Esas No: 2005/10-390
Karar No: 2005/431
Karar Tarihi: 29.06.2005
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/10-390 Esas 2005/431 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi |
: |
Bitlis Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi |
Günü |
: |
26.4.2005 |
Sayısı |
: |
2005/30-52 |
|
|
|
|
|
|
Taraflar arasındaki “rücuen alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bitlis Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 6.7.2004 gün ve 2004/76-151 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 20.12.2004 gün ve 2004/10859-12105 sayılı ilamı ile,
(...Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu vefat eden Bağ-Kur sigortalısının hak sahiplerine davacı Kurumca yapılan Sosyal Sigorta yardımlarının 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi kapsamında rücuan tahsili istemine ilişkindir.
Bağ-Kur Kanununun 70/2 maddesi hükmünde; bu kanuna dayanılarak Kurumca açılacak rücu davalarının 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu öngörülmüş olup, zaman aşımına ilişkin bu hüküm, “özel hüküm” niteliğini taşımakla genel hükümlere göre uygulama önceliğine haizdir.
Ne var ki; iş bu 10 yıllık zamanaşımının hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağı konusunda; özel kanun olan 1479 sayılı kanunun anılan maddesi hükmünde açıklık bulunmaması karşısında; başlangıç tarihinin belirlenmesinde “zamanaşımının alacağın muaccel olduğu zamandan başlayacağı”na ilişkin Borçlar Kanununun 128. maddesi hükmü esas alınmalıdır.
Bu durumda ise; Kurumun 63. maddesine dayalı rücu alacağının; gelir ya da aylığın bağlandığı ve bu işlemin yetkili makamca onaylandığı, masrafların yapıldığı tarihte mi yoksa zararlandırıcı sigorta olayının meydana geldiği tarihte mi muaccel olacağı konusunun çözümlenmesi gereği açıktır. Anılan konuda sonuca ulaşılabilmesi için de, öncelikle davacı Bağ-Kur’a 63. maddeye göre tanınan rücu hakkının hukuksal temelinin ne olduğu üzerinde durulmalıdır. Dairemizin ve Yargıtay’ın son yıllardaki yerleşmiş içtihadına göre Bağ-Kur’un sözü edilen rücu hakkı; hukuki nitelikçe, halefiyet ilkesine dayandığına ilişkin yasada açık bir hüküm bulunmaması nedeniyle kanundan doğan, Kurumun sigortalı ya da hak sahiplerine tanınan haktan bağımsız olarak kullanılabileceği basit rücu hakkı vasfındadır. Bu bağlamda; belirtilen nitelikteki bağımsız rücu hakkının; başkasına ait bir borcu ödeyen kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik tazminat niteliğinde yeni bir talep hakkı olması itibariyle de; bu hak, rücu hakkı sahibinin şahsında doğduğu anda, alacak muaccel hale gelecek ve yeni bir zamanaşımı süresi de bu tarihten işlemeye başlayacaktır.
Hal böyle olunca; Bağ-Kur’un rücu alacağı; sigorta olayının meydana gelmesiyle değil, gelir ya da aylık bağlanmasının onaylandığı, masrafın yapıldığı tarihte muaccel olacak ve yasada öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi de bu tarihten işlemeye başlayacaktır.
Somut olayda da, zararlandırıcı sigorta olayı 01.12.1989 tarihinde meydana gelmişse de; 4 yıl 2 ay 6 günlük sigortalılık süresi bulunan Bağ-Kur sigortalısının hak sahiplerine; 03.06.1999 günlü, ölüm sigortası kolundan aylık tahsisine ilişkin istemleri üzerine ölüm aylığı bağlanarak yetkili organca 06.07.1999 tarihinde onaylanması karşısında; yukarıda açıklanan hukuki esaslar çevresinde zamanaşımı süresi; Kurum alacağının muaccel hale geldiği iş bu onay tarihinden işlemeye başlayacaktır ki, nitekim rücu davası da 10 yıllık zaman aşımı süresi içerisinde 19.02.2004 tarihinde açılmıştır.
Hal böyle olunca da; mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken zaman aşımı süresinin geçtiğinden bahisle davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A-Davacının isteminin özeti: Kurum sigortalısının 1.12.1989 tarihli trafik kazasında vefatı nedeniyle hak sahiplerine bağlanan ölüm aylıklarının peşin değerinin davalıdan tahsiline karar verilmesi istenmektedir.
