Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2022/1965 Esas 2022/10232 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
9. Ceza Dairesi
Esas No: 2022/1965
Karar No: 2022/10232
Karar Tarihi: 10.11.2022

Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2022/1965 Esas 2022/10232 Karar Sayılı İlamı

9. Ceza Dairesi         2022/1965 E.  ,  2022/10232 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
    SUÇ : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı (mağdur ...'e karşı) ve nitelikli cinsel saldırı (mağdur ...,. ve ...'a karşı)


    Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, 21.12.2018 tarihli ve 2018/173 Esas, 2018/517 Karar sayılı kararı ile Yargıtay kapatılan 14. Ceza Dairesinin, 11.02.2021 tarihli ve 2020/326 Esas, 2021/1125 Karar sayılı bozma kararına karşı verilen direnme kararının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307 nci maddesine, 7165 sayılı Kanun’un 9 uncu maddesi ile eklenen, üçüncü fıkrası ve aynı maddenin dördüncü fıkrası uyarınca doğrudan temyiz yoluna tabi olduğu belirlenmekle;
    Mahkemece verilen direnme kararının; 5271 sayılı Kanun’un 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği sanık müdafisinin temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verdiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

    I. HUKUKÎ SÜREÇ
    1. Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, 21.12.2018 tarihli ve 2018/173 Esas 2018/517 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/2, 43. maddeleri uyarınca 10 yıl, nitelikli cinsel saldırı suçundan 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl, 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl, 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl ve aynı Kanunun 53 üncü maddesinin 1-2-3 fıkraları uyarınca hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
    2. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesinin, 26.06.2019 tarihli ve 2019/617 Esas, 2019/877 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik sanık müdafisi ile katılan Bakanlık vekilinin istinaf başvurusunun 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
    3. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesi kararının, sanık müdafisi ve katılan Bakanlık vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay kapatılan 14. Ceza Dairesinin, 11.02.2021 tarihli ve 2020/326 Esas, 2021/1125 Karar sayılı kararı ile olayın intikal şekli ve zamanı, mağdurların aşamalardaki beyanları, tanık ifadeleri, savunma ile tüm dosya kapsamına göre, kendisini din alimi olarak tanıtan sanığın, akıl ve ruh sağlığı yerinde olan mağdurlara karşı oral ve anal yoldan gerçekleştirdiği cinsel ilişkiye girme eylemleri sırasında cebir veya tehdit kullanmadığı gibi mağdurların da bu yönde bir iddialarının bulunmaması, sanığın kendisine itibar edilmesini sağlamak amacıyla sarf ettiği sözlerin aldatıcı nitelikten uzak olması ve eylemlerini mağdurların rızası ile gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında, ilk derece mahkemesince sanığın mağdurlardan ..., ... ile ...'ya yönelik eylemlerinden beraatine, mağdur ...'e karşı on beş-on sekiz yaş aralığında gerçekleştirdiği anal yoldan cinsel ilişkiye girme eylemleri reşit olmayanla cinsel ilişki kabul edilip, 5237 sayılı TCK'nın 73/1. maddesinde düzenlenen altı aylık kanuni şikayet süresinin geçtiği gözetilerek bu suçtan görülen kamu davasının düşmesine, mağdurun on sekiz yaşından büyük olduğu dönemde gerçekleşen cinsel saldırı eylemlerinden ise beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması karşısında, söz konusu kararlara yönelik istinaf başvurusunun kabulü yerine esastan reddedilmesi nedeniyle bozulmasına ve dava dosyasının 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
    4. Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, 01.10.2021 tarihli ve 2021/212 Esas, 2021/467 Karar sayılı direnme kararı ile sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/2, 43. maddeleri uyarınca 10 yıl, nitelikli cinsel saldırı suçundan 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl, 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl, 102/2, 43. maddeleri uyarınca 15 yıl ve aynı Kanunun 53'üncü maddesinin1-2-3 fıkraları uyarınca hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
    II. TEMYİZ SEBEPLERİ
    Katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı temyiz isteminde cezanın alt sınırdan tayin edilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, sanık hakkında TCK'nın 62. maddesinin uygulanmaması gerektiğinden bahisle kararın bu yönlerden bozulmasını talep etmiştir.
