fıkrasındaki ölmüş hukuksal sebebine dayalı açılan davanın görülebilmesi mümkün olamayacağından mülkiyetin ne zaman kazanılacağına ilişkin 5. fıkrasına da müracaat etmek de anlamsızdır.
    04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; "kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK’nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır." Ancak bu içtihadı birleştirme kararının 713. maddenin 5. fıkrasının yürürlüğe girmesiyle hükmü kalmamıştır.
    Ancak yeri gelmişken belirtmekte fayda olduğundan, 3402 sayılı yasanın 13/B-c fıkrasında benzer hüküm olduğu bu maddeki "ölmüş" sözcüğü 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 4. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.TMK 713/5 fıkrasındaki benzer düzenleme 3402 sayılı yasada olmadığından 04.12.1998 tarihli 4/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı bu yasanın 10 yıllık hak düşürücü sürede açtığı davalarda verilen tescil kararları inşai-ihdasi (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlar olarak uygulanmasına devam edilmelidir.
    TMK 713/5 maddesindeki "....Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur" cümlesi nedeniyle verilen kararın tespit edici olduğu ve 2. fıkra için de geçerli olduğu şeklindeki yoruma da katılmak mümkün değildir.
    Oysa 5. fıkra "Son ilandan başlayarak üç ay ...." kelimeleri ile başlamakta olup 2. fıkrada ilan olmadığına göre bu fıkranın 1. fıkraya müstenid olduğu açıktır. 713. maddenin 5. fıkrasındaki hükmün getiriliş amacı, 1. fıkradaki tescil ilamı nedeniyle mülkiyetin ne zamandan itibaren hüküm ifade etmeye başlayacağına yöneliktir. Kaldı ki, tespit ve açıklayıcı nitelikte dahi olsa Mahkeme ilamı olmadan 3. şahıslara karşı bir hüküm ifade etmeyecektir. Ortada bir Mahkeme ilamı olmadığından kazanılmış haktan söz edilemeyecektir. 713. maddenin 5. fıkrasının getiriliş amacı TCK 154. maddesindeki hakkı olmayan yere tecavüz suçunu zilyetler lehine yorumlamak ile ecrimisil ve kira gibi hukuksal ilişkileri düzenlemek ve doktrindeki tartışmalara son vermek amacına yöneliktir.
    Mirasçıların süresinde intikal işlemi yapmamaları nedeniyle şartları oluştuğu takdirde zilyede karşı hak ileri süremeyeceklerine yönelik gerekçenin de uygulama yeri kalmamıştır.
    Daireler kararlarında aynen; "....yukarıda açıklanan koşullarda en az 20 yıl süre ile zilyet olunması ve bu süre içinde tapu kaydının intikal görmemesi gerekmektedir." hükmüne yer vermektedir.
    Mirasçıların başvurusu olmasa bile kanun koyucu 03.05.2012 kabul tarihli, 18.05.2012 tarih ve 28296 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6302 sayılı Kanunun 3. maddesiyle uygulamadaki tereddütleri gidermek için aşağıdaki düzenlemeye yer vermiştir.
    "Ölüm tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde tapu sicilinde miras intikalinin gerçekleşmemesi halinde tapu müdürlüğü, mirasçılık belgesi düzenlenmesi için yargıya başvurabilir. Tapu müdürlüğü mirasçılık belgesine göre tapu sicili kayıtlarını elbirliği mülkiyeti şeklinde tescil ederek güncelleştirir. Tapu müdürlüğünün bu yetki kapsamındaki başvuruları her türlü gider, vergi, resim veya harçtan muaftır."
    Tüm bu açıklamalar neticesinde; Yargıtay’ın istikrarlı kararları ile tapuda kayıtlı taşınmazın harici satın alınmasına değer verilmediği halde, hiçbir bedel ödemeden işgal-zilyet edene mülkiyet hakkı verilmesi; mirasçılar arasında kazandırıcı zamanaşımı kabul edilmediği halde, kötüniyetli olsa dahi malik sıfatıyla zilyet olanı mülkiyet sahibi kılmak ve bunu da Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edildiği ortada iken ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın tapusunun iptaline karar verilmesi mülkiyet hakkının açıkça ihlali olacaktır.






    Hemen Ara