B-Davalının cevabının özeti: Davalı vekili, olay tarihinden dava tarihi olan 12.2.2004 tarihine kadar on yıl geçtiği, dolayısıyla davanın zamanaşımına uğradığını savunmaktadır.
C-Yerel Mahkemenin kararının özeti: Davanın yasal dayanağının 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi olduğu, aynı Yasanın 70. maddesi ile rücu davaları on yıllık zamanaşımına tabi olup, bu sürenin geçtiği belirtilerek; “Açılan davanın zamanaşımı süresi dolması nedeniyle reddine” karar verilmiştir.
D-Temyiz evresi ve direnme: Hüküm, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı özetle; “zamanaşımını başlatan olayın zararı doğuran eylemin meydana geldiği tarih olduğu” gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
E-Maddi olay: Bağ-Kur sigortalısının vefatıyla sonuçlanan trafik kazasının 1.12.1989 tarihinde meydana geldiği, bu sigorta olayı nedeniyle hak sahiplerine 1999 onay tarihi ile gelir bağlanarak, bu gelirlerin tahsili için işbu davanın 19.2.2004 tarihinde açıldığı ve davada yöntemince zamanaşımı definin ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır.
F-Gerekçe: Uyuşmazlık, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 70. maddesinde yazılı on yıllık zamanaşımının olay tarihinden mi, yoksa, masraflar açısından sarf ve ödeme, gelirler açısından ilk bağlanan gelirin onay tarihinden mi başlayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bir sonuca ulaşabilmek için halefiyet ve rücu kavramları, aralarındaki fark ve 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 63. maddesine dayanılarak açılan rücu davalarının halefiyet ilkesine mi dayandığı konuları üzerinde durmak gerekir.
Rücu hakkı; başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen, tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Alacaklıyı tatmin eden kişi, alacaklının hakkından bağımsız kendi şahsında doğan bir hak elde etmektedir. Bunun sonucu olarak da rücu hakkı bu hakka sahip olan kişinin şahsında doğduğu anda muaccel olur. Bu nedenle, rücu hakkı için hakkın doğduğu andan itibaren zamanaşımı başlamaktadır.
Halefiyette ise, halef olan kişi alacaklıyı tatmin ettiği anda, yeni bir hak elde etmemekte, alacaklıya ait olan hakkı kanundan dolayı olduğu gibi devralmaktadır. Bu nedenle, böyle bir alacak için de daha önce zamanaşımı işlemeye başlamış ise, alacak halef olan kişiye intikal etmesine rağmen işlemeye devam eder. Zira, daha önceden muaccel olmuş alacağın yeniden muaccel olması ve yeni bir zamanaşımının işlemeye başlaması mümkün değildir. Salt halefiyet halleri ile, yasanın rücu hakkı verdiği haller arasındaki en önemli fark birincisinde alacaklıya ait bir hakkın intikal etmesi, ikinci halde ise, rücu hakkı sahibinin şahsında yeni bir hakkın doğmasıdır. Halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanmadığı hallerde alacak hakkı daha önce işlemeye başlayan zamanaşımı ile birlikte intikal eder. İkinci halde ise, rücu hakkı sahibi lehine, alacaklının hakkından bağımsız yeni bir hak meydana geldiğinden, bu andan itibaren yeni bir zaman aşımı işlemeye başlayacaktır.
Bu açıklamaların ışığı altında, öncelikle zamanaşımı başlangıcının belirlenebilmesi için Kurum alacağının rücu hakkına mı, yoksa salt halefiyet ilkesine mi dayandığının saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 63. maddesi “Kurum, yapılan ... yardımların ilk peşin değeri için ... sorumlulara rücu eder.” Hükmünü getirmiştir. Bu düzenleme ile, yapılan yardımların sadece ilk peşin değerinin istenebileceği öngörülmekle yasa koyucu halefiyet ilkesinden uzaklaşmış, yasadan doğan bir rücu hakkını benimsemiştir.
1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 63. maddesine dayanılarak açılan rücu davalarında, anılan Kanunun 70. maddesinde özel bir düzenleme öngörülmemekle, genel kurallar uyarınca alacağın muaccel olduğu tahsis işleminin onaylama tarihinde zamanaşımı işlemeye başlayacaktır.
Somut olayda, sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirlerin onay tarihi ile dava tarihi arasında 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun 70. maddesinde aranan on yıllık süre geçmediğinden, istemin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi isabetli değildir.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 29.06.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.