    Sanık müdafisi temyiz isteminde, mağdurların maruz kaldıkları iddia edilen eylemler döneminde reşit ve mümeyyiz olduklarını, hile ile sakatlanan eylemlerinin olmadığını, sanık hakkında TCK'nın 62. maddesinin uygulanmamasının hukuka aykırı olduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
    III. OLAY VE OLGULAR
    İddia, sanığın savunması, müdahil ve mağdur beyanları, tanık beyanları, doktor raporları, Adli Tıp Kurumu raporları, USB bellekler, hard disk, kamera ve SD kart ile ilgili İnceleme raporu ile dosyada mevcut tüm delillerin objektif ve kül halinde değerlendirilmesinden; sanık ...'ın ... Cemaatinin Konya sorumlusu olduğu ve evinin altındaki bodrum katını dergah olarak kullanarak burada dini içerikli sohbetler vererek sohbete katılanlarla zikir çektikleri, sanık ...'ın sohbetlere gelen kişilerin gözünde kendisini dini bir alim olarak tanıtarak ve manevi olarak yüksek bir şahsiyet olduğu güvenini oluşturarak söylediklerine itibar edilmesini sağladığı, sanık ...'ın müştekilerin kendisine itaatlerini sağlamak ve kendisine direnmemeleri için İslam dininde yeri olmayan ve dinen yasak sayılan eylemlerle ilgili söylem ve telkinlerde bulunduğu, müştekilerin de dini bilgilerinin zayıf olması nedeniyle suça konu cinsel eylemlere karşı koymaları konusundaki iradelerini fesada uğratarak bu husustaki iradelerini ortadan kaldırdığı ve müştekilere karşı dudaktan öpme, cinsel organını ağzına sokma ve fiili livatada bulunma şeklinde cinsel eylemlerde bulunduğu, sanığın savunmasında suçlamaları kabul etmediği, ancak tanıklar M. D, S. K, A. G, M, C. S, H. T, M. F. Ç, İ. Ç. ve M. A. Y'nin beyanlarının müdahiller ve müştekilerin iddialarını doğruladığı, bu kapsamda; sanık ...'ın üzerine atılı olan ve sübut bulan nitelikli cinsel saldırı suçlarından eylemine uyan 6545 s.Y. ile değişik TCK'nın 102/2, 43, 53, 63. ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan 6545 s.Y. ile değişiklik öncesi TCK'nın 103/2, 43, 53, 63. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermiştir.
    IV. GEREKÇE
    1- Katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekilinin temyiz incelemesi kapsamına göre;
    Mağdurlar ..., ... ve ... yönünden,
    6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun amaç ve temel ilkelerinin belirlenmesine ilişkin birinci maddesinden anlaşılacağı üzere bu Kanunun Anayasa ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak çıkarılıp, 20/2. maddesi gereğince Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi nedeniyle açılan davalara katılabileceğinin belirtildiği, bu kapsamda Bakanlığın suç tarihlerinde reşit olan mağdurlar ..., ... ve ... yönünden suçtan zarar görme şartının söz konusu olmayıp, bu mağdurlar yönünden hükmü temyize hakkı bulunmadığından katılan Bakanlık vekilinin mağdurlara yönelik temyiz isteminin 5271 sayılı CMK'nın 298. maddesi gereğince Reddine,
    Mağdur ... yönünden ise de;
    5271 sayılı CMK'nın 294/1. maddesinde yer alan “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır” şeklindeki düzenleme de gözetilerek yapılan değerlendirmede, katılan Bakanlık vekilinin matbu ifadeler bulunup, gerekçe içermeyen 13.10.2021 tarihli dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebi göstermediği anlaşıldığından, vaki temyiz isteminin aynı Kanunun 298. maddesi uyarınca,
    Reddine karar vermek gerekmiştir.
