Esas No: 2005/5-634
Karar No: 2005/680
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/5-634 Esas 2005/680 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi |
: |
Gölyaka Asliye Hukuk Mahkemesi |
Günü |
: |
10.5.2005 |
Sayısı |
: |
42-41 |
|
|
|
|
|
|
Taraflar arasındaki “maddi hatanın düzeltilmesi“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gölyaka Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.6.2004 gün ve 2004/30 E, 2004/83 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 11.3.2005 gün ve 2004/13221 E, 2005/2508 K. sayılı ilamı ile,
(...Dava, kamulaştırılan taşınmazın niteliğinin arsa olarak düzeltilmesi ve kamulaştırılan taşınmaz üzerinde iki katlı ev bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırılan taşınmazın 4650 sayılı Kanunla değişik Kamulaştırma Kanununun 10/3-d maddesine göre idarece açılan ve derdest olan tescil davasında, davacı maddi hata istemli olarak taşınmazın üzerinde özelliklerini belirttiği evinin bulunduğunu öne sürerek evin bedelini isteyebileceği gibi taşınmazın niteliği de bedel tespiti ve tescil davasında mahkemece re’sen nazara alınacaktır.
Müspet edim davasında talep edilebilecek istem için ayrıca bu tespit davası açılamayacağından ve davacının böyle bir dava açmada hukuki yararı olmayacağından, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmeden davanın kabulüne karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kamulaştırılan taşınmazın niteliğinin arsa olarak düzeltilmesi ve taşınmaz üzerinde iki katlı ev bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
A-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacılar vekili; tapuda müvekkilleri adına kayıtlı 435 parsel sayılı taşınmazın davalı idarece kamulaştırılması sebebiyle açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına tesciline ilişkin davada, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun ile değişik 10. maddesi uyarınca kamulaştırma belgelerinin müvekkillerine tebliğ edildiğini; ancak, taşınmaz üzerinde bulunan iki katlı ev, tebliğ edilen bu belgelerden anlaşmazlık tutanağında gösterilmediği gibi, arsa vasıflı taşınmazın cinsinin de, maddi hata sonucu tarla olarak belirtildiğini ileri sürerek; idarece kamulaştırılan taşınmazın niteliğinin arsa olarak düzeltilmesine ve üzerinde iki katlı ev bulunduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.
B- DAVALININ CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca müvekkili idare tarafından açılan bedel tespiti ve tescil davasında maddi hata isteminin ileri sürülebileceğini; ayrıca taşınmazın kısmen kamulaştırılmış olması sebebiyle üzerinde bulunan evin kamulaştırılmasına ihtiyaç duyulmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel Mahkeme, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunu benimsemek suretiyle; “davanın kısmen kabulüne, dava konusu 435 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan evin, fen bilirkişi tarafından düzenlenen 3.5.2004 tarihli krokide gösterilen 18,98 m2’lik bölümünün kamulaştırılan alan içerisinde kaldığının tespitine” karar vermiştir.
D- TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME;
Davalı idare vekilince temyiz edilen karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, Yerel Mahkeme; “2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. ve 14. maddeleri uyarınca taşınmaz malikleri, bedel tespiti ve tescil davasından bağımsız maddi hata istemli dava açabileceklerinden, davacıların görülmekte olan davayı açmada hukuki yararlarının bulunduğu” gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
E- ÖN SORUNLAR : Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında işin esasına geçilmeden önce; direnme kararınıtemyiz eden davalı vekilinin, temyiz giderlerini 27.6.2005 günü tebliğ edilen muhtırada öngörülen yedi günlük süre geçtikten sonra 7.7.2005 günü yatırmış olmasının, H.U.M.K’nun 434/3. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddini gerektirip gerektirmeyeceği birinci ön sorun olarak; davacı vekilinin, aleyhe verilen bozma kararına uyulmasını istemesine karşın hakimin önceki kararda direnmesinin usulen mümkün olup olmadığı ikinci ön sorun olarak incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:
a)Birinci Ön Sorun: Direnme kararını temyiz eden davalı vekilinin, temyiz giderlerini 27.6.2005 günü tebliğ edilen muhtırada öngörülen yedi günlük süre geçtikten sonra 7.7.2005 günü yatırmış olmasının, H.U.M.K’nun 434/3. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddini gerektirip gerektirmeyeceği hususudur.