    Sanık müdafisinin temyiz incelemesi kapsamına göre;
    5237 sayılı TCK'nın 102. maddesi hükmünde cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişinin, mağdurun şikâyeti üzerine cezalandırılacağı, eylemin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda ise suçun nitelikli halinin oluşacağı düzenlenmiştir.
    Nitekim TCK'nın "Hakkın Kullanılması ve İlgilinin Rızası" başlıklı 26 ncı maddesinin 2 nci fıkrasında "(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilemez" hükmü ile kişinin, üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olarak açıklamış olduğu rıza, fail açısından hukuka uygunluk nedeni olarak sayılmıştır.
    Düzenleme uyarınca fail, kanuni tipte suç olarak tanımlanmış bir fiili işlese dahi, hukuka uygunluktan yararlanabilecektir.
    Cinsel saldırı suçu ile korunan hukuki değer bireyin cinsel özgürlüğüdür. Cinsel özgürlük ise genel olarak kişilerin cinselliğini yaşama konusunda hür iradesiyle tercihte bulunabilme hakkını ifade etmektedir. Hukukun, ahlak kurallarının, örf ve adetin belirlediği sınırlar içerisinde kişilerin cinsellik bakımından kendi vücutları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilme hakkı suçla korunan hukuki değeri oluşturmaktadır. (Özbek/ Kambur/ Doğan/ Bacaksız/ Tepe Özel Hükümler s.318-319). Buna göre; mağdurun kendisine karşı gerçekleştirilen cinsel saldırı eylemine rıza göstermesi halinde bir cinsel saldırıdan söz edilemeyeceğinden anılan suçun oluşmayacağı da kabul edilmelidir.
    Yerleşik Yargıtay içtihatlarında ve öğretide kabul edildiği üzere; başkasının hukuksal alanına yapılan müdahalenin mağdurun rızası çerçevesinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesi için;
    a) Rızanın, ilgilinin üzerinde tasarruf özgürlüğüne sahip olduğu bir hakkına ilişkin bulunması,
    b) Rıza açıklamaya ehil olması,
    c) Açıklanan rızanın geçerli bir rıza olması,
    d) İlgilinin (mağdurun) rızasının en geç fiilin işlenmesinden hemen önce açıklanmış olması,
    e) Tasarrufun kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı şekilde yapılmamış olması koşullarının birlikte bulunması gerekir.
    Kişinin cinsel özgürlüğü, üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği haklardan olduğundan, rızanın varlığı halinde gerçekleştirilen eylemlerin hukuki korumadan yararlanacağı açıktır.
    Rıza; bir kişinin kendi hukuksal değerini ihlal eden veya onu tehlikeye düşüren bir fiilin gerçekleştirilmesini kabul ettiğini açıklayarak, ona ilişkin hukuksal korumadan vazgeçmesidir. Her şeyden evvel açıklanan rıza, kişinin özgür iradesine dayanmalıdır. İradenin tehdit veya şiddetle ya da hile ile sakatlanması halinde hukuken geçerli bir rızanın varlığından bahsetme olanağı yoktur.
    Somut olayda mağdurların rızasının bulunup bulunmadığı hususundaki uyuşmazlık, temelde sanığın mağdura karşı kullandığı söz ve davranışların "hile" niteliğinde olup olmadığı hususunda düğümlenmektedir.
    Hile, yerleşik Yargıtay içtihatlarında nitelikli yalan olarak tanımlanmış ve "basit yalanı aşan, mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluk ve güçteki sözler ve/veya planlı ve ustaca sergilenen davranışlar" hile olarak kabul edilmiştir. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı hususu her somut olayda; olayın özelliği, mağdurun eğitim düzeyi, ekonomik, sosyal durumu, eylemle olan ilişkisi, olayda kullanılan hileli davranış ve sözlerin sergileniş tarzı göz önüne alınarak hilenin aldatıcı nitelikte olup olmadığı tespit edilmelidir.
    Diğer bir ifade ile eylemin hile ile gerçekleştirildiği hallerde, mağdurun rızası vardır ancak bu rıza görünüşte bir rızadır. Mağdurun görünüşteki rızası, failin aldatıcı söz ve davranışları ile kirletilmiş iradenin ürünü olan rızadır.
    Hile unsuru olarak kullanılan söz ve davranışların içeriğinin herhangi bir önemi yoktur.
    Sergilenen bu söz ve davranışlar seküler içerikli olabileceği gibi, dini/mistik/ruhsal içerikli de olabilir. Önemli olan sergileniş tarzı itibariyle mağduru aldatma becerisine sahip olup olmadığıdır.
    Ancak, dini inanç ve duyguların bir aldatma aracı olarak kullanılması halinde, aldatıcılık niteliğinin daha yoğun olduğu kabul edilmelidir. Nitekim TCK'nın "nitelikli dolandırıcılık" başlıklı 158/1-a maddesinde dinî inanç ve duyguların bir aldatma aracı olarak kötüye kullanılması dolandırıcılık suçunun nitelikli hali olarak kabul edilmiştir. Kanun koyucu bu düzenleme ile dini inanç ve duyguların kötüye kullanılmasını, sadece iradeyi sakatlayan bir hal olarak değil, aynı zamanda faile mağduru kandırma becerisinde sağladığı üstünlük ve kolaylık nedeniyle "nitelikli dolandırıcılık" olarak kabul ederek basit dolandırıcılık eylemlerine göre daha ağır bir yaptırıma bağlamıştır.
    Somut olayda; sanık ...'ın kendisini ... tarikatının Konya halifesi olarak tanıtarak dergah açtığı, burada dini sohbetler ve zikir törenleri düzenlediği, mağdurların grup üyesi olan arkadaş ve tanıdıkları üzerinden dini öğrenme gerekçesi ile grup ortamına çekildikleri, Gruba girmeden önce grubun gerçek doğası ve ritüelleri hakkında (gruptaki cinsel içerikli eylemler ve buna ilişkin grup öğretisi hakkında) herhangi bir bilgilerinin bulunmadığı, sanığın düzenlediği etkileyici dini sohbetler, vaazlar ve zikir törenleri ile grupla tanışanları cezbettiği, Allah dostu, alim bir zat imajı oluşturduğu, "Allah tarafından bana izin verildi", "Ledün ilmi bana verildi" gibi söylemlerle kendisinin Allah tarafından seçilmiş olduğunu ima ederek mağdurlar üzerinde ruhani bir otorite tesis ettiği, "Bizim tarikatımızda neden niçin diye sorulmaz", "itaat ettiğiniz takdirde manevi olarak rütbe alır, yükselirsiniz" söylemleri ile takipçilerine koşulsuz itaat bilinci aşıladığı, onların sorgulama yetilerini ellerinden aldığı, bu itaat ilişkisinin bazı müritler tarafından "Ben hocamıza tamamen teslim oldum, o cehenneme girse, ben de girmeye razıyım, hocam ne derse onu yaparım" şeklinde ifade edildiği, sanığın, grup içinde "şeriatta haram olan, tarikatta helaldir" söylemi geliştirdiği ve buna ilişkin bir çok (sözde) dini kıssalar anlattığı, "Ebu Hureyre 'bende iki ilim var, bunun birini size anlattım, diğerini anlatsam boynumu vurursunuz demiş" şeklinde söylediği, gizli ilmin ne olduğunu soran takipçilerine, ileride gerçekleştireceği cinsel ilişkileri kastederek "o ilim size verilince anlarsınız" şeklinde söylediği, sonraki aşamada ise yine benzer sözleri söyledikten sonra "Bu bahsedilen ilim aşktır, aşkın sınırı yoktur, her şey mubahtır" dediği, bu şekilde mağdurlara karşı gerçekleştireceği cinsel eylemlerin meşruiyet zeminini oluşturduğu, devam eden süreçte sanığın; "Hz. Ali, dünyaya geldiğinde süt emmediği için peygamberimizin onun ağzına dilini verdi ve bu şekilde ilim aktardı. Hz. Ali' hem süt emmeye başladı, hem de ilim kapısı oldu" şeklinde söyleyerek mağdurları maniple ettiği, onları dudaklarından öperek istismarda bulunduğu,