3.6.2005 günü tebliğ edilen direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz harcı 14.6.2005 tarihinde yatırılmak suretiyle, Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’nce aynı tarihte havale edilen dilekçe ile temyiz edilmiş, temyiz dilekçesi asıl mahkemesi olan Gölyaka Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
Temyiz giderlerinin ödenmemiş olması nedeniyle Gölyaka Asliye Hukuk Mahkemesi’nce çıkarılan muhtıra, davalı vekiline 27.6.2005 günü tebliğ edilmiş; adı geçen vekil tarafından temyiz giderleri muhtırada öngörülen yedi günlük kesin süre geçtikten sonra 7.7.2005 gününde yatırılmıştır.
Temyiz dilekçesi verilirken, temyiz harç ve giderlerinin eksik ödendiğinin sonradan anlaşılması halinde, kararı vermiş olan hâkim tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. (H.U.M.K m.434, c.2)
Bu noktada, verilen yedi günlük kesin süre içinde eksik ödenmiş olan temyiz harç ve giderinin “kesin olarak mahkeme veznesine ulaştırılması” isteniyorsa, tebliğ edilecek muhtırada bu yönün açıkça belirtilmesinin gerektiği kuşkusuzdur (Y.H.G.K 1.10.1969 gün ve 1969/2-417-719 sayılı kararı).
Gölyaka Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, mahkemenin kaza sınırları dışında ikamet eden davalı vekiline temyiz giderlerinin “yedi gün içindevezneye ulaştırılması” hususu değil “gönderilmesi/tamamlanması” lüzumu tebliğ edilmiş ve böylece kanunun aradığı biçimde usulüne tam uygun bir ihtar yapılmamıştır. Mahkemenin eksik içerikli ve usulün tam olarak öngördüğü bir tebligatı bulunmadığından; davalı vekili verilen süreden sonra gerekli giderleri tamamlamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında anılan muhtıra geçersizdir.
Hal böyle olunca, H.U.M.K’ nun 434/3. maddesinde, hükmün temyiz edilmemiş sayılmasının koşulu olarak düzenlenen halin somut olayda gerçekleşmediğine 23.11.2005 tarihinde yapılan ilk görüşmede oyçokluğuyla karar verilerek birinci ön sorun aşılmış, ikinci ön sorunun incelenmesine geçilmiştir.
b) İkinci Ön Sorun: Davacı vekilinin aleyhe verilen bozma kararına uyulmasını istemesine karşın hâkimin önceki kararda direnmesinin usulen mümkün olup olmadığı hususudur.
Dava, kamulaştırılan taşınmazın niteliğinin arsa olarak düzeltilmesi ve taşınmaz üzerinde iki katlı ev bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece “davanın kısmen kabulü ile 435 parsel üzerinde bulunan 137,61 m2 yüzölçümündeki evin 18,98 metrekarelik bölümünün kamulaştırılan alan içerisinde kaldığının kabulüne” dair verilen karar, davalı idare vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce; “Müspet edim davasında talep edilebilecek istem için ayrıca tespit davası açılamayacağından, davacının böyle bir dava açmada hukuki yararı bulunmadığı” gerekçesiyle ve “davanın reddi gereğine” işaretle bozulmuştur.
Bozma kararı üzerine yapılan duruşmada, davacı vekili; “Takdir Mahkemenindir. Bozmaya uyulsun” şeklinde beyanda bulunmuş; usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmaya gelmeyen ve bozma ilamına karşı beyanda bulunmayan davalı vekilinin yokluğunda direnme kararı verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda bu ön sorun bakımından yapılan görüşme sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler; Yargıtay’ın, lehine bozma kararı verdiği davalı vekilinin duruşmaya gelerek bozmaya uyulması ya da direnilmesine ilişkin beyanda bulunmamış olması nedeniyle, bozma kararına uyup uymamak konusunda mahkemenin serbest takdir yetkisinin bulunduğu yönünde görüş bildirmişlerdir.
Buna karşılık, çoğunluğun benimsediği görüş şu şekilde oluşmuştur:
Çekişmeli yargıda taraflarca hazırlama (ihzar) prensibi geçerli olup, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Hâkim, talepte bulunan tarafların iddia ettiği olaylar ve ileri sürdüğü delillerle yetinmek zorundadır. Kendiliğinden araştırma yetkisine ve yükümlülüğüne sahip değildir.
Bilindiği gibi çekişmeli yargıda, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi hükmüne göre hâkim, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir. Görülüyor ki hâkim, kural olarak Yargıtay bozma kararına uyup uymamak konusunda tarafların düşünce ve istekleriyle bağlı olmayıp, bu yönden serbest davranmak, uyma ya da direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.