    Bir sonraki aşamada sanığın "Bir insanın bütün atar damarları cinsel organının üzerinden geçer, bütün feyzler, nurlar, aşklar oradadır", "size ilim aktaracağım" şeklinde söyleyerek bazı mağdurlara ağza organ sokmak suretiyle, bazılarına ise livata sureti ile cinsel istismarda bulunduğu, Mevlana ile Şems arasındaki bu tarz cinsel ilişkilerin ilahi aşk ilişkisi olduğunu, bu yöntemle birbirlerine ilim aktardıklarını, bu durumun Rahmani bir durum olduğunu, hikmet bulunduğunu ileri sürerek de mağdurları maniple ettiği,
    Cinsel ilişkileri sorgulayan müritlerine "bizim tarikatımızda neden niçin diye sorulmaz" söylemi ve Kur'an-ı Kerimdeki "Hızır-Musa" kıssasını anlatarak, görünüşte yanlış gibi görünen bir şeyde hakikat olabileceğini anlattığı ve "Bu ilim ledün ilmidir ve bende bu ilim var" şeklinde söyleyerek gayri meşrulukları dini argümanlar üzerinden rasyonelleştirerek takipçilerini ikna ettiği ve eylemlerine devam ettiği anlaşılmaktadır.
    Bir kısım mağdurlar kendilerinde olmadıklarını, hipnoz veya trans hali benzeri bir hal yaşadıklarını beyan etmişlerdir.
    Sanığın gerçekleştireceği cinsel eylemlere mağdurların onay vermelerini sağlamak amacıyla; dini/mistik argümanlar üzerinden geliştirdiği ve belirli bir plan dahilinde aşama aşama uygulamaya koyduğu, uzun zamana yayılan, gitgide derinleşen ve yoğunlaşan aldatıcı taktiksel uygulamalar kullandığı, sanığın kullandığı aşırı etki teknikleri ve grup içindeki ağır mistik manipülasyon sonucu mağdurların iradelerinin baskı altına alındığı, onların sağlıklı ve özgür seçimler yapma olanağının önemli ölçüde etki altına alındığı, sanığın mağdurlar üzerinde oluşturduğu mistik otorite, mağdurların dini bilgi ve eğitim düzeyleri, kullanılan sözlerin sergileniş tarzı itibariyle sahip olduğu aldatıcılık yeteneği, eylemlerin mağdurlar gruba katıldıktan belirli bir süre sonra gerçekleşmesi, aynı söylemlerle birden fazla kişinin kendilerine karşı gerçekleştirilen cinsel eylemlere onay vermeleri göz önüne alındığında, sanığın söz ve fiillerinin basit yalan düzeyini aştığı, nitelikli yalan (hile) düzeyinde olduğu anlaşıldığından Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin direnme kararı yerinde görülmüştür
    V. KARAR
    1- Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle; katılan Bakanlık vekilinin; mağdurlar ..., ... ve ...'a karşı işlenen suçlarla ilgili açılan davaya katılma ve hükmü temyize hakkı bulunmadığından, mağdur ... yönünden ise, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebi göstermediği anlaşıldığından, vaki temyiz isteminin aynı Kanunun 298. maddesi uyarınca REDDİNE,
    2. Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, 01.10.2021 tarihli ve 2021/212 Esas, 2021/467 Karar sayılı direnme kararı yerinde görüldüğünden Yargıtay 14. Ceza Dairesinin, 11.02.2021 tarihli ve 2020/326 Esas, 2021/1125 Karar sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
    3. Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, 01.10.2021 tarihli ve 2021/212 Esas, 2021/467 Karar sayılı kararında sanık müdafisince öne sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanun’un 289 uncu maddesinin birinci fıkrası ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden aynı Kanun’un 302 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, tebliğnameye uygun olarak, Üye ..., Üye ...'un karşı oyu ve oy çokluğuyla TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA,
    Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Konya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.11.2022 tarihinde karar verildi.