Az önce açıklanan genel kurala ayrık olmak üzere, çekişmeli yargıda eğer bozma kararına karşı diyecekleri sorulan tarafların bozma kararına uyulmasını istemeleri, bozma nedenleri bakımından bozma kararına uyulmasını isteyen tarafı bağlayabilecek ve davayı karşı taraf yararına sona erdirebilecek bir nitelik taşıyorsa böyle bir durumda hâkimin artık direnme kararı vermesi olanağı bulunduğundan söz edilemez (H.G.K 14.6.1978 gün, 1978/3-59E. 665K.)
Eş söyleyişle, bozma nedenlerinin Kamu düzenine ilişkin ve dolayısı ile hâkimin kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurması gereken sebeplerden olmaması halinde taraflar veya vekilleri, bozma kararına uyulmasını istemişlerse, artık mahkeme önceki kararında direnemez.
Somut olay incelendiğinde; eldeki dava s2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa dayalı ve idarece kamulaştırılan taşınmazın niteliği ile muhtesatın tespitine yönelik olarak açılmış, çekişmeli yargıya ilişkin bir davadır.
Geniş bir bakış açısıyla bakıldığında, kamulaştırma hukukuna ilişkin hükümler kural olarak, Anayasamızda öngörülen kamusal yönü gereği kamu düzenini ilgilendirmektedir. Kamulaştırma şartları ve usulüne yönelik birçok hüküm kamu düzenine ilişkindir.
Ne var ki, bu kuralın aksine kamulaştırma hukukuna ilişkin olmakla birlikte kamu düzenine ilişkin olmayan, kamusal yönünden çok kişisel yönü ağır basan hükümler de mevcuttur. Maddi hata istemli eldeki davanın niteliği de bu kapsamdadır.
O halde, kamu düzenine ilişkin olmayan ve dolayısı ile hâkimin kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurması gerekmeyen temyize konu dava, taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurabileceği niteliktedir.
Bu noktada sorunun çözümü, somut olaydaki gibi; “davanın reddi gereğine “işaret eden bozma ilamına uyulmasını talep eden davacı vekilinin bu beyanının, bozma kararı lehine olan davalı yararına bir usulü kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağı sorusuna doğru cevabın verilmesiyle mümkündür.
Bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakka, usule ilişkin kazanılmış hak denir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda anılan müesseseye ilişkin açık bir hüküm mevcut olmayıp, Yargıtay İnançları ile kabul edilmiş usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir.
Bu itibarla, bir ara kararıyla taraflardan biri yararına usulü kazanılmış hak doğmuş ise, mahkemenin artık bu ara kararından dönmesine olanak bulunmadığı gibi; taraflardan birinin yaptığı usul işlemi ile diğer taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak doğmuş ise, mahkemenin taraf lehine husule gelen kazanılmış hakkı gözetmesi gerektiği kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Hemen ifade etmek gerekir ki, Yargıtay bozma kararı üzerine taraflardan birinin bozma kararına uyulmasını istemesi, usul hukuku anlamında bozma hükümlerinin yerine getirilmesi istemine yönelik olduğundan; diğer taraf yararına bir hak meydana getiriyorsa, usule ilişkin kazanılmış bir hakkın varlığı söz konusudur.
Bu bağlamda, aleyhine verilen bozma kararını benimsemek suretiyle bozma kararına uyulmasını isteyen tarafın bu kabulü, hukuki sonuç doğuracak nitelikte olup; bozma hükümlerinin yerine getirilmesi konusunda, bozma kararı lehine olan taraf yararına usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğunun kabulü gerekir.
Böyle bir durumda mahkemenin, bozmayı kabul yönündeki bu irade açıklamasını nazara almadan, kazanılmış hakkı ihlal ederek direnme kararı vermesi olanaklı değildir.
Kamu düzenine ilişkin olmayan ve dolayısı ile hakimin kendiliğinden (re’sen) göz önünde bulundurması gerekmeyen temyize konu davada, Yerel mahkemece davanın “kısmen kabulüne” dair verilen kararın, Özel Dairece “davanın reddi gereğine” işaretle davalı yararına bozulmasını takiben, davacı vekili 10.5.2005 tarihli oturumda bozma ilamına uyulmasını istemiştir.
Az yukarıda açıklanan esaslar gereğince; davacı vekilinin aleyhe verilen bozmayı kabul yönündeki bu irade açıklaması ile davalı yararına usulü kazanılmış hak oluştuğundan, artık mahkemece kazanılmış hak ihlal edilerek direnme kararı verilemez.
Şu da eklenmelidir ki, yargılamanın başından itibaren davaya karşı koyan davalı vekilinin, bozmadan sonra duruşmaya gelmemiş ve beyanda bulunmamış olmasının kazanılmış hakkı etkilemeyeceği de şüphesizdir.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 30.11.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.