    KARŞI OY

    Çoğunluk görüşüyle aramızdaki ihtilaf sanığın eylemlerinin hile olarak kabul edilip edilemeyeceği, eğer hile olarak kabul edilebilirse bu hilenin suça ilişkin rızayı fesada uğratıp uğratmayacağı yani rızayı geçersiz hale getirip getirmeyeceğine yöneliktir.
    Hukuk düzeninde dini kavramları ya da ritüelleri, metafizik söylemleri sorgulayabilmek bunları doğru-yanlış şeklinde değerlendirmek ya da yalan diye nitelendirebilmek mümkün değildir. Hukuk düzeni bu kavramlara karşı nötr yani tarafsız olmak zorundadır, hukuk düzeni ya da hakim dini kavramlara, retorik ya da ritüellere karşı sorgulayıcı bir tavır takınamayacağı gibi bu konularda değer yargısı/ları ifade edemez, yani inançları tartışamaz. Bu nedenle metafizik, dini bir kavram ya da ritüelin hile olup olmadığını inanca yönelik bir açıklamanın yalan, bu kapsamda hile oluşturabilecek bir yalan olup olmadığını değerlendirmek hukuken mümkün değildir.
    Bunların yanında hilenin rızayı geçersiz kılan bir hile olduğunun kabulü için rızanın konusu olan hukuki menfaate ilişkin olması zorunludur. Kişi fiilin türü, niteliği ve sonuçları konusunda aldatıldığı için ya da yanıldığı için rıza geçersiz sayılabilir. Eğer fiilin türü, niteliği ve sonucuna yönelik bir hile yoksa var olduğu kabul edilen rızanın geçersizliğinden bahsedilemez. Olayımızda cinsel davranışın türüne, niteliğine ve sonuçlarına yönelik bir aldatılma ya da aldanma yoktur. Mağdurlar rızanın konusu olan cinsel davranışa yönelik bir aldanma ya da aldatılma durumunda bulunmamaktadırlar. Hukuksal değere ilişkin olmayan ancak kişiyi rıza göstermeye sevkeden vaatlere ilişkin beklentilerin gerçekleşip gerçekleşmemesinin ise rızanın varlığı konusunda bir önemi yoktur. Dolayısıyla bu beklentilere yönelik hileleler rızanın geçerliliğini etkilemez. Örnek olarak kişiden para alacağı, kişinin kendisiyle evleneceği, çok güzel görüneceği, toplumda itibarının artacağı vaatlerinden kaynaklanan beklentilerle cinsel ilişkiye giren bir kişinin rızası geçersizdir denemez. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi kişi cinsel ilişkinin niteliğini, buna ilişkin toplumdaki değer yargısını ve cinsel ilişkinin sonuçlarını bilmektedir. Bu kapsamda metafizik ya da dini argümanlarla belirli vaatlerde bulunulması ve beklentinin metafizik ya da dini temelli olmasının bir önemi yoktur. Dolayısıyla sanığın eylemleri hile kabul edilse bile bu hilenin rızayı geçersiz kıldığı kabul edilemez. Mağdurlar neye rıza gösterdiklerini bilmektedirler. Her hareketin ya da her yalan kabul edilen şeyin iradeyi geçersiz kıldığı kabul edilirse hukuki belirlilik ve kanunilik ilkeleri ihlal edilmiş olur. Dava konusu olayımızda rızanın geçersiz olduğu kabul edilemeyeceğinden suçun unsurları itibariyle oluştuğundan bahsedilemez.
    Bu nedenlerle sanığın beraatine karar vermek gerektiği düşüncesiyle mahkumiyet hükmünün onanmasına yönelik çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.


    Hemen Ara